TİLKİ GÜNLÜĞÜ’NÜN İZİNDE: 10 ARALIK – “KAŞ KEMİĞİ BİLMECE”
“Düşvârî: 10 Aralık 1989”dan:
“Kumkapı Balık Hali İskelesi’nde, teknelerden kasalar içinde mezat yerine taşınan balıklardan yerlere düşenleri toplayan fakirlerden biri de Kâmil Yavuz… Yavuz, bu durumla ilgili olarak, “bizi bir kilo istavrite muhtaç edenler utansın!” diyor… Onlar da çok utanıyorlar (!)…” (TG/2-435)
Dünden bu güne utanmaz adamların hâli…
Utanmaz adamların dün de yalakaları vardı bugün de.
Bu yalakalar dün de haklı ve mazlumun yanında değil, muktedirlerin yanında oldular, bugün de oluyorlar. Fransa’da patlayan hadiseler üzerine, asgarî ücret tartışmalarının, pazarlıklarının devam ettiği şu günlerde Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın asgari ücret tespit komisyonu toplantısında, “Böyle ne kadar gider? Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ne kadar gider. İşte gördük Fransa’da gitmediğini. Üç gün sonra bizim burada görür müyüz görmez miyiz? Bize bağlı.” diyerek Türkiye’de de Fransa’daki gibi bir patlama tehlikesine dikkat çekmek üzere sarf ettiği sözler karşısında bu yalakalar hemen saldırıya geçtiler ve Atalay’ı Fransa’daki gibi bir kaos istemekle suçlamaya başladılar.
Biz sözü Üstad Necip Fazıl’a bırakalım:
“Barutuna ekmek karışan ihtilâl, mutlaka patlar!”
*
“Düşvârî: 10 Aralık 1988”den:
“Savunma Bakanı Ercan Vuralhan… Bakan oluşunda Semra Özal’ın tesiri olduğunu belirttikten sonra ekliyor: “Bütün büyük liderlerde olduğu gibi Semra Hanım’da eşinin en büyük yardımcısıdır!”… Gülüyorum… Hem Turgut Özal’ın büyük lider oluşuna, hem kendi hâlime…” (TG/2-435)
Devlet işlerinin liyâkatten başka saiklerle yürütülmeye çalışılmasının hazin neticesini bugün daha şiddetli yaşıyoruz. Ortada fikir yok, ideolojik nisbet yok, kendi kafandan liyakat ihdas et. Olmadı, eş-dost torpili… Klikleşmeler, menfaat çekişmeleri. Ve sonrasında Millî Savunma Bakanı çapında yalakalık. “Semra Özal sayesinde bakan oldum!” diyen adam, sonra da oturmuş kendisini bakan yapan “lider” (!) eşini övebilmek için Özal’a “büyük” lider yakıştırması yapıyor ve bu büyüklüğü de kendini bakan yaptıran kadına bağlıyor.
Gerçek fikir önünde ne demektir “büyük, ulu, anlı, şanlı”? Fikrisizlik ikliminde salla gitsin, nasıl olsa neyin neye göre olduğunu ne soran var ne arayan.
Gerçek kurtuluş, bu müptezellikten kurtulmakla başlayacak.
Yaşamayı fikir bilip, fikri yaşayarak…
Eşya ve hadiselerin tahlil ve tefrikini, takdir ve takdimini fikre nisbetle yapabilmekle.
Sistem şuuruyla…
*
“Yevmiye: Hazret-i Ali”
Üstadım’ın “teferruatçılık şuuru” davasını da içine alan bir “el” misâli… Bana söylediği şu:
— “Bazı teferruat vardır ki, sinema rejisörlerine kadar bilinir: Bir el düşer böyle, kim olduğunu bilirsin… Parça, bütünün habercisidir!”
O ânda Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ve kendisine dair bir hikmet gözüyle baktığım bu hususu, Profesör Süleyman Yalçın’a şöyle ifâde ediyor:
— “Müthiş birşey efendim, müthiş!.. Bazı teferruat vardır ki, bu, sinema rejisörlerine kadar bilinir; bütünü gösterir… Hazret-i Ali’nin meşhur sözüdür: “Parça, bütünün habercisidir!”… Şimdi sadece el düşer böyle, yüzünü göstermeye lüzum yok, anlarsınız… Süleyman’ın bahsettiği, “parça bütünün habercisi”, işaretçisi olarak, çok kişi tarafından sahtekârca istismar edilir… İstismar şu: İhmâl edilir… HALBUKİ, İHLAS İLE HAKİKATİ YAŞAYANDA BU, İHMAL KABUL ETMEZ!.. Bana böyle, EN BÜYÜK HARİKANIN NE OLDUĞUNU GÖSTERDİ O!.. “Kaba softa, ham yobaz”, bu iki tabir, doğrudan doğruya Efendi Hazretlerinindir… Biz de, “softa, yobaz, kuru bilmem ne” diye ifâde edebilirdik… O ayrı… Fakat formül hâlinde onundur!”
İhlâs ile “teferruatçılık şuuru”nu yaşamak bir yana, bu bahsi heykelleştiren benim karşımdaki adamların ne olduğumu ve ne yaptığımı anlamaz tutumlarını, kılık kıyafetlerine bakmadan mühürleyin:
— “Kaba softa, ham yobaz!” (TG/2-438, 439)
Kimin ne olduğunu anlamayı şuur seviyesi elvermeyenler için Kumandan kalıp hâlinde bir teşhis imkânı veriyor,: “Benim ne olduğumu ve ne yaptığımı anlamaz adam kaba softa ham yobazdır!”… (Burada şuur seviyesi O’nu anlamaya yetmese de anlamak gerektiğinin şuur ve çabası, “kaba softa, ham yobaz” olmama iradesini ifade eder. Sonrasında bu oluşu ne kadar gerçekleştirip gerçekleştiremediği, ayrı dava.)
Özal’dan bugüne gelen bu çizgi devamda…
Teferruatçılık şuuru…
Bu mevzu bana hep rahmetli Cevad Ülger’in muhataplarına yaptığı küçük imtihanı hatırlatır. Cevad Ülger, mesela diyelim ki, biri Selimiye diğeri Sen Piyer’in bir köşesi, bir teferruatı-detayı gösterir iki fotoğrafı masanın üzerine koyar, fotoğrafların altında nereyi gösterdiklerine dair yazıyı elleriyle kapatır ve görüntülerden hangisinin güzel olduğunu muhatabına sorarmış.
Muhataplardan çoğu, bu küçük imtihandan geçemezmiş. Zira çoğunluk, Selimiye’yi değil, Sen Piyer’i daha güzel diye tercih edermiş.
Cevad Ülger, bunun üzerine, “sen bitmişsin!” dermiş.
Niye?
O İslâmî tahassüs ölmüş, bitmiş ve neticede kılık kıyafeti ne olursa olsun o muhatap, İslâm estetiğinin şaheseri yerine Haçlı karanlığını güzel buluyor.
Şöyle bir şey duymuştum, İstanbul’daki meşhur At Meydanı’na (Sultan Ahmet Meydanı) Alman Çeşmesi yapıldığında, zamanının mimarları, “Bu çirkin şeyi kaldırın buradan, zevkimizi bozuyor!” diye protesto gösterilerinde bulunuyorlar.
Hem zevkin seviyesine hem de “demokratik” olgunluğa hayran bıraktıracak bu tablodan geliyoruz, “Osmanlı mirasıdır, tarihî eserdir” diye Taksim Kışlası adlı çirkin mi çirkin gotik yapıyı ihya etmek isterken bir de gezi adıyla anılan hadiselerin patlamasına sebep olan zihniyete.
İşin estetik cephesi şöyleyken, siyasî cephesi de böyle ve bu adamlar Kumandan’ın kalıp hâlinde verdiği ölçüyle –Kumandan’ın ne yaptığını ve ne olduğunu anlamaz hâlleriyle– de zaten kafadan “kaba softa, ham yobaz” hükmünü kendi haklarında vermiş olanlar.
Üstad Necip Fazıl, “Kuru sıkı pohpoha bakmam, bir söz fetheder beni!” derken bu şuura işaret ederken, mefhumun muhalifini gözetirsek, bir söz aynı zamanda kişinin ne olamayacağını da ele verir. Bir şiirinde, “Aslı saklıyor delil” buyuran Kumandan Mirzabeyoğlu şunu söylüyor kısaca: “Teferruatçılık şuuruyla kimin ne olduğunu anlayamıyorsan bile, adamın bana bakışı, beni değerlendirişine bak ve hükmü ver!”
Mirzabeyoğlu niçin kendi şahsını öne sürüyor?
Bu, “remz şahsiyet” olma makamının gereğidir.
Mutlak Fikri hayata hâkim kılma yolunda, İslâma Muhatap Anlayışı yenileyen ve genişliğine sistem çapında örgüleştiren Büyük Doğu Mimarı’na nisbetle İslâma Muhatap Anlayış’ın derinlik buudunu gösteren ve Büyük Doğu’nun ispatçısı olarak Yürüyen Büyük Doğu’yu temsil eden İBDA…
İşte, bunun anlaşılmaması, “kaba softa, ham yobaz” tavrıdır.
Bunu anlamadan İslâmîlikten, İslâm’ı gerçekleştiricilikten, mücadeleden bahsedilemez.
Bu, “fikri yaşamak ve yaşamayı fikir bilmek” ahlâkıdır. Bunu böylece ortaya koyunca da dışındaki her güya İslâmî oluş, istediği kadar İslâmîyim desin, ya ahlâksızlık veya iyi niyetli görülse de işi bilmemezlik.
Bu mânâda “put kıran balta” olarak “İslâma Muhatap Anlayış”ın hedef aldığı esas putçuluk, küfür yobazlığı değil, İslâm’ın içindeki putların ve putçuluğun neşvü nema bulmasını sağlayan iklim ve putlaştırılan şahıslardır, “kaba softa, ham yobaz”dır.
“Kaba softa, ham yobaz” fikirden anlamaz. Fikirden anlasa Kumandan’ın kim olduğunu ve ne yaptığını da anlardı.
Kumandan’ın “kim” olduğu gündeme geldiği zaman da bunun bir “zaman şuuru, zaman ölçüsü” işi olduğunun anlaşılması. O; zamanı gelmiş fikrin kurucusu ve aksiyoneri.
Bu mânâda “kaba softa, ham yobaz” zaman dışı mahlûktur. Zamanın gayesine nisbetle olmaya bakacağına, şen sıpa misali nefsi peşinde çayırda zıplayıp hoplamayı, cins atlar gibi disiplin ve nizâma girmeye tercih eder. Zaman dışı mahlûk olarak fikirden nasibi de yoktur ve onun ağzında fikir, çilesi çekilmiş ve maledilmiş bir şahsiyet meselesi değil, ezberlediklerini tekrardan ibaret bir demagoji vasıtasıdır. Derdi hakikatin açığa çıkması değil, baskın çıkmaktır, dolayısıyla nefs muhasebesine de uzak bir demagogdur. Hakikatin hatırını üstün tutmak yerine, taraftarlık ruhiyatıyla hareket eder; fikir namusunu kaybetmiştir.
“Kaba softa, ham yobaz” zaman dışı varlıktır. Çünkü zaman, İslâm ihtilâl ve inkılâbının zamanı olmasına rağmen o bunu kabul etmez, anlamaz; İslâm ihtilâl ve inkılâbı yerine güyâ İslâmî olarak kendince bir mücadele senaryosu yazar ve bu senaryoyu oynamaya bakar. Hayâli düşmanlara karşı risksiz bir mücadeleye girer.
İbdacılık ihtilâlciliktir, ihtilâlin vasıtası “put kıran balta – İslâma Muhatap Anlayış” da İslâm ihtilâlini, zamanın gayesini reddeden “kaba softa, ham yobaz”ı hedefe oturtmuştur.
İslâm ihtilâlini hedeflemeyen, dolayısıyla ihtilâlci teşkilâtlanma ve mücadele dışındaki her kıpırdanışa karşı en küçük teferruatına kadar farkına varıp tavır almak zarurettir.
Onlara, Cevad Ülger’in sözleriyle cevap veriniz:
— “SEN BİTMİŞSİN!”
FAİK IŞIK