ALTERNATİF BİR BENLİK ALGISI
Hassasiyet sahibi insanlar olarak, hayatımızda, hassasiyet sahibi olmayan insanların hassasiyetsiz yaklaşımlarına, davranışlarına ve eylemlerine şahit oluyoruz. Aslında eylemler davranışlardan, davranışlar yaklaşımlardan, yaklaşımlar ise algı çeşitlerinden kaynaklandığı, kaynaklarını buralardan aldığı için odaklanmamız gereken nokta, algı kısmı. Nitekim insanların benlik algısında sorumluluk ile sahiplik, bağlılık ile kölelik birbirine karışmış bir şekilde açığa çıkabiliyor. Fakat benlik algısı açısından ilk çarpık anlayış bir kimsenin diğerine karşı sergilemiş olduğu yaklaşımda yer alan algı ve yaklaşım değil insanın kendine karşı göstermiş olduğu algı ve yaklaşımdır. İnsanlar kendilerini kendilerinin sanıyorlar ama kesinlikle kendileri kendilerinin değil. Kendileri kendileridir ama kendileri kendilerinin değil. İlk çarpık anlayış insanı kendini kendisinin sanmasıdır. Bu çarpık anlayışa bağlı olarak şöyle düşünülür: Benim karım, benim kocam, benim çocuğum… Bu bağlamda bu ifadeler şöyle yorumlanabilir: Benim kulum, benim insanım vs… Veya bunu karşı taraf nezdinde düşünecek ve yorumlayacak olursak, bu çarpık yaklaşımı edilgen taraftan ele alacak olursak şöyle ifadeler sıralayabiliriz: Ben onun kocasıyım, ben onun karısıyım, o benim babam, ben onunum vs. Yine aynı durumu aradakilerin, aracıların açısından ele alacak olursak şöyle ifadelerle karşılaşabiliriz: Ama o senin karın, sen onun kocasısın, o senin çocuğun vb. Peki bu ifadeler büsbütün yanlış mı? Hangi bağlamda ifade edildiğine bakmak gerekir. Eğer bütün bunlar “sorumluluğa bağlı yakınlık” ifadeleri olarak değil de “sahipliğe bağlı bağımlılık” ifadeleri olarak dile getiriliyorsa büsbütün zararlıdır ve istenilmeyecek sonuçların diyalektiğini oluşturma bakımından tehlikelidir.
“Ben benim ama bana ait değilim.”
Biz kendimiziz ama nasıl kendimizin sahibi olabiliriz? Belki de sadece kendimize köle olarak veya bizi kendimize köle kılarak.
İnsanın insana bağımlılığı yoktur, insanın insana bağlılığı olabilir. Bu bağlılık ise yakınlık durumuna göre şekillenir. Bu bağlılığın gereklilikleri bağımlılıktaki gibi köle olma, köle kılma, tapınma değil; yakınlık derecelerinin gerektirdiği sorumlulukları şahsî olarak yerine getirme ve bu sorumlulukların yakınlık derecesinin gerektirdiği şekliyle muhatabından yerine getirilmesini beklemektir.
Biz kendimizin kölesi değilsek bir başkasına kul-köle olmamız saçma ve kabul edilemez değil midir? Biz kendimizin sahibi değilsek bizim düzeyimizde olan, yaratılış olarak bizlerden üstünlüğü olmayan –ki olsa bile yine sahibimiz olamaz, nitekim insan sadece Allah’ın kuludur– bir kimsenin bizim benliğimize sahip olmasının imkân ve ihtimali var mıdır? Varmış gibi davranılabiliyorsa bu, büyük bir zannetme, iğrençlikler içerisinde sürdürülebilen bir oyunla mümkündür.
Biz sadece vademiz süresince tasarrufuna memur olduğumuz şeylerin tasarruf hakkına sahibiz. Şüphesiz yaratılanların mutlak sahibi Allah’tır.
Kimileri boşanıp aralarında sorumluluğa dayalı ekonomik değil ama kişilerarası sorumluluğa dayalı hukukî bağı kalmamasına rağmen eski eşlerini öldürmeye varana kadar zarar veriyorlar. Acaba bu kimseler onları kendilerine ait olarak görme zannına giriştikleri için böyle davranıyor olmasınlar? Ortalıkta bir sürü satılık, kiralık veya metruk haneler varken birçok sayıda insan, hayatlarını evsiz olarak idame ettirmek durumunda kalıyor. Acaba bu sosyal problemin sebebi insanların kendilerini mülkün mutlak sahibi olarak görme zannına girişmeleri olabilir mi? Diğer yandan kimi deyyuslar eşlerini yahut sorumluluğunda olduğu diğer yakınlarını başkalarına sunuyorlar. Acaba bu kendilerini kendileri olarak görmedikleri, sorumluluklara bağlı olarak şahsiyetlerini benimsemedikleri için olabilir mi?
Tüm bunların yanında biz kendimize ait olmamakla birlikte kendimiz olduğumuz, kendimiz ve kendimize bağlı olarak şahsiyetin icapları olan sorumluluklarımıza kayıtsız ve şartsız olarak muhatabız. İster sorumluluklarımızı yerine getirelim, istersek getirmeyelim. İstersek yapmamız gerekenleri yapalım, istersek yapmayalım. Her halükârda ceza ve mükâfata muhatap olmanın şuurunu taşımak gerekiyor. İnsanın ciddi mânâda bir kimliği varsa o da Allah’a kulluktur. Gerisi, malzemesi Allah’ın mülkünden çalınan malzemelerle inşa edilmiş birtakım şekiller ve süsler; Allah’ın verdiği aklın ve şuurun suistimal edilmesiyle meydana getirilmiş birtakım yalan dolan sözden ibaret. İnsan ilim okumaktan, okuyup öğrenmekten, düşünmekten, aklını kullanmaktan sorumludur. İlim öğrenmekten kasıt Allah’ın Kitab’ı ile emrettiklerini ve yasakladıklarını, gönderdiği Peygamber ile emir ve yasaklara icabet etmenin şeklini ve adabını öğrenmektir. Diğer beşeri ilimler ise rahmanî çerçevede aklın icabı olmaktan başka nedir ki?
“Hiç kimsenin hiçbir şeyi yok her şey sanrıdan ibaret
Ben de içimde bir gerçeklik buldum Tanrı’dan ibaret”
Abdurrahman ABİKA