ADIMLAR’dan: BİR KIVILCIM YETER

ADIMLAR’dan: BİR KIVILCIM YETER

İster Sarı Yelekli olsun, ister Mavi Yelekli… Daha da olmadı, “takım elbise”yle ortaya çıksın… Ne olursa olsun, hangi kılıkta, hangi siyasî tavır ve tutum içinde kendini ifâde ederse etsin, sonuç değişmez:

Tüm dünyada karşı çıkılan, 1990’dan beri bölgemiz üzerinde şiddet yoluyla uygulanan BOP İşgal politikalarının neticeleridir.

Bu karşı çıkışın muhtevasına göre de, yaşanan gerçekliğe en uygun isim, bizce BOP karşıtı “Anti-BOP Devrimi”dir. BOP karşıtı ASÎLER’in hareket tarzlarına baktığımızda zihnimizde şu sahne canlanıyor:

Devrim durumunda, her şeyini yitirmiş ve açlık başta olmak üzere çözemeyeceği bir çok sorunla karşı karşıya kalmış kitleler, her şeyi tekeline alıp, tüm devlet gücünü elinde bulunduran, kalbi nasırlaşmış ve çıktıkları balkonlardan halkı “böcek” gibi gören vicdansız bir azınlıkla karşı karşıya gelir… İşte gelinen bu nokta büyük devrimlerde gördüğümüz sistem karşıtı, köklü “değişim” ve “dönüşüm”lere ait muhteşem sahnelerin ortaya çıkmasının sebebi olan aşılmaz çelişkidir. Bu safha, sergilenecek “ihtilâl” oyununun son sahnesinin perdesinin açıldığı safhadır. Bu son sahneye hazırlığı olmayan, hadiselerin ve halkın gerisinde kalır ve ortaya çıkacak fırsatları sadece seyretmekle yetinir.

Son sahne için perde açıldığında, artık siyasî, ahlâkî ve içtimaî düzenin kökten değişmesi kaçınılmazdır. Tarih bir kez daha her şeyi etkileyecek çarklarını döndürmeye başlamıştır. “Görünmez El Kanunu” varlığını hissettirir ve “zamanın maksatlılığı” içinde diyalektiğin yasaları işler… Bütün insanlık, bir potanın içine girmiştir.

Şekle, söyleme takılmadan, BOP Taşeron Örgütleri’nin manipülasyonlarına aldırmadan meseleyi böyle değerlendirebilmeliyiz, değerlendirebilmelisiniz.

Aksi takdirde siz, biz, hepimiz; “muhalefet olmayan muhalefet”in tuzağına düşerek, BOP Taşeronlarına “muhalefet ediyorum” zannı içinde, onların stratejilerini sırtımıza yükleyip “saray” dedikleri barınaklara taş taşırken kendimizi bulabiliriz…

 

“UZLAŞMACI TESLİMİYETÇİLER”İN KARŞISINDA “NE UZLAŞMA, NE TESLİM” DİYEBİLENLER

Artık gözlerden kaçırılamayacak bir gerçeklikle takip ediyoruz ki; tüm dünyada, iktidarların barınaklarının giriş kapılarının hemen arkalarına kurulan barikatları tutan ikiyüzlü eller var. Dikkatlice bakıldığında, o barikatları yıkılmasın diye destekleyen ve tutan ellerin İktidar’a arkasını dayamış ve kendisine hâlen “muhalif” diyenlere ait olduğunu göreceksiniz.

Sırtlarını BOP iktidarlarına dayayanlar, yakında Allah tarafından arkalarından nasıl kuşatıldıklarını anlayacaklar.

Atilla İlhan’ın literatüre kazandırdığı “dip dalgası”, yani alttan üste doğru oluşan tazyik, aşağıdan başlayıp İktidar’a doğru yapılan Halk’ın yürüyüşü etkisini arttırdıkça, “muhalefet”in İktidar’ın önünde durarak, onu korumak için barikatları kuvvetlendirme çabası daha da artacak. Bu çaba arttıkça kitleler, bugün hissettikleri ve epey zamandır gizlenen gerçek sorunu daha da net görecekler.

“Tek Kişilik Çadır Tiyatrosu” nitelemesini çok daha önceden yaptığımızı biliyorsunuz… İktidar-muhalefet oyununun sergilendiği “çadır tiyatrosu”, siyaset adına tüm dünyada kurulan sahnenin adıdır aslında. Duyduğumuz ses ise, BOP Merkezleri’nden başlayıp taşeronlarına kadar ulaşan, işte bu “çadır tiyatrosu”nun çatırdayan, yıkılan direklerinden gelmektedir. Birçok noktadan gelmeye başlayan bu yarılma, çatlama, patlama ve yıkılma seslerinin, “çadır tiyatrosu”nun buradaki taşeronları üzerinde paniğe yol açmasından daha tabiî ne olabilir?

“Payandacı Muhalefet”in BOP’la uzlaşan ve ona teslim olan karakteri ortaya çıktıkça “dip dalgası”, barikatın arkasındaki ellerin kendisini nasıl kandırdığını, gece yarılarında meydanlarda nasıl bırakıp sıvıştığını ve BOP Taşeronlarının insafına nasıl terk ettiğini görüp anladıkça, daha da kinleniyor.

Meclis içi ve dışıyla artık bir muhalefet yoktur ülkede!

Temelleri çatırdayan bir düzeni, yani insanımıza düşman bir düzeni ve bu düzeni uluslar arası şeytanî güçlerin iradesine bağlı olarak yürütmeye çalışan İktidarları payandalayarak ayakta kalmasını sağlayan ve bu “payandacı” eylemi ile de farklı mesafe ayarları içinde de olsa İktidar’la aynılaşmış, bu görüntüsünden dolayı da kendisine ümit bağlayanlara “biz de iktidardayız” düşüncesini empoze eden Yüz Yıllık BOP Düzeni ile uzlaşmış ve ona teslim olmuş “yapılar” vardır.

Tüm dünyada yaşanan gerilim ise, uzlaşmacı ve teslimiyetçi payanda yapıların da bilerek, isteyerek ve kendi hür iradeleriyle eklemlendiği BOP İktidarlarıyla, “dip dalga” denilen ve BOP Politikalarının neticelerine karşı çıkan Anti-BOP’çu halk kitleleri arasında ortaya çıkmaktadır… 100 yıldır süren bu savaşta, gözden kaçırmamanız gereken ve tavır alırken dayanak olarak kullanacağınız bu nokta önemli…

Önemli olan bu “istinat noktası”, gerekli hassasiyet ve ciddiyette, zihnî ve fizikî eylemlerle birlikte değerlendirilemezse, adetâ, yer çekimi kanununu yok sayarak “havada asılı” bir konumda, boşluğu yumruklarken bulursunuz kendinizi. Bu durum da sizi, hiçbir zaman “oyuncu” olamayacak bir “seyircilik”ten öteye bir milim taşımaz.

“Dip dalga”ya mensup herkes ve her kesim, kendi içindeki bugüne kadar gizlenmiş uzlaşmacı ve teslimiyetçi eğilimi ancak bu “istinat noktası”na göre tesbit ettiğinde, mücadelenin bir bütün ve “iki eğilim” arasında cereyan etmekte olduğunu anlayacak.

İster umumî bir bakış içinde, isterse de mensup olunan kesim bakışı içinde bir değerlendirme yapılsın, netice değişmeyecek ve mücadelenin “uzlaşmacı teslimiyetçiler”le, “ne uzlaşma, ne teslim” diyen Devrimciler’den oluşan iki eğilim – iki kutup arasında cereyan ettiği anlaşılacaktır.

 

“BOP DÜZENİ”Nİ YAŞATMAMAK İÇİN

BOP İktidarlarının barınaklarına girmesin, asırlarca süren haksızlıkları ve zulümleri bir ânda cezalandırmasın” diye Devrimcilerin önüne barikatlar kuran; sırtı İktidara, önü ise öfkeli halk kitlelerine dönük ve elleri “yıkılmasın” diye barikatların üzerinde konumlanan bu “payandacılar” sökülüp atıldığında, Hâkimiyet’i ister “Hakk”ın, isterse “Halk”ın iradesinde görün, her iki durumda da İktidar yolu açılacaktır.

Son tahlilde; zulme, haksızlığa, yalana, haramîliğe ve insanın insana köle yapılmasına karşı çıkan her samimi Devrimci, aynı kumaştan yaratıldığı için “Hakkın hâkimiyeti” ile “halkın hâkimiyeti”nin “Hakk” kavramı içinde ve aynı olduğunu anlayacaktır.

“İktidarı ele geçirmek” devrimin ana şartı ve bir Devrimcinin de aslî görevi olduğundan, bu aşamada, geçmişte yapılmış ve bugünkü sorunlara çözüm olmayan ve çöplüğün ortadan kaldırılmasına hiçbir katkı sağlamayan, bilakis, bölünmeyi, parçalanmayı ve güçsüzleşmeyi beraberinde getirecek sözde “ideolojik tartışmalar” faydasız görülmeli; veya, BOP Düzeni’ni yaşatmaya sebep olabilecek her türlü tartışma, ileri bir zamana bırakılarak ertelenmeli…

Şiddet ve terör yoluyla yürütülen BOP Politikaları’nın neticesinde tüm dünya “barut deposu”na dönmüştür… Bu barut deposunun patlaması için bir “kıvılcım”ın yeteceğini bilmeyen Devrimci olamaz. Dünyanın farklı bölgelerinde ve farklı şekil ve söylemlerle harekete geçen bu Devrimciler, şimdi bu kıvılcımı örgütleme gayreti içindeler…

 

“BARUT DEPOSU” VE “KIVILCIM”

Bize gelince;

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun katledilmesinin ardından, İBDA etrafında ortaya çıkan çatlak sesleri ve çocukça tavırları bir kenara bırakmak, bir mânâ olarak O’nun şahsında tecellî eden bu “SON VE TEK KIVILCIM”ı örgütlemenin ön şartı olarak görülmüyorsa, o zaman “çocuk hastalığı” devam etsin ama, bu çocukça tavırlar içerisinde bizim olmayacağımız da bilinsin.

BOP taşeronları ve bu taşeronlarla uzlaşmış, onlara eklemlenmiş Devrimci eğilimin düşmanı “teslimiyetçi eğilim” son 30 seneden beri şiddetini arttırarak saldırıyor. Tehlike olarak gördükleri herkese; her kesim ve kimi tehdit olarak algılıyorlarsa onu, en ahlâksız yöntemlerle hedef tahtasına oturtmakta bir ân bile tereddüt etmiyor…

Saldırıyorlar!.. Çünkü, İktidarlarını korumak yolunda başka çareleri ve alternatifleri kalmadı. Bütün yollar tükendiğinden, elde kalan tek çâre olarak gördüklerinden dolayı saldırıyorlar. 30 yıllık bu kesintisiz saldırı içinde bugün görüyoruz ki, saldırıya uğrayanlar da ne yapacaklarını öğrenmiş durumdalar. Saldırıya uğrayacağını bildikten sonra, saldırı önemsizleşir. Çünkü, savunma ve karşı saldırı için zaman kazanılmıştır. 100 yıllık denilen bu BOP Düzeni’ni istemeyen herkes, her ân saldırıya uğrayabileceğini artık biliyor. Gerisi “yöntem” sorunu…

Bir saldırıya karşı durma, birbirini takip eden iki aşamadan oluşur:  Saldırıyı durdurma ve karşı saldırı. Her iki aşama da uygun araçlarla örgütlendiğinde, başarı şansı daha da artar. Bu iki aşamayı da örgütlemenin ön şartı ise “saldırıya uğramaktan korkmamak”tır… 30 yılın sonunda, bu düzene karşı durma iradesini gösterebilecek herkesi zor günlerin beklediği doğru. Ama bu durum, saldırıya hazır olmanın ilk yolu olan “korkmamak” gerçeğini değiştirmiyor.

BOP Taşeronu iktidarların bütün dünyada ellerindeki imkân ve araçlarla bir “korku imparatorluğu” meydana getirmek istediklerini düşünürsek, onlara karşı durmak isteyenlerin de cesur davranmayı öğrenmeleri gerektiği daha iyi anlaşılır.

Peki “cesur davranış” nasıl öğrenilebilir?

1- “Unutmayarak” öğrenilir.

2- “Mücadele Tarihi”ni şuurlaştırıp, hangi şartların yaşanıldığı, hangi safhaların geçildiği ve hangi badirelerin atlatıldığı bilinerek öğrenilir.

3- Geleneğe sahip çıkmak, “geleneğin taşıyıcısı” şehidler ve gazilere hak ettikleri değerler verilerek öğrenilir.

4- İBDA Mimarı’nın Başyücelik rüyâsını gerçekleştirmek için O’nun muradına uygun ve O’nun bizden istediği “aydınlar sınıfı”nın temin, teşkil ve tesis edilmesiyle öğrenilir.

5- Beklenen, vicdan sahibi ve Adalet duygusu toplumun en gelişmiş örnek şahsiyeti olan “Aydın” tipinin, zalime karşı kin ve intikâm duygusu temelinde yıkıcı ve yapıcı örgüte iradî katılımıyla vücut vermesiyle öğrenilir.

Bu hususlar olmadığında düşmanın istediği gerçekleşir ve adetâ korkaklık, sanki kaderimizmiş gibi kabullenilir…

Bu Mücadele Tarihi’nin 1919’da başladığı unutulmamalı!

Geçen bu 100 yıl içinde farklı kılıklarda da olsa, ruhumuzun ve vatanımızın düşmanlarının içimizden ve dışımızdan ordular teşkil edip üzerimize saldıklarını hatırımızdan çıkarmayalım. Dün olduğu gibi bugün de, bir takım hevâ ve hevesleriyle, düşmana karşı birlikte savaştıklarımızın düşmanla birlik olup bizimle savaşmak isteyebilecekleri bir ortamın var olduğunu gözden kaçırmayalım…

Ama bu 100 yılın sonunda, 1919’da başlayan mücadelenin üzerindeki “Kutsal El”in ruhâniyetini olanca açıklığıyla gösteren bir gerçek var ki, asla unutulmasın: 1919’dan 2019’a geçen bu zaman içerisinde verilen şehid ve gazilerimizle biz, hâlen buradayız ve mücadele en üst seviyesine ulaşmış olarak devam ediyor.

“Sarı Yelekliler”in de bu “Son ve Tek Kıvılcım” mânâsının tecelli ettiği bir sûret olduğunun şuuruyla, BOP Taşeronlarından ve payandalarından korkmadığımızı zihnî ve fizikî eylemlerle her fırsatta hatırlatalım.

Adalet mücadelesi veren tüm mazlumlar kardeştir!

“Barut deposu”na döndürülen dünyayı tutuşturmaya, bir mazlumun âhı yetecek!

Son ve Tek Kıvılcım”dan olmak; hedefimiz bu!

ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset

 

TEK KİŞİLİK ÇADIR TİYATROSU VE SEÇİMİN ORTAYA ÇIKARDIĞI İKTİDAR-MUHALEFET İLİŞKİLERİ

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: