DUYGULARIN TEFEKKÜRÜ VE MURAKABE – 1

DUYGULARIN TEFEKKÜRÜ VE MURAKABE – 1

HER HADİS HAZİNEDİR; TEFSİR ANAHTARIDIR.

“Ben, üstün ahlâkı tamamlamak için gönderildim!” buyuran Allah Resûlü’ne selâm, saygı ve hürmetlerimi arz ederim. Allah’ın rahmeti, efendimizin şefaati, bu hadisin, “Bütün güzel duyguların kul planında “Mutlak eksiksizlik” olarak Allah Resûlü’nde hazineleştiğinin delilidir” (*) tefsirini yapan Salih MİRZABEYOĞLU ile olsun.

Bu kısa girizgâh ile maksadımı ifşa, niyetimi çırılçıplak beyan etsem de halife insanın parmakla gösterilecek kadar az, sosyal insan sayısının ise aşırı fazla olduğu cüzamlı bir çağda yaşadığımızı da hatırlamak isterim. Evet, halife insana itibar suikastlarının tertiplendiği ve canına kast edildiği bu cüzzamlı çağda, sosyal insanların duygularını da kâh klasik, kâh modern yöntemlerle yozlaştıran ve çirkefleştiren ahlâk fukarası burjuva çetelerinin olduğunu bilmeliyiz. Ahlâk fukarası burjuva çetelerini de parya rejimin desteklediğini, alkışladığını ve yücelttiğini bir kenara not edelim. Batı ve batılın bitpazarı ürünlerini yeni bir dinin ayetleri imiş gibi “Kişisel Gelişim” adı altında pazarlayan vatan haini alçaklara karşı, mürekkebi zayıf kırık kalemim, kekiği ve tuzu noksan cümlelerime rağmen harflerin peygamberi MİM ardında yürüyerek, taarruz edelim.

İNSAN, DUYGULAR DENİZİNDE YÜZER.

Takdir edersiniz ki doğa ve doğallık insan hürriyetinin lehinedir. Allah tarafından halife tayin edilen aziz insan, düşünce, tefekkür ve murakabe pencerelerine haiz olmakla birlikte bütün insanlar da hemen hemen aynı duyguları yaşar ve birbirine benzer hassasiyetler taşır. Elini bıçak kesen bir insan, ister kudretli bir sultan olsun, ister sıradan bir yurttaş olsun, aynı acıyı yaşar. Bir demet gülü koklayan, ister zenci, ister beyaz, aynı güzel hazzı yaşar ve birbirine benzeyen güzel yarınların hülyasına dalar. Bu meyanda insanların ruh dünyasında var olan duygu cevherleri de müşterektir. İnsan, kendisi ile beraber bütün insanlarda da var olan ham-rafine edilmemiş duygu cevherlerini, manevi bir disipline tabi tutmadığı takdirde, parametresi olmayan duyguların esiri, disiplinsiz hissiyatlarına köle olur.

Bizler farkında olalım veya olmayalım, teslimiyet ile şüphe, aşk ile kin, sadakat ile ihanet, sevgi ile tiksinti, merhamet ile gaddarlık, şefkat ile gazap, iffet ile edepsizlik, tevazu ile kibir, metanet ile zafiyet, sebat ile zeval, bağlılık ile döneklik, tevekkül ile kaygı, hoşgörü ile hiddet, yumuşak huyluluk ile öfke, cesaret ile korkaklık, muhabbet ile sırnaşma, samimiyet ile çok yüzlülük, doygunluk ile kıskançlık, güven ile korku, dostluk ile düşmanlık, hüzün ile mutluluk, sakinlik ile acelecilik, fedakârlık ile bencillik, ciddiyet ile laubalilik ve laçkalık, cömertlik ile cimrilik, vakar ile küstahlık, nikbin-iyimserlik ile kötümserlik gibi yüzlerce duygunun derin okyanuslarında veya göletlerinin sığ sularında kulaç atarız.

Duygulara uyarladığımız bu durumu; hukuk, riyaziyematematik, mimarî, fizik, sosyoloji, kimya, musiki, edebiyat, estetik, diyalektik ve benzeri ilim disiplinlerinde de “Dava neyin neye zıt olduğunu bilmek” (**)  hususuna dikkat etmeli ve hassasiyet göstermeliyiz. Evet, daha neyin neye zıt olduğunun alfabesini bilmeden, derin sularda satranç oynamaya teşebbüs etmek, ya sahilin sığ sularında boğulmayı veya ağlanası bir hüsranın habercisidir.

Birbirine zıt imiş gibi algılanan duygu cevherlerimiz, ilk bakışta birbirlerini imha etmek üzerineymişler gibi zannedilse de hakikati ise çok farklıdır. Allah’ın insan varlığına armağan ettiği zıt duygular, hareketlerimizin ahengi, davranışlarımızın terazi kefesidir. Bu söylediklerim ilk bakışta paradoks gibi algılansa da paradoks olmadığı gibi dilemma da değildir.

CEVHER

Ruh köküne bağlı duygu mevhibelerimizin zenginliğini kazanabilme, yönümüzü ve rotamızın istikametini tayin edebilme, abıhayat çeşmesinden su içebilme ve ulvi melodilerimizi seslendirebilmemiz için… Tefrik ve temyiz kabiliyeti kazanabilme için, ruh tarlamızda bulunan duygularımızın parametrelerini ayarlayabilme ve mahsullerini devşirebilmek için, kapısını naif ve nezaketle tıklatmamız gereken biricik merci, sadece ve sadece Allah Resûlü ve Allah Resûlü’nün ayak izlerini takip eden rey sahipleri ile veliyullahtır.

Allah Resûlü’nden önceki peygamberler, belirli bir kavim, belirli bir çağın ve hudutları tayin edilmiş belirli havzaların peygamberleri iken, Allah Resûlü ise insanlığı kuşatan irtifa yüksekliği, mekânı ve zamanı kuşatan tecellileri ile uluslar üstüdür. Bütün çağları ve bütün mekânı kuşatan, sadece ve sadece İslâm dini olduğu gibi, Kur’an ayetlerinin bire bir genetik kopyası olan Allah Resûlü’nde tecelli eden amel ve aksiyonun tamamı, bütün çağları ve bütün mekânı kuşatmaktadır; dün, bugün ve yarın… Türkistan’ın ay yüzlü çocuğu, İmam Maturidî Hazretleri: Allah Resûlü’nün fiziki özellikleri ve şahsiyetine “Cevher” (***) demektedir ki bize düşen de amenna demektir. İmam Maturidî Hazretleri’nin Anadolu’daki izdüşümü olan pirimizin: “Kime göre ve neye göre? Sorularının cevabı, uyulması gereken “Ahlâki Kanunları” gösterir.” (****) şiârına mutabık olarak, çağlar üstü mihrak şahsiyet “Cevher”inin açık kimliğini beyan ettiğimize göre şimdi iş icraatta.

İMTİHAN

Bildiğiniz üzere, gerçeklik denen olgunun milyonlarca varyasyonu vardır ki insan, bu durumları daha çok hüzün anlarında bulur. Gerçeklik denilen yanılsama duygularımıza, ahlâkımıza, düşüncelerimize, iyiye, doğruya ve güzeli arayışımızdaki samimiyetimize meydan okur. Dünyanın bütün insanları farkında olsun veya olmasın bu imtihana girer. Biz samimi irademiz ile meydan okumayı becerebilirsek kesinlikle kazanırız. Gelin, Mirimizin, “Delilik beynin zehirlenmesinden ileri gelir” (*****) hikmetli düsturundan hareketle, çevreyi birlikte kolaçan edelim. Bildiğiniz üzere, inkârdan kopuk olmayan modern hayatın getirdiği şartlar, duygularımızın imhâsına ve varlığımızın sacayakları olan aklımızı, zekâmızı ve kalbimizi zehirlemeye gayret eder. Bu zehirleme süreci ise ahlâkın yozlaşmasını, psikiyatri vakalarının artışı ile neticelenir.  Beyin loblarımızın zehirlenme tehdidinin şifası ile kalp ve duygu parametrelerimizin devası için rahmet denizin sahiline doğru yürümeye başlayalım.

DEVA VEYA PANZEHİR

Evet, aklımızın, zekâmızın, kalbimizin ve duygularımızın muhafazası için mücadele etmemiz gereken iki azılı düşmanımız var; tembellik ve süflî nefse düşkünlük. Tembellik şehvete, şehvet ihtirasa, ihtiras süfli nefsin dürtülerine, süfli nefsin dürtüleri ise baş gözümüz ile duygularımızın göz hasselerinin katarakt veya kör olmasına sebep olur. Tembellik ve süflî nefsin düşkünlüğünden kurtulabilmemizin ilacı, varlığımızın sacayakları olan aklımızı, zekâmızı, kalbimizi, duygularımızı, rahmanî meşguliyetler ile uğraştırarak şifa bulabiliriz. Misal, Yaşamayı Deneme veya Üç Işık isimli kitaplardan birini okumakla aklımızı, kitapta geçen kelimelerin mânâsını düşünmekle zekâmızı, kitaptaki kavramların muhtevasıyla kalbimizi, kitapta tasvir edilen doğayı ve erdemli güzellikleri tahâyyül ederek duygularımızı meşgul edebiliriz. Ben, bunları yapamam mı diyorsunuz? O zaman, ormanda akan bir derenin ritimli şırıltısını, zifiri karanlıkta cırcır böceklerinin melodili ötüşünü, gecenin karanlığını aydınlatan semanın haşmeti ile derinliğini, şadırvan başında suyun huşu notalarını dinleme teklifimize ne dersiniz? Unutmayalım ki bazı şeylerin farkına varabilmemiz, saf şuura kavuşabilmemiz, perspektifimizi intizama kavuşturabilmemiz ve duygularımıza çeki düzen verebilmemiz için zihin dünyamızı oluşturan aklımızın, zekâmızın, kalbimizin ve duygularımızın sessizleşmesi gerekir

Devam edecek.

Burhan Halit KOŞAN

*Salih MİRZABEYOĞLU – Kültür Davamız, sayfa: 116

**Salih MİRZABEYOĞLU – Kültür Davamız, sayfa: 70

***İmam Maturidî – Kitabü’t Tevhit, sayfa: 314

****Salih MİRZABEYOĞLU – Kültür Davamız, sayfa: 86

*****Salih MİRZABEYOĞLU – Büyük Muztaribler /c:1, sayfa:375

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: