İNANALIM MI?

İNANALIM MI?

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Marifetnâme” adlı eserinde, bizi bir kere aldatanlara itimat etmeyerek ihtiyatla yaklaşmakta haklı olduğumuzu belirtir.

Erdoğan’ın birkaç güne kadar “Fırat’ın doğusuna operasyon”un başlatılacağına dair sözlerini hem çok önemli görüyor, hem de geçmişte yaşanan tecrübelerle birlikte ihtiyatla karşılıyoruz, haklı olarak.

Fırat’ın Doğusu’na başlayacağı söylenen bu operasyonun askerî ve siyasî hedefi, gayesi, çerçevesi ne olacak?

Geniş çaplı bir operasyon olmayacağı kesin. Zira, böyle bir yığınak yapılmış değil. Operasyonun çapının ne olacağı, yığınağın kuvvetinden anlaşılır. Yığınağa bakıldığında bu operasyonun “sınırlı” çerçevesi hemen ortaya çıkıyor.

O hâlde bu operasyonun gayesi, iktidar tarafından uygulanan yanlış politikalar sonucunda “bekâ sorunu” hâline getirilen bir problemi hâlletmek mi, yoksa Amerika ile yapılan pazarlıkları kızıştırmak mı? Yaklaşmakta olan mahallî seçimlere yatırım mı yoksa Sayın Ali Osman Zor’un ifâde ettiği “siyasî tıkanıklık”ı  açabilme hamlesi mi?

Erdoğan söylediklerinde samimi mi?

“Amerika için IŞİD’in bahane olduğunu” mu düşünüyor gerçekten? O hâlde niçin hâlâ IŞİD’e karşı kurulduğu söylenen Haçlı Koalisyon içerisinde yer almaya devam edip üslerimizi (topraklarımızı) Haçlıların kullanmasına izin veriyor?

Bu açıklamanın, “Erdoğan’ın Amerika’ya heyet gönderip, pahalı hediyeler gönderdiği”, “Sermaye baronlarından borç istediği ama reddedildiği” haberlerinin medyada yer aldığı gün yapılması tesadüf mü?

“Operasyon” adı altında göstermelik ve durumu kurtarmaya dair bir “sınırlı savaş” mı izleyeceğiz, yoksa “bekâ sorunu”nu kökünden halletmeye dair bir varoluş hamlesi mi?

Yapılacağı söylenen operasyon hakkında cevaplanması gereken o kadar çok suâl var ki…

Bütün bu sualleri kendisine bağlayan temel suâle gelince, şu:

Bu “varoluş hamlesi”ni hangi “dünya görüşü”ne tercüme ettiriyorsunuz?

Evet, yapılacak bir işin aksiyon keyfiyetini haiz olabilmesi için, herhangi bir iş olmaktan çıkması için, Büyük Fikrin emrinde, Büyük Fikrin gerçekleştiriciliği hedefine matuf olması gerekir. İsterse yapılan iş küçük olun…

Bu temel noktadaki cevapsızlığı bir tarafa bırakarak belirtelim ki, Suriye’nin Kuzeyi ve Fırat’ın Doğusu’ndaki etnikçi terör yapılanması karşısında Adımlar’ın tutumu, dünden bu güne bellidir. Erdoğan, “açılım” adı altında bu etnikçi yapıları cesaretlendirir ve onlara alan açarken, biz bu yapılanmaya karşı olduğumuz için saldırıya uğradık ve 25 Mart 2015 saldırısında Ünsal Zor’u bu uğurda şehid verdik.

Sonra, Kumandan’ın yıllar öncesinden yaptığı tesbitin haklılığına bir kere daha şahit olduk. Hadiseler Türkiye’yi tarihî misyonunu yerine getirmeye zorluyordu ve Türkiye treni bu hedefe doğru giderken, trenin içinde ters tarafa koşarak bu gidişi engelleyeceğini zanneden iktidar da, Ünsal’ın şehid olduğu 25 Mart saldırısından sonra gittiği 7 Haziran seçimleri ile Hanya’yı Konya’yı gördü. Anadolu insanının seçimlerdeki tavrı karşısında, istemese de etnik Kürtçülere ikici bir İsrail kurdurmanın yolunu açan “açılım süreci”nden vazgeçmek zorunda kaldı. Ünsal Zor’un kanı, kırmızı çizgiyi çekmişti.

Bölgemizde ve bütün dünyada yaşanan bir “bekâ sorunu” var ve bu sorunun kaynağı BOP Saldırısı. Fırat’ın Doğusu’nda yaşanan “sorun”un kaynağı da bu saldırıyı gerçekleştirenler… Hâliyle varoluş hamlesinin gerçekleştirileceği hedef de BOP Saldırısı’nın güdücüleri.

Fakat bu noktada, BOP Eşbaşkanlığı müessesesini idare eden kişilerin, BOP Saldırısında yer aldıkları süreçle ilgili bir muhasebeye yanaşmayıp, üstelik bu TEMEL SORUN hiç yaşanmamış gibi davranmaları, “bekâ sorunu”nun kaynağındaki sorumluluklarını şuurlu olarak perdelemek yolunu izlediklerini ve bu misyonlarından vazgeçmediklerini göstermekte… Buna karşın BOP Eşbaşkanlığından vazgeçmeseler ve bunları gerçekleştirmek için fırsat kollasalar da, kimi yerde görünmez bir elin sevk ve idare ettiği hadiseler, BOP politikalarını birebir uygulamalarına fırsat ve imkân vermiyor.

Türkiye’nin bekâ sorunu hâline getirilen “açılım süreci”nin, kendileri için bekâ sorunu hâline geldiğini gördüklerinde bir ânda açılımdan vaz geçmelerini, sanki “ülkenin bekâ sorununa sahip çıkmalarından dolayı”ymış gibi göstermeye kalksalar da netice değişmeyecek… Hadiseler Türkiye’yi tarihî misyonunu ifâ etmeye zorluyor ve onlar trenin bu gidişatının aksine istedikleri kadar ters tarafa koşmayı deneyebilirler. Trenin gidiş istikametine doğru attıkları adımları, hür bir tercih olarak değil de hayatî bir zaruretin dayatması neticesi atıyor olduklarına şahit oluyoruz.

Adam gençliği boyunca her yanlışı yapmıştır, ama ihtiyarladığında camiden başka gidecek yeri kalmadığından camiye gitmeye başlar. “Gitme! Ne işin var, ne yüzle gidiyorsun!” denemez tabi… Şimdi camiye gitmeye başladı ya, vaaza da başlar. Üstelik yıllardır yanlış yaptığını söyleyenleri beğenmez ve yıllardır kendi yaptığı yanlışları kendi yapmamış gibi konuşur durur. Biraz şartlar olgunlaşsın, fizik kuvvet kazansın, tekrar yanlış yoluna dönmek için fırsat kollamayı da ihmâl etmez.

Bu gidiş, hakikate nisbetle zahirde bir paralellik arzetse de bir hürriyet ve irade, bir aksiyon değildir. Bir sistem, bir dünya görüşüne istinat etmez. Konjonktürel şartlar öyle yapmasına icbar etmiştir, yapar. Dış yüz benzerliği, içyüz birlikteliği demek değil…

Netice olarak;

Erdoğan’ın açıklaması Türkiye’nin bekâ sorununun Etnik Kürtçülük yönüne dair önemli ve doğru bir açıklama… Bu doğrunun yanlışa âlet edilip, bir takım menfaat hesapları çerçevesinde pazarlıklara malzeme kılınarak davanın akâmete uğratılmaması için, gayet dikkatli ve titiz bir takip içinde meselenin üzerinde olmaya devam.

A. Bâki AYTEMİZ

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: