BERCESTE / NİSBET İNSİCAMI – 2: ZEKÂ VE AKIL
“İlim iki inci, beden ve cana rehberdir.”
Güzel Türkistan’ın yakışıklı delikanlısı, Pîrimiz Ahmet YESEVÎ Hazretleri böyle buyurdu. Bu buyruğuyla çıplak zihnimi donattım ve doyurdum aç kalan sefil aklımı… Bu seyahatimizde de Pîr’in himmeti, Mansur Ata’nın hibesi, Salih MİRZABEYOĞLU’nun nisbet sadakası benim olur inşallah. Sonuçta ben bir küçük miçoyum; vahdaniyet silsilesi erenleri şuura himmet, ilmi hibe, hikmeti sadaka bahşetmezlerse, derin tefekkür okyanusunda kürek çekemem ve geniş düşünce denizinde kulaç atamam. Azimli gayret bizden, yardım erenlerden, bereket ve zafer Allah’tandır.
TAÇ KAPI
Selçuklu medreseleri ile ulu camilerin taç kapılarına, bakmak için değil de görmek maksadıyla nazar ettiğimiz takdirde mânâ emrindeki maddenin fotoğraflarına, maverâ peşindeki faniliğin taş baskılı nakışlarına şâhit olabiliriz. Evet, aziz Türk milletinin diyalektiği ve İslâm estetiğinin canlı tablosu olan bu eserlerin taç kapılarının gün ağarırken tekbir, öğlen kıyam, ikindi gölgesinde rükû, akşam tahiyyat ve ay ışığı altında dua eden insan siluetiyle bezeli olduğunu, kaç kişi bilir, bilmiyorum.
Bu şaheser yapılar vesilesiyle maddeyi Allah karşısında diz çöktüren kadim Türk medeniyetinin ruhuna şahit olduğumuz kadar gecekondu cumhuriyetinin de hoyrat harabeleri, şirret yapıları ve içme sularına eklediği katkı maddeleri ile aziz Türk milletini zehirlediğini ve Rabbimize isyan bayrağı açtığının farkındayız. Doğal olmayan besin maddeleriyle insanlarımızı zehirleyen gecekondu cumhuriyetinin, İslâm estetiği ile Türk diyalektiğine aykırı mimarî yapılarıyla da insanlarımızın, sübjektif zekâ ve objektif akıl dünyasını tarumar ettiğinin şâhitleriyiz.
Takdir edersiniz ki kedilerin olmadığı meydan farelere, aslanın gürlemediği diyarlar maymunlara kalır. Yolumuz uzun, müşkülümüz çok ve kuyulardan seslensek de Levh-i Mahfuz’a yemin ederim; Cebrail’in getirdiği ayetlere perçinli Mavi Bayrak kazanacak, Başyücelik kazanacak. Bizler, bu çirkin çağın güzel çocuklarıyız. Hür tefekkür, özgür düşüncelerimiz ve şafak vakti tabir edilecek camgöbeği rüyalarımız var. Bize emanet verilen eşyanın mesuliyetini ve bütün mahlûkatın sorumluluğunu, iliklerimize kadar hissediyoruz. “Adalet, herkes için adalet!” şiarımızın tecellisi istikâmetinde zekâmız, aklımız ve ellerimizle çalışmaya mecburuz ve mahkûmuz.
DARBI MESEL
İmdi müsaadeniz olursa kısa bir mola verelim. Elbette ki “neomavi” gönüldaşımızın seslendirdiği “Şarkımız Bizim” adlı dinletisi eşliğinde mini minnacık bir darbı mesel dinleyelim:
“Elektronların yeri değişmiyor fakat sabit değildir ve elektron kımıldamaz ama sürekli hareket halindedir” sözünü dinleyen Fransız yazar François Mauriac şöyle dedi: “Yahu, kardeşim, insanlara, Allah bir desen daha kolay inanırlar.’’ demekle, çokta haksız sayılmaz.
Evet, bugün, modern fiziğin teorileri beyin kıvrımlarımızı şaşırttığı gibi her türlü tahayyülümüzün ötesine geçti. Kapasitemizi aşan ve gücümüzün çok üstünde bir olgu ile karşılaştığımızda yardım dileyeceğimiz ve ismini zikredeceğimiz Allah inancımız da yoksa değirmen taşları arasında yok olur, ezilir ve un ufak oluruz. Hani demem o ki ıvır zıvır meseleler ve antin kuntin işler peşinde koşarak değirmen taşları arasında kalmamak, sonumuzun hüsran ve son nefesimizin hezimetle neticelenmemesi için Allah’ın bahşettiği zekâmız ile kalbimizin, aklımız ile izzetinefis hassamızın onurlarını muhafaza etmeli, insan devletinin uyanıklığını sergilemeliyiz.
