HÜR SAVAŞÇI – SON
“Her şeyin en mühim noktası, başlangıcıdır.” (Eflâtun)
1975 yılında, ortalığı kasıp kavurucu “Gölge Dergisi” ile ilk gongunu çalan ve “Kumandan” lâkabını perçinleyen, ardından kafa ve gönül nisbeti olarak sadece “Büyük Doğu”yu tanıdığını ilân ettiği “Akıncı Güç” dergisi ile Anadolu’ya seslenen ve Müslüman vatansever gençliği hareketlendiren, Üstad tarafından “Rapor”a davet edilen ve fikir ve aksiyonu tezgâhlamaya Üstad’ın nezareti altında “Rapor”larda devam eden, Üstad’ın hükmüyle “Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesi eseri”ni veren, “Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci” olarak karşılanan ve yine Üstad tarafından “Bize ağuşunu açmış. Takdirkârıyım!” denilerek takdim edilen Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU, Üstad’ın vefatının ardından, 1 Ağustos 1984’de İBDA Fikir Sistemi’ni resmen meydan yerine çıkararak, Üstad’ın beklediği genç olarak ümitlerini boşa çıkarmadı.
Yepyeni bir dil, diyalektik, tertemiz bir Türkçe ve müthiş derinlikli bir fikir konsepti ile müslüman ahlâkını yeniden sistemleştirici, bütün dünyaya teklif sunucu, her kesime hitâb edici, eşya ve hâdiselerin hakikatini hakikatin hakikatine nisbetle gösterici, hakikat arayıcılara hakikate çıkan yolların kapılarını işaretleyici; bütün bunları da İslâm tasavvufu çerçevesinde Büyük Doğu’nun yürüyen “El”i vasfıyla eserlendirerek İslâm’a Muhatap Anlayış’ın yeni resmini çizdi, yeni türküsünü besteledi, yeni şiirini yazdı, yeni yorumunu yaptı, yeni yazılımını ve kodlarını programladı.
Bunlar, klâsik ve birçok kalemden çıkmış kuru bilgiler olarak anlaşılabilir, fakat alışılagelmiş bir “teknoloji” değildi icad ettiği sistem. Ki, “teknoloji”, maruf mânâsıyla sırf mekanik ve makine ile alâkalı olan bir mefhum olarak biliniyor olsa da değil; o insan eseri olan her şeye teşmil edilebilir. Anlamak için tabiî ki epey bir kafa patlatılması ve en azından ideolojik bir altyapı olması gerekiyordu, fakat yeterli olabilir miydi?
Şöyle soralım; bir fizikçinin, programcının, tıpçının kullandıkları dili, terimleri anlamak için ne yapılması gerekmektedir? Peki ya bir fikir adamını, ideolocya sahibini? Üstelik dil ve etimoloji üzerindeki zenginliği ve hâkimliği tartışmasız, canla başla, hayatını ve fikrini bir bütün olarak yaşama çetinliği çilesi pahasına, şehid edilene kadar mücadelesi gözler önünde, bir insanın yaşayabileceği ihanet, yok sayma, kopyalama, fizikî ve ses dalgaları işkenceleri gibi bütün menfiliklerin, saldırıların hedefi olmuş ve bu yaşadıkları da tüm eserlerine, konuşmalarına ve en belirgin haliyle son olarak kaleme aldığı “Ölüm Odası B-Yedi” yazılarına bütünüyle sinmişken!..
Madem önümüzdeki ay kadar yaklaşan “1 Ağustos”a şimdiden değinmiş olduk, öyleyse 2016 yılında aynı gün Adımlar Dergisi’nin yayımladığı “1984’ten 2016’YA, 1 AĞUSTOS” makalesinin hemen girişinde ortaya konulanları tekrar hatırlatma vesilesiyle ve Adımlar’ın duruşuyla ile ilgili de görülebilecek şekilde özellikle İBDA’ya muhatap ve uzak olanlara birkaç ipucu vermiş olalım:
“Bugün, Esseyyid Abdülhakîm Arvasi ÜÇIŞIK Hazretleri eliyle 1919’dan 1943’e, Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK’le 1943’ten 1983’e ve nihayet Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’yla 1975’ten bugüne kesiksiz bir İSTİKAMETLE gelen İslâmcı Mücadelenin dönüm noktası olan 1 Ağustos’un yıl dönümü.
1 Ağustos 1984 günü İslâmcı Mücadele, İslâm ihtilâl ve inkılâbını “İBDA” markası altında gerçekleştireceğini bütün dünyaya ilan etmiştir.”
Ayrıca burada sözü birde dikkatimi çeken ve meseleyi kısa ve öz de olsa daha açıcı olduğunu düşündüğüm Avukat Zafer Şahin Bey’in Adımlar Dergisi’nde yayınlanan 7 Temmuz 2017 tarihli yazısındaki “BİR PARANTEZ” bölümüne bırakmak istiyorum:
“Tam bu noktada şunu belirtmeliyiz ki hadiselere bakmaya çalışırken, cemiyetin en kalburüstü sayılan kesimlerinde dahi mevcut menfi bir kulüpçülük psikolojisinde olmadığımızı ve olunmaması gerektiğini düşünmekteyiz. Türkiye’nin-Anadolunun 1919 “var olmak – var oluş” iradesine “Abdulhakîm Arvasî Hazretleri’nin müsbet rey izharı” ve bunun misilsizliği İBDA DİYALEKTİĞİ* eserinde anlatılırken işaret edilen “Bu işin kuru bir ‘düşmanı kovduk’ işi olmadığı”nın yanında “Kuru bir ‘İslâm Devleti’ tabelasını asma işi de olmadığı” “T.C. yerine niyeti İslâm bir devlet kurulsa veya Osmanlı devam etse bile, onu ideale doğru şekillendirmek çetinliğini yaşayacaktık” ölçü ve anlayışının ‘Bütün Fikrin Gerekliliği’nden itibaren İBDA Fikriyatının, cemiyetimizin okuyan, yazan, düşünen ‘aydın’ çevresinde bilinmesi ve şuurlaştırılması gerekirdi. Fakat olmadı. Daima statiklik ve (karşı söylemlerde bile) statüko kutsandı. Hâl böyle olunca, yâni fikir çevresi dünya çapı seviyesinin bir hayli altında olunca ve İBDA Mimarı da dünya çapında mütefekkir olunca; aradaki büyük uçurum İBDA Fikriyatını ‘tanımlanamayan cisim’, İBDA Mimarı’nı da, tırnak içinde söylemek gerekirse ‘anlayamadık olsa olsa teröristtir’ kütüklüğüne mahkûm bıraktı. Bu efsanevî misilsiz çaptaki çelişkinin, (hakikatten uzaklık mânâsında) zulmün izâhını yapabilmekten uzağız.”(Av. Zafer Şahin)
“Bir şey varsa, bir şey vardır. Bir şey yoksa çok şey vardır” der ya hani Özdemir Asaf. İstenildiği kadar varlığı ile alâkalı spekülasyonlar yapılsın veya yok sayarak tersinden varlığına yaklaşılmaya çalışılsın, bu davanın daha yapacak çok şeyi var. Bizzat Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi “Madem ki biz varız, öyleyse bu dava var!” Bu dava, en samimi ve ciddilerinin “el”inde, bugün burun kıvırıcı gözükenlerin bile bir gün çıkış noktaları kalmayınca ister istemez sarılacakları aziz kurtarıcı fikir olacaktır inşallah!
Nihan ÖZTÜRK
9 Temmuz 2018