MİRZABEYOĞLU – TASAVVUF
Tasavvuf cahil insanların körü körüne bağlılık ve sınırsız istismar geleneği bilinirdi. Biraz okuyan dindarlar tasavvufu reddederek işe başlardı. Bazısı da “tasavvuf oradan alındı, buradan alındı” diye olur olmaz kökenler atfetmeye kalkışırdı. Salih Mirzabeyoğlu bu yanlışı yıktı.
Tasavvufun İslâmî dünya görüşünün temeli olduğunu ortaya koydu. Tasavvufla dinî ilimler yanında, kadim ve modern ilimlerin bağlantı noktalarını gösterdi. Tasavvuf olmadan kuantum fiziğinin, mitolojik malzemenin, felsefelerin, hiçbir şeyin gerçek anlamını bulamayacağını açıkladı.
Tasavvuf kişinin iç dünyasına dair sanılırken, Mirzabeyoğlu onu bütün bir kâinatın mânâ haritası olarak sistematize etti. Tasavvuf olmadan ne çeşit çeşit felsefelerin gerçek anlamı, ne insan ve kâinat varlığı hakkındaki modern terminolojinin esasları kendini gösteriyordu.
Üstad Necip Fazıl tasavvufun kaybolan anlamını geri getirdi. Onu dinî ilimlerin özü olarak gösterdi. Mirzabeyoğlu ise onu rüya ilmine, dünya dillerinin kökenine, insanlığın başlangıcına kadar götürdü ve bütün ilimler ve sanatların tasavvufun ışığıyla düzenlenebileceğini öğretti.
Mirzabeyoğlu ile birlikte beşer zekâsı büyük bir devrimin eşiğine geldi. Tıpkı İslâm veya Hıristiyanlığın başlangıç devirleriyle Rönesans Avrupa’sındaki hâl… Şimdi bilinen her şey yepyeni bir anlam kazanacak, bütün odaların ışıkları değişecek. Kaos çağı batacak fikir çağı doğacak!
Bu büyük oluşu fikre kabiliyetli olanların hâlâ görmemiş olmasına şaşırıyor muyuz? Bir yönüyle evet, nasıl görülmez? Diğer yönüyle pek değil. Büyük fikirlerin genel idrake inebilmesi için birkaç neslin geçmesi gerekir. Peygamberler de mütefekkirler de kendi çağlarının düşmanıdır.
Abdülhakîm Arvasî Hazretleri gibi bir devin ardından Necip Fazıl ve onun ardından Salih Mirzabeyoğlu gibi bir dev zuhur etti. Ondan sonra ise -henüz- kimse gelmedi. İnşallah bu son değildir. Umarız yağmur yağmaya güneş açmaya devam eder. Belki uzun bir aradan sonra ama bir gün anlaşılır!
Selim GÜRSELGİL