SARTRE’A DAİR

SARTRE’A DAİR

Yazarlarımızdan Hakan Yaman’ın ÂSÎ adlı bağımsız biredebiyat dergisi için kaleme aldığı ve aynı derginin Kasım-Aralık 2019 tarihli4.sayısında “Sartre: Batıda Son Vicdan”başlığı ile yayınlanan makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

ADIMLAR

Edebî ve felsefî eserleri kadar politikduruşuyla da adından çok söz ettiren Jean-Paul Sartre Batı’nın cins kafalarsınıfından, edebiyat ile felsefe arasında bütünlük kurabilmiş belki de son büyükaydınıdır. Onun zatî değeri özel bir tetkik gerektirecek ayrı bir husus, amaSartre sonrası Batı yazı hayatında kendisine nispetle mevzu konuşulacak,düşünceleri bir çıkış noktası kabul edilip, onun etrafında meselelere sarkılacakbüyük bir aydının mevcudiyeti ciddi anlamda tartışılır. Bununla birlikte, okendisine ait bir sistem iddiası yerine, Marksizm’in boşlukta kalan bir yanınıdoldurma cehdinde olduğunu defalarca dile getirmiştir. Sartre’ın çabası, bağlılıkbeyanında bulunduğu Marksizm’e dışarıdan sokulduğunu ileri sürdüğü “mekanikinsan” ile mücadele ve onun yerine kendi geliştirdiği “varoluşçuluk”düşüncesini yerleştirmektir. İnsan ancak bu şekilde, işçi sınıfının zaferi içinkullanılan bir araç olmaktan çıkıp, sınıf zaferinin amacına dönüşebilirdi.Fakat Marksist çevreler onun ontolojik fikirlerine değer vermemiş, Sartre veegzistansiyalizm hususi bir marka olarak kalmıştır.

Marksizm’in, tarihin zorunlu aşamalarına tâbikabul ederek seyirci durumuna düşürdüğü insanı, Sartre oyuncu yapmak istemiş, felsefîçabası bu yönde olmuştu. İnsanı bir “oluş” kabul eden ve ona tarihinşekillendirdiği seyirci rolünü değil, tarihe şekil veren oyuncu rolünüyakıştıran Sartre’ın düşüncesinin temelinde “varlık özden önce gelir!” çıkışnoktası vardır. Bütün varlıkların özü, yani amacı, vazifesi kendisindenöncedir. Örneklersek, kâğıt ve kalemin varlığı yazma ihtiyacından, sandalye iserahat oturma çabasından sonra ortaya çıkmıştır. Oysa insan, önce insan olarak vardır,sonra kendi seçimleriyle özünü meydana getirir. Öyleyse, diyor Sartre: “İnsanözgürlüğe mahkûmdur.”

Onun felsefesinin gençlik üstünde etkisi tamda burada olmuştur. Batı gençliğinin 68 kuşağı hareketleriyle zirveye çıkanözgürlük arayışında… Eski mecmuaları karıştırırken, Büyük Doğu’lardan birisindeSartre’ın fotoğrafına rastlamıştım. 06 Ekim 1965 tarihli, 12. Devre BüyükDoğu’nun 3. sayısı… Esasen Necip Fazıl’dan bir sene küçük olan 1905 doğumluJean-Paul Sartre’ın adına Büyük Doğu külliyatında yok denecek kadar azrastlanır. “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu”nda (1) Heidegger bahsinden hemensonra, işaret levhası kıymetinde birkaç cümleyle mânâsı çizilir ve geçilir. Busebeptendir ki, bahsini ettiğim fotoğraf  bana çok çarpıcı gelmiş ve Sartre’ın o kuşaküstündeki etkisini bir kere daha hatırlatmıştı. Jean-Paul Sartre’ın çirkin birfotoğrafı ve fotoğrafın hemen altında Necip Fazıl’ın kaleminden çıktığıbesbelli şu satırlar:

“Yukarıda,şu, sokaklara ve sakallı genç turistlere kadar düşürülen (Egzistansiyalizm)inbaşı, meşhur (Jan Pol Sartr)ı görüyorsunuz. Kaynağını bulamadan ve imanyoksunluğuna bağlayamadan “Bunalma” felsefesiyle Batının iç buhranını pek güzelispat eden mütefekkir sanatkâr, ileriye sürdüğü felsefenin, kendi suratiyle deispatçısıdır.” (2)

Sartre’ın özgürlük anlayışı, insanı seçim yapmayamahkûm olarak tanımlaması, aynı zamanda ona bir sorumluluk yüklemek içindi.Esasen “aydın çağından sorumludur!” teziyle de, kendisi bu sorumluluktan hiçkaçmadı. Fakat onun özgürlük fikri “sorumluluk” kısmından sıyrılarak karşılıkbuldu. Salih Mirzabeyoğlu, Gölgeler isimli eserinde bu duruma atıfla biranekdotun altını çizer:

“Sartre,özellikle geri kalmış ülkeler aydını üzerindeki tesirini, anlaşılmamasınaborçlu!” (3)

Bu hükmün bitişiğinde, hemen belirtelim ki,Üstadı Necip Fazıl’ın aksine, Mirzabeyoğlu Sartre ile çok yakından ilgilenmişve onun özellikle Varlık ve Hiçlik isimli eserini İslâm tasavvufunun imbiğindengeçirmiştir.

Sartre, (örnekleri kendi yüzyılından verecekolursak) ne felsefede Bergson, ne de romanda Proust’la mukayese edilebilir;fakat bunlara nispet ne olursa olsun, dönemine damga vurmakla kalmayıp, dahaşimdiden felsefe ve edebiyat tarihine aynı anda yerleşmiş bir düşüncemektebinin sürükleyici sesidir. Evet, felsefesi orijinal değildir; ondan çokdaha derin varoluşçu filozoflar gelmiştir. Keza romanları da, bütün etki vebaşarısına rağmen, gelmiş geçmiş en iyiler arasında sayılmaz.

Duvar isimli hikâye kitabıyla, Kelimeler adlıotobiyografisinin hakkını yemek istemem, lakin tiyatro eserleri Sartre’ın edebîkişiliğini zirveye ulaştıran çalışmalardır. Dram ve varoluşunun şuurunda olanve bu varoluşu ne şekilde oluşturacağı kendi eline bırakılıp dünyayaatılan,“özgürlüğe mahkûm” edilmiş insan görüşüne uygun eserler vermek içintiyatro belki en uygun araçtır Sartre için. Sanki sahne onu çağırmış ve “boş teorileri bırak, gücün yetiyorsa insannasılmış ve neymiş; onun oluşunu benim sırtımda göster” demiş, o da bunakayıtsız kalmamış, en etkili edebi eserlerini bu zeminde vermiştir. “Cehennem başkalarıdır” diye dillerepelesenk olan ünlü sözünü de zaten ne roman, ne de felsefi eserlerinde değil,oyunlarından birisinin kahramanına sahnede söyletmiştir.

Her şeye rağmen, Sartre’ı Sartre yapan nesadece felsefesi, ne romancı, ne tiyatro muharriri, ne de politik kişiliğidir.Bütün bunlardan birisi bile eksik olsa, bugün Sartre’dan geriye kayda değer birşey kalmazdı. Felsefesini özgün kılan edebî kişiliğidir; edebî eserlerininetkisini ise muhtevasının felsefî yoğunluğuna borçludur. Onu 2. Dünya Harbisonrası Avrupa gençliğinin idolü yapan ve hatta 68 kuşağına, “Raymond Aron’ındoğrusundansa Sartre’ın yanlışını tercih ederiz” dedirten sırrı ise olaylaraseyirci değil, oyuncu olarak katılma ve tam zamanında ortaya çıkıp, tavır almaözelliğidir. Kuytu bir köşede, “körler sağırlar birbirini ağırlar!” hesabıedebiyatçılık oynayarak veya entelektüel gevezelik yaparak değil, kendisinidünyada olup biten her şeyden sorumlu hissederek, bilgisini de, kalem kudretinide bunun için kullanıp, tam zamanında ortaya çıkmak… Dün nasıl Cezayir’in işgâlinde,vatan haini etiketi yemek pahasına ülkesi Fransa’yı karşısına alabildiyse,bugün yaşasaydı, Batıda yükselen ırkçı saldırılırın karşısında da, ilk Sartremeydana çıkardı.

Necip Fazıl, Romalı bir tarihçinin Kartacaiçin verdiği hükmü çok sık tekrar eder: “Kartacayok oldu. Çünkü şairleri yoktu.” Şairi şuura ve şuuru aydına, aydını ise“çağın vicdanı” ifadesine tercüme ettirecek olursak: Sartre Batı’da sonvicdandı. Öyleyse… 

DİPNOTLAR:

1 – Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, B.D. Yayınları,4. Basım, Ekim 1991, sayfa: 96

2 – Büyük Doğu Dergisi, 06 Ekim 1965, 12. Devre,3. Sayı, sayfa: 12
3 – Salih Mirzabeyoğlu, Gölgeler, İbda Yayınları, 3. Basım, 2001, sayfa: 177

İktibas:

HakanYAMAN, ÂSÎ Dergisi, Sayı: 4, Kasım-Aralık 2019, s: 29,30

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et