ŞERİAT, ÜTOPYA VE DİSTOPYA

ŞERİAT, ÜTOPYA VE DİSTOPYA

Şeriatın düzeninin hâkim olduğu geçmiş İslâm toplumlarında bir yeryüzü cenneti hayali (ütopya) yeşermediği gibi bir yeryüzü cehennemi korkusu da (distopya) oluşmamıştır. Bu İslâm toplumlarında elbette kötülük vardı; ancak kötülük, kötülük olarak biliniyor, iyilik üstün bulunuyordu.

Kötülüğün arttığı, adalet hissinin zedelendiği çağlarda mehdi beklentisi oluşuyordu. Mehdi gelecek, kötülüğü ortadan kaldırarak bozulan adalet terazisinin yeniden tesis edecekti. Ama iyi ve kötünün ne olduğu hususunda yeni bir tartışma getirmeyecekti; iyi malûmdu, şeriat; kötü de…

Osmanlılar’da mehdilik iddiasında birçok kimse zuhur ettiyse de bunların arkasından çok az kimse gitti. En başarılı olmuş mehdi taslağı Şah İsmail’di; o da Batınî kültürün, yani yeni bir ideolojinin hâkimiyeti propaganda etmek bakımından farklı dinamiklere sahipti.

Kısacası Doğu toplumları ütopyalarını da distopyalarını da bizzat hayatın içinde buluyorlardı. Adalet bozulunca şeriat isteriz diyorlar, ümitleri azalınca mehdi beklentisine giriyorlar, yaşadıkları şeriat nizâmı mihengi dışında bir cennet ve cehhenem tasavvuru beslemiyorlardı.

Hâlbuki Batı toplumlarında iyi meçhuldü. İyi, ya çok uzak geçmişte, Roma devrinde kalmış, yahut düşmanların (Müslümanların) eline geçmiş bir nesneydi; muammaydı. Cervantes Batı’nın ilk ütopyalarından birini geliştirdi; meşhur Don Kişot’ta İslam toplumlarını iyi diye örnekleştirdi.

Uzak gelecek tasavvurunda bütün dünya edebiyatına açık bir üstünlüğü bulunan İngiliz edebiyatı daha farklı bir yol denedi. İlk defa Thomas More adlı İngiliz yazarı ütopya (iyi yer) diye bir kavram icad etti ve uzak gelecekte uzak bir yerde iyinin nasıl hâkim olabileceğini düşündü.

Onu bir başka İngiliz, Bacon’un ve bir Campanella adlı İtalyan’ın tasavvurları izledi. Ne var ki her şey edebiyat planında kalmadı. “İyi düzen”in ne olduğu tartışması felsefeden dine, siyasetten ticarete kadar her alana yayıldı. Bu tartışma sürdükçe Batı’yı hızla değiştirdi.

“İyi”, uzak gelecek olmaktan çıkıp gittikçe yaklaştı, gittikçe yaklaştı, ama o yaklaştıkça kötü de arttı ve gelecek tasavvurlarında yer edindi. İlk defa yine bir İngiliz John Stuart Mill, ütopya kavramının icadından 300 yıl sonra “distopya” (kötü yer) kavramını icad etti.

En büyük distopya yazarları yine İngilizlerden çıktı. Geleceğin korkunçluğu en çok onları korkuttu. Orwell’ın 1984’ü, Sovyet eleştirisi üzerinden Avrupa’nın yeryüzü cehenneminin çok uzak olmadığını söylüyordu. Huxley, Yeni Cesur Dünya’nın ikinci basımında, teknolojik çılgınlığın doğuracağı yeryüzü cehhenemini 26. Yüzyılda tasavvur etmenin bir hata olduğunu itiraf ediyordu. 20. Yüzyıl boyunca hemen hiç ütopya yazılmamasına rağmen onlarca distopya yazıldı. Batı, iyiyi ararken kötünün en kötüsünü insanlığın başına musallat etti.

Not: Burda ne anlattım ben? Hava cıva. Bakın şöyle diyeyim anlayacaksınız: Shakespeare’in aslı Şeyh Pir olduğu gibi Thomas More’un aslı da Hamza Mor’dur; Emre Mor’un uzak dedesi olur. Benden duyun. Keşke İngiliz galip gelseydi diyecektim ama doğru ya bu sene İspanyollar hacamat.

Selim GÜRSELGİL

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: