DEĞNEKÇİLİKTEN BELEDİYECİLİĞE VE ÖTESİ

DEĞNEKÇİLİKTEN BELEDİYECİLİĞE VE ÖTESİ

Bütün hayatım boyunca sekizincisine şahit olduğum “mahallî seçimler” denilince aklıma gelenleri sözü dolaştırmadan peşinen ifade etmek gerekirse; mahallî seçimler: En küçük beldeden büyükşehirlere kadar belediye yönetimine talip organize çıkar gruplarının değişik mefhumları (ideoloji, hizmet, hayır, dava vs.) kendilerine sütre edindiği menfaat mücadelesi.

İslâm hikemiyatında hubbu câh (makam, baş olma arzusu) olarak isimlendirilen ahlâkî zaafın insanları hangi şekillere soktuğunun hazin misallerini bütün çıplaklığıyla göreceğimiz karnaval…

Taşrada birkaç haneli mezralardan köylere, cahiliye dönemi Mekke’sine taş çıkartacak ilkel kabile taassubunun (yıllarca süren küskünlükler, husumetler, kan davaları) bütün çirkinliğiyle arz-ı endam ettiği “ilginç zaman” enstantanesi…

Hoş, son zamanlarda şehirlerdeki muhtar adaylarının biraz daha “profesyonel”leştiğini görüyoruz; milletvekilliği seçimlerinde alışık olduğumuz propaganda usûllerine tevessül ettikleri gözden kaçmıyor. Bir kısmının “Zübük” edasında verdikleri pozlarla hazırladıkları pankartlara yazdıkları sloganlarla zübükizmin tabana nasıl sirayet ettiğini anlamak mümkün oluyor.

İhtiyat payı olarak, şimdiye kadar tanımadığım, varsa müsbet mahallî idareciler, onları tenzih etme kaydını düşelim.

Son dönemde yerel seçimlere yukarıda tasvir etmeğe çalıştığım çirkinliklerden rahatsız olan kişilerin bu hissiyatla “çöp toplamanın, kanalizasyon idare etmenin devletin bekâsıyla ne alâkası var?” şeklindeki “yerinde doğru” itirazlarına hak vermekle beraber, çöp toplamanın sisteme bağlı bir keyfiyeti ve yabana atılmaması gereken bir değeri olduğunu Büyük Doğu Mimarı şöyle ifade ediyor:

“…hatta belediyenin, bir çöp yığını karşısındaki tavrı bile, hem o cemiyetin ideoloji bütününü, hem de kendi küçük tedbir fikri içinde ideolojik bir kıymet ifade eder ve bu kıymetin bulunmadığı yerde sistem olmaz.” (Necip Fazıl Kısakürek / At’a Senfoni sf.214)

Bizim şahsiyetli bir dünya görüşümüz varsa, mutlaka hususî bir şehir tipimiz; ve şahsiyetli bir şehir tipimiz varsa, mutlaka hususî bir dünya görüşümüz olmak icap eder. Müzmin boşluğumuz ve türlü olamayışımızı, müşahhas plânların en sert, en katı ve kolayca elle tutulur cinsinden olan şehir plânında arasaydık, belki en esaslı eksiklerimizin mizanına ererdik.

“-Hendese ve nisbetin, dedi, Tanrıkulu, bütün şiiriyle, hendese ve nisbet sıkıntısının bütün şiirini bir arada kucaklayan ve Süleymaniye kubbesine liyakat ilân eden o Türk şehri ki Van kedileri gibi umumî soy benzerliği içinde başka başka çatıları, sokakları, meydanları ve her türlü müeseseleriyle, milyonluk celselerimizin, zaman içinde mekân ve mekân içinde zaman ölçüsünü heykelleştirecektir; bütün devlet ve millet kadromuzda bu tasayı çeken kaç kişi var?

Tanrıkulu dedi ki: -İdarecileri, mütefekkirleri ve sanatkârlarıyle, bu çileden uzak yaşayan insanlara, belli bir hayat ve faaliyet içinde olmak imtiyazı verilemez!!!” (Necip Fazıl Kısakürek / İstanbul’a Hasret, sf.24)

Son 25 yılda belediye ölçeğinde, 17 yıldır da hükümet ölçeğinde Türkiye’nin maddî şekillenişinde söz sahibi olan kadroların yukarıda bahsi geçen “çile” den pay sahibi olduklarını hangi vicdan sahibi iddia edebilir?

Dünya görüşleri; “Batının tekniğini alalım, ahlâkını almayalım” şeklinde tek cümlelik slogandan ibaret, her türlü murakabe ve muhasabeden azade bir rahatlık içinde gelinen nokta ortada. Güya karşı olduklarıyla kıyasıya kemmiyet yarışı.

En son, cürmü meşhut hâlinde “İstanbul’a ihanet ettik” itirafları fazla bir şey söylememize ihtiyaç bırakmıyor.

Büyük Doğu ve İbda mimarlarının kırk yıl önce “Edebiyatta Ağır Sanayi” başlığı altında ifade ettikleri mücerret fikirler kaskatı vakıa halinde doğrulanmış olarak karşımızda duruyor.

“Şehirlerimizin plânını yaptırmışız, ne çıkar? Önce plânları götüreceklerin şahsiyet plânını yaptıralım! Belediye Reisi örneğini, mafsal mafsal, kemik kemik bütün teşhiriyle belirtmedikçe, temel dâvalarımızdan biri olan umran işini kökünden yakalayamayız.

Sadece kıymetli bir idare adamı vasıflarına mâlik bir Belediye Reisinin, bir şehri güzelleştirebileceğini umar mısınız?

Belediye Reisinde bu zâviyeden vücudu gereken ana vasıf, sanat terbiyesi ve bediî anlayıştır. Ruhunda estetik ölçüsü taşımayan Belediye Reisinden imar ve san’at cephesinden iş beklemek, çerçeveciye resim ısmarlamaktan farksız… Belediye Reisinde iktisadî, içtimaî, ahlâkî, idarî kıymetler, bir resim işinde, muşamba, boya, fırça ve çerçeve gibi, malzeme haddini aşmayan şeyler… Bütün bu malzeme, bediî idrâk emrinde toplanacak, o da bütün dünya görüşü ve inanış şeklinin tarh tarh örülü bahçesi içinde fıskiye gibi duracak…” (Necip Fazıl Kısakürek / İstanbula Hasret sf.139)

Yukarıda evsafı belirtilen Belediye Reisine şahsen rastlamadım. Şimdiye kadar tanıdıklarımın birçoğu değnekçi mantalitesine sahip tipler, uyanık müteahhitler veya onların işbirlikçisi bürokratlar.

Değnekçilik… Nedir bu değnekçilik? Şehirlerde peydahlanmış şehre hiç bir katkı sunmayan, üretmeden, hak etmeden kazanmak peşindeki zümrenin ortak adı. İlla ki bir sokağın parkına musallat olması gerekmez; gerektiği zaman bir sokağa, şehre hatta bütün bir ülkeye musallat olabilir. Haksız yere park ücreti talep ettiği insanların ret cevabına “aracınızın aynası kırılır, kaportası çizilirse karışmam” diye insanları üstü örtülü tehdit eden değnekçi tipiyle, “bize oy vermezseniz şunlar bunlar olur” diyen siyaset erbabının birbirlerinden farkı nedir?

Yörük Ali Efe’ye atfedilen bir söz vardır. “İnsanlar ya ilimle idâre edilir ya zulümle, bende ilim olmadığı için zulümle idâre ediyorum”… Talibi olduğu makamın ilmine sahip olmayan, hatta sahip olmadığından da haberi olmayanların idâreleri ancak zulümle olur.

 

E. Doğan ŞEYHOĞLU

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: