ŞEHÎD SADDAM HÜSEYİN’İN KALEMİNDEN: DEFOL GİT LANETLİ!
Irak Devlet Başkanı Şehîd Saddam Hüseyin’in ikinci Irak Saldırısı’nın başladığı 18 Mart 2003 tarihinde son düzenlemelerini yapıp tamamladığı DEFOL GİT LANETLİ adlı romanından bir bölüm okuyacaksınız.
Eşi, Halil Ebu Mulal el Belavi’nin Afganistan’da bir çok CIA subayı teröristi öldürmesiyle kamuoyunun gündemine gelen bir mücâhide olan sayın Defne Bayrak’ın Türkçe’ye kazandırdığı Saddam Hüseyin’in söz konusu romanının 1. Bölümünün ilk sayfalarından bir iktibas yapıyoruz.
ADIMLAR Fikir Kültür, Siyaset Platformu
DEFOL GİT LANETLİ! *
1. Bölüm
İnsanların Birçoğunun Görevini Üstlenmeye Başladığı Şeytanın Kaçışı
Buna inananlara göre şeytanlar yaşıyorlar. Eski evlerde, tavanlara destek oluşturan tahtadan direklerin arasında, bitkilerin, odunların gerisinde, terk edilmiş mağaralarda, Allah’ın kızdığı helak ettiği, helak etmediklerini de göç ettirdiği direkler sahibi İrem’den kalan duvarlarda veya Perslerin yerle bir edip, ehlini de göç ettirdiği Babil harabeleri arasında tüm güçlerini harcıyorlardı şeytanlar. Nebuhez Nasr’ın gece esir olarak getirdiği Yahudilerle oraya göre tasarlanan komplo planına uydular.
Ancak şimdi, dünya iletişim araçlarında, televizyon kanallarında, ele geçirilen yeniliklerde (teknoloji) bulunuyor. Buna şaşmak pek mümkün değil. Veya şeytan, açgözlü bir kadının şimdiki zamanda soyunmasına muvafık olarak, kendi renklerini saklayacak iki renkli lens taktıktan sonra boyadığı gözlerinde…
Bunun için erkek, bu iki göz arasından bir şeye ne zaman rağbet edip, ne zaman etmeyeceğini ve neyin yasal olup olmadığını, ne zaman utanacağını, ne zaman Allah’a sarılmak isteyeceğini bilmiyor. Kadın, ya kendisini ve ailesini şerefli kılıyor ya da şeytanın çukurunda kayıp gidiyor. Ve böylece hem kendisini, hem de ailesini rezil ediyor. Şeytan, erkekler Allah’ın razı gelmediği şeylere yönelip, onları sevdiklerinde ve onlara kızdıklarında, nefislerinin isteklerine ve kızgınlıklarına uygun şeyler dışında neyi yapmaları gerektiğini veya neyin lazım geldiğini hatırlamadıklarında çıkageliyor.
Ve bu durum her yerde var; isteğin-isteklilerin, zulmün-zalimlerin, şerrin-şerlilerin, hatta topların nişangâhlarında mevcut olanı terk ettiklerinde veya haram malla dolu depolarda, uçağın motorunda yada uçağın en alçak oyuntusunda, yerle bir eden füze ya da gaspçı, yabancı işgali, köşelerinde masumları barındıran hapishane sürgüleri ve demir parmaklıklar arkasında, Allah yolunda kafilere ve zalimlere karşı savaşan insanlar ya da hürriyet uğruna savaşanlarda… Belki de şeytan onların göğüslerinde, kanlarında, hatta niyetlerinde; belki de kağıtlara bâtılı yazan, hazırlayan kalemlerde veyahut da boyun eğdikleri şeylerdedir.
Ve şeytan, tüm bunlarla beraber, müfredatını uygulayarak keyifleniyor. Şer metodunu uygulayabilmek için ne gerekliyse harekete geçiriyor. Bunun için de vücudu gelişti. İnsanın kudreti ve vesile olmasıyla fiilleri de gelişti.
Böylece şeytan, eskilerin tarif ettiği gibi geniş veya uzunlamasına çekik gözlü ve saçları başının üstünde en uç noktaya kadar dikleşmiş mahlûk değil artık. Saçları dağınık, boynuna salınmış, taranmış veya insanlarda olduğu gibi baştan omuzlara sarkıyor ya da kulağın ucuna kadar uzanıyor.
Şeytan, insanlara, içlerindeki boş şeyleri çıkarmaya güç yetiremeyen dervişler veya ruhsal tıpla ilgilenenler kadar nüfuz etmeye başladı. Her kim ki ruhuna boş şeyler girmişse, binlerce kere denense de, onun cisminden şeytanı çıkarmaya güç yetirilemiyor. Bunu denemeye kalkan kişiler, değnekleriyle, içlerine şeytan girenlerin yakınlarındaki bir yere, hatta onların enselerine vuruyorlar. Ve ne okumaları gerekiyorsa okuduktan sonra bağırıyorlar: “Çık oradan ey lanetli melun!”
Şeytan insanın içine nüfuz ettikten sonra, onun vasıflarına uygun olarak insanla bütünleşti, onunla iç içe bir hâl aldı. Veya sıfatları ve bıraktığı eserler dolayısıyla insanın yerini bütünüyle ele geçirdi. Yani insanın sıfatı, kendisini şeytan yaptı. Yanda şeytan, kendi görevini yapan insanlar çoğaldıktan sonra bu mekândan kaçarak uzun bir inzivaya çekildi.
Şeytan tüm bu hâllerde, damarların içinde, akıllarda, fikirlerde, onun dostluğunu kabul edenlerin fiillerinde sürekli olarak kaldı.
İman ve akide zırhlarıyla kuşanmışlar ise, başarısızlığa uğradıktan sonra -ki onlar, Rahman ve Rahîm olanın dostluğundan başkasını kabul etmezler- iman etmişlerdir. Onlar çabalarlar, düşünürler ve Allah’ın razı olduğu şeyleri isterler. Sübhân olan Allah’ın kendilerini men ettiği şeylerden uzak dururlar.
İnsanlar bin beş yüz yıl önce, doğumlarından ölüme kadar genel olarak mütevazi bir hayat sürerlerdi. Hayır ile şerrin göğüslerinde, nefislerinde, amellerinde ve birbirleriyle ilişkilerinde münasip şekilde isimlendirilmiş bir yeri vardı.
Ancak hayır ve şer, geride bıraktıkları esinti ve eserlerden, araçlarından ve güçlerinden uygun olarak anlatılabiliyor, ifâde ediliyordu. Yani o zamanlar şer bile şimdiye göre daha mütevazi idi. Ancak hayrın gücü daha büyüktü. Çünkü hayrı taşıyan ve hayrın büyüklük ve derinliğinin tesir ettiği kişi sayısı daha fazlaydı.
Şerre inananların ikna kabiliyeti daha güçlü olmasına rağmen, hayrın galibiyeti, uyanış ve imandan kaynaklanıyordu. Veya buna sebep, insanlardı. İnsanlar o zamanlarda, çok azı dışında, daha güvenilirdi. Suçlar ve şerre ikna eden kişilerin tesiri sonucu şeytan onları sapıttırdı. O zamanlar, şimdiye göre bu durum daha sınırlıydı. Ancak yine de mevcuttu.
Şer ve şer ehli, hayır ve hayır ehli yanında içinde bulunduğumuz zamanda da mevcutlar. Ve âlemlerin Rabbi Allah, onların üzerinde… Tüm fiilleri gözetliyor, insanın lehinde ve aleyhinde ne varsa yazıyor ve buna dayanarak hak ettiği her şeyi kaydediyor. Aynı zamanda şeytanın amelleri de kaydedilmekte.
* Defol Git Lanetli! – Saddam Hüseyin – Çeviri: Defne Bayrak – Akis Kitap – 189 Sayfa – Shf. 9-11