DOLUNAY ŞAFAĞINDA BİR BEYAZ KARTAL: BAHATTİN KARAKOÇ

DOLUNAY ŞAFAĞINDA BİR BEYAZ KARTAL: BAHATTİN KARAKOÇ

Son kitaplarından bazılarını Bahaettin Karakoç imzasıyla neşreden şair Bahattin Karakoç’un vefatını bu sabah öğrendim. 1930 doğumlu şair, 88 yaşındaydı ve 2012 Haziran’ında 80 yaşındayken vefat eden 1932 doğumlu ünlü şair Abdurrahim Karakoç’un da ağabeyi idi. Dedesi ve babasının da şiir yazdığı bilinen Bahattin Karakoç’un bir röportajında, “şiir, genlerime mühürlenmiş güzel bir kaderdir!” demesi sebepsiz değil. Karakoç’lar yaratılıştan şair bir ailedir. Hemen belirtelim ki, bu aile ile bir başka ünlü şair Sezai Karakoç’un uzaktan yakından hiçbir akrabalığı ve irtibatı yoktur. Bazen karıştırıldığı için belirtme gereği duydum; Sezai ile olan sadece soyadı adaşlığı…

 

Eserlerinde klâsik halk şiirinin formatı dışına nadiren çıkan bu klâsik çerçeve içinde adeta tek başına bir vadiyi dolduran kardeşi Abdurrahim’in aksine Bahattin Karakoç her türlü şiir kalıbını denemiş, şekilden muhtevaya el atmadık biçim ve mevzu bırakmamıştır. Onu “yenilikçi gelenek” veya “gelenekçi yeni” diye ayrı bir sınıfta değerlendirmek bu bakımdan isabetli olur.

 

Yaratılıştan şair olması onun -ve bence kardeşi merhum Abdurrahim ağabeyin- hem en büyük gücü, hem de en büyük zaafıdır. Kolay şiir söylemek bir bakıma güzeldir; ancak şiirin asıl yükünü taşıması gereken işçilik kısmının ihmaline sebep olursa fena… Hele ki, bu kadar kolay yazıp çizen bir şair yazdıkları içinde ayıklamaya gitmez, bahçesindeki çiçeklerin hiçbir dalını budamaya yanaşmaz ise… Bahattin Karakoç o kadar çok, o kadar çok yazmıştır ki, bu nicelik içinde hakikaten unutulmaz nitelikte çok değerli şiir ve mısralar gereği kadar öne çıkamamıştır. Bir şiir kitabına “Ay Şafağı Çok Çiçek” adını vermesini de bu açıdan ilginç bir tevafuk olarak görmek gerek. Şairin yüz tecrübeden doksanını gözünü kırpmadan yırtıp atabilmesi ve koku melekesini “çok çiçek”le değil, “has çiçekle” beslemesi gerektiğine inananlardan birisi olarak, merhumun ardından bu notu düşmek istedim.

 

Kardeşi Abdurrahim Karakoç ile olan sohbetlerinde kulaklarını çınlatmışlığımız olmakla beraber, kendisiyle bir tanışıklığım olmadı. Fakat gıyabında çeşitli kişilerden duyduklarım birbirini doğrular niteliktedir: Özü sözü bir, kimseye dalkavukluk etmez, sürekli okuyan, tefekkür eden, ipek böceği gibi kozasına çekilmiş ve işine / şiirine odaklanmış, Allah ve Resûl sevgisiyle dolu pırıl pırıl bir Türk… Her daim millî ve İslâmî bir çizginin içinde edebiyat yapmasına karşın, Abdurrahim Karakoç’un aksine kendisini günlük politikanın dışında tutmuş ve particilikten olabildiğine uzak kalmış, atalarının ve kendisinin doğup büyüdüğü Maraş topraklarında kocaman bir ömrü şiir dokuyarak doldurmuştur. Yazmış olduğu şu iki mısra, ömrünün belki en güzel özetidir:

Ay doğarken soluğumu tutarım

Şiirler soyunur yüreğime her gece

 

Ahmet Kabaklı’nın bir sorusuna verdiği cevap: “Şiirlerimdeki temalara gelince… Merkez daima Allah’tır. Bu merkez etrafında oluşan altın zincirin halkaları ise aşktır, çiledir, ayrılıktır, vuslattır, arayıştır, tabiattır, (…) daima O MERKEZİ tesbihtir.”

 

Uzun yaşayan insanların bir trajedisi de, hayata beraber başladığı dostların göçüp gidişinin ardından yaşadığı derin yalnızlıktır. Hele ki şairse… Bahattin Karakoç’un en güzel şiirlerinden birisi de bu husustadır:

 

Has dostların hepsi erken kalkıp gittiler

Ay şafağında raks eden beyaz turnalar gibi

 

Dikkat edileceği üzere şiirlerinde en sık kullandığı sembollerin başında “ay” gelir ve öncülük ettiği derginin adı “Dolunay” idi.  “Beyaz kartal” figürü de onun sevdiklerinden… Başlığı bu sebeple seçtik. Kendisine Allah’tan rahmet dilerken, 1983 senesinde Üstad Necip Fazıl’ın vefatı münasebetiyle yazmış olduğu şiiri de, yazımıza ek olarak paylaşıyoruz. Mekânı cennet olsun.

 

Hakan YAMAN

17.10.2018

 

                YENİ SEVDALARA

 

Acının sıradağlarını yüreğimizde

Kırmızı bulutlar döver ateşten kamçılarla

Ateşten de harlı yağmurlar varmış meğer

Ki söndürmek mümkün değilmiş yamçılarla

 

Bir göç başladı bu bahar, giden gidene

Mor sümbüller gibi gülücükler dağıtarak

Kemiklerimiz ıslanıyor yağmurların yalımından

Ama hasret çemberinde gönlümüz kurak

 

Bir beyaz şairin ölüm haberi

Sapan taşları gibi vınladı tâ ciğerimde

Bir şiire tutunmak istedim en sarı ahlarla

Bin çeşmelik yaş oldu gözlerimde

 

Dün Erol Güngör’ü kapıp kaçan alıcı kuş

Bugün de Necip Fazıl’a atmış en çevik pençesini

Yeryüzü yükünü boşaltmış bir tekne gibi hafif şimdi

Toprak kutluyor vuslatın kına gecesini

 

Bu iri yıldızları böyle kim kaydırır yerlerinden

Ve nerelere götürür bu aşk kurbanlarını?

Her soru hayret yüklü sancılı bir çocuk yüzüdür

Aha, ortaya sürmüşler canlarını

 

“Esselâm esselâm esselâm” beriden ötelere

Dağlar sizler bu yükü taşıyamazsınız

Firâkın kara gülleriyle uyuştu zaman

Bunu haritanıza yazamazsınız

 

Dünya ki sır yüklü bir otel odası

Ne kaderler sergilenmiş çivi yaralarında

Unutulmuş eşya gibi göz ve parmak izleri

Geçmişlerini sayıklarlar tavan aralarında

 

“Kaldırımlar”da başlayan büyük “çile”

Doğura doğura işte bitti

Dil aksak, kelimeler çobanlarını yitirmiş sürü gibi

Şiir bahçelerinde perişan şimdi

 

Acının sıradağlarını yüreğimizde

Kırmızı bulutlar döver ateşten kamçılarla

Bu acı da diner, bu ateş de söner elbet

Yeni selâmlar besteleriz yeni sevdalara

 

         BAHATTİN KARAKOÇ

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: