KÜLTÜR VE MEDENİYET DAVAMIZ ETRAFINDA -2-
3- ÂHLAK NİZAMI
Yaşam biçimlerini şekillendiren ahlâk nizamı olmadan değer üretiminin mümkün olunmayacağı ortadadır. İster maddi olsun isterse manevi, bu üretimin itici gücü, hammadde kaynağı ahlâktır. İster sanat olsun ister edebiyat, ister siyaset olsun ister iktisat ya da mimari, kendilerini şekillendiren toplumun dayandığı ahlâk nizamı çökmüşse verimli bir saha olmaktan çok sorun olur. İşte bugün karşımızda bir heykel gibi duran hakikat ahlâk nizamının çöktüğü hakikatidir.
Batı adamı din ile ilişkisini düzenlerken ortaya çıkacak boşluğu doldurmak için çeşitli öneriler üzerinde durmuştur. Örneğin Auguste Comte, Saint Simon gibi Fransız devrimi sonrası ahlâki bir boşluğun oluştuğunu düşünür. İnsanı tanrılaştıran bir ahlâk nizamı önerir bu boşluğu doldurmak için. Tanrı; insan. Tek hakikat; sevgi. Yeni bir din önerir kliseye hapsolan dinin yerine! Saint Simon tepesinde sallanan giyotinden kurtulunca ortaya çıkan ahlâki boşluğu yeni bir dinin doldurması gerektiğine kanaat getirir. Bilim adamları, sanatçılar ve sanayiicilerin rahibi olduğu bir din! Namı diğer ”Newton dini”.
Batı adamı yıkıntılar arasında yeni bir binayı inşa etmek için malzeme ararken, biz bulduğumuz bütün malzemeleri yok ettik. Batıdan bir ses ”tecrübi ilim ananesini, islam medeniyetiyle başlatmak şüphesiz hakikate daha uygundur” derken, biz ”din, bilimin önünü kesiyor” diyerek redd-i miras yaptık. Yitirdiğimiz geleneği gelecek ile buluşturmak yerine kökü sökmeye yeltendik. Bu coğrafya köksüz ağaçların toprağı değildir. Bu reddi miras insan tasavvurumuzu da içerisine alan bir bütün halinde ahlâk nizamımızın yerine herhangi bir nizam tesis edemeksizin terki ile neticelenmiştir.
Şimdi yine mesele gelip dayanıyor ahlâk nizamına. Burada İbda Mimarının işaretlediği şu ifade üzerinde durmakta yarar var:” İnsanı çeşitli cepheleri ve yönleri içinde bölünmez bir bütün olarak kavramak, ayrı usul, esas ve kurallarla elde edilen parça hakikatlerle onu tanımaya ve anlamaya, -kısaca- inşaya kalkmamak, ruhi fakülteler halindeki, siyasi, iktisadi, sosyal, psikolojik vs. davranış şubelerine, farklılıkları içinde onları birleştirici bütün şuurla bakmak; işte ahlâk…” Bu ifade Cemil Meriç’in deyimi ile insan medeniyetinin tilki uygarlığını taklidini yüzümüze çarpan bir hakikatin ifadesidir. İnsanı parça parça kılan tilki uygarlığını taklide yeltenmek; belhum adal.
Şimdi bütün mesele ”uygarlığın” parçaladığı insanı tekrar toplayabilmekte. Bu toplama faaliyetinin merkezinde ahlâk nizamı, onunsa merkezinde bir atom parçacığı gibi duran irfan vardır. İbda mimarı meseleleri ele alırken meselenin merkezine ahlâkı alır; iktisat ve ahlâk, hukuk ve ahlâk, akıl ve ahlâk, diyalektik ve ahlâk vesair. Âhlak nizamı olmadan medeniyetten bahsetmenin mümkün olunmayacağı hakikati ile bütün meseleleri bağlayıcı unsur olarak ahlâkı ele almak. Ve ahlâk nizamını tesis edecek olan irfanı ortaya koymak. İşte bugün edebiyattan mimariye, siyasetten iktisada bütün kokuşmuşluk ve bayalığın ana sebebi memleketi idare eden kadrolarda bu nizamı tesis edecek irfanın olmayışıdır. İnsanı parçalayan anlayışın muktedir olduğu bir idari sistem.
İbda Mimarının bir başka işareti ile ”her dünya görüşü aynı zamanda ahlâki bir görüştür. “Din ahlâktır” ve “Ben ahlâki yücelikleri tamamlamak için gönderildim.” ölçülerini hatırlayınız.” Bugün memlekete hakim olan dünya görüşünün ahlâkı ”işleyici ve işletici sıfat” olarak her alanda olduğu gibi mimaride, iktisatta da kendisini göstermektedir. Bugün bu mimari ve iktisada ”yüce ahlâkın” tezahürü diyebilecek aklı evveller var mıdır?
Suat KÜRŞAT