UZAĞA BAKMAK ŞİFADIR

UZAĞA BAKMAK ŞİFADIR

Göz, beynin kuvvelerinden biri, tad alma, dokunup hissetme, koku almak gibi.

Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kusto Lûgatı”na başvurduğumuzda şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza:

Kuvve: Güç, kuvvet, meleke, kabiliyet, kudret. Kuvve-i Bâsira: Görme kuvveti. Basar: Göz, görme-kalb gözü. Fikir, idrak. Basîret: Göz açıklığı, derin görüş, etraflıca anlama. Basarî: Görmeye ait, görüşle ilgili olan. Bâsir: Gören, görücü. Bâsıra: Görme kuvveti, görüş kabiliyeti, görme, göz. Bâsîr: Her şeyi görüp anlayan. Basîret: Gerçeği önceden görüp anlamak, feraset, akıllılık. Bir işin sonucunun ne olacağını anlayabilme. Bâsıta: Uzak yer. Şifâ: Hastalıktan kurtulma, iyileşme. Şifâ-i Sadr: Kalbi ferahlama. Şifa-Resan: Şifaya kavuşan, iyileşen. Şihab: Kıvılcım, akan yıldız. Şıhâb-üd-din: Dinin kıvılcımı. Berk: Şimşek.

Allah Resûlü’nün bazı zamanlarda Güneş’e bakması ve soran sahabeye Güneş’e bakmanın şifaya vesile olacağına dair ihtarı… Bazı Kızılderili kabilelerin, günün belli vaktinde güneşe baktıkları ve bunun şifaya… (ritüel?) Yine Allah Resûlü’nün “Gündüzleri mezarlara, geceleri gökyüzüne bakınız” buyurmaları…

Uzağa bakmanın göz retinasına iyi geldiği, göz kaslarını güçlendirdiği, görme kuvvesinde müsbet etkiye sahib olduğu, bazı baş ağrısı çeşidine iyi, geldiği işin fiziki faydalarından. Göz beynin bir kuvvesi dedik, o hâlde beyindeki arazlar göze de ister istemez etki etmekte. Beyin temizliği-sağlığının ilk etkilediği organlarımızın en başında göz gelmekte. Gözün bozulması beyne değil, beynin bozulması göze etki etmekte. Bugün modern tıbbın yeni yeni anladığı mesele.

Bir anekdot: Bolu F Tipi Cezaevi, yıl 2003, uzun yıllardır cezaevinde bulunan İBDA mensublarında görme bozukluklarının artması sebebiyle hastane fasılları ve gözlük kullanımının yaygınlaşması üzerine Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun uyarısı: “Uzağa bakın, açık spor alanına çıktığınızda, hastaneye-mahkemeye gidişlerinizde mümkün olduğunca uzaklara-dağlara ve ötesine bakmaya çalışın, kitap okurken loş ışıkta okumayın” uyarısı…

Uzun süreli cep telefonu, bilgisayar kullanımı, tv izlemek gibi durumlar da beyni bozmakta, tezahürü ise ilk olarak gözlerde kendini göstermekte.

Âlimler, göz gördüğünü beyinden önce kalbe indirir demişlerdir. Kalbin müteessir olduğu durumlarda ise kalb arazları başlar. Burada sisten aynıdır, göze tesir eden beyne gittiği gibi (öncesinde) kalbe de gider. Bozulmalar silsilesi sıralamasında değişiklikler olsa da, her bir organımızın, manevî-psikolojik ve fizikî durumları birbirinden bağımsız değildir. Kalbin müteessir olması her ne kadar somut olarak kabul edilmese ve genelde ruhçuların kullandığı argümanlar olarak gösterilse de, birçok hastalığın temel sebebini oluşturmaktadır. Maddeci kafa, fizikî unsurlar neticesinde elde edemediği sonucu, son raddede psikolojiye bağlamaktan da çekinmez, fakat maneviyatı da reddetmekten geri durmazlar. Maddeci kafa, psikolojik sebeblerin fizikî unsurlar ile oluştuğunu söylerken, ruhçular manevî bozukluğun-ruhî muvazenesizliğin, fizikî hastalıklara yol verdiğini savunur.

Kalbin müteessir oluşu, elem duyması ruhu incitir. İncinmiş ruh ise bulunduğu bedende hapis hayatına başlar. Ruhun bedenle muvazenesi kaybedilince esirlik her iki unsur için de geçerli olur.

Uzağa, daha uzağa, onun da uzağına bakmak; ruhun özgürlüğü nisbetince mümkün olur. Özgürleşmenin elbette çilesiz olmayacağı aşikârdır. Fikir ve imân bu başarının sağlanması için ilk adımdır. Allah ve Resûlü’ne itikad etmek, emir ve yasaklarına riayet etmekle, dünyada bedenin, ahirette ise ruhun, hakikatte ise her ikisinin de selâmeti için elzemdir.

Bakanın baktığını görmesi, bilenin bilgisiz olduğunu bilmesi, bizlere birçok şeyi ihtar ediyor. Fikir ve imânın, ruh ve beden gibi birbirinden ayrılmaz şeyler olduğunu da söylemek yeridir.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: