BERCESTE – NİSBET İNSİCAMI – 5: AY IŞIĞI VARİSİ, AY YÜZLÜ ŞİFACI

BERCESTE – NİSBET İNSİCAMI – 5: AY IŞIĞI VARİSİ, AY YÜZLÜ ŞİFACI

“ÂŞIKLAR MEYDANINDA İLİM VE HİKMET BİLİNİR.”

Allah Resûlü’nün vekilharcı, Türk töresinin köşe taşı, âşıklar tekkesinin mîri, dervişlerin pîri, Türkistan ile Anadolu’yu MİM harcıyla yoğuran Hoca Ahmet YESEVÎ böyle buyurdu. Amenna pîrim, amenna… Amenna ağam, amenna… Amenna efendim, amenna.

Nisbet okyanusunun sahiline varmak için çıktığımız bu yolculuğumuzda inşallah; Eyüp Sultan hazretlerinin muhafızı olmakla taltif edilen Salih MİRZABEYOĞLU’nun ruhsatı, Hoca Ahmet YESEVÎ’nin himmeti ile aşk pusulamız, muhabbet katığımız, samimiyet harcırahımız olur.

AY IŞIĞI

Beşer tarihinde kâfir (kör) ile mümin (kalp gözü açık olan) arasındaki ayırım kadar hudutları keskin ve sınırları belirgin olan ikinci bir ayırım var mıdır, bilmiyorum. Takdir edersiniz ki insanlar arasındaki ten farklılıkları, fizikî farklılıkları, sınıf ve zümre farklılıkları, yöresel farklılıkları, iklim farklılıkları, tarz ve meşrebî farklılıklar geçici, yapay ve sunî farklılıklardır. Kâfir olanların problemi inanmamak değil, hakikatin sadmeleri olan ay ışığı halelerinden saklanmaları, kaçınmaları ve uzak durmalarıdır. Daha sade ve daha yalın bir ifadeyle kâfir olanların problemi, “Hakikat-i Ferdîyye / Allah Resûlü”nde tecelli eyleyen, İlâhî rahmet hâlelerinden uzak durmaları, saklanmaları, kaçınmaları ve bu çıplak hakikatin üstünü örtme gafletidir.

Evet, insanlarımız ve tüm insanlık âlemi, hakikatin üzerini örten kâfirlerin çektiği tetikten çıkan, beyin zehirlenmesine / kalp zehirlenmesine sebep olan kurşunların tehdidi altındadır. Dedikoduyu malûmat, malûmatı bilgi, bilgiyi âyet zanneden ve geçmişi topyekûn cehaletle vasfeden bu tarih evresi, beşer tarihinin anormal çağı, vahşet dönemlerinden bir dönemdir.

Kutsallar mahpus, metafizik darağacında ve Türk töresi kuyulara atılan bir Yusuf’tur. Tefekküre vebalı, düşünceye suçlu, mazlumlara cani muamelesi yapılmaktadır. Pedagojinin hilafına, huşû, tevekkül, merhamet, ihtiram duygusu, kibarlık nezâket, muhabbet, samimiyet, şefkât ve af duygusu gibi bütün erdemlerimiz katlediliyor ve bütün değerlerimiz ayaklar altındadır.

Yerlerini ne alıyor, biliyor musunuz? Alaycılık, küçümseme, aşağılama, kibir, tahkir, taciz, fitne ve fesat, iftiracılık, dalkavukluk, şakşakçılık vb.

Evet, çağımızın hercaî insanlarına aykırı gelse de körlüğün yayılması ve bulaşıcı sağırlık hastalığı ölümcül bir tehlikedir. Bu tehlikenin adı dinsizlik, imânsızlık ve Türk düşmanlığıdır. Dinsizlik; duyguların idealleştirilmesiyle gelir, ayarı bozuk ve parametresi olmayan hisleriyle hareket eden sütü bozuk türedilerle gelir, mercimek tanesinden daha küçük beyinleri ile ipe sapa gelmez süflî görüşlerini pazarlayan zevzeklerle gelir… Ortadoğu ve Batı menşeli ithal görüşlerle gelir, Kuzey ve Güney ekseninde beşinci kol faaliyeti yapan soysuzlarla gelir… Etraflarını saran dalkavukları şişin, şişin şişindirip, kendilerine peygamberlik pâyesi, padişâh kaftanı diken soytarılarla gelir… Ve kerameti kendinden menkul mahlûkların üfürdüğü Bütün İlâhî dinler birdirtarzı boş lakırdılarla gelir.

