HİKEMİYAT – FELSEFE – TASAVVUF

HİKEMİYAT – FELSEFE – TASAVVUF

Dedik ki, İbda Diyalektiği’ni unsurlara ayırdığımızda üç ana bölüm tespit ediyoruz: Büyük Doğu Tarih Muhasebesi, İslâma Muhatap Anlayış ve Hikemiyat. İslâma Muhatap Anlayışı aklımız erdiğince, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Sırada Hikemiyat var.

Yine dedik ki, İslâm Tasavvufu karşısında Batı Tefekkürünü muhasebe eden ilk kişi, İmam-ı Gazalî’dir. Böylece hikmet evinin ilk taşını koyan da odur. Ondan sonra da birçok mütefekkirler gelmişse de, İmam-ı Gazalî’ye şerh mesabesinde kalmışlardır.

Bunun yanında Vahdet-i Vücud, İslâm Tasavvufunun hikmete dönük yönü hakkında literatürü ortaya koyan, kavramları getiren ve varlık ve oluş (vacip ve mümkün) bahsindeki üstün görüşüyle tüm düşünce tarihinin karşısına tek başına çıkarılabilecek nitelikte bir hikmet menbaıdır.

Vahdet-i Vücud veya Şeyh Muhiddin-i Arabî hakkında ileri geri konuşanlar duyarsanız, aldırmayın. Eski-yeni kim olursa olsun böyle konuşan kimse, “onların Mutlakları konuşmuyor” denilen tarzda, Allah davasından nasipsiz, imân hususunda şüpheli, hikmetten yana da zaten odundur.

Şu kadar ki, mümkün varlığın mahiyetinin yokluk olduğunu gösteren ve La mevcude İllallah (Her şey O’dur!) fikrini savunan Muhiddin-i Arabî Hazretleri’nin tenkidi ile Vahdet-i Şuhud doktrinini oluşturan ve mümkünün de bir hakikati olduğunu göstererek, “Her şey O’ndandır” diyen İmam-ı Rabbanî Hazretleri, eserde değil Eser Sahibi’nde derinleşme bakımından daha kuşatıcı bir görüş ortaya koymuş, şeriat karşısında birtakım yanlış anlama ve düşünme noktalarını ortada kaldırmış, böylece hikmet binasını, yerinden sarsılmayacak şekilde temellendirmiştir.

Belki tarihte sadece Nakşibendî büyükleridir ki, bu üç büyüğün eserini de mânâlarına uygun şekilde anlamışlardır. Ki onlar, zahirde “Her şey O’ndandır” derken, batında “her şey O’dur” demeyi murad ederlerdi. Nihayet Salih Mirzabeyoğlu bu anlayışı bir doktrin haline getirdi:

“Her şey O değil, O’ndandır; bu yüzden ki O!” Vücudu ve şühudu, varlığı ve fenomenleri ve yine varlığı ve oluşu, Nakşî hususiyetince bir araya getirdi. Ve bununla da “İslâm Tasavvufu karşısında Batı Tefekkürünü muhasebe”nin sistemi olarak Hikemiyat binasını kurdu.

Hikemiyat, İslâma Muhatap Anlayışın tecrit boyutudur; yani derinleşme, tefekkür boyutu. Ve görüldüğü gibi, sadece felsefeye karşılık değil, aynı zamanda tasavvuf tarihini de kapsayan, tasavvuf marifetiyle felsefî problemleri idrak biçimi, yani “Nassa dayalı fikir tablosu”dur.

Salih Mirzabeyoğlu bu binayı oluştururken, onun bütün felsefî meseleleri kapsayıcı ve felsefeye ihtiyacı ortadan kaldırıcı, yeni bir tefekkür; ama başıboş aklın arayışına değil, aklıselimin (İslâma teslim olmuş aklın) düşünüşüne, idrakına mevzu bir okul olmasını sağladı.

İslâm düşüncesini, asırlar süren yıkıklık ve yılgınlığından kurtararak ayağa kaldırdı. Böylece Batı felsefesi ve ilimleri karşısında apışıp kalan, dini bile onların kafasıyla ölçülendirmeye (yeniden yapmaya) kalkan ilâhiyatçı/diyanetçi kafasına da en büyük darbeyi vurdu.

Hikemiyat; Allah’ın Kur’an’da Kitab’ül-Hikme dediği, Resûlü’nün “Hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır” buyurduğu, dinin, bugüne kadar idrakımızdan kayıp ve gizli kalmış bir yönünün de açığa çıkarılması muradıdır. Hikmet davasının okulu, müessesesi, disiplinidir.

Selim Gürselgil

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: