BELÇİKA’DA SAĞCILAR SOKAKTAYDI VE AVRUPA’DA İÇ HESAPLAŞMA DÖNEMİ

BELÇİKA’DA SAĞCILAR SOKAKTAYDI VE AVRUPA’DA İÇ HESAPLAŞMA DÖNEMİ

Belçika’nın başkenti Brüksel’de sağcı gruplardan oluşan 5.500 kişilik bir grup, en son Fas’ın meşhur Marakeş şehrinde toplanan Birleşmiş Milletler’in aldığı “Mülteci Anlaşması” kararına karşı toplandı ve iktidarda bulunan Charles Michel’in istifasını istedi.

Belçika Haber Ajansı Belga’nın bildirdiğine göre güvenlik güçleriyle sert çatışmaların yaşandığı olaylarda tazyikli su ve gaz bombalarına rağmen 300-400 kişilik bir grub Avrupa Birliği binasına saldırıp işgâl etmek istemiş, polisin hızlı müdahalesi ile bu girişim son ânda engellenmiş. Buna karşın AB’nin merkez üssünün yer aldığı binâ taş yağmuruna tutulmuş.

Verilen bir diğer bilgi ise “sağcı protestocular”a karşı toplanan bin kadar “solcu grub”un içinde “sarı yelekliler”in de yer aldığı ve bunların sağcılara karşı mesafeli bir duruş sergilemeleri. En son yaptığımız haberde buna dikkat çekmiş ve “hükümet yanlısı medyanın sarı yelekleri göstermeye çalıştığı gibi sadece sağcı bir grup olmadığını, içlerinde her kesimden insanların olduğu gibi, solcu bir kanadında bulunduğu”nu belirtmiştik.

Peki, geçen pazartesi 164 devletin toplandığı Marakeş’te yapılan son “Mülteci Anlaşması” neyi içeriyor ve bu son olaylar neden patlak verdi? Kısaca bir göz atalım:

Temmuz ayında taslak olarak sunulan anlaşmaya Amerika Birleşik Devletleri haricinde bütün devletler onay vermişti. Ancak son aylarda tartışmalar büyüyünce Avustralya ve AB üyesi Macaristan, Avusturya, Polonya ve Çekoslovakya gibi ülkeler de anlaşmayı imzalamaktan vazgeçtiler. Avusturya’da solcu gruplar bu yüzden cumartesi günü sokaktaydı ve sağcı koalisyon hükümetinin istifasını istemişlerdi.

32 sayfalık anlaşmanın kısa özeti şöyle: Mülteciler gitmek istedikleri ülkeler hakkında bütün bilgileri bu ülke yetkililerinden alabilecek ve talep edilen bilgileri vermek mecburi olacak. Böylelikle “göç”ün daha kontrollü olması sağlanacak. Mülteci hakları daha çok genişletilecek ve anlaşmayı imzalayan ülkeler hiçbir şekilde itiraz edemeyecek.

Sağcı Partiler ve diğer sağcı örgütler bu anlaşmadan hiç hoşnut değil. Genel olarak yaptıkları açıklamaları incelediğimizde ortak bir dil kullandıkları görülüyor. Meselâ “Marakeş Mülteci Anlaşması”na dair siyasî kanatlardan yapılan yorumlar, “bu anlaşmanın demokratik bir meşruiyete sahip olmayan kurumlar tarafından yönlendirildiği, BM ve sivil toplum örgütlerinin bu yönlendirmeye boyun eğdikleri, sadece göçmenlerin haklarını genişlettiği ve göç ülkelerinin yükümlülüklerini sıraladığı, yoksul mülteciler için gizli bir yer değiştirme programı olduğu, göçmenlerin hiçbir şey yapmadan bir sosyal refah sistemine erişmelerini sağladığı, bütün masrafların Avrupa halkları tarafından karşılanması isteneceği, vergilerin bu sebeple artacağı, Avrupa halklarının yaşam koşullarının gittikçe alçalacağı, “iklim değişikliği” kurbanı olduklarını iddia edenlerinde bu anlaşmaya dahil olacağı ve Avrupa’ya göçün daha kolay sağlanacağı” yönünde.

Şunu başta belirtmek isteriz: Bütün bu ayaklanmaları ve protestoları hatta çatışmaları, sadece “mülteci sorunu” diye sınırlandırmak doğru olmaz. “Mülteci sorunu” olarak görülen işgal altındaki veya sömürülen ülke vatandaşlarının “huzurlu bir yaşam” ve “kendi kaynaklarını sömürerek semiren Batı’nın nimetlerinden faydalanma” talepleri elbette meselenin dışında değil. Hatta bu, Avrupa’nın yaşadığı ekonomik krizi de derinleştiren ve yaşanan olayları tetikleyen en önemli sebeblerden biri…

Ancak, Genel Başkanımız Sayın Ali Osman ZOR’un, yıllar öncesinden yaptığı değerlendirmelerden bugüne gelen bir tutarlılıkla, hadiseleri “dünya çapında yaşanan siyasî tıkanıklık – daralma ve bunu aşma çabası” şeklinde formüle etmesi, gerçek sebeblerin kaynağını, “90’dan beri bölgemizde yaşanan BOP Saldırısı’nı” görmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.