Evet, yakıcı, yıkıcı ve harap edici bu saldırılara karşı inancımızı muhafaza etmenin, kadim geleneklerimizi korumanın biricik yolu, çelik bir duvar olan İslâm’a Muhatap Anlayış doktrinlerinin himayesine girmek ve iltica etmemizden geçer. Elbette ki bu anormal çağda, ayetlerin birebir genetik kopyası olan Allah Resûlü’nün murat ettiği anlayışa ve kadim Türk töresine döndürmenin çok kolay bir keyfiyet olmadığının farkındayım. Elbette ki köklerinden koparılmış insanları, çok çok ayrı kaldıkları odak noktasına yaklaştırmanın kolay olmadığının da farkındayım. Akıl sahibi insanlar bilir ki çilesi eksilmeyen ve meşakkati hiç tükenmeyen böyle bir vazife, sadece ve sadece irtifası gökyüzü, mertebesi zaman denilen fani pandomimanın dışına çıkabilen, sistem kurucusu seçkin insanlara mahsustur.

Bize düşen vazife, atamız Oğuz Han’a lâyık olabilmek için, vicdanen müsterih olabilmeyi hak edebilmek için, itikat, amel ve fikirde sistem kurucusu olan seçkin insanların arkasından yürümek ve karınca kararınca su taşımaktır. Daha açık ve daha çıplak bir anlatımla, bize düşen, itikatta İmam Maturidî Hazretleri’nin ardında yürüdüğümüz gibi, amelde İmamı Âzam Ebu Hanife Hazretleri’ni takip ettiğimiz gibi, İslâm’a Muhatap Anlayışı sisteminin kurucusu olan ay ışığının varisi, ay yüzlü şifacının ardından yürüme mesuliyetidir; kurtuluşumuz için.

AY IŞIĞI VARİSİ, AY YÜZLÜ ŞİFACI

Allah Resûlü, tekke edebiyatımızda gökyüzündeki “Ay”a, Allah Resûlü’nden tecelli eden rahmet tecellileri ise ay ışığına teşbih edilir. Odak noktamız, öznemiz malûm olduğuna göre ay yüzlü şifacı teşbihinden maksadın da Kumandan MİRZABEYOĞLU olarak anlaşıldığına eminim. Evet, kalbini, ay ışığı halelerinin kuşattığı, edebini, karakterini, şahsiyeti ile tavrını Ay ışığı hâlelerinin şekillendirdiği, eserlerini ve diyalektiğini Ay ışığı hâlelerinin biçimlendirdiği ay yüzlü şifacının batın ile zahir yönüne ait vasıflarından haberdar mıyız?! Bilemiyorum. Lavanta kokan harfleri, iliği olan kelimeleri, arş yükselen cümleleri olan bir hüner sahibi olmasam da bende ağlarım ve yoksul bir Türk olarak, yoksul sözlerimle anlatmaya çabalarım. Gayri kusurumuz hoş görüle, noksanımız af ola.

AY YÜZLÜ ŞİFACI MİRZABEYOĞLU

Fokur fokur kaynayan yanardağ ruhlu, çelik iradeli kahraman… Allah Resûlü’ne ümmet olanların birliği, aziz Türk milletinin dirilişi için çarpışan aşk dervişi. Harfler cephesinin mütefekkiri. Yerel, bölgesel ve küresel güçler ile giriştiği nispetsiz çarpışmada zaferi sağlayacak tek yola girerek, yani doğrudan düşmanın kalbine saldırarak, ruh ve irade kudreti ile birlikte muhakeme gücünün de azametini gösteren şehzade. Bu ihtilâl girişimi, düşmanın yüreğine dehşet korkusu ve kasırga ürpertisi salarak, aziz milletimizi mahvolmaktan kurtarmıştır. Hikmet saçan terkibi vahitleri ve irfan dağıtan cümleleri ile ithal görüş ve beşinci kol faaliyeti yapan dalkavuk aydınlar ile vicdanlarını satan politikacıların uygun gördüğü İslâm’ı, Sünnî anlayışı, Türklüğü reddetmekgörüş ve tekliflerine şiddetle karşı durdu ve elinin tersiyle itekledi. İmân disiplininden gelen bu cömert fedakârlığa, elbette ki hiçbir kıskançlık erişemez ve zarar veremez. İmânlıların tarihi, kâinatın en güzel şiiri, Fakih MİRZABEYOĞLU ise bu şiirin berceste mısralarındandır. Bugün, her ne kadar göç etmiş olsa da eserleri ile, aziz hatıraları ile, Eyüp sırtlarından bizlere sesleniyor: “……?” diye sorarken, bizim ovalar ve bizim yaylalar ise ……….Yakında geleceğiz’’ haykırışıyla karşılık veriyor.

DARBI MESEL

Biri diyor ki:

— “Sen balığı bilmiyorsun?”

— “Biliyorum!”

—  “Anlat öyleyse!”

— “Şöyle boynuzları var, böyle hörgücü var!”

— “Ayol, sen balığı bilmemek bir yana, deveyle öküzü de birbirine karıştırıyorsun!” (*)

BÜTÜN İLÂHÎ DİNLER, GERÇEKTEN BİR MİDİR?

Vahdaniyet ile aşkınlıkta buluşan İlâhî dinler arasında fark-farklılıkların bulunmadığını iddia etmek, boş ve beyhude bir çabadır. Eğer İlâhî dinler bir olsaydı, beşer tarihi boyunca tek bir din ile karşılaşmış olurduk. Elbette ki İslâm öncesi gelen bütün İlâhî dinler, geldikleri çağ itibariyle kendisine inanan, imân eden, mümini olanlarına yeterliydi ve kâfi geliyordu. Buradan yola çıkarak İlâhî dinlerin bir olduğunu iddia etmek abesle iştigâldir. İlâhî dinlerin, ortak paydalarını ve ortak bölenlerini hesaplayarak, toplama ve çıkarma yaparak, bir olduklarını zannetmek imân zaafıdır. Her İlâhî dinin ıstılahı farklı, fikir iklimi farklı ve İslâm haricinde ki İlâhî dinlerin yerel ve sınırlı bir coğrafyaya hitap etmesi, belirli bir kavme hitap etmeleri de ayrı bir konu. İslâm öncesi gelen İlâhî dinler, belirli bir çağa hitap etmelerine rağmen eşya ve hadiseleri, mânâlı ve anlamlı bir suretle yorumlamaya elbette ki yeterli ve kâfi idi. Bütün çağları ve bütün mekânı kuşatan, sadece ve sadece İslâm dini ve Kur’ân ayetlerinin birebir genetik kopyası olan Allah Resûlü’dür. Bir kısım iyi niyetli ve kalbi saf insanımızın aklına şu gelebilir: İlâhî dinlerin arasında hiç mi birlik yok?

Olmaz mı; elbette ki var. İlâhî dinler arasındaki birlik, odak noktasında, yani merkez ile seyahatimizin sonucunda vardır. Gerçeği daha aşikâr edici ve daha çıplak ifade edecek olursam, âyetlerin çıkış noktasının Allah’tan olmasıile seyahatimizin sonundaki cennet ödülünde birdirler.

İlâhî dinler arasında ki irtifa yükseklikleri ile mekânı ve zamanı kuşatan tecellilerini dikkate almadan yapılan söylemler, art niyetli ahmakların boş lakırdısı ve gaflet ehlinin çiğnediği iblis sakızıdır. Ahengi olmayan hisler ve parametresi bulunmayan duygusal yaklaşım ile itiraz etmek, kendimizi aldatmaktır, kandırmaktır. Bir üst satırda yazdığım cümleden dolayı lütfen ama lütfen, hissiyatı küçümsediğim, duygusallığı önemsemediğim mânâsı çıkarılmasın. Elbette ki parametresi olan duygusallık çok değerli, ahengi olan hissiyat kapasitesi çok çok kıymetlidir. Ahengi bozmayan hissiyat ile ölçüyü şaşırmayan duygusallığa şapka da çıkarırım, ceketimi de iliklerim.

Kumandanımız, “Allah insanı Cennet’e veya Cehennem’e sokmuyor; İnsan Cennet’e veya Cehennem’e kendi ayaklarıyla gidiyor… Allah, Mutlak Adil’dir… Keyfilik yok.” (**) demekle çok haklıdır. Allah, bizlere iki kulak vermiş iyice dinlemek için, iki göz vermiş iyicene tetkik etmemiz için, iki beyin lobu vermiş dikey tefekkür ve yatay düşünebilmemiz için. Görmek isteyenin göreceği, duymak isteyenin duyacağı o kadar çok şey var ki anlatmakla ve yazmakla bitirilemez. Bu itibarla, metafizik konusundaki cehaletleri, Zaireli pigmelerin atom fiziği konusundaki cehaletinden daha aşağı olan bir kısım süflînin çıkardığı kakofoniye, kuru gürültüye aldanmak ve dikkatimizi oraya teksif etmek, seyahatimizin uzamasına sebep olur. Unutmayalım ki vasıtalar kalabalık olsa da her yolcu, varmak istediği durakta iner. Cennet yahut cehennem, dinginlik yahut hırgür, ritim yahut kargaşa, sükûnet yahut şamata, ahenk yahut keşmekeş savaşında ineceğimiz durağa ve tutacağımız mevziiye iyi karar vermeliyiz.

SOĞUK SAVAŞ, SICAK SAVAŞ

Çağımızın aşındırıcı tesirleri ile bulaşıcı hastalıklarından olan körlük ve sağırlığa karşı, kendi inandığımızı bilmek dışında, dışımızdakilerin de genetik kodlarını çözmek ve bilmek mecburiyetindeyiz. Bugün, ülkemizde Batı kültür ve yaşantısının devam etmesi için çalışan kiralık aydınlar, değişik cenahlarda yer alsalar da Batı toplumunun yönetici kliklerinin laik olduğunu anlatarak, milletimizi aldatıyorlar. Hâlbuki Batı toplumunu yönlendiren ve yöneten klikler, laik değil sermayedardır. Batı toplumlarını, halkların kendisi değil, küresel şirketler şekillendirir. (Şu an için İngiltere hariç olsa da orda da arka odalarda büyük kapışma var.) Evet, Batı toplumunu ve gezegenimizi şekillendiren küresel şirketler ise entrika, katakulli, madrabazlık, çıkarcılık, iltimas ve hileli yönlendirme gibi soğuk savaş teknikleri ile veya cinayet, suikast, sabotaj,  kundakçılık, tedhiş ve terör gibi sıcak savaş teknikleri ile ahalimize ve tüm insanlığa saldırıyorlar, saldıracaklar. Telegram, her ne kadar sıcak savaş tekniği olarak algılanıyor olsa da içinde soğuk savaş tekniklerini de barındıran çok çok özel ve extrem yeni nesil savaş tekniği olduğundan dolayı müstakil bir çalışma şart.

Mamafih, harfler savaşının son dönemlerini yaşıyoruz. Son dönemini yaşayalım veya yaşamayalım, sonuçta soğuk savaşın ve sıcak savaşın galibi olabilmemiz için tüm teçhizatımızla hazır ve nazır olmalıyız. Teçhizat derken fikriyatımıza ait terkibi vahitleri, kavramları, şuur ve diyalektiğimizi kastettiğim malûmdur. İster soğuk savaş, ister sıcak savaş olsun galip gelebilmemiz içintefekkür ve düşünce sistematiğimizi İslâm, Ehli Sünnet, İBDA ayarlarına mutabık kılmakla mükellefiz. Bunun için de ilim zarurettir.

İNSAN DEVLETİNİN DİPLOMATLARI

İlim; Müslümanın yitik malı, kayıp hazinesidir. Bu hazineye ulaşmamız için, düşüncenin mavi kurdu ile tefekkür küheylânına muhtacız. Batın ve zahir mesafelerini ancak ve ancak tefekkür küheylânımız ile kat edebiliriz. Evet, bâtın ve zahir mesafeleri tefekkür küheylânı ile kat ederken, dışardan gelen, gelecek veya gelebilecek olan tehlikeli saldırılara karşı da mavi kurt olan düşüncelerimiz ile savunma yahut taarruzumuzu gerçekleştirebiliriz.

Tefekkür küheylânı iç oluşumuzun, düşüncelerimizin mavi kurdu ise dış oluşumuzun diplomatlarıdır. Hani derler ya, rahmet ayrıntıda gizlidir. Evet, rahmetin püf noktası, insan devletinin içişleri diplomatı olan tefekkürün, insan devletinin dışişleri diplomatı olan düşünceyi, sürekli bilgilendirmesi ve devamlı kontrol altında ve kirpik mesafesinde tutmamız gerektiğini unutmayalım. Unutmayalım ki tefekkürümüz, düşüncelerimiz üzerinde hâkimiyetini sağladıkça, Allah’ın halifesi olabiliriz.

*Üç Işık – Sayfa:58 – Salih MİRZABEYOĞLU

**Üç Işık – Sayfa:79 – Salih MİRZABEYOĞLU

Burhan Halit KOŞAN

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: