VAFTİZ!

VAFTİZ!

Büyüklüğü adının gölgesinde kalmış bir Padişah; Birinci Abdulhamid Han.

Cumhuriyet nesli Sultan İkinci Abdulhamid nedeni ile kendisini pek bilmez. Bu kıymetli Sultan 1774 yılında tahta oturduğunda Devlet birçok sorun ile meşgûldür. Rus harbi ve beraberinde Anadolu’da isyanlar devleti hayli müşkül duruma düşürür. Malî sıkıntılarda mevcut hâli epey zorlaştırır. Sultan Abdulhamid yumuşak huylu, halim, selim ve zeki bir idarecidir. Bu zorlukların üstesinden gelecek irade ve idare kendisinde mevcuttur. Evvela başındaki Rus harbi belâsını def etmek için istemese de bir anlaşma imzalar.

Sultan Birinci Abdulhamid, isyanları bastırmak için Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa’yı görevlendirir. Bununla beraber Sadrazam Halil Hamid Paşa’yı da bir takım ıslahatlar ile görevlendirmiştir. Bu barış dönemini isyanları bastırmak ve ıslahatlar ile içeriyi tahkim etmek gayesi ile değerlendirmek niyetindedir Sultan.

Nitekim Rusya’nın Kırım politikası ve Avusturya’nın iştahı savaşı kaçınılmaz kılıyordu. Yeni Sadrazam Koca Yusuf Paşa da harbe istekli ve cevval bir devlet adamıydı. 1786 yılı kaçınılmaz olan savaşın başlaması için gerekli bütün şartları sunuyordu. Rus idareciler Kırım’ı ziyaret ediyor, Avusturya ile görüşüyordu. Ayrıca sadarete çağrılan Rus elçi uygun cevap vermiyordu. Bu Koca Yusuf Paşa’nın savaşı başlatması için gerekli imkânı veriyordu. Koca Yusuf Paşa evvela Avusturya’yı bertaraf etmek niyeti ile buraya akın etti ve İkinci Josef elinden zor bela kurtuldu. Avusturya içlerinde destan yazan Paşa, Rus cephesinde aynı başarıyı gösteremedi.

İşte Sultan Birinci Abdulhamid’i hafızamıza “Büyük Sultan” olarak işleyen olay bu cephede vuku bulmuştu. Özi kalesi Rusya tarafından işgâl ediliyor ve tarihin gördüğü en kanlı mezalimlerden biri yaşanıyordu. 30 bin insan katlediliyor, kale kan gölüne dönüyordu. Sadrazam, Özi kalesinde meydana gelen katliamın bütün ayrıntılarını bildirir bir mektubu Sultan’a gönderir ve bunu okuyan Sultan tebasının yaşadığı mezalime dayanamayarak felç geçirir. Kısa süre sonra da kalbi bu acıya dayanamayarak vefat eder. Halkının mesuliyetini boynunda taşıyan bir idareci olan Sultan’ı bizce büyük yapan da budur: Mesuliyet.

Gerek İslâm devlet düşünce ve geleneği, gerek ise Türk devlet düşünce ve geleneğinde idarecilerin vaz geçilmez unsurudur mesuliyet hissi. Zira adalet, güvenlik ve selamet ancak mesuliyetini müdrik idareciler eli ile tesis edilir. Nitekim Hazreti Ömer’in “Fırat’ın kenarında bir kuzuyu kurt kapsa Ömer’den sorulur” minvalindeki söz ve hilafeti devrinde kendisinden zuhur etmiş başka hâller, devlet geleneğimizin temeline oturmuştur. Artık devlet adamları “Fırat’ın kenarındaki kuzunun” halinden sorumluydu. İşte Sultan Birinci Abdulhamid’in kalbi bu sorumluluğun ağırlığına dayanamamış ve Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştu.

Mesuliyet, devlet adamının olmazsa olmazıdır. İdareciler doğruları ya da beğenilen hadiseleri sahiplendiği gibi hata, yanlış ve beğenilmeyen hadiseleri de sahiplenmek zorundadır. İdarecilik de bunu gerektirir. Velhasıl bugün memleketin karşı karşıya kaldığı vahim durum, ülkeyi idare edenlerin “tepeden tırnağa” sorumsuz tavırları ve idare anlayışıdır.

Ekonomik bunalım toplumun her kademesinde hissedilir, binlerce insan işsiz kalır, iktidar; “dış güçler”der.

Vatandaş “çorbaya aş” der, onlar mecliste “550 çeşit aş var” der.

Çalışma Bakan’ı asgarî ücret için “peynir’in fiyatı belli, zeytinin fiyatı belli” der. İç İşleri Bakanı yardım talep eden vatandaştan takla atmasını ister. Sorumlu, geçinemiyorsa fiyatı bilmeyen, ilaç bulamıyorsa takla atamayan vatandaştır!

Ergenekon’da “savcı” olur lâkin “fetö ordumuzu hedef aldı” der.

“One Minute” der, “aha sorumluluk aldı” diyemeden “benim tavrım Sayın Peres’e değil moderatöredir” diyerek sorumluluğu moderatöre bırakır!

Mavi Marmara’da insanlar katledilir, seçim dönemleri katliamın kaymağı yenir, kaymak bitince “bana mı sordunuz giderken” diyerek sorumluluğu üzerlerinden atıp, Terör Devleti’nden de alıp, katledilenlerin sırtına bırakılır!

Irak’ın işgâlinde alacakları bahşişi bile ayan beyan, ulu orta hesap eder, işgâl sonrası ortaya çıkan halden yakınılır.

Zonguldak’da maden işçisi ölür sorumlu “kader” ilân edilir.

Ermenek, Soma bağrımızı yakar, onlarca işçi toprak altında diri diri gömülür sorumlu “patronun oğludur”!..

Tren kaza yapar sorumlu yolcu; askerî helikopter düşer, sorumlu pervanedir!

Bir yandaş inşaat şantiyesinde işçiler ölür, ortaya “sorumsuzluk” fışkırır.

Milletin en sağlam unsuru olan aile yok edilir, “Aile bitiyor” diye yel değirmenlerine seslenilir.

Eğitimden adeta lağım fışkırır, “burunlarına mandal takıp” devam ederler.

Açılım, çözüm, millî birlik vesair adlar ile süslenmiş bir dönem yaşanır. Askere “sus”, valiye “görme”, kaymakama “duyma” denilir, şehirler yığınak haline getirilir, yollara bombalar döşenir ve sonucunda onlarca asker, sivil hayatını kaybeder. Fırat’ın kenarında kuzular çakalların önüne bırakılır. İktidar yine sorumsuzdur, hiç bir şey görmemiş, duymamış ve bilmiyordur. Sorumlu, örgüttür!

Adeta on yedi yıldır ülkeyi heyulalar idare ediyor. İktidar hiç bir sorumluluk üstlenmiyor. Bütün sorunlar başkalarının eseri, bütün arızalar kendilerinden öncekilerin yani “eski” Türkiye’nin kalıntısı, bütün yanlışlar “dış güçlerin”, hatalar “şer odaklarının” velhasıl maden işçilerinin katlinde verilen hüküm gibi baş sorumlu “kaderdir!”. İktidar ise Dündar Taşer’in devrin solcularına dediği gibi “vaftiz olmuş Hıristiyan bebesi” gibidir.

Suat KÜRŞAT

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: