ÖZAL, KAPİTALİZM, MAFYA, DEMOKRASİ
Bugünkü Problem’in Temelleri -4-
ÖZAL, KAPİTALİZM, MAFYA, DEMOKRASİ
Şevket KORAY
Selam Size!
Adımlar Ekonomi Raporuprogramının 4. bölümüyle karşınızdayız…
Bu bölümde 1990’ların siyasaliktisadından söz edeceğiz. Küreselleşme kod adlı yeni emperyalizm olgusununzuhur ettiği 1990’lar, 21. Yüzyılın eşiğinde çok önemli bir dönüm noktasıydı.Bu yıllar aynı zamanda İslam Coğrafyası’na başlatılacak yeni sistematik saldırıdalgasının başlangıcı olmasıyla da önemlidir. Ayrıca, 1990 yılında SalihMirzabeyoğlu’nun fikirleri toplumda önemli karşılıklar bulmuş veBatıcı/teslimiyetçi çizgi Büyük Doğu-İbda dünya görüşüne karşı sistematik birtaarruz başlatmıştır.
Nitekim 1990’lar ekonomipolitiğini, Mirzabeyoğlu’nu anlamadan izah etmek mümkün değildir. SalihMirzabeyoğlu 1995 yılında siyasal düşünce dünyası açısından çok önemli bireseri olan Başyücelik Devleti’ni kaleme aldı: Buna göre, Yeni Dünya Düzeni,Türkiye’den başlamalıydı… Kâinatı birbütün olarak izah edemeyenlerin yönetmeye de hakkı yoktu. Yani 1990’larındeğerler sisteminden arınmış yalnızca güce dayalı siyasetinin alternatifi,hakikat temelli –kainatı bütün olarak izah etmesiyle aynı şekilde iktidarın veiktidarının kaynağını mutlak olarak izah edebilmesiyle ölçülebilen-idealizm/fikircilikti. Bu idea Büyük Doğu-İbda’nın yani Anadolu’nundu. Dünyaçapındaki Batı despotizminin yerine entellektüel meşruiyet zeminini kurmuşAnadolu idealizmi geçecekti.
1991 yılında Mirzabeyoğlu’nunKörfez Savaşı’na karşı gösterdiği hızlı reaksiyon, kaçırılıp işkence görmesineve ardından cezaevine girmesine neden olmuştu. Batıcı medya bu saldırıya tamdestek verdi ve Mirzabeyoğlu’na karşı yalnızca mesnetsiz değil absürt olarak danitelendirilebilecek bir iftira kampanyası tertipledi.
1997 darbesinin ardından,Mirzabeyoğlu’na, hakkında somut bir delil bulunamaması iddianameye girdiğihalde, darbe şartları içinde idam cezası verilmişti. Üstelik elektromanyetikharp teknolojisi, Mirzabeyoğlu’nu teslim almak üzere faaliyete sokulmuş, onunTELEGRAM adını verdiği bir işkence süreci başlatılmıştı. Bu sürecin bizzatMirzabeyoğlu tarafından teşhir edilen şüphelileri, hiçbir soruşturmageçirmediler ve konunun üstü şimdilik kapatıldı.
*
Şimdi esas konumuz olan 1990’larekonomi politiğini tahlil etmeye başlayalım. Bu konuda verebileceğimiz ilkhüküm, 1990’ların ekonomi politiğinin istatistikî rakamların ifadesininötesinde olduğudur. Bu yıllar içte ve dışta büyük dönüşüm yılları olduğu gibi,şiddetin de dozunun yükseldiği bir dönemdir.
Bunun iktisadi yansıması ekonomikdengelerin altüst olmasında gözlemlenebilir. Malî liberalleşme ile başlayan1990’lar, 1994 kriziyle ilk alarmı çalmış ancak 2001’e giden süreci durdurmairadesi meydana çıkmamıştır. Bunun yerine iç toplumsal dinamikler, kuvvetlerinibirbirine doğru yöneltmiş bir haldeyken, bu tarihlerde yeni bir Batıcı siyasianlayışın tohumları sessiz sedasız atılmaktaydı.
Aynı dönemde Uruguay Turugörüşmeleri tamamlanmış ve Dünya Ticaret Örgütü 1995’te kurulmuştu. Bununlaittifak halinde, dünya İktisadi bölgeler etrafında birleştirilmeye çalışılıyor,yeni coğrafi iktisadi bloklar kuruluyordu. Kuzey Amerika’da NAFTA, Asya’daASEAN ve Avrupa’da Avrupa Birliği’nin Gümrük Birliği… Daha sonra bu blokların birbirleriaralarında serbestleşme anlaşmaları öngörülüyor böylece aşama aşama ticariliberalleşmenin tamamlanması düşünülüyordu.
Türkiye’nin içinde bulunduğucoğrafya bu plan dâhilinde, Gümrük Birliği’ne entegre olmasını gerektiriyordu.Yani, Türkiye’nin Gümrük Birliği hikâyesi, Başbakan Çiller’in de iradesini aşanbir emperyalist iradenin dayatmasından ibaretti… Buradaki esas soru, “Batıemperyalizminin dünya düzeni mi yoksa Anadolu merkezli dünya düzeni mi”şeklindeydi. Dönemin, modern tabirle stratejik ortakları, tercihlerinistatükodan yana kullandılar.
Gümrük Birliği meselesininöylesine bir boyutu vardır ki, Avrupa’nın Türkiye’ye ve “stratejik ortakların”düzene bakışını apaçık biçimde gözler önüne serer. Yapılan sözleşmeye göre,Türkiye Gümrük Birliği’nin bütün kurallarına tabi olacak ancak bu kural vekararların alındığı masada rey hakkına bile sahip olamayacaktı. Neticede GümrükBirliği anlaşması imzalanarak Türkiye bir yandan liberalleşme sürecinihızlandırdı öte yandan gümrüklerdeki egemenlik yetkisinin kullanımının önemlibir kısmını AB’ye devretti. Avrupa ile ilişkiler ilerledikçe Avrupa’nınTürkiye’den talepleri de zaman içersinde artacaktı. Uyum sürecinin tek taraflıkarakterini Türkiye’nin milli menfaatleri açısından ise açıklamak mümkün değildir.
*
Şimdi 1990’ların başıboşlukortamını daha iyi tasvir edebilmek ve yapılan büyük hataların üzerindenteferruatlı geçebilmek için 1994 krizinin nedenleri üzerinde duralım. Ama önce,5 Nisan Hükümet Bildirisi’nden Oktay Yenal’ın işaretlediği kısmı ilginizesunuyoruz:
1986 yılından bu yana kamu açıklarının sürekli bir artış gösterdiğidikkati çekmektedir… 1986 yılında her 100 liralık vergi gelirinin 43 lirası anapara ve faiz ödemelerine giderken, bu 1991 yılında 60 liraya, 1993 yılında ise104 liraya yükselmiştir. Yani vergi gelirlerimiz iç borç anapara ve faizödemelerine yetmemektedir.
1988 yılında GSMH’nın yüzde 6.2’si olan kamu kesimi borçlanma gereği1991’de yüzde 14.5’e çıkmıştır.
1993 yılında Türk Lirası yabancı paralar karşısında 19[8]8’e göre reelolarak yüzde 22 oranında daha değerli hale gelmiştir.
Aynı dönemde maaş ve ücretlerde çok hızlı bir artış olmuştur. Memurmaaşlarının reel olarak 1993 yılında 1988 yılının 1.8 katına, işçi,ücretlerinin kamuda 3, özel kesimde 2.5 katına çıkması sonucunda maaş veücretlerin GSYİH içindeki payı yüzde 20’lerden yüzde 36’ya yükselmiştir.
İstikrarı sağlamanın temelini çok yüksek düzeye çıkmış bulunan kamukesimi açıklarının hızla aşağıya indirilmesi teşkil edecektir.[1]
Bu hükümet bildirisi TurgutÖzal’dan 1994’e kadar gelen hükümet politikası hatalarından söz etmektedir. Amaöte yandan malî liberalleşmeye yönelik herhangi bir eleştiri getirmemekte,klasik neoliberal reçeteyi savunmakta devleti küçültmeyi öngörmekte, işçi vememur maaşlarını açıkça hedef almaktadır. Halkın yıllık gelir içindeki payı%20’den yalnızca %36’ya yükselmiştir ki bu çok düşük bir orandır. Üstelik budönemde vergi adaletinin de bozulmaya başlaması tabloyu daha da vahim halegetirmektedir.
Krizin çıkış nedenine gelecekolursak, Büyük Doğu-İbda reçetesinin önemli bir unsuru olan gelire göre gider kanununun uygulanmaması başlıca zahirisebeptir. Öte yandan, bütün bir kriz nedeni yalnızca bu unsura bağlanamaz…Krize, bozuk ve çürümüş bir değerler sistemi, ilkesel ve siyasi hatalar silsilesiyol açmıştır.
Libarelleşme, mali oligarşi,hukuksuzluk ve yolsuzluk Büyük Doğu-İbda’nın şiddetle eleştirdiği ve bu krizegiden yolu açan unsurlardı. Bütün bunlara ucuz halkçılığı da ekleyebiliriz.Ucuz halkçılık, problemi kökünden çözmek yerine halkı aldatmanın ve kriziderinleştirmenin yoludur ve Büyük Doğu-İBDA anti tezlerinden birisidir.
Şimdi krizin derindekinedenlerine yakından bakalım:
1) Malî Liberalleşme:
Mali Serbestleşme, Türkiye veBütün dünyada bu tarihten sonra büyük krizlere yol açacak bir zehirdi ki; buzehir, 1994 krizinin çok önemli bir nedeniydi. Bu durumu basitçe şu şekilde özetleyebiliriz:
Kazgan’ın anlatımıyla, önce“Sıcak para” olarak adlandırılan sermaye akımları bir ülkeye akın eder. Buakın, o ülkedeki milli para birimini suni olarak değerlendirir ve iktisadidengeleri bozar ardından bir gerekçe ile o ülkeyi terk eder ve neticede yıkımaneden olur.[2]Nitekim 1994 yılında Çiller hükümetinin iç borçlanma faizlerini acemice birtertiple düşürmeye çalışması böyle bir sermaye kaçışını gerekçelendirmişti.
2) İç Borçlanmadan Nemalanan Malî Oligarşi:
1989 mali liberalleşmenintamamlanması bir soygun modelinin kurulmasına yol açmıştı. Devletin borçlanmaihtiyacı kontrolsüz şekilde artıyordu. Bu ise iç borçlanma yoluylakarşılanacaktı. Korkut Boratav 1994’e giden süreci şöyle anlatmaktadır:
Dış kaynaklarla beslenen iç borçlanma… Dünya ekonomisinin canlanmakonjonktürünü temsil eden 1992 sonrasında, sermaye hareketlerinin serbestleşmekararı, bankaların dış borçlanma kanallarını sonuna kadar açtı; Hazine’ninihraç iç borç tahvilleri, dış borçlarla kaynak sağlayan bankalar tarafındansatın alındı ve ikincil piyasalar içinde yerli rantiyeye pazarlandı.[3]
3) Hukuk tanımazlık/Yolsuzluk:
İbda Mimarı’nın en çok karşıçıktığı ve maruz kaldığı meselelerden birisi de hukuksuzluktur. 1991’dekiyaşadıklarını İşkence adlı eserinde kitaplaştıran İbda Mimarı’nın eserinin altbaşlığı -hukuk ve hûk- adını taşıyordu. Farsça domuz anlamına gelen “hûk”,necasetin/kirliliğin sembolüdür ve bu eserde hukuksuzluğu anlatan bir mefhumadönüşmüştür. Nitekim İbda Mimarı, 1991 yılında, hûk halinden hukuk halinegeçilmesi temennisini dile getirmiştir.
Özal ve sonrası yıllarda yükselenkirlilik hali, memleket kaynaklarının yalnızca verimsiz kullanımına nedenolmamış; mafya, kara para ve rüşveti de içine alan biçimde, cemiyeti içtençürütmüştür.
Turgut Özal’ın “Benim memurumişini bilir” sözü, çürümüşlüğün en açık ifadesiydi. Sadece ANAP dönemindedeğil, koalisyonlar döneminde de sayısız yolsuzluk usulsüzlük kirlilik yaşandı.Üç kağıt ekonomisi[4]büyük bir hızla ilerliyordu.
1980-1994 arası dönemde yaşananbazı olaylar:
- Boğaziçi Kanunu ile ortaya çıkan değişim(1983):
TMMOB-Harita Kadastro mühendisleri Odası’nın ifadesiyle, 1983 tarihliBoğaziçi Kanunu’ndan sonra “tarihi kültürel ve doğal alanlara olan bakış açısıdeğişmiş; kamu yararını ön planda tutma gayesi yerini rant odaklı girişimlerebırakmıştır.[5]
- Devlet Bakanı İsmail Özdağlar’nın rüşvet skandalı(1985): Bu tarihte, Özdağlar’ın, UMDenizcilik’in sahibi Uğur Mengenecioğlu’ndan petrol taşımacılığı ile ilgiliolarak 25 milyon lira rüşvet isteme skandalı patlak verdi. Özdağlar; ‘‘Bakanlıkgörevini kötüye kullanmak, UM Denizcilik sahibi Mengenecioğlu’nun gemilerinefazla fiyatla akaryakıt nakli sağlamak suretiyle devleti zarara uğratmak…’’tanYüce Divan’a sevkedildi. Ayrıca Özdağlar’ın bu işlere engel olacağını düşündüğüiçin bazı bürokratları görevden aldığı tespit edilmişti. Mengenecioğlu’danhaksız menfaat sağladığı ve 25 milyon lira rüşvet aldığı da ortaya çıktı.Sonuçta sadece Özdağlar iki yıl hapis cezası aldı.[6]
C) Jaguar olayı… (1986) -“Gecelerin ve Playboyluğun Ombusmanı”lakabıyla bilinen daha sonra uyuşturucudan hüküm giyecek olan MeteKüçükberber’in, Zeynep Özal’a ve “davulcu eşine” Jaguar marka otomobil hediyeettiği ve bunun Tarabya’da kurulan kaçak Jaguar bakım istasyonun yıkılmamasıiçin yapıldığı iddiası basında yer aldı. Bu olayı protesto eden –Davul DelenJaguar amblemli partinin seçimlerde %2 oy alması dikkat çekiciydi. Bu arada,Küçükberber’in aracı, Özal’a “tanıtmak” amacıyla düğününde maliyetine sattığıileri sürülerek takipsizlik kararı verildi.[7]
D) 100 Milyon Dolarlık kredi (1991) “İş adamı Kemal Horzum Eximbank’tanaldığı 100 milyonluk krediyi buharlaştırdı.” Bu olay, daha sonra halk arasındahortumlamak olarak anılacak yeni bir tabirin doğmasına yol açacaktı.[8]
E) İLKSAN skandalı (1993), DSP-SHP koalisyonu döneminde SüleymanDemirel, Tercüman Gazetesi’nin sahibi, Kemal Ilıcak’a kaynak aktarması ileilgili skandal patlak verdi. Sedat Çolak’a ait olan ve 120 Milyar TL’ye alınanarsa İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı’na 346 Milyar TL’yesatıldı. Olayın ortaya çıkmasıyla, Ilıcak beyin kanaması geçirerek öldü. Demirelolayla ilgili olarak, “Verdimse ben verdim” dedi.[9]
F) İSKİ Skandalı (1993): İSKİ Genel Müdürü Ergün Göknel, Kendinden 29yaş küçük sekreterine aşık olduğu gerekçesiyle 22 yıllık eşinden boşanmakistedi. Göknel anlaşmalı boşanma için, 8 Milyar TL nakit para, Lüks araba velüks daire teklif etti. Böylece, yolsuzluk emareleri ortaya çıkmıştı. Dahasonra yapılan soruşturmada, Göknel’in kurduğu paravan şirketler ile İSKİ’ninklor ihalelerine girdiği ve bu paravan şirketler aracılıyla İSKİ’ye değerindenonlarca kat fazla fiyata klor sattığı ortaya çıktı. (1993)[10]
Tavandan tabana her tarafa sızmışaçık yolsuzluk olgusunun yanında çürümenin legalize edilmiş ve bu açıdan da çoktehlikeli bir boyutu da vardı. Oktay Yenal’ın anlattığı gibi, Özal yönetimi biryandan bütçe kanunlarını anayasayı ihlal eden yetkilerle donatıyor, diğeryandan bütçe kanunu ihlal ediyor ilaveten kurdukları yüzlerce fon ile kamu giderlerinindenetimini engelliyordu.[11]
Sonuç olarak memleketimiz,yolsuzluk / usulsüzlük / denetimsizlik / gayrı-şeffaflık/ verimsizlikilletlerinin pençesinde sonu gelmez bir kalkınamama sürecine mahkûm edilmekistenmişti. İbda Mimarı’nın üç bin aile etrafında yürüttüğü tespitlerin bizceiktisadi yansıması, sayısı zaman ile değişen ama ruhu değişmeyen bu üç binler tahakkümü ortadan kalkmadanbir iktisadi kalkınmanın gerçekleşemeyeceğidir.
4)Ucuz Halkçılık:
Siyasi yasakların 1988’dekalkması, Özal’ın ANAP’ının tek parti olmasını sağlayan korumayı kaldırdı.1989’da ANAP yerel seçimlerde hezimete uğradı. Böylece 1990’ların koalisyonlardöneminde, bir ucuz halkçılık dönemi açılacaktı. Bir iki örnek verecek olursak;Demirel herkes ne veriyorsa bir fazlasını veriyor, Tansu Çiller herkese ikianahtar vaat ediyordu… “Almadan, vermek” biçiminde tezahür eden popülizm ya daucuz halkçılık, Boratav’ın da belirttiği gibi bu dönemde neoliberal model ileittifak halindeydi. Ucuz popülizmin finansmanı para basarak değil, enflasyona sebebiyet vermemesi için, içborçlanma ile sağlanmıştı. Bu iç borçlanma ise, 1989 mali serbestleşmesindensonra bankaların aldıkları dış borçlar ile karşılanıyordu. Yani bir yandandışta ve içte malî oligarşi kazanıyor, diğer yandan devlet borçlanıyor, borçlaelde edilen kaynakların bir kısmı halka dağıtılıyordu. [12]
Ucuz halkçılık da tıpkı yolsuzlukgibi, kaynakların etkin kullanılması hedefinden uzaklaştıran, bir zehirdir.Şeker hastasına, çeşitli gıda maddelerini yasaklayan doktorun yanında, onazarar verecek her şeyi serbestleştiren bir sahte doktor tavrıdır. Kısa vadedehalkı mutlu etse de orta ve uzun vadede yıkıma götürecek bir modeldir veçürümüşlüğün, çevre-yarı çevre demokrasilerindeki görünen yüzüdür. Bir anlamdada halka yolsuzluklar karşısında ödenen bir sus payıdır. Böylece her türlüsosyal, siyasi ve iktisadi ideal yerini, bir çeşit ilkesiz/faydasız-faydacılığabırakmıştır.
Ancak madalyonun diğer yüzü,neoliberal zorbalığın, reel ücretleri düşürmesi, çiftçi sübvansiyonlarınıbiçmesidir. 1970’lerin krizler ve yokluklar ortamını 1980’lerin neoliberalzorbalığı izleyince halkın alım gücü, anayasal hakların gaspı yoluyla bir andadüşürülünce, 1988 referandumuyla siyasi yasakları kaldıran halk, 1989 yılındaçok büyük bir işçi eylemleri dalgası başlattı. 1991 seçimlerinde ANAP açık birbiçimde yenilgiye uğratıldı. Yükselen sosyal talepler, ucuz halkçılıksiyasetiyle savuşturuldu. 1994’de kesintiye uğrayan halkçılık 1990’lar boyuncaşiddetlenerek ilerleyen ve 2001’de tavan yapan ekonomik kriz ile eridi.
Yapılması gereken, neoliberalmodelin ve kapitalist sistemin reddi, İbda Mimarı’nın “denenmemiş tek nizamı”nıdenemekti. Mevcut temsil edilen siyasi partiler ise, iç işlerimize vecoğrafyamıza müdahale eden Amerikan emperyalizmine derinlemesine bir cevapvermek yerine, onunla uzlaşmayı tercih edeceklerdi. Siyasi gündem, dünya düzenigibi yüksek düzeyde önemli siyaset meselelerine dokunmadan yürütülüyordu.
(Bir parantez: 28 Şubatdarbecileri ve yardakçılarının anlamadığı şey, onların pozitivist dünyagörüşlerinin Batı için artık çoktan çağ dışı hale geldiği ve kendilerininbirer, at, fil, kale, vezir değil, yalnızca Batı piyonu olduğu realitesiydi.Batı piyonu… Üstelik piyonlar içinde çok da stratejik olmayan/ feda edilebilirbir piyon… Böylece, bir yandan memleket ekonomisi iç ve dış mihraklartarafından yağmalanırken; diğer taraftan stratejik olmayan piyon, milliunsurlarla mücadele içine girdi. Böylece bir yandan kendi kendisini tasfiyeediyor; diğer yandan, milli unsurların etkisini kırma görevini yürütüyor ennihayetinde de emperyalistler bir taşla iki kuş vurmuş oluyordu.)
Bir sonraki bölümde, 2001 krizine giden süreç ve gelişmeler üzerinde duracağız…
Şevket KORAY
[1] 5 Nisan 1994 Hükümet Bilidirisi’nden aktaran Oktay yenal, Cumhuriyetinİktisat Tarihi, Türkiye İş Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, 151-152
[2] Gülten Kazgan, Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2009), İstanbul BilgiÜniversitesi Yayınları, 2013,193-194.
[3] Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009, İmge Kitabevi, 2015, s 181
[4]Kavramsallaştırma Osman Altuğ’a aittir. Altuğ’un bir röportajından: Türkiye’desiyasetin finansmanını kim yapıyorsa, siyaset onun siyasetidir. Siyasetinfinansmanına halkı sokmayan, onu ortak etmeyen bir anlayış var. Siyaseti parasıolanlar yapıyor. Parası olanlardan da kaynağını soramıyorsunuz. Sorulması dayasal olarak mümkün değil. Siyasi partiler seçim kampanyası yapıyorlar, seçimkampanyasını kim yapıyor, kaça yapıyor, nasıl yapıyor kimse sormuyor vesoramıyor. Türkiye’de halkın seçme hakkı var da seçilme hakkı yok. Çünkü parasıyok. Türkiye’de demokrasi adeta parakrasiye dönüşüyor. O zaman parası olanlar siyaset yapıyor. Parası olanlar konuşuyor. Benbuna üç kağıt ekonomisi diyorum. Buüç kağıt ekonomisi üç şeyden oluşuyor: borsa, faiz ve dolar. Pekiyi üretimnerede. Yok. http://www.osmanaltug.com/kimdir.html[Erişim 13.12.2019]
[5]Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, “HKMO: İstanbul Boğazı İmar BarışıylaSavaşta”, 25.12.2018, tmmob.org [Erişim: 19.11.2019]
[6]Yalçın Bayer, “Özal, Özdağlar’ı Hemen Yüce Divan’a Sevk Etmişti” http://www.hurriyet.com.tr/ozal-ozdaglar-i-hemen-yuce-divan-a-sevk-etmisti-16018819.07.2013 [Erişim: 13.12.2019] İlgiliköşe yazısından istifade edilmiştir.
[7]Bkz. “Jaguarcı Mete Devlet Hastanesinde Öldü”, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/jaguarci-mete-devlet-hastanesinde-oldu-7207567[03.09.2007] [Erişim: 13.12.2019]
Bkz.”Davul Delen Jaguar’ın Öyküsü”, Habertürk, https://www.haberturk.com/yasam/haber/34784-davulu-delen-jaguarin-oykusu[04.09.2007] [Erişim: 13.12.2019]
Bkz. Başsavcı Celil Demircioğlu’nun sabahgazetesindeki demeci: Soruşturma sonrası Zeynep Özal’ın bu konuyla ilgisinintespit edilemediğini gördüm. Küçükberber, bu arabayı Zeynep Özal’a düğünündearacı tanıtmak amacıyla maliyetine sattığını söyledi. Suç unsuru olmadığınakarar verdim. Ve takipsizlik kararı verdim.” http://arsiv.sabah.com.tr/2001/12/11/g03.html[11.12.2001] [Erişim: 13.12.2019]
[8]“Hortumlamanın Kökeni ve Kısa Tarihi!” https://bianet.org/bianet/print/1982-hortumlamanin-kokeni-ve-kisa-tarihi 01.05.2001 [Erişim: 13.12.2019]
[9]Konu ile ilgili olarak bkz.” Demirel ‘Verdimse ben verdim’ dedi, aramızasoğukluk girdi” http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/demirel-verdimse-ben-verdim-dedi-aramiza-sogukluk-girdi-269092[31.10.2004] [Erişim: 13.12.2019]
Bkz. http://arsiv.sabah.com.tr/2003/08/18/w/g01.html[18.08.2003] [Erişim: 13.12.2019]
[10]https://indigodergisi.com/2017/04/iski-skandali-yildirim-cavli-kimdir/“İSKİ skandalı nasıl ortaya çıktı? Yıldırım Çavlı kimdir?” 30.04.2017 [Erişim:13.12.2019]
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201902131037635351-ergun-goknel-secim-nasil-kazanilir-kitabi/“İSKİ skandalının mimarı Ergun Göknel’den ‘Seçim nasıl kazanılır?’ kitabı” [13.02.2019][Erişim: 13.12.2019]
[11] Oktay yenal, Cumhuriyetinİktisat Tarihi, Türkiye İş Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s140-146
[12] Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009, İmge Kitabevi, 2015, s 181
Not: Nisan 2020 tarihinde tarafımıza ulaşan ve AdımlarTV’de sesli makale olarak yayınlanmakta olan sayın Şevket KORAY‘a ait bu çalışmayı ancak yayınladığımız için yazarımızdan ve okuyucularımızdan özür diliyoruz. –Adımlar–
McNAMARA, TURGUT ÖZAL, 12 EYLÜL VE TÜRKİYE’NİN NEOLİBERALLEŞME SÜRECİ