ZEKÂ VE AKIL
Zekâ ve akıl, adeta insanın aksiyon ve dengesini sağlayan ahenk terazisidir. Kadim medeniyetimizin tefekkür ehli ve bilge insanları, zekâ için “Aklı Mead”, akıl için “Aklı Meaş” tabirini kullanırlardı. Analitik zekâ ve olgun akıl sahibi atalarımız gibi bizler de dünden-yarına, İslâm perspektifi, kadim kültürümüz ve beşerî hikmetler ışığında yürümeye gayret edelim.
Zekâ, subjektif özerkliğine rağmen kalpten gelen rahman rüzgârlarının meltem esintisiyle, sonsuzluğa perçinlenmenin peşinde yürümeye çalışır. Objeleri; şuur parametresinin estetik ölçülerine uygun hale getirmekten haz, hadiseleri; mana muhtevasının iklimine doğru sürüklemekten zevk duyar… Hürriyete malik olmayı arzuladığı gibi hür iradesi ile rey sahibi olmak ve tercih hakkını kullanmaktan hoşlanır. Zekânın, Fuad-kalbin iç sırrı ile, yani Mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLUNUN ifadesiyle “Kalbte hak ve bâtılı ayırdedebilen nur” (1) ile yaptığı meşru izdivaç sonucu, tefekkür ile mahsulleri olan fazilet yemişlerini devşirebiliriz.
Akıl; Tek başına herhangi bir özerkliği ve bağımsızlığı olmadığından dolayı, objektif değerlendirme adı altında eşyanın lisânıyla hareket etmeye mahkûmdur… Hani demem o ki “Eşya düzeninin zihinde katılaşması olan akıl” (2) bir nevi eşya ve hadiseler karşısında kemiyete (ölçülebilir, sayılabilir, görülebilir, duyulabilir ve laboratuvar ortamında tekrarlanabilir şeyler) göre tavır ve karar alır… Görünür güce olan yönelimi, egoist bir menfaatçi tavrı takınmasına veya barındığı evi koruma refleksi ile hatalı kararlar almasına sebep olur… Akıl, tek başına yahut nefsi denetlemesi ve tertip etmesi gerektiği halde denetlemez ve tertip etmez de azgın nefsin öncülüğünde hareket ettiği müddetçe organik tatmin peşinde olmakla birlikte yeknesak, despot, kavgacı, cerbezeden hoşlanan, donuk ve monoton bir hâl sergiler. Mamafih, akıl, azgın ve hedonist nefsin rehberliğinde hareket etmeye devam ettiği müddetçe vehimlerini gerçek, halüsinasyonlarını hakikat diye pazarlamaktan zevk alır. Akıl ile alâkalı yazdıklarımın maksadı, aklı aşağılamak ve kötülemek olmadığı gibi akla hor davranalım, kötek-dayak atalım neticesini de çıkarmayalım lütfen.
Sonuçta aklın da bir hakikatinin olduğunun farkındayım. Akıl ile yani Mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU’nun ifâdesiyle: “Denetleyici ve tertibe koyucu, hayrı, şerri ve ilimleri anlayan, sebebten neticeye, neticeden sebebe ilgi kuran, eserden eser sahibine intikal eden hassası. Düşünme ve anlama kabiliyeti.” (3) olan akıl ile vicdanın yaptığı meşru izdivaç sonucu yeşeren doğru düşünce ve mahsulleri olan marifet meyvelerini devşirebiliriz.
Müsaadeniz olursa kısa bir mola daha verelim. Rica ediyorum, bizlere, bu vakayı aktaran ile hâli yaşayan müteveffa insanlara birer Fatiha okuyalım ve bir taşın ardına saklanarak izleyelim. Olur ya, belki Allah şefkat gösterir, Fatiha suresi hürmetine af gelir günâhlarımıza. Olur ya, belki Allah merhamet eder, ulvî dostlarına olan saygımızdan dolayı örter hatalarımızı ve kapatır bütün ayıplarımızın üstünü. Olur ya, belki “Yarabbi! Bu ne sırdır; seni bilen dostlarını tanıyor, dostlarını tanıyan da seni!” (4) hikmetine vakıf oluruz. Olur ya, belki arkadaşım der nazar ederler, bir içimlik su, bir yudum süt bahşişimiz olur; yüreğimiz ferahlar.
BİR DAMLA HİKMET
“Hac yollarında bir veli susuzluktan nefesi sönmek üzere bir köpek görüyor ve etrafındakilere haykırıyor:
<< Yetmiş kere piyade hac sevabını bir içim suya kim satın alır?>>
Veliye bir içim su veriyorlar… O da bu suyu köpeğe içiriyor ve diyor:
<<Bir hadiste gördüm: Her bağrı yanana su vermekte büyük ecr vardır. İşte o hadisin yüzü suyu hürmetinedir ki…>>
Yetmiş kere piyade hac sevabını, bir hadis emrinin hikmetine feda eden veli, o hikmeti belirtmekte ne ulvi!…” (5)
VİCDAN VE KALP
Doktriner İslâm topal olmadığı gibi kadim Türk medeniyetimiz de şeşbeş değildir. Beşerî kaideleri ve beşerî formülleri doktriner İslâm’ın ayetleri ile ayetlerin birebir genetik kopyası olan Allah Resûlü’nün buyruğu imişçesine itibar edenler, insan devletinin uyanıklığına karşı zevzekliği ve haydutluğu seçenler, hayvanların içgüdüsüne bile ulaşamayanlardır. Hani demem o ki dünyevî oyuncaklar, insana tek olan Allah’ı ve Resûlü’nü unutturacak kadar oyalıyor, vahdaniyet silsilesine perçinli insanlara karşı duyarsız kılıyor ise bu insancıklar dünyevî tehlikelere karşı kör, ahiret inancına sağır olurlar. Unutmayalım ki zalimlerin gücü ve cesareti, haklıların tefekkür ve düşünce zafiyetinden gelmektedir.
Doğru düşünce, kalp konağının emir subayı olan hak ve bâtılı ayırdedebilen nur ile zekâ faaliyetinin neticesi tefekkür ile, denetleyici ve tertip edici akıl ve vicdan faaliyeti süreci ile ortaya çıkar. Tefekkürün ete kemiğe bürünen hâli fazilet ile kardeşleri olan erdemler, düşüncenin ete kemiğe bürünen hâli olarak marifet amelleri (Selçuklu medreseleri-mektepleri, rasathane, ulucami, vb.) ile değerler manzumesidir. Bu mütalaayı okurken elbette ki zekânın hak ve bâtılı ayırdedebilen nur istikametinde yürümesi, aklın ise vicdanı takip etmesi gerektiği malûmunuz olsa da biz, bildiğinizi hatırlatmış olalım.
Evet, bu meyanda fazilet ile mahsulleri için zekâmız ile kalbimizin, marifet ile mahsulleri için aklımız ile vicdanımızın meşru izdivaçlarını sağlamalı ve her daim rabıtalı kılmalıyız. Bu meşru izdivaç ve rabıta keyfiyetini sağladığımız takdirde zekâ ile kalp izdivacının sureti olarak fazilet, akıl ile vicdan izdivacının çehresi olarak marifetin temeyyüz etmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Dut yaprağı yiyen ipek böceği gibi kozamızı örmek için çabaladığımız bu yolculuğumuzun da mola yerine vardık. Yürüyerek geldiğimiz yollara, altında yürüdüğümüz gökyüzüne bakarken, dertlerimizin dermansız, sorularımızın cevapsız kalmayacağı doğru yöne bakmayı unutmayalım, yeterli olur…
Burhan Halit KOŞAN
1- Ölüm Odası-346 / Salih MİRZABEYOĞLU
2- Dil ve Anlayış -160 / Salih MİRZABEYOĞLU
3- Ölüm Odası-346 / Salih MİRZABEYOĞLU
4- Ölüm Odası- 362/ Salih MİRZABEYOĞLU
5- Dil ve Anlayış- 192/ Salih MİRZABEYOĞLU
Ecr: Sevap, mükâfat, ödül, hediye, ikram.
Piyade: Asker manasına da gelen bu kelime, kıssada vasıta-binek olmaksızın yaya yapılan hac yolculuğu mânâsında kullanılmıştır.