TİRANLIK SAVAŞI VE “DEMOKRASİ”
Atinalı zengin -Aristokrat- ailelerin kendi aralarında ki “Tiranlık” savaşı, her seferinde kanlı ölümlerle sonuçlanan baskın ve isyanlara dönüşüyordu.
Bunlardan biride, bir olimpiyat şampiyonu olan “Kylon”un Atinalı zenginleri de yanına alarak çıkardığı isyandır. Akropolis’i ele geçirmek isteyen “Megakles” tarafından kurulan tuzak neticesinde isyancıların hepsi öldürülür.
İsyancılar “Megakles”e teslim olma sözü verdiği hâlde, üstelik duâ ederlerken öldürülünce, Atinalılar tarafından “Megakles”lerin ölüleri dahi mezardan çıkartılarak sürgün edilirler.
Kleisthenes “Atina Şehir Devleti”nin en adil, en değerli yöneticilerinden biri olarak tanıtılmasına rağmen, o da, gerçekte bir “Megakles”tir.
Sürgün edilen Megaleksler, Atina Şehir Devletinin tekrar ele geçirilmesi konusunda küçümsenmeyecek bir halk desteğine sahipti… Peisistratos iki oğlu Hipparkhos ve Hippisas ile yapılan mücadele, birisinin ölümü ve diğerinin sürgün edilmesi ile son buldu.
Akropolis’teki bu Tiranlık -liderlik- savaşı hem kaynakların hâkimiyeti hem de “zenginlikle gelen üstünlük” anlayışına bağlı olarak, zenginlerin birbirleri ile savaşı şeklinde gelişiyor ve bu zenginlerin yanında çalışan yoksul halklar da bu savaşın taraftarı oluyorlardı.
Yani, güçlünün güçlü ile “liderlik” savaşı. Buna, Atina’yı sömüren “zenginlerin savaşı” da diyebiliriz.
Zenginlerin zenginlerle savaşı sürerken Akropolis’te uygulanan yasalar –Dragon yasaları- zenginlerin çıkarlarına göre şekillenmişti. Belirtilene göre “bir sebze çalan adam ile bir insanı öldüren adam aynı şekilde -ölümle- cezalandırılıyordu.
Savaşlardan, kargaşadan ve ölümlerden usanan halk yine bir zengin, yani “Aristokrat” olan Platon ve Aristoteles’e göre Yunan’ın 7 büyük düşünürlerinden “Solon”u yeni bir “Anayasa” yapmakla görevlendirdi. Bu Anayasa dünya literatüründe ilk “Demokratik Anayasa” olarak kabul görür.
“Demokrasi” ilk kez bu Anayasanın tatbiki ile gerçek mânâda uygulanmıştır. Kimilerine göre bu Anayasanın uygulandığı devirden daha fazla hiçbir dönem “Demokrasi” en üst seviyede yaşanmamıştır…
Solon’un Anayasasının temelinde “Zenginleri barıştırmak” yatar. Böylelikle “Zenginler” arasındaki “Tiranlık” savaşı son bulmuştur. Solon’a göre iktidara gelebilmek için “soy” üstünlüğünden çok “zenginlik” önemlidir. Buna göre ülkeyi zengin olanların yönetme hakkı vardır. Solon yasalarına göre “vatandaşlık” tanımlaması buna göre şekillenmiştir. Kargaşalık, çatışma ve şehrin savaş durumu karşısında silaha sarılmayıp tarafsız kalanlar, vatandaşlıktan düşürülmelidir.
Solon tarihe geçen meşhur sözünde; “Kanunlar örümcek ağına benzer”…”güçsüz ve hafif şeyler ona yakalanır, daha ağır olan şeyler ise onu parçalayıp geçer” demiştir.
Sanırım, “Solon” kanunlarının mantığını izah eden bu cümlesinden, günümüze kadar etkileri süren ilk “Demokratik Anayasa”nın hakikati ve onun gerçek mânâda “Demokrasiyi de” nasıl tarif ettiği anlaşılıyor.
Bir şair olan Solon’un kanunları ile gerçekleşen reformlar artık yeterli gelmeyince, “Kleisthenes”, güçlü ailelerin siyasi konumlarını yeniden tanımladı.
Atina’da “Phyle” soyundan gelen 4 büyük aileyi parçalayıp, bunlardan başka “zengin aileler” meydana getirerek onları şehir, kıyı ve kırsal bölgelere yerleştirerek deniz, tarım ve imâlatla uğraşmalarını sağladı. Böylece aralarındaki rekabeti ortadan kaldırmaya ve bunun üzerinden “siyasi bütünlük” sağlamaya çalıştı.
Görüldüğü üzere Batı tarihinde siyasi bütünlük, huzur, adilce bir yaşamın olabilmesi, sadece zenginlerin anlaşmasına, kaynakları ortaklaşa sömürmelerine bağlı.
Kleisthenes, Solon’un yasalarını biraz daha geliştirerek “yasama” ve “mahkemeler”e halkın katılımını sağladı. Buradaki “halk” da, bu zengin ailelerin mensuplarından müteşekkildi. Yine bu zengin ailelere mensup kişiler, kendi aralarında kura ile seçilip, eşit sayıda katılım sağlayabilecekti. Halk meclislerinde yasa tekliflerini görüşen kurul 500 kişiden oluşuyor ve bu 500 kişi de her aileden seçilen 50 kişilik gruplardan meydana geliyordu. Ordu’nun düzenlenmesinde de değişmeyen bu durum, komutanların zengin ailelerden seçilmesi ve başkomutanlık görevinin de en zengin ailenin elinde bulundurmasına olanak sağlıyordu.
Kleisthenes, kendi geliştirdiği kanunlara “İsonomia” yani “Kanunlar önünde eşitlik” adını vermişti.
Zenginlerin ortak olarak yönetime katılması ve kanunların onların çıkarlarına göre şekillenmesi “Kanunlar önünde eşitlik” olarak tanımlanıyordu kısaca…
Bu arada söz konusu “Tiranlık” sistemi ve yasalarının işletilmesi için yoksul halka sadece borçları karşılığında zenginlerin kölesi olmama özgürlüğü(!) verilmişti.
Zenginlerin yazdığı bu metin, tarihe ilk “demokratik hamle” olarak geçerken, ülkeyi yöneten zenginlerin, onlarla yaşayan fakir halkla yaptıkları “anlaşma metni” de, tarihe ilk “anayasa” olarak geçti.
Yani bizler, “Zenginler”in biraz daha zenginleşecekleri, daha fazla sömürecekleri ortamı sağlayan, kendi çıkar ve menfaatlerine göre adına “Demokrasi” dedikleri bir kurulu sistem içinde, onların çıkarlarını koruyan ve adına “Anayasa” dedikleri bir anlaşma metni üzerinden belirlenmiş bir “hayat”ı yaşıyoruz! “Onlar”ın metinlerine göre “biz”i yönetme hakkını, bu “belirlenmiş hayat”ı yaşamak adına, söz konusu “zenginler”e yetki olarak sunuyoruz.
En ideal ve en insancıl sistem diye yutturulan “Demokrasi”, “zenginlerin” çıkarlarını koruduğu bir düzen belirtiyor… Böyle bir düzenin dayattığı “hayat”ı yaşamak zorunda bırakılan halklar, Fransa başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde “iktidar”daki zenginlerle daha insancıl, daha adil bir hayatı yaşamak için “anlaşma metninin değiştirilmesi” talebi, elbette ki anlaşılamaz.
Buradan da anlaşıldığı gibi “Anayasa”, bir “anlaşma metni”dir… Halkla devlet arasında yapılan bir anlaşma… Halk bu anlaşma metnini tek taraflı olarak yırtıp attığını beyan edebilir. Ancak Demokrasi’de, halka bu yetki sadece “seçilen” üzerinden bir nevî “temsilci” belirleyerek yapma izniyle verilmiştir. Yunan’daki “kura” sistemi, günümüzde “oy verme” adı altında meclise gönderilen “temsilciler”in halk adına görevlendirilmesiyle gerçekleşir.
Burada hemen Şehid Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu’nun bir sözünü hatirlatmadan geçemeyeceğim:
“T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ekonomi de, siyaset de, ordu da, polis de… Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır. Bu çerçevede, emir komuta zinciri içinde hareket eden DGM’lerin mânâsı da bellidir; ” (21 Şubat 2000 ve 17 Nisan 2000 tarihlerinde 6 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yaptığı “savunma” metninden)
Kleisthenes, nasıl ki zengin aileleri parçalayıp, siyasî statü oluşturup, bunu “Anayasa” ile korumaya almış ise, bugün de ondan pek farklı olmayan sömüren zengin ailelerin kendilerini anayasa ile korumuş statüler belirlediklerini görüyoruz.
Eski veya yeni “zenginler”in anlaşmazlıklarının ve savaşlarının ideolojik olmadığını, bu menfaat mücadelelerinin kan, gözyaşı, açlık, savaş, ölüm olarak biz yoksullara geri döndüğünü öğrendiğimiz gün, onları başa geçiren gücün de elimizde olduğunu anlayacağız…
Sabri ÇELİK