“TİLKİ GÜNLÜĞÜ”NÜN İZİNDE 8 EYLÜL – SUYA DALAN ÇOCUK

“TİLKİ GÜNLÜĞÜ”NÜN İZİNDE 8 EYLÜL – SUYA DALAN ÇOCUK

“Düşvârî: 8 Eylül 1988

«Rastgele başlamak ve nasıl bitireceğini bilememek» diye ifadelendirdiğim umumî acz hâlinin, komik bir tezahürünü daha gördüm… Irak’tan kaçan Kürtleri kabul eden Hükümet, şimdi de «acaba taşıyamayacağımız bir yük mü aldık?» endişesi içinde… «Kürtlere, sığınmanın geçici olduğunu ifade etmek için, baraka değil, çadır kent kuruluyor. Durumu değerlendirmek amacıyla, önümüzdeki hafta Ankara’da, göçmen meselesi zirvesi yapılacak.»…” (Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, C: 1, s: 200)

Şehid Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun bundan 32 sene önce kaleme almış olduğu bu satırlardan sonra bu güne dönüp baktığımızda aradan geçen yıllar ve bugün artık aralarında AKP’nin de olduğu değişen sağcı, solcu, liberal, Kemalist, milliyetçi, İslamcı şucu ya da bucu olduklarını iddia eden onca iktidara rağmen Türk dış ve iç politikasında değişmeyen tek şeyin bu hüküm cümlesi ile ifadelendirildiğini görüyoruz.

Libya, Yunanistan, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, AB, ABD, Rusya, Çin, Suriye, Irak, PKK, PYD, Azerbaycan, Ermenistan, Kafkaslar, İdlib vs… İç içe girmiş ve çözülmesi imkânsız hâle gelmiş bir yumak olarak karşımızda dururken, Türkiye’nin dış politikada elini zayıflatmak üzere ne gerekiyorsa içeride de o yapılıyor.

Dış politikanın istenen rotada yönetilebilmesi için içeride millî birliğin sağlanması, nizâm ve düzenin tesisi ile ekonomik şartların da iyi olması gerekir. Bu şartlar oluşmadan, bir de bu şartları aşıcı bir çap ve büyüklükte dış politika icra etmeye kalkışıldığında bu günkü gibi kocaman ve çözülemez bir meseleler yumağı ile karşı karşıya kalınması aşikâr. Daha doğrusu işleri çözülemez noktaya işin başındaki iktidarların getirmiş olduğunu görüyoruz.

Bunlardan daha da vahimi olarak dış politikanın iç politikaya araç kılınmak üzere geliştirilen retoriğin Türkiye ile birlikte bölge, dünya ve özelde de İslâm ümmetine zarar verici oluşu realitesi ile bir kez daha karşı karşıya kalıyoruz.

İktidar, içerideki sıkışmışlığını ve kan kaybını aşma, tabanını konsolide ederek iktidarda kalma ümidini dışarıda atacağı adımlara bağlamışken, bu çerçevede de dış operasyonları meşru kılmak üzere öyle bir retorik geliştiriyor ki; bütün o müdahale edilen ülkeler ve liderler katil ve cani olduklarından, Erdoğan dünyanın bu kötülüklerini ortadan kaldırmak üzere harekete geçmektedir. Dolayısıyla, ilgili ülkelerin iç işlerine müdahale bu şekilde temellendirilirken, retorikte kati bir doğru-yanlış ayrımı ortaya konulmakta ve karşı tarafta olanlar alabildiğine şeytanlaştırılmaktadır.

Oysa büyük bir heyecanla yapılan ilk atılımlardan sonra sahadaki gerçeklerin hiç de bizlere gösterilenle aynı olmadığı anlaşılmakta ve bu yeni gerçekliğe uygun olarak adım atmak gerektiğinde de bu defa AKP kendi geliştirdiği keskin retorikten dolayı bu adımları da atamamaktadır.

Libya ve Mısır’da keskin bir “Darbeci Hafter-Sisi” söylemi…

Suriye’de “Katil Esed”…

Bunlar, bugün hâlâ tedavülde olanlar. Bir de geçmişte tedavüle sokulanlar var ki, onların neticesinde bu günlere gelmedik mi?

Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi Haçlı saldırılarına maruz kalırlarken, AKP bu söylemlerle birlikte Haçlılara yardım edip destek olmadı mı?

(Tabi bunları söyledikten sonra el altında geliştirilen, geliştirilmeye çalışılan ilişkiler zarureti… Eli kanlı katil Amerika’yla her türlü görüşmeler yapılır ve ABD Başkanlarına, “dostum” diye hitap edilmeye devam edilirken, Esad’la vs ile görüşülmezmiş ama kendileri görüşmese de devlet görüşebilir, istihbaratçılar seviyesinde görüşmeler devam etmekteymiş.)

Şimdi de Haçlıların verdikleri sözleri tutmadıklarından, mesela Suriye’de Amerika’nın kendilerini yalnız bıraktığından bahsediyorlar ve onlardan yedikleri kazıklardan dolayı Rusya ve Çin’e yaklaşarak iktidarlarını devam ettirmeye çalışırlarken bu defa da iş, Rusya ve Çin zulmüne maruz kalan kardeşlerimizi görmezden gelmeye ve onları Rusya ve Çin’in eline teslim etmeye kadar gitti.

Bu sıkışmışlıktan dolayı da bir-iki doğru adım attıklarına da şahit olduk, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi. Hadiseler Türkiye’yi tarihî misyonunu ifaya zorlarken, iktidar da bu zorlamadan kendini kurtaramayıp böyle adımlar atmak zorunda kalıyor. İşte, hadiselerin zorlamasıyla doğrudan Haçlı düşman ve işbirlikçilerini hedef alan bu iki hamle, AKP’nin Amerika’ya göbekten bağlılığından dolayı akim kaldı.

Meselenin meselesi, duran saat bile günde iki defa doğruyu gösterir. Bu tesadüfi doğrulardan dolayı da kimse o saate güvenmez. İnsan ve toplum meselelerinin çözümü için her şeyin başında bir dünya görüşü, bir ideoloji gereklidir. Çözüm, bu ideolojik istikamette yürümekle elde edilir. İdeoloji, istikamet verir. İstikamet olmadan, yapılan işler rastgele başlamak ve nasıl bitireceğini bilmemek keyfiyetini aşamaz.

İlgili mevzularda tek teke neler yapılacağını göstermeden önce, daha doğrusu her şeyden önce bu ideoloji ihtiyacı anlaşılmadan hiçbir müsbet hamleye imkân olmadığını idrak etmek gerek.

Hangi ideoloji diye adres vermeden önce, ideolojinin ne olduğu anlaşılmalı ki, ideolojisiz olmayacağı anlaşılsın.

İdeoloji: “Hayalindeki Cennet idealine doğru, akıl ve ruh dozunda teşekkül eden fikrin, insanları sevk amacını havi tutarlı bütünü.” (Salih Mirzabeyoğlu, İnsan – Erkek ve Kadın, s: 13)

Önce iç oluş.

Ama bunun ne demek ve nasıl olmayacağını bilmeyen adam için, kime söylüyoruz ki?

İnsan kendinde olmayanı başkasına veremez. Türkiye kendi içinde nasıl bir ideal ve örnek gösterilecek ideal nizâm, o nizâmı kurgulayan nasıl bir ideoloji teklif ediyor ki, gittin Libya’yı, Suriye’yi aldın diyelim, Türkiye’nin düzeni ne ki oraya ne götüreceksin?

Bu çerçevede Mısır, Tunus ve Sudan elden giden ülkeler değil mi? AKP Afrika’da hâlâ Haçlı Amerika ile birlikte operasyonlar yürütmüyor mu? Sisi ile görüşmem inadı, Doğu Akdeniz’de rakip ve düşmanların elini güçlendirmiyor, Mısır’ı da karşı saflara itmiyor mu? Suriye’de Amerika’nın gazına gelip Emevi Cami’inde Cuma namazı kılma hayallerinin bizi ve bölgeyi ne hâle getirdiğini görüp, bu toprakların meselelerini bu toprakların sakinleri ile çözmek gerektiği ilkesine geri dönmek gerekmiyor mu?

Bu toprakların meselelerini bu toprakların sakinleri ile çözmek ilkesi gereğince, Yunanistan, Suriye, Mısır; aramızın bozuk olduğu kim varsa konuşmalı, bölge merkezli politikalar çerçevesinde, bölge dışı güçleri tasfiye etme hedefine dair politikalar geliştirilebilmeli. Bölgeden tasfiye edilmesi gereken öncelikli güç olarak da ABD-İsrail hedefine matuf olarak, bölgede ABD-İsrail’in süngüsü görevini gören güneyimizde kurulan devletçik öncelikli hedef olmalı ve bu devletçiği -işbirlikçiliği- bertaraf etme gayesiyle de bütün öncelik yarıda bırakılan Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonlarının tamamlanmasına verilmeli.

Bekâ probleminin madde plânındaki bu gerekliliği yanında asıl ruh-fikir plânındaki gereklilik es geçilmemeli ve ideoloji şartı yerine getirilmeli.

Yoksa, bizim için yokluğun da yok olduğu bir yoka yuvarlandığımızın günüdür.

Faik IŞIK

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: