“KÖKTEN DİNSİZ”LERDEN “DİNDEN KÖKSÜZ”LERE
“SON”A DOĞRU YAKLAŞIRKEN
İnsanın başını döndüren dönemler;
Papaz iade…
Üç PKK elebaşına ödül…
“Hedefimiz asla ABD askeri değil”…
ABD Suriye’den çekiliyormuş…
Suriye’nin Kuzeyi “Kuzey Suriye” olarak anılmaya çoktan başlandı…
Tırlar, uçaklar dolusu silah ve mühimmat sayıları elli atmış bin olarak zikredilen YPG/PKK’lilere indirildi…
Bir gece ansızın gidilecek yerlere, davullu zurnalı geliyoruz haberleri…
Peşinden harekât bir süre ertelenebilir açıklamaları…
Seçime kalmış yüz gün kadar…
Her seçim arifesinde benzer olaylar…
Milletin yarısından çoğu geçim derdinde…
Ceza evlerinde 250 bin tutuklu ve hükümlü var…
İcra dairelerinde 20 milyon dosya var…
Özel ve devlet tüm hastaneler dolu, insanımız hasta…
Enflasyon resmî açıklamaların aksine, aklınıza gelen her üründe en az yüzde elli…
Asgarî ücret komisyonu son toplantısına hazırlanıyor…
Emekli vatandaşın güzü de yapılacak iki üçyüz liralık zamda…
2023 hedeflerine doğru hızla koşuyor tüm ülke… 2053 ve 2071 de hesapların içinde…
Avrupa’da “sarı yelek” rüzgârı…
“Türkiye’de sakın sarı yelek falan giymeyin, gebertiriz” diyen sözde devlet adamları…
Aldatıldıkça alkışlayan, soyuldukça coşan, yalana ve istismara doymak bilmeyen halk kitleleri.
BURASI ANADOLU
Nasıl da yalandan bağırıp çığırıyor… Her seçim öncesi yaptığını yapıyor aslında; geriyor geriyor-bölüyor bölüyor!
Bir ay sokağa çağırıp evlerine göndermediği insanların, şimdi sokağa inmesinden tırsıyor!
Hâlbuki ortada ne “sokağa inin” diyen var ne de sokağa inen!
Yine yalan, yine iftira, yine istismar ve hamaset!
Bu nedir Allah aşkına! Biz bıktık artık bu bayat numaralardan. Yeni bir şeyler söyleyin, dişe dokunur farklı alanlara kaydırın dikkatleri…
Açlık sınırının altında yaşayan yirmi milyon insan, 250 bin tutuklu ve hükümlü mahkûm, devlet ve özel ne kadar hastane varsa tıklım tıklım dolu hasta, milletin çoğunluğu bankalara olan borçlarından icra kıskacında, diğer bir yarısı çeşitli sebeplerle adliyelik…
Şimdi orta yerde böylesi bir trajik tablo varken, o, bana hâlen “cambaza bak” kurnazlığı yapma peşinde! İyi hoş da, biz bu senaryoları yıllardır kaçıncı defa izliyoruz, sayısı belli değil…
Orta yerde ne kadar olumsuzluk varsa, tamamının sebebi, sorumluluk makâmını elinde bulunduran olarak mevcut iktidardır! Bundan farklı düşünmek eşyanın tabiatına aykırı; zira 16 yılı aşkın bir süredir ülke, aynı siyasi parti tarafından yönetilmektedir…
Sen “iktidar” olarak “Gezi”nin de “15 Temmuz”un da ekmeğini yedin ve o günler artık geride kaldı; bu gün hâlâ o günlerden fayda devşirmeye kalkmak, sahtekârlıktan başka bir şey değildir…
16 yıldır ülkeyi getirdiğiniz nokta, yukarıda saydığım gibi. Ve şimdi, yıllardır güttüğünüz yanlış politikaların bedelini millete ödetiyorsunuz. Ama yine dürüst değilsiniz; kendi suçunuzu örtebilmek için yerli yersiz gürültüler çıkartıp, alâkasız insanları, muhalefeti suçluyorsunuz…
Burası Paris değil, burası Bürüksel değil, burası Anadolu! Ve insanların canı burnunda; ne senin, ne senin gibilerin yalanlarına kanacak durumda değiller artık.
BU GEMİ BÖYLE YÜZMEZ
Ne yani yalandan oluşturduğunuz “gündem”lerle mi ilgileneceğimi sanıyorsunuz…
Bu ülkenin gerçek gündemi açlık, yoksulluk ve işsizliktir;
Onun haricinde anlatılan her şey bu gerçeği manipüle etmeye yönelik yalanlardan ibaret tırı vırı şeyler… Bir de ülkeyi bu hâle getirenlerin kendi beceriksizliğini gözden kaçırtıp, dikkatleri başka yönlere çekme çabalarıdır…
Her asgarî ücret belirlenmesi öncesinde duyduğumuz klişe cümle; “Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar göz önünde bulundurulmalı.”
Ne şartlarmış arkadaş bunlar böyle! “Şahlandık uçuyoruz!” dediğiniz zamanlarda da aynı cümle, sonrasında da öyle, hep öyle!
“Ayıptır yazıktır günâhtır.” Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlardan –her neyse onlar!– dar gelirli vatandaş mı mesul? Onlar mı batırdı bu ülkeyi, onlar mı sattı fabrikaları, yolları, limanları, devlete dolayısıyla millete ait olan her şeyi?
Bu işte bir yanlış var ve bu gemi böyle yüzmez!
“Mazlumun âhı indirir şâhı” uyarısı unutulmamalı! İnsanların gözü kulağı verilecek iki-üç yüz liralık zamda! Onu da adam gibi vermiyorsunuz, uzattıkça uzatıyor, dalga geçercesine beyanlarda bulunup onurları kırıyorsunuz…
Allah’a yemin olsun ki bu böyle gitmez. Ya bu insanlara “insanca” yaşama hakkını verirsiniz yada bir şekilde gidersiniz.
Tam bu satırları not etmiştim ki, asgarî ücret 2 bin 20 lira olarak açıklandı… Erdoğan’ın “çay-simit” hesabıyla yarısından fazlası uçuveren bu ücretlendirme “halkı isyana teşvik” değil de nedir?
İŞ İŞTEN GEÇMESİN
1991 Yılında başlayıp 2003’de ikinci aşamasına geçilen Irak saldırıları, bölgede kurulacak Büyük İsrail için çağımızda fiilî anlamda atılan ilk adımlardı…
Irak’ta milyonlarca müslümanın kanının akıtılmasıyla, müslüman kadınların namuslarının kirletilmesiyle, koskoca bir ülkenin harabeye çevrilmesiyle nihayetlendirilmek istenen kahpe saldırılarda Irak’ın Kuzeyi’nde oluşturulan kukla devlet, “Büyük İsrail”in birinci aşamasıydı…
İkinci aşama da ise 2011 yılında, aynı kâfir güçler, işbirlikçi domuzlarla birlikte Suriye’ye saldırı başlattı… Yine yüzbinlerce insan katledildi, milyonlarcası işinden aşından yurdundan edildi “göçebe-göçmen” oldu…
Olanlar oldu, plân işlemeye devam etti ve gelinen nokta itibarıyla Suriye’nin Kuzeyinde de bir kukla devletin ilânı artık ân meselesi. Zira ABD’nin ve İsrail’in açıkça desteklediği bu oluşumun her türlü alt yapısı tamamlanmış durumdadır…
Şimdi; “bir gece ansızın gelebiliriz”den, “bir kaç güne oradayız ama, asla ABD askerleri hedefimiz değildir” komedisini, dününü ve bu gününü bir bütünlük içinde görmeye okumaya çalışırsak, olup biteni daha iyi anlamış olacağız…
Yoksa, biz senin hedefinin hiç bir zaman ABD askeri olmadığını ve olamayacağını zaten biliyoruz!
Burada asıl mesele; seni bunu itiraf etmeye zorlayan sebepler…
Neyse… Son söz olarak şunu ekleyeyim; Emperyalist güçler bir ülkede İslâm’ı yıkmak isterlerse, bunu bizatihî İslâmcı söylemleri ön plânda olan iktidarlar eliyle yaparlarmış; milliyetçilikten rahatsızlarsa da, bunu da milliyetçi söylemleri ön plânda olan siyasetçiler eliyle tüm değerlerin içini boşalttırıp, her şey sözden, slogandan ibaret hâle getirilene kadar çalışırlarmış…
Suriye’nin Kuzeyinde kurulma aşamasında olan kukla devletin iç mimarlarının, “İslâmcı AKP” ile “milliyetçi MHP” olduğunu anladığınızda, iş işten geçmiş olacak.
“KÖKTEN DİNSİZ”LER VE “DİNDEN KÖKSÜZ”LER
Önceleri varlık gayeleri İslâm’la mücadele etmek olan kökten dinsiz bir yapı vardı ve biz o yapıyı iyi bilir, iyi tanır ona anladığı dilden konuşur, muamele ederdik…
Şimdi durum değişti; o yapı hükümsüzleşti. Fakat onun yerine öylesi geldi ki “ağacın kurdu içinde olur” atasözünde olduğu gibi İslâm’ın içini boşaltan, ruhunu kurutmaya çalışan şekilci, imânsız bir Allahçılık, Allahsız bir İslâmcılık ile karşı karşıya kaldık!
Neler olup bittiğini yazmaya kalksak sayfalar almaz!
Ancak; sözünü ettiğim bu yeni yapının yaptıklarının bazıları, yukarıda bahsettiğim kökten dinsiz yapıyla icrâ edilmeye kalkışılsaydı eğer, İslâm devriminin fitilini ateşleyecek potansiyelde eylemler, aksiyonlar hayata geçerdi…
İşte onun içindir ki; ABD ve batılı analistler şunu itiraf etmekten kendilerini alamadılar: “AKP, emperyalist bir projenin ürünüdür. Dolayısıyla Anadolu toprakları ve İslâm coğrafyasında uygulamaya koyduğumuz en büyük projemizdir. Yüzyılın projesidir.”…
İMAMA KIZIP DİNE SALDIRMAK
Şöyle olmuş; bir hoca konuşmasında “kadının kocasına ismiyle çağırması uygun değildir, hatta edepsizliktir” demiş!
Şimdi bu haberi duyan OdaTv, mal bulmuş mağribi gibi sarılmış hocaya…
Sonrası mâlum; haberin altında site yönetimi tarafından onaylanan yorumlarda hocaya akla hayâle gelmez küfürler, saldırılar, edepsizlikler…
Bende şöyle bir yorum eklemiştim aynı haberin altına:
“Karılarınız çalıştıkları iş yerlerinde şeflerini, amirlerini müdürlerini ismiyle mi çağırıyor yada çağırsın da göreyim…”
Bir kadının kocasına bey-efendi veya benzer nezakette ifâdelerle hitab etmesinde ne mahsur olabilir, şahsen anlamış değilim; ayrıca bir erkeğin de eşine “hanım”, “hatun” gibi ifâdeler ile çağırmasındaki hoşluk gibi…
Neyse; habere de altındaki piç yorumlara da asabım bozuldu da, sizinle dertleşeyim dedim.
KÖTÜDEN İYİYE GELEN, İYİDEN KÖTÜYE GİDEN
Adam elli sene her ramazan orucunu tutmuş elli birinci sene “bu kadar yıl tuttum, bu yıl tutmasam da olur” gibi bir mânâlandırmayla orucu asmış…
Diğer bir adam ise ömrü hayatında bir gün bile oruç tutmamışken, şöyle bir karar verir; “yahu ömür geldi geçti, ne namaz bildik ne oruç, bu ramazanda oruç tutacağım” der ve tutar…
Bu iki misâlde “kim ileride, kim geride?” diyecek olan olursa, hiç kuşku duymadan cevabımız bellidir; hayatı boyunca ilk orucunu tutma kararlılığı içinde olan şahsın durumu, diğerine nazaran (elli yıl oruç tutan) çok üstündür, çok ümitvardır, kurtuluşa daha yakındır…
Misâllendirdiğim bahis ve benzeri durumları Şehid Kumandan Salih Mirzabeyoğlu şöyle özetler: “İyiden kötüye giden adamla, kötüden iyiye giden adamın hâli bir olmaz.”
“YALAN DÜNYA” DİYE DİYE…
Gariptir hem dünya, hem de insan!
“Yalan dünya” diye diye yalancı oldular…
“Üç günlük dünya” dedi birçoğu; sonsuzmuş gibi sarılmaktan alamadılar kendilerini…
Hep iyiden, hep güzelden, hep doğrudan alıntılar yaparak sunum yaptılar da, bir türlü anlattıkları insan olamadılar…
“Şimdi zamanı değil” diyerek, belki yarın, belki daha sonraya ısmarladıkları “en güzel işleri”, birçoğu hâlledemeden göçüverdiler, üç günlük deyip sonsuzmuş gibi yaşayıp yapıştıkları dünyadan…
Kimine dert, keder, sıkıntı, kader oluverdi hayatta; kimi gamsız ve tasasız geçiriverdi aynı ölçekteki hayatlarını…
Ve tek gerçeği vardı hayatın, belki de başladığı günden bu yana hiç şaşmayan, hiç bir ayrıma tabi tutmadan tüm canlıları… Tek gerçek, ölüm…
Şuh kahkahalardan çok daha kıymetliydi hiç kuşkusuz, O’nun için akıtılan bir kaç damla gözyaşı…
Şöyle oldu, böyle oldu, vakit doldu; sonra kimine rahmet, kimine lanet okundu.
Yahya EKŞİ