NECİP FAZIL’IN “AĞAÇ”I – Tuğrul ÇELİK
“Anladım işi, sanat, Allah’ı aramakmış
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.”
dediği üzere “gökyüzünden habersiz uçurtma uçurduğu 30 yıl”ın sonunda, Abdülhakim Arvasi ile tanışması sonrası “mutlak” olanı gören Necip Fazıl’ın sanat anlayışı da bu keşfe göre şekillenmiş.
Anadolucu-milliyetçilik, ruhçuluk, şahsiyetçilik, anti-komünizm (faşizm, liberalizm)… nasıl Necip Fazıl’ın “Çerçeve”sinde belirttiği gibi onu açacak “anahtar”larsa; daha çok sanat ve edebiyat hakkındaki fikirleri üzerinde temellenen Ağaç da, Büyük Doğu için böyledir denilebilir. Ağaç, sanat anlayışı ile bence Büyük Doğu’nun eşiği…
Ağaç bu “aramak” üzerine kurulmuş, 6 ay gibi kısa bir zaman dilimi içinde bu arayışı sürdürebilen ve bana göre bunu sürdürürken de tarz olarak vasatlığa, “ortalamaya” karşı konumlanan bir özellik taşıyor.
Burada Ağaç’ın Büyük Doğu öncesi politik özelliğinden çok -dergi zaten sanat ve edebiyat merkezliydi- “ortalama”ya karşı duruşuna bakmaya çalışıyorum.
Meselem, Büyük Doğu değil, Ağaç’ın “bir” özelliği…
“ADIMIZI AĞAÇ KOYUYORUZ…”
14 Mart 1936’da ilk sayısı yayımlanan Ağaç mecmuası, bu ilk sayıda “Adımız” başlığıyla kendisini tanıtır:
“[A]ğaç bize dünyaya geldiğimiz günden bugüne kadar içimizi dolduran anlama ve arama sıkıntısının dehşetli anatomisi halinde görünüyor. Gözlerimiz ona daldığı zaman, garip bir röntgen ışığı altında ruhumuzun bin bir kollu iskeletini görmüş gibi ürküyoruz. Sanki bu fevkalade şahsiyetin hendesesindeki nizamla, içinde Allah’ın sırları yatan ruhumuzun hasret çektiği nizam arasında gizli bir yol meydana çıkıyor.”
“ORTA MALI”NA REDDİYE
Ağaç’ı, “ruhun hasret çektiği nizama giden bir yol” olarak takdim eden Necip Fazıl, yine aynı sayıda okuyucuya da seslenir.
Ve bu sesleniş hiç de alışılmış değildir.
Derginin arka kapağına koyulan “Okuyucuya Mahrem Birkaç Söz” başlıklı yazıda, Ağaç’ın ne olmayacağını yahut okurun ne beklememesi gerektiği söylenir.
Derginin, daha ilk sayısında okuyucuya yönelik bu tarz bir “Merhaba”, bence vasatlığa karşı bir manifesto örneği olarak okunmalı:
“Her çıkan mecmuanın ilk garazı seni kazanmaktır. Seni kazanmak yolunda bak nelere başvurular. Evvela edebiyat, fikir, sanat diye peşin bir ihtiyaç kabul ederler.”
Bir sanat-edebiyat dergisinin daha çıkarken bunların “ihtiyaç” olarak fetişleştirilmesine tepkisi ilginç değil mi?
Bence Ağaç da edebiyatın ve sanatın elbette bir ihtiyaç olduğunu biliyor ve eleştirdiği yer bunun keyfiyeti noktasında:
“Sonra bu ihtiyacın en güzel, en yeni, en harikulade karşılıklarını sinelerinde toplayacaklarını müjdelerler. Bütün bu karşılıkların dümen tuttuğu birlik noktasını göstermek için de gayemiz, hedefimiz, idealimiz başlıkları altında yazılar yazarlar. Daha sonra okuyucuya yani sana dönerler ve mecmuanın her şeyden evvel senin keyfine, senin gayene hizmet edeceğini bildiriler. …
Bu orta malı bir metottur.”
Ağaç, baştan uyarır; bu “orta malı metot”u reddeder.
Ne yapacağı konusunda tek bir kelime bile etmeyeceğini, bunu okuyucunun kendisinin göreceğini söyler.
Ve asıl bombayı patlatır:
“Fakat bizim sana peşin olarak söylemeye mecbur olduğumuz tek bir söz var. Bu mecmua, senin isteğine, senin keyfine, senin gayene hizmet için çıkmıyor. İsteği, keyfi ve gayesi yüzü kadar meçhul ve sayısı kadar değişik olan senden evvel bizim bir isteğimiz, bizim bir keyfimiz, bizim bir gayemiz olacak. Eğer onlar üzerinde birleşirsek, Ağaç’ı kendi mecmuan bil.”
Bu bakış, Ağaç’ı, ister istemez “gayesi ve yüzü meçhul olandan”, ortalama olandan, vasat olandan, “idare eder”den ayıracaktır.
Ağaç, popülizme de baştan kapılarını kapatmayı seçmiş bu girişiyle…
MANZARALAR, TENKİTLER, YAĞMURLAR
Ağaç ve okuyucusu “ortamın çoraklığı hakikatinde” beraber olacaklardır. Suç kimdedir, yazıcıda mı, okuyucuda mı? Ağaç, bu sorunun cevabı verildiğinde ya kendisinin ya da okurun olmayacağını söyler ve okuyucuya sözünü burada keser.
Necip Fazıl, elbette Ağaç’ın büyük bir bölümüdür. Ağaç’ı o sırtlar.
17 sayı boyunca yazdıklarıyla “çorak ortam”ı tahlil eden yazılar kaleme alır.
Bunlar “Manzaralar”dır.
Orta çağ’dan Tanzimat’a, Tanzimat’tan Cihan Harbi’ne, Cihan Harbinden bugüne kadar Türk sanatkâr ve entelektüelini tahlil eder.
Yazı dizisinin son bölümü “Beklenen Sanatkâr”dır.
Bir yıl sonra yazacağı “Bir Adam Yaratmak”ın, “Manzaralar”dan süzülüp geldiği de kuvvetle muhtemeldir.
Tenkit, Ağaç’ın en temel vasfıdır. Överken bile tenkit eder Necip Fazıl.
Dergide çıkan hikâyelerin üstünde takriz/övgü yazar.
Mesela Sabahattin Ali’nin “Kafa Kâadı” hikâyesinden hemen önce, üstte “Bugün Türk hikâyesi diye bir şey var mıdır?” diye sorar.
Ağaç’ta hikâyeleri yayımlanan bir başka yazar da Adalı’dır. Yani Sait Faik. Necip Fazıl’la araları “hikâyelerine müdahale etmesi” üzerine bozulacaktır sonra. Belli ki Necip Fazıl, Sait Faik’te bile bir “estetik” eksiklik bulmuş, kim bilir?
“Yazıcılar” listesi, Ağaç’ın niteliği konusunda da fikir verir.
O dönem çıkan bir Antoloji üzerine, daha ilk sayıda, fırsatı kaçırmaz Necip Fazıl.
Matbuat Müdürlüğü 1908 sonrası Türk Edebiyatı ile ilgili Fransızca bir antoloji yayımlar. Antoloji çıkar çıkmaz hemen “benim eserim niye yok, seninki niye var? kavgası başlamıştır. “Yok hatır işidir, yok adam kayırmadır” gider…
Necip Fazıl ise “Ne oluyor?” der. “Alınmayanlar da alınsaydı mesele çözüme kavuşacak mıydı?” diye sorar. En nihayetinde bu bir tanıtım kitabıdır. Propaganda aracı da denilebilir. Türk muharririnin, “kıymetini” Fransızca bir propaganda eserinden beklemesinin ayıpların en büyüğü olduğunu söyler.
“Kendi dilinde ve havasında bir mizan kurulmadan”, “kendi muhasebesini yapmadan”, zayıf bir iş, daha zayıf bir karakterde dışarı vurulmuştur ona göre.
“Zavallı Türk edebiyatı, diplomatik bir valiz içine gömülmek” istenmektedir.
Kendisi yeni çıkan bir mecmua olarak Ağaç, “mecmua yağıyor” diyerek tehlikeli bir üslup da seçer ki bunu da bence “radikal” vasat karşıtlığıyla açıklayabiliriz.
FİLDİŞİ KULENİN GEREKLİLİĞİ VE ENTELEKTÜELLER
“Fildişi Kule”, aydının “Fildişi Kule”de oturmasının genel olarak olumsuz bir anlamı vardır.
Necip Fazıl ise Ağaç’ın 3. sayısında fildişi kulenin gerekliliğinden bahseder. Bana göre, Necip Fazıl’ın konu edindiği “Fildişi Kule”, en sonunda yıkmak için var!
En nihayetinde vasatın hâkim olmadığı yerde, fildişi kule yükselebilir mi?
Fildişi kule, “büyük çapta insan” ile “maskarasını” ayıran esaslı bir çizgidir ona göre.
Başlangıçtaki radikal “merhaba” deme tarzı gibi, kullanılan bu tabir de, olumsuz mânâsıyla elit bir söylem gibi görünmekle birlikte, Necip Fazıl’ın fikir dünyasında da karşılığı olan bir kullanımdır.
Nihayetinde “Hayat, ilk sebep ile ilk hamlenin fildişi kuleyi yırtması ve gömleğini sıyırması hadisesidir” ona göre. Hayat hamle, hareket ve aksiyonsuz düşünülemez.
Ağaç’ın mottosu da “Sanat-Fikir-Aksiyon”dur.
Bunu “Aksiyon ve Entelektüel”de ana meselesi yapar. Edebiyat dünyasının darmadağın, hareketsiz halini işler. (Sayı 4)
“Sağ ve Sol”da illa iki kutuptan birini tercih zorunluluğunu eleştirir (sayı 15); bir sonraki sayıda yayımlanan “İleri ve Geri”de ise diyalektik bir bakışla “geriye gider göründüğü halde ileriye; ileriye gider göründüğü halde aslında geriye giden” yollar olduğunu yazar. (sayı 16)
AHLÂK VE VASAT
Ağaç’ın 12. sayısında yayımlanan “Ahlakımız”, bence Türk fikir hayatında vasatın köklerini işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir.
Ahlâkı ve fikri birbirinden ayırmaz Necip Fazıl, ona göre “Ahlak zaafının tarihi, fikir tarihinden az sonra başlamıştır.”
- ve 14. sayıda, “Ahlâkımız Üzerine Çizgiler” çeker.
“Karşımıza biri çıkar. Bir fikri vardır. Bir şeyler söyleyecektir. Belki en kötüsü, belki en iyisi. Onu dinleyip ondan bir şeyler ümit etmeyi aptallık biliriz.”
Vasat ortam, her şeyi bilmek, en iyisini bilmek üzerine kurulmaz mı zaten?
En güzeli zaten söylenmiş, söyleyeni de bellidir vasatlıkta. İlla bir şeyler söylenecekse, onu da söyleyecek bellidir.
Kıskançlık, “yüzümüzdeki peçesiz cüzzam”dır der. Küçük hesapçılık bu kadar ortada ve kendini gizleme gereği bile duymaz demek mi istiyor acaba?
Dalkavukluk üzerine söylediği ise yıllar geçse de değişmemiştir. “Dalkavukluk, Şark’a ait eski bir sanattır” der. Bugünün dalkavukları ise sadece eskisinden daha kabadır o kadar!
Necip Fazıl’ın tanımladığı softa tipinin en önemli özelliği ise “düşünmekten korkmasıdır.”
Düşünceye ve düşünene düşmanlık, Ağaç’ın vesilesiyle bunu düşünmeye de fırsat sunuyor.
Zaten en iyisi düşünülmüş değil midir “ortalama”nın egemenliğinde?
Vasat ortamda 41. fikre, söze tahammül yoktur.
Vasati 40 çöp neyimize yetmiyor?
“AĞAÇ TUTMADI”
Ağaç’ın son sayısında Necip Fazıl, “ağacımız bugüne kadar topraksız, yani okuyucusuz yaşamak, yahut saksı içinde boy atmak mucizesini göstermiştir.” diyor.
Belli ki sorunun cevabı verilmişti. Ya okuyucu ya Ağaç yok olacaktı ya… Yok olan Ağaç değil, okuyucu, entelektüel, aydın vs.’dir. Onlar utansındır. Çünkü o, Ağaç’tan önce de olduğu gibi, Ağaç’tan sonra da vardır.
Ağaç’ın yayımlandığı dönemde, iktidara muhalefet düşünce itibariyle olsa da, belli sebeplerden gün yüzüne çıkma gücünden yoksundu. İktidarın himayesinde yahut onun çizgisinde yayın yapan hatırı sayılır örnekler vardı. Bu yelpazede Ağaç için, tarz olarak vasatın bir şekilde dışında konumlanma çabasında olmuş bir dergi denilebilir bence.
Şahsına münhasır bir vasat avcısı…
Mevcut olana, ortalamaya, okuruna karşı alışılageldik olanın dışında bir yol izleyen Ağaç, bir anlamda “beklenmeyen” bir hamle olarak da değerlendirilmeli.
Ağaç, doğrudan iktidar muhalifi bir yayın değildi. Ama ileride buna yapacak olana bir “giriş”ti.
Neticede Ağaç, Necip Fazıl’ın deyimiyle “tutmadı.” Ama vasata karşı gök kubbede bir sada oldu.
https://www.facebook.com/tc.tugrulcelik/posts/2443582665731331