Avrupa, Amerika’nın İsrail hesabına ve dünyanın jandarması olma iddiasıyla “sömürme hakkı” için giriştiği Ortadoğu’yu işgal koalisyonuna ortak olmanın bedelini ödemeye başlıyor… Ve, sürdürülebilir bir sistem-siyaset de üretemiyor.

Evet, ecnebice “SYSTEM IS DOWN!” denilen, yani sistemlerin çökmüş olması durumuyla karşı karşıyayız.

Daha doğrusu Üstad Necip Fazıl’ın 40 yıl önce “Gençliğe Hitabe”sinde söylediği gibi “(…) bir buçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı” gerçek bir ÇÖZÜM – SİSTEM eksikliği.

Sistemsizlik!

Bir ve Mutlak Olan’a bağlı olmadan ve tamamen Hollywood standartlarında hayâlî bir sistem üreten sömürgeci – emperyalist Batı’ın geldiği nokta bu.

Bu siyasî tıkanıklığın biriktirdiği ekonomik sıkıntılar; gelir dağılımındaki adaletsizlik, asgarî gelirli insanların yüksek vergilerle yaşam koşullarının sınırlandırılması, sağlık ve eğitim alanlarındaki istikrarsızlıklar, işsizlik gibi konular başta olmak üzere, Avrupa’da büyük bir sosyal patlamanın zeminini oluşturmakta.

Avrupa halkları da, tam olarak ne istediklerini bilmeseler de mevcud sisteme asla inanmadıklarını ve mevcut hükümetlerin politikalarına güvenmediklerini gösterici bir şekilde sokaklarda hesaplaşma yoluna gidiyor ve “demokrasi” tiyatrosundan bir çare beklemediklerini ortaya koyuyor.

Her şeyin tıkandığı bir dönemde, “demokrasilerde çare tükenmez” ucuzculuğunun da yeri kalmadığına kimse itiraz etmemekte…

Batı, gözle görülür hâlde topyekûn bir kargaşaya giderken, İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 1996 tarihinde ifade ettiği üzere “Ve tutuşturduğu yangını uzaktan emniyet içinde seyreden emperyalist dünya ile birlikte görecektir ki, Rusya’yı Rusya’da, Fransa’yı Fransa’da vuran acımasız “terör”; İngiltere’yi İngiltere’de, Amerika’yı Amerika’da vuracaktır.” sözü hakikatine ererken, iç hesaplaşmanın da çetin geçeceğinin işaretlerini vermiş oluyordu.

Düne kadar sokakları elinde tutan sol gruplar, bugün sağcı grupların da sahaya inmesiyle birlikte sokak hâkimiyeti uğruna ideolojik çatışmalar daha sert gelişiyor ve günbegün artarak devam ediyor. Hâliyle bu çatışmalar halka da yansıyor ve protesto için sokağa çıkan insanlar iki taraf arasında tercihini yaparak biriken tepkilerini dışarıya taşıyorlar.

Asıl hedef olan BOPÇU İktidarlara karşı duruşta “enerjiyi tüketen” söz konusu “ideolojik” kılıflı çatışmaların bir diğer yönü de, emperyalizme karşı verilen mücadelenin, bundan sonra gelişecek hadiseler doğrultusunda alacağı yöne bağlı.

Yığınlar üzerinde tek taraflı bir hâkimiyet kurmak istenirken sokağa hâkim olmak, halkı yönlendirmek ve bu sağlandığında da iktidarı alaşağı edip iç ve dış dünya ile hesaplaşmanın hedeflendiğini görebiliriz.

Bunlar olurken, Avrupa’nın, hatta AB üyesi bazı ülkelerin sağcıları anti-emperyalist ve anti-kapitalist bir tavra bürünmeye başladılar bile. Buna karşın “milliyetçilik”i, mevcut emperyalist-kapitalist düzenin devamı olarak görenler de yok değil.

Avrupa’da yaşanan hadiselerde yığınların kendilerini “sol” veya “sağ” diye ayrı ifâde etmeleri anlaşılabilir bir şey. Ancak, söz konusu ülke, toprak, devlet olunca; halkın, BOP Politikalarına karşı harekete geçmesinde, düzen lehine enerji kaybına sebeb olacak şekilde “yurtseverlik” veya “vatanseverlik” ifâdeleriyle ayrışmanın ne mânâsı var?

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 29 Kasım 2014 tarihli konferansında Anadolu’nun Solcu ve Ülkücü gençlerine hitâpla sorduğu sorudur mesele:

“Yurtsever ile vatansever arasında ne fark var?”

Neticede; görünen o ki, Avrupa’da yaşanacak “büyük hesaplaşma” sokaklarda olacak.

Ve bugün artık yalnız sınırlar içinde değil, toplumlar arasında “sınır ötesi ittifaklar”ın söz konusu olacağı; farklı kesimlerin bir arada ve beraber cephe alıp, dünyaya kötülük bulaştıranları cezalandıracakları günler arifesindeyiz.

Nihan ÖZTÜRK
Adımlar AVRUPA – 16.12.2018

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: