AMERİKA DOST MU, DÜŞMAN MI? – AdımlarTv

AMERİKA DOST MU, DÜŞMAN MI? – AdımlarTv

AdımlarTv‘nin “Haftaya Bakış” programının bu haftaki bölümünde “Amerika dost mu, düşman mı?” sorusuna, Suriye’nin Kuzeyi’nde gündeme getirilen “tampon bölge” – “güvenli bölge” etrafında cevaplar veriliyor…

Her ne kadar “dış politika” etrafında gündeme getirilse de, 75 yıldır Anadolu’nun en ücra köşesine ve Anadolulunun Din, Vatan, Millet anlayışıyla birlikte “hayat tarzına” kadar hedef almadığı hiçbirşey bırakmayan Amerikan saldırganlığının; BOP Projesi etrafında “Suriye’nin parçalanması” sürecindeki dayatma ve oyalamalarını gündeme taşıyan programı ilgiyle izleyeceğinizi umuyoruz.

AdımlarTv’yi aşağıdaki linklerden takip edebilirsiniz:
– YouTube: https://www.youtube.com/channel/UCLJp7fXEG0LMAi7QuNKwO_Q?view_as=subscriber
– Tweeter: https://twitter.com/adimlartv
– Facebook: https://www.facebook.com/AdimlarTv
– Instagram: https://www.instagram.com/adimlartv/

ADIMLAR Dergisi

 

 

Selâm size!

Bu hafta günübirlik hadiseleri aşan çapta temel bir mesele ile ilgili ve ilkeler etrafında konuşalım:

Siyasette “esas düşman”ın doğru tesbiti, doğru siyasetin ortaya konulabilmesinin ilk şartıdır…

Şartların fikre nisbetle doğru değerlendirilmesi ve durum tesbitiyle, dost ve düşman kutuplar tekrar gözden geçirilebilir…

Siyasette “esas düşman” , “esas saldırı”nın faili olarak tesbit edilir… Esas saldırının geldiği noktayı tesbit etmek…

Bölgemizde ve Türkiye’de esas saldırının geldiği yer neresi?

Elbette Batı!..

Anadolu açısından baktığınız zaman, Anadolu’nun tarih boyunca düşmanları Doğulu veya Batılı diyebileceğimiz emperyalist güçler olagelmiştir… Dün İngiltere, Rusya, bugün Amerika ve belki yarın Çin olabilir… Batı saldırganlığı karşısında Anadolu, topyekûn Doğu adına direnişi Osmanlı’ya kadar sergilemiştir.

Daha sonra bu Doğulu ve Batılı emperyalistler, topraklarımızda devşirdikleri işbirlikçilerle bir olup Osmanlı’yı yıkmışlar ve Cumhuriyet ile birlikte bir türlü ideâl bir Fikir etrafında “tam bağımsız” politikalar yürütülememiştir.

Temel soru şu: Türkiye’nin Esas Düşmanı kim?!.

Hükümet, ne olduğunu beyan ediyor?.. PKK!

Türkiye’yi bölüp, parçalamak isteyen kimse, esas düşman da odur!

Ankara hükümeti açısından durum böyle… Esas düşman: YPG-PKK

Peki Esas Düşman’ın “stratejik ortak”ı veya Esas Düşmanının neredeyse bir devlet hâline gelebilmesi için stratejik ve taktik düzeyde destekleyen bir güç –Amerika!-, senin nasıl “stratejik müttefik”in oluyor?

Resmi ağızlardan söylenegelen sitemkâr ve küskün sözler bir yana, bunun izahı yapılmış değil…

“Düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi, “düşmanımın dostu, benim de dostum”dur şekline mi dönüştü?

Suriye’nin Kuzeyi’nde “YPG’ye karşı güvenlik koridoru oluşturuyoruz” deyip, hem de YPG’yi güçlendiren ve hem de onun uluslarası hâmiliğini üstlenip meşrulaştırmaya çalışan Amerika ile birlikte bunu yapacağız demek başka ne mânâya gelmektedir ki?

Peki bu durum “baş düşman”  YPG’nin aleyhine mi, lehine mi?

Bugüne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Amerika ve YPG’nin baş düşmanı Arap Direnişi’ne karşı sahaya sürenler, “bir gece ansızın gelebiliriz” deyip deyip “Amerika’nın ricâsı üzerine” bunu sürekli erteleyenler, iktidar yanlısı ve muhalif birçok yazarın ifâde ettiği üzere, tam da YPG-PKK’nın talep ettiği şartlarda gerçekleşen -adına ne derseniz deyin- “tampon bölge”, “güvenlikli bölge”, “barış koridoru” kurulması ile “bekâ sorunu” hâline getirilen YPG tehdidini sona erdirmiş mi olacaklar?

Daha bugün ortaya çıktı ki, söz konusu “güvenlikli bölge” üzerinde Türk Ordusu’na ait uçaklar uçamayacak!..

Neler oluyor?!.

91 Irak Saldırısı’yla Irak’ın Kuzeyi’nde neler olduysa, bugün Suriye’nin Kuzeyi’nde neredeyse birebir aynısı oluyor…

Tarih birebir tekerrür etmez ancak, geçmişte seleflerinin yanlışlarını görmezden gelen insanların hataları karşısında, düşman, neredeyse birebir aynı şablonu uygulamayı da ihmâl etmez

“Saddam’ın zulmünden kaçan göçmenler”den “Esed’in zulmünden kaçan göçmenler”e; bölücü Etnik Kürtçü Talabani-Barzani’ye saha açmak için oluşturulan “çekiç güç”ten, bölücü-etnik Kürtçü YPG/PKK’nın güvenliği ve büyümesi için oluşturulan “tampon bölge”ye; Irak’ın Kuzeyi’ni “Kuzey Irak”, Suriye’nin Kuzeyi’ni “Kuzey Suriye” hâline getirerek komşu topraklarımızın bölünüp parçalanmasına kadar, neredeyse birebir tekerrür eden bir “ihanet tarihi”!

Karşısında “esas düşman” kabul ettiği bir güce karşı harekete geçmeye niyetli olan bir gücün, düşmanla arasına “tampon bölge” kurulmasını talep etmesindeki abeslik, saçmalık ve korkaklık kabul edilemez!

Erdoğan’dan, Çavuşoğlu’na, Hulusi Akar’dan Pelikancı trollere kadar hemen herkesin dilinden çıkan “Amerika bizi oyalıyor!” tesbitini yapmak, bugün yapılması gerekeni yapmayıp, düşmanın yarın için hazırlık yaptığı şartlara ötelediğiniz gerçeğini değiştirmiyor. “Amerika bizi oyalıyor” diye diye oyalanıyoruz…

Hükümete yakın yazarların da uyardığı gerçek şu: “Tampon bölge”yi Amerika-YPG plânları doğrultusunda kendi ellerimizle kuruyoruz… Bugüne kadar YPG tarafından “tampon bölge” ile ilgili bir itiraz gelmemesi bunun açık bir göstergesi… Böylece söz konusu “bölge” Türkiye’nin öngördüğü bir “güvenli bölge” olmaktan ziyade, YPG’nin öngördüğü bir “tampon bölge” olmuş oluyor.

Üstelik “mutabakat” ile ilgili detayların milletimize açık bir şekilde yansıtılmadığı, daha çok Amerikan basınından ve PKK/YPG’ye yakın kaynaklardan bu bilgilerin geldiği düşünülünce…

Ve, geçtiğimiz gün açıklama yapan Amerikan Başkanı’nın, “bundan sonra IŞİD ile mücâdeleyi Rusya ve Türkiye’ye devredeceğiz” deyip, senin düşmanın YPG’den hiç bahsetmediği düşünülünce…

Hatırlanacağı gibi, 29 Temmuz’da ABD’nin yeni Savunma Bakanı Mark Esper’i telefonla arayan Hulusi Akar, Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre, yerinde ve haklı beklentilerimizi şöyle vurgulamış: “ABD ile ortak bir noktada buluşulmaması durumunda güvenli bölgeyi Türkiye’nin tek başına oluşturacağını… YPG/PKK’nın tüm silahlarının toplanması… Terör örgütünün güvenli bölgeden tamamen çıkarılması… Güvenli bölgenin 30-40 kilometre derinliğinde olması… YPG/PKK’nın bölgede yaptığı tüm tünel, mevzi ve tahkimatların imha edilmesi… Güvenli bölgenin ABD ile koordineli bir şekilde Türkiye tarafından kontrol edilmesi kriterlerine göre oluşturulması…”

Buna karşın Amerika’dan ne yanıt gelmişti?

Trump‘ın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, YPG/PKK’nın IŞİD’e karşı savaştığını savunup, “Bizimle birlikte savaşanların zarar görmemesi, herhangi bir tarafın saldırısına hedef olmaması sözüne bağlıyız. Başkan da bunu açıkça söyledi.”

Başkanları 14 Ocak’ta ne demişti, hatırlarsınız:

“Eğer Türkiye Kürtleri vurursa, Türkiye’yi ekonomik yönden mahvederiz.”

Ve ABD, çoğunluğunu YPG/PKK’lıların oluşturduğu “Suriye Demokratik Güçleri”ne 300 TIR’lık yeni silah-lojistik destek sevkiyatı gerçekleştirmişti.

Erdoğan’ın 4 Ağustos’ta “Biz Afrin’e girdik, Cerablus’a da girdik, biz El Bab’a da girdik. Şimdi de Fırat’ın doğusuna gireceğiz. Biz bunu Rusya’yla da paylaştık, Amerika’yla da paylaştık. Çünkü oralardan bize bu taciz atışları devam ettikçe bizim sessiz kalmamız mümkün değildir” sözlerine Amerikalılardan gelen cevap neydi?

Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus, “Suriye’nin kuzeyinde planlanan bu tür tek taraflı askeri eylemler, özellikle ABD’li askerlerin harekat bölgesinin yakınında bulunma olasılığı, ABD’nin ve yerel Suriyeli partnerlerin IŞİD karşıtı operasyonlarının sürmesi nedeniyle ciddi endişe yaratıyor. Bu tür eylemleri kabul edilemez buluyoruz!”  

Ve Amerikan Savunma Bakanı Mark Esper, “ABD, Türkiye ve “Suriye Demokratik Güçleri”nin paylaştığı ortak çıkarları bozacak tek yanlı harekatları engelleyeceklerini” söyledi.

Bütün mesele de işte bu ifâdelerde:

Amerika açısından Türkiye ve PKK bir ve ortak hedefleri olan müttefik!

Ortak hedef ve düşman da Amerika’nın düşmanları!

Konuyla ilgili ay başındaki YAŞ kararları ile emekli edilen Müşterek Özel Görev Kuvvet Komutanı E. Tuğgeneral Erdal Şener‘in, Cumhuriyet gazetesine yaptığı açıklamalar aydınlatıcı olacaktır:

Türkiye’nin, Fırat’ın doğusuna yönelik operasyon için ABD ile 1 yıldır görüştüğünü ifâde eden Şener’in değerlendirmeleri özetle şöyle:

“Amerika, PKK/PYD’ye 10-15 bin TIR silah, mühimmat ve askeri malzeme verdi. Onları orada bir ordu haline getirdi. Hem bizimle görüşüp, hem PKK/PYD’yi güçlendirdi. Bizimkiler ise ‘Askeri güçle ele geçirir, kendi kuyruğumuzu kendimiz keseriz’ diyerek bölgeye Türkiye tarafından 5-10 komando tugayı yığıldı. Karşı tarafa da ‘Ben hazırım’ mesajı verildi. Aralık ayından bu yana da yığınak yapıldı. Bu arada görüşmeler sürerken önceki gün güvenli bölge anlaşması yapıldı. Bu açıklamadan Türkiye’nin askeri harekât yapmasına izin verilmediğini anlıyoruz. Kamuoyunun tansiyonunu düşürmek için de böyle bir açıklama yapıldı. Askeri güç kullanmaya ABD müsede etmedi, çünkü orada PKK/PYD üzerinden yürüttüğü varlığının yok edilmesini göze alamaz…   Türkiye’nin orada askeri operasyon yapma yetkisi yok. Oyalama taktiği ile karargâh kurup, iş yapıyormuş gibi davranacaklar. Bu anlaşma Türkiye’nin değil, ABD’nin çıkarına oldu. Bekle gör politikası uygulanacak. Ortak harekât ve devriyeden bahsediliyor. Ben Fırat’ın batısında PKK/PYD’nin elinde tek olan Münbiç’te Amerikalılarla devriye yaptım. Bir gün Münbiç’e girmedik. Dostlar alışverişte görsün devriyesi oldu. Şimdi 30-40 km. derinlikten bahsediliyor. Tamamen hayal. O bölgeye Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı gibi müdahale olmadan PKK/PYD’yi söküp atamazsın. PKK/PYD’ye ve Kürt devletine yol açılmıştır… Mevcut dış politika ve basiretsiz adamların bilinçaltındaki düşüncelerle bu işlerin düzelmesi zor.”

Bu süreçte Erdoğan “Bir yerlerden izin almamıza ihtiyacımız yok” derken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şunları söylüyordu:

“Daha önce Sayın Cumhurbaşkanımızın harekât ile ilgili talimatı vardı. Trump’ın ricası üzerine biz bu harekâtı durdurduk. Son zamanlarda sınırımızın öbür tarafında Türkiye’den giden PKK’lıların da olduğunu görüyoruz ve bu terör örgütleri sürekli kendilerini güçlendiriyor, Amerikalılar da silah veriyor. O nedenle bize yönelik tehdit artıyor ve bu tehdit artınca, süreç uzayınca tabii ki, harekât konusunda bir hazırlığımız oldu. Ve o zaman işte Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, yine Pompeo bizlerden rica ettiler, ‘Ekiplerimizi gönderiyoruz, o zamana kadar harekâtı başlatmayın’… Ama bir an önce artık bu güvenli bölge ile ilgili bir mutabakata varmamız lazım, çünkü bizim sabrımız kalmadı.”

Erdoğan, Çavuşoğlu, Akar Ankara’da Amerikalılarla görüşürken, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral Kenneth McKenzie Suriye’de YPGPKK ile buluşup: “Türkiye’nin, Fırat’ın doğusuna operasyonunu engellemek için her şeyi yaptıklarını ve YPG ile çalışmayı sürdüreceklerini”  söylüyordu.

Neticede; “Düşmanına saldırma bağımsızlığı” olmayan bir Devlet’in bağımsızlığından söz edilemez.

YPG-PKK ile arasına Amerika’yı sokanlar ve ahlâksız trolleri, yarın millete dönüp “stratejik müttefikimiz Amerika gibi bir süper güçle mi savaşacağız?!” yüzsüzlüğünü de yaparlar kuşkusuz.

***

“Siyasette “esas düşman”ın doğru tesbiti, doğru siyasetin ortaya konulabilmesinin ilk şartıdır” demiştik…

Siyasette “esas düşman”ın , “esas saldırı”nın faili olarak tesbit edildiğini vurgulamıştık.

Şimdi tekrar ilkeler etrafında soralım:

Ne tarih, ne inanış, ne kültür ve ne de milli hiçbir ortak yönümüz olmayan Amerika “müttefik” olunabilecek bir düşman mı?

İttifakların karşılıklı ve ortak fayda esası üzerine binâ edildiği gerçeğiyle bakıldığında, uluslararası Düzen’i tek taraflı elinde bulunduran, en azından bunun mücâdelesini veren Amerika ile müttefikliği geçtik, “Stratejik (her şeyiyle bağlı) bir müttefiklik” ilişkisi iddiasının mânâsı nedir?

Siyasette “müttefik olmak” ile “kukla” olmak arasında da fark var… Adına ister “müttefik”, ister “stratejik müttefik” ve isterse “koalisyon” deyin, eğer, sizin de oturduğunuz o masada aleyhinize kararlar alınıp uygulamaya geçirilebiliyor ve süreç böyle yürütülüyorsa, aslında siz, masada oturduğunuz hayâlleri ile odada bulunup stratejik düşmanınıza çay-kahve ikramı yapan bir hizmetçi olmaktan öteye geçememişsiniz demektir… Yok eğer bundan memnun-mesut dışarıya “bak bende odada görüşmelere katılıyorum” edasını takınıyorsanız, ikiyüzlü bir ahlâksız; topraklarınız aleyhine kararlar alınıp uygulanan odada gönüllü olarak faaliyet yürütüyorsanız tartışmasız işbirlikçisinizdir…

Eğer Amerika’yı “müttefik” olunabilecek bir “düşman”  görüyorsanız, müttefikliğin “ortak düşman”a karşı söz konusu olduğu şartlarda, Amerika ve Türkiye, hangi düşmanlıkta müttefik olabilir? Amerika’nın bölgede desteklediği YPG’ye karşı mı?

Hem bu coğrafyada yaşayıp hem de Amerika’ya “stratejik dost” diyebilenlerin geleceği olmadığı topraklar adına ifâde edelim ki;

Bölgemizdeki bütün kötülüklerin kaynağı Amerika ve İsrail, bölgemizin bütün Devlet, millet, yapı ve örgütlerin ESAS ve STRATEJİK DÜŞMAN’ıdır ve öyle muamele görmeleri gerekmektedir.

Herkesin, istisnâsız Anadolu insanının tamamının düşman bildiği, en azından hissettiği ve bundan fazla olarak 18. Yılını dolduran iktidar mensuplarının uğradığı muameleler ve kurduğu ilişkilerle çok daha canlı olarak düşmanlığını bildiği Amerika’yı “dost ve müttefik” bilmenin abesliğini biliyor, fakat bir şey yapmıyoruz!

Neticede;

Defalarca ifâde ettiğimiz üzere, Ankara’nın artık içinden çıkamayacağı noktalara getirdiği şu “oyalamacı taktikler”den, “oyalamacı siyaset” anlayışından vazgeçmesi elzemdir!

Hem insanımızın, hem ülkemizin temel meselelerini kavrayıcı bir FİKİR Sistemi bütünlüğü içerisinde bu meselelerin en başta İktidar tarafından ele alması gerekmekte… İktidarın sorumluluğu budur!

Bugün Amerika ne 20 yıl önceki Amerika, ne Rusya 20 yıl önceki Rusya, ne de Türkiye 20 yıl önceki Türkiye…

Tamam, siz kendi zaviyenizden “Amerika ile başa çıkma”nın zorluğunu yaşıyor olabilirsiniz… “Amerika’ya açık ve cepheden karşı gelemiyor” olabilirsiniz… Bir noktada “Amerika’ya karşı siyaset yürütmekte samimi olduğunuz”u kabul ederek mevcut duruma baktığımız zaman, Sayın merhum Salih Mirzabeyoğlu’nun 2014 yılında verdiği Konferans’ındaki sözlerini hatırlatmak icâb ediyor:

“Şimdi burada şu şu şu devletin şeyi var da bizde niye yok?… İşte evrensel ilkeler falan, iyi tatlım da evrensel ilkelerin içine bunlar niye girmedi? Öyle değil mi?… Şimdi bu evrensel ilkeler palavrasını da bir tarafa bırakalım, “evrensel ilkeler” falan diye bir şey yok, burada hâkim olanın koymuş̧ olduğu kurallar var! Uyarsan uyarsın, uymazsan uydururlar! Bu kuralların mânâsı da budur. Meselâ ben bunları “Başyücelik Devleti”nde de yazdım; demokrasi diye zorlama diyorum… Ya adam dünyanın öbür ucundan tanklarıyla uçaklarıyla geliyor, bu adamı demokrat yapacak… Şimdi, “Yeni Dünya Düzeni” kurulacaksa, biz de diyoruz ki buradan baslasın…

Şimdi bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Burada kimseyi incitmek niyetinde değiliz. Bir de, biz burada “palavradan bir efelik” yapıyormuş̧ gibi de olmak da istemeyiz. (…)

Şimdi söylediklerimizi nereye koyalım? (Salonun üst kısmında olan dinleyicileri ışıklardan dolayı göremediği için “biraz da yukarıdaki arkadaşları görmek istiyorum ama” diyor). Şimdi reel politika diye bir şey var, bunu kabul ediyoruz. Meselâ şunu şöyle yapsan, şuradan ambargo koyarlar, ambargo koyarlarsa, bilmem neyi bilmem ne yaparlar, bunu böyle yaparlarsa şuradan şu olur filan… Şimdi burada palavradan ona karşı çıkalım, buna karşı çıkalım falan gibi ucuz şeyler falan, bunu söylemiyorum ben… Ama şunu söylüyorum ben, (…) burada bulunanlar aynı zamanda bu işi burada bulunanlarla yapabilecekler, öyle değil mi?.. Dolayısıyla, burada bulunanlar politik olarak şunlar bunları söylerken, bu işleri konuşanlara da fazla müdahil olmamaları lâzım, anlatabiliyor muyum?.. Neticede bir yönüyle “lider neyse toplum odur”, bir taraftan da “hâlinize göre idare edileceksiniz.” Toplum ne olursa, lider de o olur. Yâni toplum olmadan liderin yapacağı bir şey yoktur, lider olmadan da toplumun yapacağı bir şey yoktur.”)

Ülkenin ve insanımızın ve hattâ bölgemizin selâmeti adına tek ve gerçek teklifi ortaya koyan ve bunun dışında “idare eden zümre”nin muhtemel politik mazeretlerini de dile getirerek pratik çözüm yolunu sunan Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun sözleri ortada durmaktadır.

Buna karşın, birleşmemize ve bütünleşmemize engel olacak şekilde hâlen ülke içinde kesimler arasındaki ayrılıkları kaşımak, saldırının kaynağı –Batı!- belliyken ülke içinde menfaatçi-yalaka-çapulcu çeteleri organize edip “itibar suikastlığı”, “iman cellatlığı” yapmak, “iç savaş” laflarıyla kendi insanına tehditler savurmak –en hafif ifâdeyle!- büyük bir hatâdır.

2002’den beri BOP Eşbaşkanlığı çatısı altında yapılagelen hatâlar, artık yapılmamalı!

Eğer çıkış arıyorsan, gerçek mânâda hem ideolojik, hem siyâsî, hem askerî ve hem de ekonomik mânâda Batı ile mücadele edebilecek kadroların yetişmesine zemin hazırlayacaksın! Yanlış politikalar her taraftan bütünüyle kuşatıldığımız bu süreçte yaşayacağımız aşikâr olan Kurtuluş Savaşı’nı verecek Anadolu insanına “bana muhalif” diye engel olmayacaksın.

Anadolu’nun tarihî misyonunu, Batı Saldırganlığı’nın istismarına açmanın bütün olumsuz neticelerini bertaraf edecek bir Kadro yetiştirilmesi gereklidir.

Fakat 17 sene içinde gördük ki, böyle bir kadro çıkmadı ve mevcut potansiyel harcandı…

Dolayısıyla ilk ele alınması gereken “bekâ sorunu” o, bu, şu değil; “Kadro Sorunu”dur!

Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, Cumhuriyet’ten günümüze Türkiye’nin en önemli zaafı sistemli bir Fikir’e nisbetle yetişmiş “kadro”sunun bulunmamasıdır.

Geçmişten bugüne, iç ve dış politikalarımızın bağımsızlığını etkileyen en önemli gündemimiz olan Esas Düşman Amerika ve bölgemizdeki işbirlikçilerini kabaca ele aldık… 

Konuyla ilgili derinliğine ve genişliğine düşüncelerimizi Adımlar Dergisi’nin internet sayfalarından (www.adimlardergisi.com) ulaşabilirsiniz…

***

Bu hafta bizim için kayda değer üzücü bir gelişme yaşadık…

Gönüldaşımız Eyüp Kazan’ın annesi Gülfidan Kazan vefat etti… Merhûme Gülfidan teyzemize Allah’tan rahmet dilerken, gönüldaşımıza, kederli ailesine ve yakınlarına sabır diliyoruz.

Mekânı cennet olsun…

***

Sizleri, gönüldaşımız Nihan Öztürk’ün Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne ithâfen yazdığı “EL” şiirine yaptığı beste ile vedâ ediyoruz…

Tekrar görüşmek üzere.

ADIMLARTv / Haftaya Bakış / Hazırlayan ve sunan: Aydın Alkan

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: