KÜLTÜR VE MEDENİYET DAVAMIZ ETRAFINDA
1-) MESELEYİ ELE ALIŞ GAYEMİZ
Kavramlar üzerine kelâm etmeden evvel, kültür ve medeniyet meselesini ele alış gayemizi belirtmek isterim. Bu meseleyi ele alış gayemiz, içinde bulunduğumuz hâlden çıkış yolunu aramak ve hâlin teşhisinde merkezi noktayı işgal eden arızanın bir kültür ve medeniyet krizi olduğu kanaati üzerinden krizin aşılması için kafa yormaktır. Bu gaye üzerine teorik alandan pratik alana yol bulmak ve teşhisin ötesinde tedavi sunabilme sorumluluğunu üstlenmek gayemizin bir başka boyutudur. Meseleyi ele alış gayemizi izah ettikten sonra ihtiyacımız olan kavramları ve bizim kavramlara bakışımızı da belirtmek bu yazının konusu olacaktır. Bilindiği üzere kavramlar en girift meseleleri çözmek için oluşturulmuş sabitelerdir. Bu sabiteler, bir inşaat yapımında koordinatların dağıtıldığı nirengi noktaları gibi inşâ sürecinin temel çıkış elemanlarıdır. Bu noktalardan mahrum olmak inşâ sürecinde teknik bir takım âlet ve yöntemlerden yoksun, Anadolu tabiri ile “el yordamı ile” kara düzen ve dolayısı ile sürecin uzun ve bir o kadar zorlaşması demektir. Nitekim biz, bizden evvel oluşturulan kavramlar ile hedefe daha süratli ve sıhhatli varmayı umuyoruz. Biz oluşmuş gelenek ile bu sabiteler üzerinden meselenin karanlık yanlarına ışık tutabilecek, sıhhatli tarif ve teşhisler elde edebileceğiz.
Kültür ve medeniyet meselesi, hem toplumu hem de ferdi doğrudan ilgilendiren ve bugünden istikbâli kurgulayacak iki temel meselemizdir. Bugün kendi içerisinde girift bir dönüşüm sürecinde toplumun ferdi, ferdin ise toplumu dönüştürdüğü fakat daha etken bir rol ile siyasetin her iki unsuru da kendi hedef ve gayesine göre şekillendirdiği bir zaman diliminde bu iki kavram sıhhatli ele alınmadığı taktirde sonucun bir felaket ile neticeleneceği kanaati bizde açığa çıkmaktadır. Zira önümüzde bütün dünyayı etkileyebilen azgın bir medeniyet ile kültürleri sürü girmiş ekine çevirebilen emperyalist bir siyasi iklim vardır. Bu siyasi iklim karşısında kendimizi tanımlamadan durabilmek güçtür.
Öncelikle kültür ve medeniyet meselesini ele alırken bugün siyasetten düşünce dünyamıza kadar sirayet etmiş, zıddının tersini söyleyerek var olmak ve zıddını var etme abesliğinden azâde Şehid Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu‘nun “Kültür Davamız” adlı eserinde işaretlediği şu prensibi hatırlamakta fayda var; “Meselelere yaklaşırken öncelikle üzerinde durulması gereken husus, doğrunun ne olduğunu bilmeden zıt düşüncenin söylediğinin tersini söyleyerek bizim açımızdan doğruya varılmayacağını anlamaktır. Karşısındakinin yanlışını göstermekle kendi doğrularını bulabileceklerini sananlar, fikir sahibi olmak ve doğruyu bulmak bir yana, başka alternatif getiremediklerinden dolayı, yanlış da olsa karşı düşünceyi tersinden yaşatanlardır.” Bu ucuz ve basit tavır ile en acil meselelerimiz dahi kıymetini yitiriyor, çözülmeden bir kenara itilerek bir sorunlar yumağı hâline geliyor. Bugün içinde bulunduğumuz halin sebeplerinden biri de bu tavrın her cenah tarafından benimsenmiş olmasıdır. Zıddını var ederek varlığını sürdüren siyasi ya da ideolojik zümreler giderek meseleleri çözümsüzlüğe itmiş ve adetâ gaz birikmesine sebep olan çöp dağlarına dönüşen sorunların kokusu burunları sızlatır olmuştur. Bu hakikatin ışığında biz meseleyi çöp yığınlarının arasına katmak yerine bizcesini ortaya koyarak oluşan sorunların çözümünü sunmaya çalışacağız.
Parmak hesabı bir sistemin fertlerin sayısına, kemmiyete bağlı siyaset biçiminde ferdin siyaseti belirlediğini söylemek abes olur. Siyaset ferdin yönelimini belirlerken toplumu da kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda istediği şekle büründürüyor. Özellikle tek parti rejimi sonrası, ikinci dünya harbi sonrasında oluşan demokrasiler ile ABD çıkar ve menfaatlerine bağlı olarak iktidar olmayı başarabilen sağ siyasetin iktidar olma isteği ile kitlenin beklentilerini kullanması ve daha zor olan iktidarda kalabilmek için ise ABD politikalarına râm olarak kitleyi evirip çevirmesi, toplumsal hafızanın Kemalist rejimden yediği darbeden daha şiddetli bir darbe ile sarsılmasına yol açmıştır. Sürekli tehdit ve korkular üzerine inşâ edilen iktidar kalabilme siyaset biçimi toplumsal aklın yitirilmesi ve değer üretmenin kısırlaşmasına yol açmıştır. Sağ siyaset fikri iktidar ve fikir mücadelesi ihtiyacı duymadığı için, çevresinde şekillenen bir mütefekkir kadrodan hep yoksun kalmıştır. Daha çok toplumun algısına yönelik günlük dokunuşlar ile omurgasız gazetecilik ve televizyonculuğa dayalı, toplumsal destek üretme aracı olan akademi çevresi sağ siyasetin sığ yaklaşımı olmuştur. Özellikle son on altı yıldır, kendilerinden önce oluşan fikir mirasını tüketme ve yağmalama üzerine inşâ edilmiş bu soytarı tavrı, bütün ortak değerlerin fütursuzca harcanmasına ve son ışık kaynağına varıncaya kadar tüketilmesine yol açmıştır. Millet tarihinde hiç bu kadar çözülme, dağılma ve yok olma tehlikesi ve felaketi ile karşı karşıya kalmamıştır. Hamasi ve ilkesiz pragmatist siyaset anlayışı toplumun hafızasını, zihnini iğdiş etmiş, gelenek ile geleceğin bağını koparmış, köksüz ve ruhsuz popülist söylemlere, günlük ve ânlık düşüncelere kitleleri mahkum etmiştir. Şahsiyet öldürülmüş, cemiyet şuuru yok edilmiş, hazcılığa teslim birey ve bireycilik şişirilmiş, menfaat ve çıkar eksenli hayat biçimi benimsetilmiş millet “yığın” hâline getirilmiştir.
Kültür ve medeniyet meselesini izah ederken bu arızaların bu meselenin içerisinde halledilebileceğini düşünüyor ve kavramları bu yolda yön işaretleri olarak görüyoruz. Maddeciliğin sömürüsünde bir dünya düzeninin karşısında madde-ruh uyumunu sağlayan ruhçu dünya görüşü ile bugün hâkim olan zihin ve sisteme karşı bir baş kaldırış ve isyan hâlindeyiz. Ruhun madde karşısında yenilmediğini bizleri bir araya getiren fikrin varlığı ve iddialarının sürdürülmesinden ve fikrin bize yüklediği isyan şuurundan anlamalıyız. Biz zaferini ilan etmiş bir fikrin sistemini inşâ etmek üzere bu kavramlara değinecek, iflâs ve infilak etmiş maddeci dünya görüşü karşısında yegâne “sistem fikri”nin temsilcileri olarak çözüm teklifimizi sunacağız.
Bugün batı medeniyetinin siyasi, iktisadi gücü ile teknik üstünlüğü ve entellektüel birikimininde sağladığı imkânlar ile kendi kültür kodlarını, kendi dışındaki kültürleri yok edercesine kullandığı çağımızda, Mümtaz Turhan’ın da dediği gibi; ”Bugün kültür değişmelerinin, garp medeniyetinin tesiri altında tarihin hiç bir devrinde görülmeyen bir kesafet ve şiddetle hemen bütün dünyaya yayılması ona alemşümul bir karakter kazandırmaktadır.” Bu maddi üstünlüğün verdiği kuvvet neticesinde oluşan karakter karşısında kendini sıhhatli tanımlayamayan, köklerinden ve ruhundan kopuk, gelenek ile geleceği buluşturmaktan ziyade konjonktürel fikir ilizyonları yaparak durulamaz.
2-)KAVRAMLAR
Şimdi meselenin sıhhatli izahı için kavramları inceleyelim. Sonraki koordinatları belirleyeceğimiz nirengi taşlarını bulmaya çalışalım. Öncelikle Mümtaz Turhan “Kültür Değişmeleri” adlı eserinde kültür ve medeniyet tarifi ile ilgili bilgileri şöyle aktarıyor; ”Evvela en eskilerden biri ve aynı zamanda başkaları tarafından da en çok kullanılanı olmak itibariyle E. B. Tylor’un tarifini alıyoruz.Ona göre kültür,”Bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, örf ve adetleri, ferdin mensup olduğu cemiyetin bir uzvu olması itibariyle kazandığı itiyatlarını ve bütün diğer maharetlerini ihtiva eden gayet girift bir bütündür.” Yine meşhur bir Antropoloji alimi olan C. Wissler şöyle tarif eder: ”Kültür, bir halkın yaşama tarzıdır.” Bu tarife göre bir Amerikalı ile bir Türk’ü ayıran özelliklerin bütününü teşkil eden yaşam biçimini “kültür” olarak anlıyoruz.
”Tanınmış Alman antropoloji alimi Thurnwald da kültürle medeniyeti şu şekilde tarif etmektedir: ”Kültür, tavırlardan, davranış tarzlarından, örf ve adetlerden, düşüncelerden, ifade şekillerinden, kıymet biçmelerden, tesislerden ve teşkilattan mürekkep öyle bir sistemdir ki, tarihi bir mahsül olmak üzere teşekkül etmiş, ananeye bağlı bir cemiyet içinde onun medeni teçhizatı ve vasıtaları ile karşılıklı tesirler neticesinde meydana çıkmış ve bütün unsurlarının zamanla yekdiğerine kaynaşması sayesindeahenkli bir bütün haline gelmiştir. Buna mukabil medeniyet, birikmiş bir bilgiye ve teknik vasıtalarına sahip olmayı ifade eder. Bir formülle ifade edilmesi istendiği taktirde denilebilir ki kültür, takınılmış bir tavır (Haltung) dır; medeniyet ise bilme ve yapabilmedir.”
”Bazı sosyologlarda Thurnwald gibi medeniyetle kültür arasında esaslı bir fark gözetmekte ve ona yakın bir şekilde tarif etmektedirler. Bunları temsil etmek üzere Maclver’i zikredebiliriz. Ona göre, insanın fayda temini maksadıyla muayyen bir hedefe erişmek üzere kullandığı her nevi vasıta medeniyet unsurlarını teşkil eder. Şüphesiz tekniğe ait olanlar bunların başında gelmektedir. Halbuki kültür unsurlarının gayesi bizzat kendileridir. Bunlar kendilerinden başka bir gaye için vasıta olamazlar. Bu izaha göre Maclver medeniyetle kültürü şu şekilde tarif etmektedir: ”Medeniyetten biz insanın, hayatı üzerinde müessir şartları kontrol maksadıyla sarf etmiş olduğu cehitler neticesinde meydana getirdiği mekanizma ve teşkilatın umumi heyetini kastediyoruz. Bu itibarla medeniyet mefhumu, içtimai teşkilat sistemlerini, tekniği, maddi aletleri ve vasıtaları içine aldığı gibi seçim sandıklarını, telefonu, ticaret odalarını, demiryollarını, kanunları, mektepleri, bankaları ve bankacılığı da ihtiva eder.”
”Kültür ise, bu manada kullanılan medeniyetin anti tezidir. Bu taktirde kültür, yaşayış ve düşünüş tarzımızda, günlük münasebetlerimizde, sanatta, edebiyatta, dinde, sevinç ve eğlencelerimizde tabiatımızın kendisini ifade etmesidir.”
”Ziya Gökalp’e göre medeniyet ve kültür şu şekilde karşılaştırılabilir: ”Bir medeniyet müteaddit milletlerin müşterek malıdır. Çünkü her medeniyeti, sahipleri olan müteaddit milletler, müşterek bir hayat yaşayarak vücuda getirmişlerdir. Bu sebeple her medeniyet, mutlaka, beynelmileldir. Fakat bir medeniyetin, her millette aldığı hususi şekilleri vardır ki, bunlara hars, kültür adı verilir.”
”Hars ile medeniyet arasındaki farklar: ”Evvela hars-kültür milli olduğu halde, medeniyet beynelmileldir. Hars yalnız bir milletin dini, ahlaki, hukuki, muakelevi, bedii, lisani, iktisadi ve fenni hayatlarının ahenktar mecmuasıdır. Medeniyetse, aynı mamureye dahil bir çok milletlerin içtimai hayatlarının müşterek bir mecmuasıdır. Mesela Avrupa ve Amerika mamuresinde bütün Avrupalı milletler arasında müşterek bir garp medeniyeti vardır. Bu medeniyetin içinde birbirinden ayrı ve müstakil olmak üzere bir ingiliz harsı, bir Fransız harsı, bir Alman harsı mevcuttur.”
Buraya kadar ortaya çıkan şekliyle bugün karşı karşıya kaldığımız tehlikenin tarifi; sanat, edebiyat, ahlâk, örf ve adetten bilgi ve tekniğe bütün yaklaşımımıza ve dini anlama ve anlamlandırma biçimimize kadar iç içe bir mesele olarak kültür ve medeniyetimizin yok edilmesi ya da en hafif hâli ile kollarının kelepçelenip, ayaklarına pranga ve boynuna halka vurulmasıdır. Bugün bizden evvel üretilen maddi ve manevi bütün değerlerin hoyratça harcanması ve tüketilmesi bunun üzerine de mevcut siyasi iklimin pençeleri altında ezilen fikir dünyamızın tüketilen değerlerin yerine değer üretme niteliğinin olmayışı bu kölelik hâlini kaçınılmaz kılıyor. Ne yazık ki milletin feraseti de son yıllarda siyasi iklimden yediği darbeler ile yok olmak üzeredir. Siyasetin din, toplum ve ferdi iktidar kalabilme politikası ile ele aldığı ve hiç bir ilke ve şiar tanımadan yalnız çıkar odaklı yaklaşımı toplumun dengesini büyük ölçüde sarsmıştır. Bu sarsıntı toplumun yaşama biçiminde kendini göstermek ile beraber memleketi açık bir cezaevi hâline getiren suç oranlarının yükselmesi, suç şekillerinin teatral kimliğe bürünmesinde de göstermektedir. Kuşaklar arası bağlantı sorununun olduğu toplumumuzda bu sorun kopukluğa hatta kuşakların farklı toplum ve kültürü temsil ediyorcasına ayrışmasına dönüşmesi devamlılığı gerektiren millet şuurunun zedelenmesine yol açmaktadır.
Bizi İslâm medeniyeti dairesinde tutan yalnızca maziden kalan mimari eserler ve bugün yapmakta olduğumuz camiiler mi olacak? İslâm milletlerinin siyasi ve içtimai müşterek hiç bir alanı olmadığı takdirde bu beton yapıların medeniyeti ayakta tutmaya gücü ve kuvveti ne kadar yetecek? İçtimai alanda Suudi Arabistan’ın siyasi rolü ile işlevini giderek yitiren Hac ibadeti ile bu medeniyet bu yüzyılın ortalarını görebilir mi? Hiç bir siyasi yaptırımı olmayan, kitlelerin duygularını şişiren hamasi nutuk ve söylemlerin yükseldiği, anlık politikalara odaklı İslâm Konferansı tipi örgütlenmeler ile İslâm Medeniyeti ihya edilebilir mi? Bu sorular yukarıda alıntıladığımız tanımların bütününde cevap bulan ve bugün ne acıdır ki olumsuz karşılık vereceğimiz sorulardır.
(Devam edecek…)