DÜŞLERDEN HAYATA -YAŞADIĞIMIZ GÜNLER- 2 (Haziran 2018)
Yorgun ve yılgın olduğu hâlde; “çalışma zamanıdır!” dedi. Öyle sert bir emirdi ki bu, şaşırdı… Görüntüsüne çok zıttı çünkü. Aynı sertlikle başka bir ses;
“Zaten çalışmaktır zaman!” Birden irkildi.
“Ne dedim ki ben, aynı şey.”
“Öyle mi? Sen zamanı bölerek sanki çalışmaya da bir alan açıyorsun. Oysa hayat -zaman- böyle bir bölünmüşlüğü kabul etmiyor. Anlıyorum, dayanamıyorsun, yığılıyorsun öylece, hiçbir şeye hükmedip bir irade koyamıyorsun… Ne yapacaksın? Kime ne söyleyeceksin? Çaresizlik… Anlıyorum… Sanki istediğin bir şey ki, bu her şey olabilir, olmuyor ve sen çalışmak gerek diyorsun. Hani oyalanmak için, unutmak adına… Ama “çalışma zamanı” zamanı pörsütmek, geçsin gitsin diye, “zaman çalışmaktır” bütün bir zaman, işletmek için… Gayret, sabır, inat ve iman!
“Vanya Dayı’daki Sonya(1) gibi mi?”
“Sonya demişken belirtmeden geçemeyeceğim. Evet, biz insanlar sanki her şey çok karışık, çözülmez de debelenip duruyoruz. Bak bir hâline… Her şey aslında basit bir sistemle devir daim ederken, biz insanlar her şeyi öyle karışık ve kördüğüm hâline getirmişiz ki işin içinden çıkmak bir türlü mümkün olmuyor. Çehov’u benim için önemli kılan en büyük özelliği üslûbundaki sadelik, hadiseleri kendi tabiîliği içerisinde abartmadan verişi Hz. Ali’nin söylediği şu hakikate denk gelir; “İlim be’nin altındaki noktaydı, insanlar onu çoğaltı.” Neyse, madem Çehov dedin, onun bir başka unutulmaz eseri Martı’daki Treplev(2) gibi tetiği çekmek de var. Bu daha onurlu, gene de olması gereken değil’’
“Bir insanın ümitleri tükenmişse başka ne yapabilir? Yıllarca hayal ettiği, hayatını anlamlı kılan her ne ise, sendeki etkisini görmeyip başka hayâllerin peşindeyse ve rüyaları bir değilse ve bütün bunları fırsata çevirecek gücü de yoksa, ölüm kurtuluş gibidir…”
“Ne tuhaf!.. Bilmen gerekiyoroysa, insan; “dünyada ki en zayıf varlık; “en zayıf olarak, kendisini her şeyden farklı kılan” fikrî yanı’’ da en zayıf tarafı, en latif özelliği, hatta latifleştikçe zayıflayan ve o nispette güçlenen ve hükmedici olan…”(3) hatırlasana… Çiledir insanı güçlendiren. İnsanı büyüten ıstıraptır! Yıllar önce; “bir kayanın üstüne çıkıp, ellerini uzatarak ötelere, göklere… Ya o bakışlar, insanın ruhunu delip geçen bakışları, ne anlatmak istiyor… İşte dudaklarından dökülenler; “Keşke anlatabilsek gençlere, zincirlerle bağlanırcasına…’’(1988’ e ait rüya) Anlamıyor musun? Yapılması gereken ümidini kaybetmeden çalışmasıdır insanın… Bize düşen çalışmaktır! Yaşanılan son hadiseler, dumura uğrattı, olanlar asla hesap içi değildi… Aklına dahi gelmedi… Sırtını dayamışken sağlam bir kayaya, birden bire kaya görünmez oldu… Oysa asırların hesabı sorulacak, “mutlak adalet” tecelli edecekti, o kayanın görünmezliği ile bir boşluğa düştün. Artık neyin kıymeti olabilir? İsterse yıkılsın dünya! İrtibat kesildi gibi değil mi? Kolun kanatın kırıldı? Treplev’i boşuna zikretmiş olamam… Bazen, hatta çoğu kez insan tam da hayâllerine bir adım kalmışken umutsuzluk yakasına yapışır, yorgun beden bırakır kendini sonsuzluğa… Oysa zorlasa, bir adım daha atsa, işte beklediği mucize gerçekleşecek, hiç bırakabilir mi? O yorgun bedeni dayanır ve atar adımlarını tüm zorluklara rağmen…” O kadar müşfik, şefkatli bir tonda söyledi ki bunları, yorgun ve yılgın inlercesine;
‘’İşte herkes o kadar güçlü olamıyor. Sonya daha güçlü…’’
Adeta ruhunu okşayan bu ses birden sertleşti ve hiddetle;
‘’Sen ne zannediyorsun?!. Her şeyin senin elinde ve iradenle olduğunu mu? Ne demek daha güçlü? O, görünen.”
“ Nasıl yani? Daha güçlü değil mi?” diye cevap verdi şaşkın, perişan…
“Evet, daha güçlü olabilir, ama bu daha güçlü olma meselesi değil ki; güçlü olmak ne demek? Sonya’yı güçlü kılan neydi? Bunu hiç düşündün mü? Ne diyordu Sonya; “Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alın yazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel gelip çatınca da usulca öleceğiz ve orda, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz… Tanrı da acıyacak bize ve biz seninle canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve burdaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz… İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum…” Ve devam ediyordu; ‘’Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştanbaşa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşama gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna.”
“Çok acı çekebilirsin, çekeceksinde, ümidin seni güçlü kılacak olan. Yani bu bir iman meselesi… Senin iradenin bilsen de, bilmesen de bağlı olduğu irade ne murad etmişse olacak olan odur. Sen ya adam gibi bunu iradenle kabul eder, o irade ve murad doğrultusunda tevekkül eder gayret gösterirsin, ya da kabul etmez daha da acı çekerek yanarsın… Değişen bir şey olmaz yaşanılan olarak, her halükârda yanacak ve acı çekeceksin. Bak etrafına, bana mutlu olan bir insan göster! Derdi olmayan bir tek insan!’’
Gücü tükenmişti tamamen;
“O zaman?” dedi son gücünü toplayarak.
“O zaman bu zamandır. Sabırla ve ümidini kaybetmeden çalışacak, çalışacaksın. Hayâl ettiğin ne varsa, bir ânda bir “EL” tarafından mutlaka, karanlık gökyüzünü maviye çevirdiğini görür gibi olduğun içindir ki, sabredip çalışacaksın! (1999’a ait bir rüya) İradeni Mutlak İrade’ye bağlamış olarak zamanın hakkını vermek… Öyle, “geçsin de gitsin” değil… Doldurmuş olmak için zamanı doldurmak değil, yani zamana posaları koymak, hiç değil… Öyle düşündüğün ân, bittiğin ândır! Oysa her ne olursa olsun ümitle var olmak, Mutlak İrade’ye boyun eğmek seve seve, ki bazen bu öyle beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik bir şeyle olur ki, anlarsın, her şeyin bir zamanı var.
Bazen de her şeyini kaybettiğini düşündüğün ânda yepyeni bir dünya doğar!..’’
1- ANTON ÇEHOV- Yanya Dayı isimli tiyatro eserinin kahramanlarından.
2- ANTON ÇEHOV- Martı isimli tiyatro eserinin baş kahramanı.
3- Salih MİRZABEYOĞLU – 29 Kasım 2014 tarihli “ADALET MUTLAK’A” başlıklı konferansından.