KÜLTÜR, MEDENİYET VE DEMOKRASİ -3-
—Aydınımızın Ahvali—
“Gerçek entelektüel bir zümrenin emir kulu değildir, gerçek entelektüel bir devrin şuuru olmak zorundadır, bütün hakikatleri yoklamalı, bütün yalanların maskesini yırtmalı.”
(Cemil Meriç / Bu Ülke)
Bugün ister kültür olsun ister medeniyet anlamında olsun değişim ve dönüşümün taşıyıcı ve denetleyici kuvveti olması gereken aydınlarımızdan mahrumuz. Kendimizi tanımlayacak ve bünyemizi zararlı etkenlerden koruyacak bir hekim inceliğinde yalnız vazifesinin memuru olan aydın zümresinden mahrumuz. Bir aydın zümresinden ziyade Cemil Meriç’in dediği gibi bir ”emir kulu” taifesinin yalnız siyasî rüzgâra göre hareket ederek toplumunu aydınlatmak yerine ”dalkavuk aydın” rolünü üstlenen sunî bir zümreden ancak bahsedebiliriz. ”Filozofların aydınlatmadığı toplumu, şarlatanlar aldatır” derken Concordet bu aydın tipini resmediyor. Biz aydınlatma vazifesini yerine getirecek aydın, âlim ve mütefekkirlerden yoksunuz. Aydın toplumunun gözüdür. Aydınların olmadığı bir toplum önünü göremez; biz bu yolculuğa gözü kapalı devam ediyoruz.
Julien Benda aydınlar için; ”Yirmi yüzyıl boyunca dünyaya, devletin adil olması gerektiğini vaaz etmiştir; şimdi ise devletin güçlü olması ve adillik konusunda hiç bir şeyi ciddiye almaması gerektiğini ilan ediyorlar.” diyor. Yirmi yüzyıl boyunca bir bütünün bu vaazı yaptığı söylenemese de aydının ya da İslâm Medeniyetinde olduğu gibi âlimin vazifesi toplumunu aydınlatmak olduğu gibi devleti de aydınlatmak olmuştur. İmam Cafer-i Sadık yaşadığı devirde bunu yapmıştır, İmam Zeyd ya da İmam Ebu Hanife de bunu yapmıştır. İmam Ahmed Bin Hanbel’i zindana götüren sebep toplumunu aydınlatacak bir çerağ olmasındandır. Kendisini yakarak çevresini aydınlatan çerağlarımız. Bu mânâda İmam Ebu Hanife devrinin şuurunu dâhi aşan bir şuurdu. Tırnakları ile yırttığı maskelerin altındaki yalanların sahipleri değil mi Büyük İmam’a işkence edenler!
Cemil Meriç, ”Aydın kalabalığın ihtiraslarına kendini terk etmemeli, günlük zaafların değil, adalet ve hakikatin emrinde olmalıdır” diyor. Ya bugün siyasî ihtirasların gölgesinde hiç bir bedel ödeme cesareti göstermeden gücün emir kulu olan insanları nasıl aydın diye anabiliriz? ”Hangi yalanın maskesini yırttın, hangi hakikati yokladın?” diye sorulduğunda kaba etinin konforundan başka hiç birşeyi olmayan ve kendi kafa konforunu dahi terk etme cesareti gösterememiş korkakların toplumlarının zihinlerine hakikati sunacak erdemi göstermeleri mümkün olabilir mi? Bütün konforlarını siyasî güce ya da ideolojik derebeylerine borçlu olan ve bu borcu ödemekten başka hiç bir yaşam belirtisi göstermeyen ölü beyinlerin toplumu aydınlatmak şöyle dursun aldatıcı şarlatanlıktan başka yaptığı ne olabilir?
Bütün hakikatleri yoklayıp, çağının bütün yalanlarının maskesini yırtan ve bu anlamda bir zümreye düşen vazifeyi tek başına yerine getiren Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, ”Aydın çağından mesuldür.” diyor. Çağını ve mesuliyetini tanımayan hakikat ile yalanı nasıl ayırt edebilir? Bu mânâda etkileşim içerisinde olduğumuz kültür ve medeniyetlerden bize devşireceğimiz herşeyi bizleştirmek için önce hakikatleri yoklayacak akıl ve yalanların maskesini yırtacak bir feraset elzemdir. Aksi takdirde asırlardır ürettiğimiz kültürümüz ve ait olduğumuz medeniyetimizden koparak kendimize yabancılaşırız. Yolculuğumuza biz olarak devam edebilmek için devrinin şuuru olan, çağının mesuliyetini taşıyan, adalet ve hakikatin emrinde bütün hakikatleri yoklayıp, bütün yalanların maskesini yırtan ve bunun bedelini ödemeye hazır olan bir aydın zümresinin varlığı kaçınılmazdır.
Suat KÜRŞAT