TİLKİ GÜNLÜĞÜ’NÜN İZİNDE: 19 MAYIS – ORHAN ŞAHİN KAYA
“Vâridât: Tahsin Bey’e Mektup
Tahsin Bey, senin köşen, son durağım… Mecbur oldum senin kapını çalmaya!
Kusura bakma ağabey, gerek yok adıma, adresime… Bugün benim gibi binlercesi, çaresiz, aynı çileler karşısında aynı hayatı yaşıyor. Asla zevk için değil, sadece geçim için… Başbakan Tansu Çiller, İnşallah bu kangrene de eğilirse, bizler gibi, bir yığın çaresiz, çile doldurmaktan kurtulur.
Evliydim… İki de 4 ve 6 yaşında evladım vardı. Kocam memurdu. İçmeden yapamıyordu. O, 38yaşındaydı… Ben ondan 10 yaş küçüğüm, 28’indeyim. Evde, mecburdum dul anneme de bakmaya… Çaresizdi, hâlsizdi… Kısaca yardıma muhtaçtı. İçkili kocam ikide bir, “atsana bu cadalozu, suratını gördüm mü çileden çıkıyorum” diyordu. Biraz karşı geldim mi, sille tokat veryansın, iki çocuğumun önünde, annemin önünde bana meydan dayağı atıyordu. Anneciğim de, yavrularım da, o kocam olacak rezil adam beni döverken ağlıyorlar, çırpınıyorlardı. Sonunda isyan ettim ve annemle anlaşıp evi terkettim… Haftası içinde ayyaş kocam da sır olmuş evden; çocuklarını da yüzüstü bırakıp yoklara karışmış. Ne yapabilirsim?.. Çalmadığım kapı kalmadı, ama cevap aynıydı: İş yok!.. Ve mecburen, gecelerin kadını oldum. Evi de boşaltıp başka bir eve taşındık… Gecekondu bir ev bu ama, komşu dedikodusundan uzak. Pis bir hayat sürüyorum, farkındayım ama, hergün dayak yemekten uzağım şimdi; tesellim işte bu… Gece kazancım, evime ve yavrularıma yetiyor. Kahroluyorum onları severken, yaşadığım, mecbur edildiğim hayata. Bugün İstanbul, benim gibi binlerce, çaresizlikten gece hayatı yaşayan kadınlarla dolup taşıyor. İçimizde 17 yaşında olan da var, 40 yaşında olan da… Aklınıza gelebilecek her köşe bucakta varız maalesef. Ben lise mezunuyum. İstanbul’un fuhuş yuvaları içinde adeta doktora yaptım… Kahroluyorum ama, evde iki yavrum ve annemin geçimleri, benim bu çirkin hayatımın sürüp gitmesine sebep oluyor. Söyleyin, nasıl kurtulayım bu bataktan?.. Sayın Başbakanımız bir kadındır, Erkeklere nazaran daha içli düşünür… Bizleri, gece hayatına çaresizlikten atılanları başka kim kurtarır; düşünemiyorum bile. “Çaresizim” diyerek bu girdapta ömür törpülüyoruz, hiçbir el uzanmıyor bizlere!.. Sayın Başbakanımızdan benim ricam şudur: Bir kadın, bir anne olarak, ilerideki plânlarına bizi de dâhil etsinler. Bu bataktan samimi olarak kurtulmak isteyen kadınlara sahip çıkacak, onlara iş gösterebilecek bir sosyal ünite oluşturulsun… İleride çocuklarımızın yüzüne nasıl bakacağız? Bizi bu kabustan lütfen kurtarınız.”
Hürriyet gazetesinin “Serbest Kürsü” sütûnuna gelen bu acıklı mektubu, kürsü yöneteni Tahsin Öztin şöyle bağlıyor:
— “İnşallah demekten başka sayın okuyucumun mektubuna ekleyecek kelime bulamıyorum İşte, büyük bir sosyal yara, müdahale bekliyor. Mektubu yetkililerin vicdanına havale ediyorum!”
Kumandan bu satırları aktardıktan sonra, kendisi şöyle bağlıyor:
“Vicdan?.. İşte onlarda hiç bulunmayan bir şey!..” (TG / 5, s: 335, 336, 337)
Tilki Günlüğü’nün bu bölümünü her okuduğumda, aklıma, Erdoğan’ın zamanında oy istemek için gece hayatı kadınlarını ziyareti gelir. O ziyaretlerinde kendilerini bu hayattan kurtarma sözü vermesi, onları bu hayattan kurtarabilecek olanların yalnızca kendileri olduğu…
Erdoğan bu sözleri vererek Belediye Başkanı oldu. Sona Başbakan derken Cumhurbaşkanı ve Başkan…
O günden bu güne ülkede gece hayatı kadınlarının sayısı arttı ve artmaya da devam etmekte.
Ülkedeki sosyal facialar gittikçe boyutlanıyor. Evlilikler yıkılıyor, boşanmalar artıyor. Erdoğan üç çocuktan bahsededursun, çekirdek aile bile dağılmakta; Türk ailesinde hane halkı sayısı her geçen gün azalırken (bir hanehalkı 18 yıl önce ortalama 4,50 kişiden oluşurken bu sayı geçen yıl 3,4 kişi olmuş), tek başına yaşayanların sayısı gittikçe artmış. 2018’de toplam hanehalkı sayısının 3 milyon 730 bin 505’ini tek kişilik haneler oluştururken yüzde olarak incelendiğinde tek kişilik hanehalklarının toplama oranı 2006’da yüzde 6,1 iken, bu oran 2018’de yüzde 16,1 olmuş.
Toplum hızla atomize olurken bu atomizasyona ahlâkî çöküntü de eşlik emekte.
Asıl konuşulması gereken bekâ sorunu budur.
Ülke işgâl edilse bile, sağlam bir aile ve toplum yapısıyla bu işgâl bertaraf edilebilir ama, aile ve toplum yapısı dağıldığında işgâle bile gerek kalmaz.
Evet, vicdan mı? O olsa böyle olunur muydu?
Faik IŞIK