“TERÖR DÖNEMİ”NE SON VEREN HÂDİSE: “DANTON’UN KANI TUTTU!”

“TERÖR DÖNEMİ”NE SON VEREN HÂDİSE: “DANTON’UN KANI TUTTU!”

Bir tarafıyla insanlık tarihi, fert ve cemiyet plânında birçok “prototip”in (“remz şahsiyet” diyebilirsiniz) mücadelesinin adetâ zaman tünelindeki aynalar karşısında müteaddit defalar tekerrür etmesidir… Bu kaide çerçevesinde, mümkün olduğu kadar uzatmamaya çalışarak tespit ettiğimiz birtakım benzerlikleri paylaşma arzusundayız.

Bir İngiliz tarihçi Fransız İhtilâli‘nin başlangıcıyla ilgili bir tarih verilebileceğini, fakat bitişiyle ilgili tarih vermenin saçma olacağını iddia eder… Bazı tarihçiler, üçüncü cumhuriyet döneminde monarşist cumhurbaşkanı Mac-Mahon’un yetkilerinden feragat ettiği 1879 yılını “ihtilâlin bitiş tarihi” olarak belirtir.

Fransız İhtilâli denince hemen herkesin aklına Bastille baskını ve akabindeki birkaç yıllık kargaşa devri gelir. Fakat bu, eksik bir algıdır. Evet, ihtilâl tarihinde sembolik değeri büyük bir hadisedir; fakat ihtilâl birkaç yıllık kargaşa dönemi zannedilmesinin aksine, bir asırlık zaman diliminde yüzbinlerce insanın hayatına mâlolan isyanlar, iç ve dış savaşlar, hükümet darbelerinin olduğu, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biri olarak gerçekleşmiştir. Mahut zaman içinde değişik idare şekilleri denenmiştir; cumhuriyet, monarşi, sezarizm, komün… Başka bir ifâdeyle, bir asırlık Fransız İhtilâli’nin istihâle silsilesi…

Erbabınca, “ne tepki vereceği önceden kestirilmeyen halklar” şeklinde kategorize edilen Türk Milleti… Fıkralara konu olmuş itaatkârlığı, vurdumduymazlığına mukabil birçok akıl almaz kahramanlık tablosuna imza atma tezadını şahsında mezcetme marifeti…

Benzer tezadı Fransız İhtilâli öncesi Fransız toplumunu inceleyen Fransız yazar Alexis de Tocqueville’in “Eski Rejim ve Devrim” isimli eserinde Fransız halkı için yaptığı tespitlerde de görmek mümkün.

Tocquville bu kitabında; “resmî ihtilâl tarihi”ne birçok itiraz yöneltiyor. Özetle; “eski rejimi yok eden Devrim’i yönetirken taşıdıkları duyguların, alışkanlıkların, hatta fikirlerin pek çoğunu o rejimden devralıp korumuş ve yeni toplumu inşâ ederken istemeden bu kalıntılardan yararlanmış oldukları” kanaatine ulaşmak için, bir hayli arşiv tozu yutmuş… Fransız İhtilâli‘ne farklı perspektiften bakma imkânı sunuyor. Dikkat çekici bir diğer tesbiti ise şu: “Fransız ihtilâlinin en garip vasıflarından biri olan, kuramların iyicilliği ile eylemlerin şiddeti arasındaki çarpıcı farklılık. Eğer bu, ihtilâlin, ulusun en medenî sınıfları tarafından hazırlandığına ve en cahil ve en katı olanlarınca uygulandığına dikkat edilecek olursa, kimseyi şaşırtmayacaktır.”

“Bu ulusu “kendisi” olarak düşündüğüm zaman, tarihinde yer alan bütün olaylardan daha olağanüstü buluyorum onu. Acaba yeryüzünde, onca zıtlıklarla dolu ve eylemlerinin her birinde onca aşırıya giden, ilkelerden çok duyarlılıklarla yönlendirilmiş bir tek başka ulus var mıdır; böylece, kâh insanlığın ortak düzeyinin altına inerek, kâh fazlasıyla üstüne çıkarak, kendisinden beklenenden her zaman daha kötüsünü ya da daha iyisini yapan bir ulus; başlıca içgüdülerinde, onu, iki ya da üç bin yıl önce betimlenmiş portrelerinden bile tanımanın halâ mümkün olabileceği gibi, alabildiğine değişmez olarak kalan ve aynı zamanda da gündelik düşünce ve özlemlerinde bizzat kendisi için bile beklenmeyen bir görüntü hâline gelerek, yapageldiği şeyler karşısında çoğu kez yabancılar kadar şaşıran bir halk; kendi hâline bırakıldığı zaman bütün halklardan daha evcimek ve görenekçi, ve bir kez kendisine rağmen yuvasından ve alışkanlıklarından koparıldıkta, sonuna kadar abartmaya ve her şeye cüret etmeye hazır bir halk; mizaç yönünden itaatsiz, bununla birlikte seçkin yurttaşların düzenli ve özgür hükümetinden çok, bir hükümdarın keyfî ve hatta sert egemenliğine daha iyi uyum sağlayan bir halk; bugün her türlü baş eğmenin yeminli düşmanı, ertesi gün köleliğe en yatkın ulusların bile erişemeyecekleri ölçüde, bir tür tutkunun hizmetine giren bir halk; hiç kimse direnmediği sürece bir tek bağla yönlendirilen, direnişin örneği bir yerlerden verildiği ânda da yönetilemez olan bir halk; böylece, ondan ya çok fazla ya da çok az korkan efendilerini her zaman aldatan bir halk; hiçbir zaman ne köleleştirilmesinden umut kesilecek kadar özgür, ne de henüz boyunduruğu kıramayacak kadar köleleşmiş olan bir halk; her şeye yatkın, ama yalnızca savaşta mükemmelleşen bir halk; gerçek utkudan çok rastlantıya, güce, başarıya, gösterişe ve gürültüye tapan bir halk; erdemden çok kahramanlığa, sağduyudan çok yaratıcılığa muktedir, büyük girişimleri sonuçlandırmaktan çok devasa erekler tasarlamaya yatkın bir halk; Avrupa ulusları arasında en parlak ve en tehlikelisi olan ve onlar için sırasıyla hayranlık, nefret, acıma, korku konusu hâline gelen, ama asla ilgisiz kalınamayan bir halk var mıdır?” (Alexis de Tocqueville / Eski Rejim ve Devrim / shf: 262, 263)

Herhâlde Fransız milleti özelinde ifâde edilen bu hasletlere, bir o kadar daha “tezat” eklenerek cevap vermek bu topraklar için mümkün…

İşte bu tezadı tarih boyunca kullanabilen “prototip”lerden biri olarak Robespierre…

Tüm uyaranlarıyla ve devrim heyecanıyla harekete geçmiş yığınları (binbir başlı canavarı) istismar etme cür’etiyle tarihe geçmiş Robespierre… Birçok devrimin sâfiyetini ve gayesini zedeleyici “habîs ruh” ve bu ruhun tecessüm ettiği beden, Robespierre… Muarızlarını türlü dalavere ve hilelerle giyotine gönderen “terör dönemi”nin elebaşı Robespierre… Sadece muarızlarını değil “ılımlı” yol arkadaşlarını dahi harcamaktan çekinmeyen, kelimenin tam mânâsıyla zalim ve bir o kadar da korkak bir kişilik olarak Robespierre…

Robespierre ve hempasına dair Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in kaleminden küçük bir pasaj:

Terör Dönemi’nin Teröristbaşı Robespierre ve arkadaşları giyotine giderken

“(Terör), nihayet, yeni bir din icadiyle vicdan baskısı haline de döndürüldükten sonra (Robespiyer)in oda hizmetçiliği vazifesini görmeye devam etti. (Sen Jüst) ve (Koton), korkunç talâkat ve cesaretleriyle onun iki çomarı… (Robespiyer) dönüp de (Sen Jüst)e yan gözle baktı mı, hemen kürsüye atılıp 2 kere 2’nin 2’den eksik olduğunu iddia edercesine hakikatleri tahrif vazifesi, (…)”  (Necip Fazıl Kısakürek / İhtilâl / s.248)

Elan bugün tiksintiyle şahitlik ettiğimiz iktidar çevresine öbeklenmiş, sıfatı “gazeteci, yazar, akademisyen” olan hakikat katillerine ne kadar da benziyorlar…

Yine “bir yerlerden tanıyorum!” diyeceğimiz, Robespierre ile alâkalı Gustave Le Bon’a ait bir başka analiz:

“Robespierre’in popülerliğini sağlayan nedeni kişiliğinde bulamayız. Yaradılıştan hastalık hastası, vasat zekâlı, soyutlamaların dışına çıkamadığı için gerçekleri kavramaktan aciz, kurnaz ve hilekâr olan Robespierre’in kişiliğinde en ağır basan özellik, son gününe kadar gittikçe artan aşırı gururuydu. Yeni bir inanan başrahibi olduğundan, Tanrı’nın onu erdemin saltanatını kurmak üzere dünyaya gönderdiğine inanıyordu. “Yüce Tanrı’nın dünyayı düzelteceğini söylediği Mesih’in o olduğunu” ifâde eden mektuplar alıyordu.”

“Despotun gazabından en çok çekenler yazın adamlarıydı. Onlar sözkonusu olduğunda, bir meslektaşın kıskançlığı, bir zorbanın öfkesiyle birleşiyordu. Robespierre’in onlara işkence yaparken duyduğu nefret, onun despotizmine karşı direnişlerinden çok, onunkileri gölgede bırakan yeteneklerinden kaynaklanıyordu.” 

“Robespierre’in zulüm takıntısı vardı. İnsanların boyunlarını vurdurmasının nedeni, kendini misyonu olan bir havari gibi görmesinin yanısıra, düşmanlar ve kumpasçılarla kuşatıldığına inanmasından kaynaklanıyordu. M. Sorel’in söylediği gibi, “meslektaşları onun karşısında çok ödlekti, ama onun meslektaşlarından korkusu çok daha büyüktü.” 

“Hoşuna gitmeyen adamlardan daha çabuk kurtulabilmek için, Konvasiyon’un yalnızca şüphelilerin bile idamına olanak tanıyan Prairial yasasını çıkarmasını sağladı; böylece kırkdokuz gün içinde Paris’te 1.373 kişinin boynunu vurdurdu. Çığrından çıkmış bir terörün kurbanı olan meslektaşları artık evlerinde uyuyamaz duruma geldiler; oturumlara da yüzden fazla temsilcinin katıldığı pek görülmüyordu.”

“Robespierre’in hayatına mal olan, kendi gücüne ve Konvansiyon’un ödlekliğine olan aşırı güveniydi. Meclis’in onayı alınmaksızın temsilcileri Devrim Mahkemesi’ne, yani darağacına gönderme olanağı tanıyan bir yasa tasarısını Konvansiyon üyelerine oylatmaya çalışınca, Yönetici Komite’den gelen bir emir üzerine çok sayıda Montagnard (Robespierre’in mesubu olduğu grup y.n.)  onu devirmek üzere Plaine grubuyla birlikte bir kumpas kurdu. Kendisinin darağacına en önce gideceklerden biri oluğunu bilen Tallien, kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı için onu zorbalıkla suçladı. (Bir milletvekilinin “Danton’un kanı tutuyor! Yakalandı!” Haykırışı manidardır. Y.n.) “Robespierre uzun süredir elinde bulunan bir konuşmayı okuyarak kendisini savunmak istedi; ancak o da sonunda insanların mantık adına yok edilebileceğini, ama bir meclisin mantık yoluyla yönetilemeyeceğini anladı. Kumpasçıların haykırışları onun sesini boğdu; düşünce sirayeti sayesinde kısa sürede orada bulunan bütün temsilcilerce yinelenen “Zorba gitsin!” çığlığı onun sonunu getirmeye yetti. Hiç zaman kaybetmeden Meclis suçlama kararını çıkardı. Komün onu kurtarmak istedi, Meclis ise suçlu ilan etti. Bu sihirli formüle şaşıp kalan Robespierre, tam anlamıyla mahvolmuştu. Williams’ın da söylediği gibi, “o dönemde bir kişinin suçlu ilan edilmesi, Fransızlarda salgın hastalıkla aynı etkiyi uyandırıyordu; suçlu ilan edilen, toplumdan dışlanıyor, insanlar onun soluduğu havanın bile hastalığı bulaştıracağına inanıyorlardı. Toplarını Konvansiyon’a yöneltmeye alışmış topçular üzerindeki etki de böyle bir etkiydi. Daha başka bir emir almadan, Komün’ün ‘yasa dışı’ ilan edildiğini duydukları gibi, toplarını ters yöne çevirdiler.” Robespierre ve bütün çetesi (Saint-Just, Devrim Mahkemesi’nin başkanı, Komün’ün belediye başkanı vb.) 10 Thermidor’da giyotine gönderildi; giyotine gidenlerin sayısı toplam yirmi birdi. Onların idamının ertesi günü yetmiş, bir sonraki gün de on üç Jakoben daha idam edildi. On ay boyunca süren Terör böylece sona ermişti.” (Gustave Le Bon / Devrimin Psikolojisi / Shf: 240, 242, 243, 244)

Gustave Le Bon’un Robespierre adlı “habis ruh”un karşısında resmettiği Fransız İhtilâli’nin büyük kahramanlarından Danton hakkında söylediklerini de kaydedelim… Kaydedelim ki, “remz şahsiyetler” arasındaki “zalim-mazlum” mücâdelesine dair, Fransız İhtilâli döneminden kaydetmeye çalıştığımız tablo bir bütün olarak ortaya çıksın:

“Danton hakkında fazla bir şey söylemeyeceğim: Psikolojisi yalın olduğu kadar da bilindik. Her şeyden önce atılgan ve sert bir kulüp hatibi olan Danton, insanları her zaman harekete geçirebileceğini göstermişti. Yalnızca konuşmalarında zalimdi, bunların sonuçlarından da çoğu zaman pişmanlık duyuyordu. En başından beri en tepede göze çarpıyordu, gelecekteki rakibi Robespierre ise o sıralar en alt kademelerde yer alıyordu. 

Danton bir dönem Devrim’e ruh verdi, ancak davranışlarında tam bir direşkenlik ve kararlılık yoktu. Ayrıca, Robespierre’in tersine, yoksuldu. Robespierre’in bitmez tükenmez bağnazlığı, Danton’un aralıklı çabalarını sonunda yenik düşürdü. Buna karşın, öylesine güçlü bir halkçı siyasetçinin, silik, kindar düşmanı ve vasat rakibi tarafından darağacına gönderilmesi şaşırtıcı bir olaydı.” 

Danton, Robespierre’in jakobenler kulübünden yol arkadaşı. Robespierre’in vahşetine karşı çıktığı için moda tabirle “kumpas” kurulması sonucu giyotine gönderilmiş ihtilâlin en önemli kahramanlarından birisi.

Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl’dan devam ediyoruz:

“(Danton)un muhakemesi, tarihin, üzerinde en çok ve nefretle durduğu bir yargılama… Birçok milletin tarihinde,  uzaktan ve yakından benzerleri bulunan, diktatör emrinde,  hak ve hakikat tayincisi, denaat ve şenaat kürsüsü… (Herman) adlı bir zulüm kuklası; ve (Fukye Tenvil) isimli, efsanelerde bulunmaz bir vicdan ve namus yoksunu savcı…  Bunları, hangi milletin tarihinde hangi ihtilâl mahkemesi başkan ve savcısına benzetelim, bilmiyoruz! Fransız Temyiz Mahkemesi âzasından namlı bir ilim adamının «Danton’un Katli» isimli kitabında (idamı değil de katli), mahkemenin ırzına geçilen hukuk mefhumunun ve reis (Herman)la savcı (Fukye Tenvil)in simaları çizilidir. 

(Danton)u muhakemeye çekenler, onun ne müthiş bir hatip olduğunu bildikleri; kelâma inanılan, kelâm kuvvetiyle kan dereleri akıtılan o devirde halkı ayaklandırması ihtimali bulunduğunu kestirdiklerinden, o korkunç ağzı tıkamak için bir çare düşündüler. Yoksa muhakemeyi dinleyenlerin, sokaklarda ve mahkeme koridorlarında birikenlerin (Danton)dan alacakları tesir altında, savcıyı ve hâkimleri paralamasına kadar her şey düşünülebilir. Çareyi erzel ve esfel savcı buldu. Hapishanede, (Danton)un hücresinde su borularını tamir bahanesiyle günlerce şamata kopardılar, çekiç ve demir seslerinden bir kıyamet gürültüsü altında (Danton)u uyutmadılar ve onu, koltuk altında, bir ceset gibi adalet (!) huzuruna girdi, elini cani savcıya uzattı ve en gür sesiyle ortalığı çınlattı: 

-Bu adam, sesimi kısmak ve hakkımı savunmaktan beni alıkoymak için buraya yalınız cesedimi getirtti, ama ben onu cesedimle tepeleyeceğim! 

Mahkeme, (Danton)un hâlâ konuşabildiğini, hem de ilk hamlede halkı coştururcasına konuşabildiğini görünce apışıp kaldı. Hemen celseyi tatil ediyorlar ve aynı günün gecesi sabaha karşı (Konvansiyon)dan şu kanunu çıkartıyorlar: 

– ihtilâl Mahkemesi, kendisine hakaret eden ve herhangi bir suretle lüzum göreceği herhangi bir sanığı sorguya çekmeksizin hükme bağlıyabilir.

… 

Danton ve arkadaşları giyotine giderken…

Bu, kanun değil, cinayet fermanıdır; ve kanun maskesi altında cihanda ilk defa görülmüş bir hadise olması gerekir. Böyle oldu (Danton)u birkaç gün sonra İhtilâl Mahkemesi huzuruna çıkarıp bildirdiler: 

– Muhakeme bitmiştir! 

Dünyanın en büyük hatiplerinden biri ve eski Adalet Bakanı çıldıracak hale geldi: 

– Nasıl; bitti mi?.. Başlamadı ki, bitsin!..

Ve karar: 

– İdam!… 

Onunla beraber arkadaşlarının da idamı…  5 Nisan 1794 (ihtilâl takvimiyle 6 Terminal sene 2) giyotine götürülen (Danton) ve arkadaşları… İdam alayı (Sent Honore) caddesinden geçerken oradaki konaklardan birinin perdelerinde bir hareket… Perde aralanıyor ve gökmavisi renginde kadife ceketli kupkuru bir surat alayı seyrediyor. Bu (Robespiyer)dir ve son kurbanlarının ve içlerinde ihtilâlde başrolü oynamış olan birinin ölüme gidişini takip etmektedir. Birden, asabî bir çekişle perdeyi örttü, ihtimal ki, hatırına, tevkif kararı çıktığı gün (Danton)un Mecliste yükselttiği şu ses geldi: 

-Robespiyer! Seni de darağacına sürüklüyorum! Benden sonra kellesini verecek olan sensin!” (Necip Fazıl Kısakürek / İhtilâl / shf: 246-247)

1894 yılında Fransa’da iradesini teslim almak için Danton’a yapılan birkaç günlük işkenceye karşılık İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’na 2000-2018 yılları arasında 7/24 kesintisiz, 18 yıl aynı gayeyle yapılan efsanevî TELEGRAM işkencesi ve bu işkence ile katledilmesi kıyas edilemez.

O zaman, pek yakın istikbâlde şu nidâyı duyacağınıza emin olabilirsiniz:

“Mirzabeyoğlu’nun kanı tuttu!”

Robespierre’leri giyotine gönderme azmi ve ümidiyle…

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et