DEMOKRASİNİN KUTSALLARINDAN, İÇME HAKKI… – Atilla ÖZDÜR

DEMOKRASİNİN KUTSALLARINDAN, İÇME HAKKI… – Atilla ÖZDÜR

NOT: Bu yazının maksadı, baskılı laisizmde müslümanca siyasetin tahammülfersa zorluklarından bir örnek sunmaktır…   

Topluca tasasız ve pürüzsüz yaşayabilmenin iki yolu vardır. Tabii bu çizgiler pazu gücü ile çizilmiştir. Adam çıkmış, kendine uygun gördüğü bir alanı tel örgüsüyle, ya da irice taşlarla çevirip, “Ey ahali, burası benimdir” diye haykırmış. Bir başkası da, yanına aldığı üç beş kişilik bir “çift bozan” takımıyla ilan etmiş…

“Bu arazi suyuyla, seliyle, dağı ve ovasıyla ve de, siz insanlarıyla birlikte hepsi benimdir. Ben, buraların sahibi ve sizlerin de ağasıyım. Anladınız mı ?”…

Gecekonducu ile derebeyi arasındaki farklılık, sadece, hükümran oldukları sınırlı alanların genişliğinde…

İlk birikiminin soygun ve talandan gelişi gibi, demokrasinin, halk egemenliği ya da cumhuriyetin de geçmişinde, gecekonduculuk veya derebeylik yatar. Bizim Cumhurbaşkanlığı forsundaki ilk yıldız eğer Attila’nın Hun’larını simgeliyorsa, demokratik, laik, sosyal hukuk devletimizin de, ilk temelinde otoriterizm yer alıyor olmalı…

Attila’dan Atatürk’e kadar süregelen binlerce yıllık zaman içinde kişiye kafa bulduran alkol, isteyence alınıyordu. Zaman zaman kısa süreli de olsa, bunu içmek yasaklanmış. Amerika’da mesela, zararlı oluşundan. Osmanlı devrinde ise, Haram gerekçesiyle…

Zaman geçiyor, derebeylerin güdümündeki halklar, kendilerine köle muamelesi yapıldığının idrakiyle yer yer ayaklanıyorlar. “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” fehvasınca, egemenliklerini topluca ilana kalkışıyorlar. Neticede cumhuriyetler ilan ediliyor.

Herkes, istediğine serbest, yeter ki, kimse kimseyi iteleyip kakıştırmasın. Kitaplar yazılıyor, kurallar konuluyor ve sandıklar meydana çıkarılınca, bunun adına da cumhuriyet deniliyor…

Cumhuriyette kumar serbest, fuhuş serbest ve içki de serbest. Sınırlarını çizmişler kurallarını koymuşlar. Maça da gidebiliyorsunuz, hipodromlara da. Hatta kerhanelerle meyhaneler de, 7/24 açık…

Büyükler küçüklere örnek oluyorlar. Bu örneklere “rol model” deniliyor. Günümüzün rol modelleri çoğunlukla artistler, podyum gülleri, serbest aşk yaşayanlar, hayırsız bolluk denizinde çevresine özendirici kulaç atanlar vs,vs. Bu modelleme, ekonomik ve biyolojik hayat zemininde. Bir de bunun politika, ideoloji ve inanç zemininde olanları da var. Müslümanlar, işin ideolojisine, biyolojisine bakmaksızın Peygamberlerini; Efendimiz Rasulüllah’ı örnek alırlar. Cumhuriyetin kurucusu, banisi kabul edilen Atatürk’ün izinde yürüyenler de var. Hem bu izleyicilik kanunen milletin tümüne görev. Onun emir ve tavsiyelerine göre hayatlarını düzenliyorlar. İçkide tercihleri ise, genellikle “klüp rakısı”…

Bir anlamda içkiye, bilhassa rakıya karşı itiraz, Atatürk’e ve dolayısıyle Cumhuriyet’e itiraz gibi algılanıyor…

AKP, Nihat beyi İzmir belediyesi için reis naipliğine uygun görmüş. AKP sevdalıları ve seçmenleri bilirler ki, Nihat bey de Peygamberimizin takipçisidir. Anadolu’nun ücra bir kasabası için hazırlık işareti alsaydı, işi kolaydı. Çünkü ramazan aylarında aşçılar da kapanır, kahvehaneler de, hem de kendi istekleriyle. Amma İzmir öyle değil. Yoğunlukla hayat tarzında Atatürk rol model alınıyor. Kimse kimsenin hangi gerekçeyle olursa olsun ne içmesine ne de sıçmasına asla karışamaz. İzmir böyle, kendine has şehirlilerin şehri…

Anlayabildiğimiz kadarıyla Nihat bey, tedbiri elden bırakmamak için İzmirlilerle rakı konusunda zuhur edebilecek meseleyi baştan önlemek amacıyla, kimsenin, içkisine gezgisine ve giysisine karışılmayacağının teminatını vermek isterken, “EYVALLAH” ile de, bunu tahkimlemiş…

Ne demiş?…

“Bugün İzmir ile ilgili şunları duymuyor değilim: ‘Rakımıza dokunma’… EYVALLAH. Bugün insanların özgürce içkilerini içebildiklerini ben biliyorum. AK Parti’deki arkadaşlarımız, bugün içkisini içebilen, namazını da kılabilen, günü geldiğinde orucunu tutabilen bir hoş görü alanına sahiptir. Türkiye’nin bir özeti gibidir AK Parti. Demek ki biz anlatamamışız.”

Biraz da öyle değil midir yani? Domuzdan kaçarken, düğün dernek iki fırt rakıya tutulmazlar mı arkadaşlarımız? Belki tercihleri “klüp rakısı” olmayabilir…

Devletbaşkanları Tayyip Erdoğan İstanbul Belediyesini aldığında, Beyoğlu da gelmişti beraberinde. Beyoğlu’nda yapılan ilk iş, caddelerin kenar taşlarını yeşile boyamak oldu. Yerleşik düzenin cazgırları ise, bu güzellemeye koro halinde hemen başlayıverdiler: Cumhuriyet düşmanlığı, laiklik düşmanlığı ve Atatürk düşmanlığı yaygarasına. Belediye de ne yapsın, başladığı netameli işten gerisin geriye rücu etmişti…

Nevizade Sokağı da böyle olmadı mı? Beyoğlu Belediye Reisi kaldırımlardaki meyhane işgallerini düzenlemeğe kalktığında, cazgırlar, hemen Şeriatı getiriverdiler(!). Tayyip Bey bilir, o günlerin cümle kepazeliklerini…

Nihat bey uzağı görüp, saldırıyı başlamadan önlemek istemiş…

İzmir, turistik bir şehir. Karşıtlarının da turistlerden farkı yok. Hafif esintili bir temmuz akşamında cami gölgesinde denize karşı egzotik bir masa. Niye kurulmasındı. İzmir burası ve sofraya kurulanlar da turist, kutsal turist (!)…

İşvereni saygıya davet ederek kanun nizam maddelerinden bahsetse, al sana bir ikinci Nevizade…

Korkarak telaşlanmaya gerek yok. Demokrasi var. İçmek de sıçmak da hakkınız…

Deyivermiş…

Haklar ve hürriyetler ülkesinde yaşıyoruz. “Yaşatıyoruz” dedikleri için yaşadığımızı sanıyoruz…

Yiyen yiyor, içen içiyor ve kapan da rahatlıkla götürüyor, üzülmeyin…

Hem Müslümanlık, hem demokrasi ve hem de iktidardalık…

Böyle olur efendim bizlerde kedinin çamaşır yıkaması…

13 Aralık 2018 Perşembe

Atilla ÖZDÜR

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/atilla-ozdur/demokrasinin-kutsallarindan-icme-hakki-26772.html

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: