ÂŞIK – ŞAİR – SAVAŞÇI – 5: BÂBÜR HAN – 3
MEKTUP VE HASAN CAN
Kendisinden on üç yaş büyük olan özge can abisi Şehzade Selim’e yazdığı mektubu, “Hüküm sende, mühür sendedir!” kelâmıyla bitiren Mirzamız Bâbür Han, Kandahar seferine odaklandı. Türkistan tarafımızın hâli ve ahvali işte böyle, böyle iken Topkapı sarayında ise bir hengâmedir koptu. Biricik oğlu Süleyman’ın (Kanunî Sultan Süleyman) İstanbul içinde veya İstanbul’a yakın bir yerde vazife alması için babası II. Bayezid ile görüşmek için Topkapı sarayına teşrif eden Şehzademiz Selim Han, siyasî hamle ile neticeye ulaşmak emelindeydi. Babası II. Bayezid’in kendisinden çekinmesi, nane molla, çıtkırıldım vezirlerin de ürkek, korkak, edebe ve erkâna aykırı saray entrikalarından dolayı siyasî hamlesi akamete uğradı. Trabzon’a dönmeye mecbur kaldı. Yolculuk esnasında yarım at boyu geriden gelen sırdaşına dönerek: “Hasan can! Hasan can! Kalbini ferah tut. Biz istedik ki sıkıntıyı suhuletle çözelim, kan dökülmesin. Gayri vacip oldu, zırh kuşanmamız. Hükmü, kılıcımız verecek!” buyurdu. Ya Hay!
KANDAHAR SEFERİ VE KÂBİL’DE BİR PADİŞAH
Mirzamız Bâbür Han, Afganistan/Kâbil’in güneyinde kalan Gilgis denen bölgeye yaptığı sefer, beklediğinin fevkinde bir zaferle neticelendi. Aynı gün, iki bin kişilik bir kuvvetiyle Kandahar’a yönelen Mirzamız Bâbür Han, Argunlar’ı, müşterek düşmanları olan Rafızî delalet fırkasından Şah İsmail’e karşı ittifaka, Semerkant aşkından dolayı da Özbeklerin Han’ı olan Şeybanî’ye karşı birlikte hareket etmeye davet etti. Diplomatik nezaket kurallarını hiçe sayan ve edepsizlikte sınır tanımayan Argunlara karşı harpten başka yol kalmadığı için askere yürüme emri veren Mirzamız Bâbür Han, Kandahar dağının eteklerinde askerî kamp kurulmasını ve akabinde harp nizâmına geçilmesini emretti. Ya Hay!
Kuvvetlerinin yarısının, yiyecek bulmak için çevreye dağıldığı bir esnada Argunların saldırısıyla başlayan kavga canlı, harp çok yaman oldu amma velâkin Allah’ın lütfu keremiyle çarpışmanın başladığı anda yanında bulunan bin leşker-askeri ile dört bin Argun savaşçısına karşı büyük bir muvaffakiyet ve çokça ganimet kazandı. Bu arada kırk bin kişilik ordusuyla saldırıya geçen Şeybanî, Herat’ı almasının ardından Kandahar üzerine yürüyordu. Vaziyet, ziyadesiyle ciddi idi. Danışmanı Kasım Bey ve emirlerini toplayan Mirzamız, mukavemetin imkânsız olduğu ve uzak durulması gerektiği fikrinde birleşen kurul toplantısının ardından, çekilmeye onay verdi. Gerçekten de Mirzamız Bâbür Han, Kandahar’dan ayrılır ayrılmaz, Şeybanî, kırk bin kişilik ordusuyla Kandahar’a girdi.
Mirza Bâbür Han, Kandahar şehrimize yakın bir belde olan Kunar civarını mesken tutup, taarruz fırsatı kolladığı bir anda Şeybanî’nin Kandahar’dan çekildiğini öğrendi. Postacılar, Şeybanî’nin Herat’da bıraktığı ailesinin konağına kimler tarafından yapıldığı belli olmayan ani hücumlar yüzünden geri çekilmeye mecbur bırakıldığı haberini ilettiler. Mirzamız Bâbür Han, bu sevindirici haber karşısında çokça tebessüm etti ve Afganistan-Kâbil vilayetimize dönüş emrini verdi. Kâbil vilayetimize döner dönmez, baba tarafından Emirimiz Timur Han’ın varisi, ana-anne tarafından da Cengiz Han’ın varisi olduğunu ilan etti. Bu ilan neticesinde Emirimiz Timur Han soyundan gelenlerin kendisine tabii olmaları gerektiği gibi Moğolların da Hakanı olduğundan dolayı, tabi olmaları ve emri altına girmeleri gereken padişahlarının, sultanın kendisinin olduğunu ilân etti. Ya Hay!
İLKBAHAR
İlkbahar, duygu parametreleri bozuk ve olgulara göre değil de algılara göre hareket eden günümüz insanı tarafından sevinçle karşılansa da aslında her ilkbahar, muştusuyla birlikte yeni karışıklıkları da beraberinde getirir. Bu durum, kültürel kodları incelmiş cemiyetimizin hatırlayamadığı ve Türk töresine yabancılaşan ahalimizin unuttuğu bir kanundur. Evet, 1509 yılının ilkbahar mevsimi de yeni karışıklıkları ile geldi. Yağma ve talana meyyal Moğollar, disiplin, sabır, nizâm konularında hassasiyet gösteren ve titiz olan Sultan Bâbür Han’ı benimsemedikleri için Kandahar vilayetimizdeki Argunların verdiği destekle Timuroğulları soyundan Abdürrezzak’ı başa getirmek için alenen isyan ettiler. Şu oldu, bu oldu derken bütün kutlu insanların ve başbuğların şiarı olan “müminin siyaseti ferasetli olur” (1) prensibi, kılıç kullanmadaki mahareti ve pervasız cüreti ile Sultanımız Bâbür Han, isyanı bastırdı. Her zamanki gibi merhametli davranarak, ayaklanan Abdürrezzak’ı (Ahmet dayısının oğlu) affetti. Bir müddet sonra tekrar isyan etmesi üzerine ahmak gafili yakalatıp idam ettirdi.
Öyle oldu, böyle oldu derken 1510 yılı Aralık ayının ilk çeyreği yeni bitmişti ki Bedehşan vilayetimize tayin ettiği Han Mirza’nın yorgunluktan bitap düşen ve zemheri ayazlarının estiği karlarla kaplı dağları aşmasından dolayı iki ayağı da donmak üzereyken Kâbil’e ulaşan habercisi, bir mektup getirdi. Şeybanî’nin Şah İsmail tarafından şehit edildiğini bildirmekle beraber ecdat topraklarını yeniden fethetmeyi, tensibine sunuyordu. Mirza ilan edildiği on iki yaşından itibaren iki bayramı aynı yerde kutlamayan Bâbür Han’ımız1511 yılının ocak ayının ikinci günü, Dağların göbeğinde yer alan Bamyan(2) vilayetimizde Ramazan Bayramı’nı kutladı. Bayramdan dört gün sonra Semerkant’ı üçüncü defa kazanmak maksadıyla beş bin ile altı bin arasındaki ordusuyla yürümeye devam etti ve Özbeklerin Han’ı Şeybanî’nin şehit edilmesinden de istifade ederek Kunduz’u fethetti.
Kunduz(3)vilayetimize hükmeden ve Kıpçak Türklerinden olan Özbek Han’ı Şeybanî’nin şehit edilmesinin akabinde binlerce leşker-asker başıboş ve sevki idareden mahrum kaldı. Bu durum adeta okyanus ortasında her an batma riski taşıyan bir gemiden daha fazla rizikolu veya ana kraliçesi öldürülen bir arıkovanından çok daha fazla tehlike arz ediyordu. Sultan Bâbür Han’ın Kunduz vilayetimize atadığı Mirza Han, dağlara hâkim olan Kaşgarlı Ebubekir ve Kunduz ovalarında konaklayan Özbekler arasındaki alanın ortasında yer alan Rafizî Raziyüddin ve nihayet yerlilerin en şamatacılarından biri olan Zübeyir arasındaki çekişmeleri sonlandıramadı.
İmdi, müsaadeniz ile Türk tarihinin kıymetli şahsiyetlerinden ve bir o kadar da cevval çocuklarından olan Kıpçak Türklerinin yüz akı, Özbeklerin Han’ı Şeybanî ’ye değinelim.
KIPÇAK ŞEHİDİ ŞEYBANÎ, II BAYEZİD VE MERV SAVAŞI
Üstadın, “Tarih kontra gerçeğe; Hürriyet hakka düşman”(4) dizelerinde dile getirdiği hakikat istikametinde yürüme şiarıyla, zarif bir bilgi notunu ifşa etmem zaruret oldu. Adi rejimin, edepsiz tarihçileri, Şeybanî’nin Özbek Han’ı olduğunu belirtmelerine rağmen Kıpçak Türklerinden olduğu gerçeğini bilinçli bir şekilde örtme ve perdeleme vazifesi yaptıklarını söyleyebilirim. Bu perdelemenin neden? Niçin? Niye? Nasıl? Sebepleri ayrı bir makale konusu olacak kadar geniş olsa da biz, numune babından birkaç başlığını yazalım. İngiltere, İsrail, Fransa, Ermenistan, İran adına beşinci kol faaliyeti yapan örgütlü yapıların tetiklediği, malûmat metastazı başta olmak üzere nisbet fukaralığı, keyfiyet noksanlığı, rejimin Türk düşmanlığı, entelektüel bilgiye yabancı ve devlet bilgisine uzaklık, zihinsel periferik ve kalbî körlük vb. sebepleri sayabiliriz.
Evet, Kıpçak Türklerinin yüz akı ve Özbeklerin Han’ı olan Şeybanî, 1509 yılında kazak konfederasyonu karşısında yenilgiye uğradıktan bir yıl sonra da kendisine bağlı süvari birliklerinin 1510 yılının ilkbaharında Afganistan/Hilmend’deki Hazara haydutlarına karşı büyük kayıplar vermesi üzerine ordusunu dinlendirmek ve yeniden tertip etmek maksadıyla birliklerini terhis etti. İşte tam bu sırada yani 1510 yılının Aralık ayının ikinci günü, Şah İsmail’in ani ve hiç beklenmedik hücumuyla Türkmenistan-Merv şehrinde gökyüzü kara bulutlara, toprak kana bulandı.
Şah İsmail, Kıpçak Türklerinden olan Özbeklerin Han’ı Şeybanî’nin na’şını parçalattı, her bir kısmını Safevî topraklarının muhtelif yerlerine attırdı. Kıpçakların yiğidi, Özbeklerin Han’ı olan Şeybanî’nin kesilen ve içi doldurularak gönderilen başını, İstanbul padişahı İkinci Bayezid aldı;1511 yılının Ocak ayı ortalarında. Şah İsmail ise kafasını kestirdiği, Kıpçak Türklerinin beyi ve Özbeklerin Han’ı olan Şeybanî’nin kafatasını altın ile kaplattırarak, içki kadehi olarak kullandı.
PRENSES HANZADE
Sultanımız Bâbür Han, Kunduz vilayetimize çeki düzen vermekle meşgul iken Şah İsmail’in bir elçisi geldi. Elçinin, Merv(5) savaşında Şah İsmail’e mağlup olan Şeybanî ’nin sevgili eşi ve karısı, Sultan Bâbür Han’ın da kız kardeşi olan Hanzade’yi beraberinde getirmesi dikkate şayandı. Sultanımız Bâbür Han, Şah İsmail’in bu hareketinin bir davet ve bir ittifak arama olduğunun farkında olsa da, kardeşleri arasında en çok sevdiği kardeşinin prenses Hanzade olmasından dolayı Şah İsmail’in bu davranışıyla çok duygulandı. Şah İsmail, Batı sınırlarının Osmanlı İmparatorluğunun baskısı altında olduğundan dolayı Turan ovaları ve Türkistan yaylalarının yardımı olmadan hâkimiyet kurması imkânsız olduğu için ittifak yapmaya mecburdu. Sultanımız Bâbür Han da çocukluğundan beri büyük bir tutku ile yandığı, bağlandığı ve aşkı ile kavrulduğu Semerkant’ı yönetme ihtirasının yanıltıcı cazibesi ile geçici ve sunî bir ittifak yaparak, fayda devşirmeye karar verdi.
Devam edecek
1- Şehit Kumandanımız Salih MİRZABEYOĞLU’NUN Üç Işık adlı eserinin 159. Sayfasında geçen “İslâm’da siyaset, ferasettir” hikmetli cümlesinden aplike edilmiştir.
2 – Bamyan, Kâbil’in 240 km batısındaki kentimizdir.
3 – Kunduz, Kâbil’in kuzeyinde Tacikistan sınırına yakın şehrimizdir.
4 – Çile- Aman şiiri / Necip Fazıl KISAKÜREK
5 – Merv, Türkmenistan’da bulunan bir şehrimizdir.
Burhan Halit KOŞAN