ESKİ YUNAN BAHANESİYLE “MALEDİŞ ÇETİNLİĞİ”…
Misal ben Eski Yunan kültürü üzerine çalışmaya başladım, neredeyse 25 sene olmuş. Diyeceksiniz ne zorun vardı, Müslüman adam eski Yunan kültürüyle mi uğraşır? Basitçe söyleyeyim: Hani Coronavirüs üstüne çalışan hekimler var ya, hastalığın tanımıdır, tedavisidir, öyle düşünün.
İşin bir diğer tarafını da ehliyle konuşurum: Hani “hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır.” Bu Nebevî ölçüye karşı diyemezsin ki, hikmet Kur’ân’ın dışında mıdır? Hikmet daima Kur’ân’dandır, Kitab’ül-Hikme Kur’ân’dandır; ama müminler onu yitirmişler, aramakla mükellef.
Ne diyorduk, 25 sene olmuş. Beyoğlu’ndaki konferanslardan itibaren alırsak; mitolojisiyle, felsefesiyle, ıcığına cıcığına varıncaya kadar… Tabiî bu öyle düzenli bir şekilde devam etmedi, edemedi; hapishane girdi araya, ondan sonraki fakruzaruret iklimi girdi. Şayet bu şekilde kopuntuya uğramasaydı, bugün bu alanda dünya çapında bir otorite olabilirdim. Olurdum da ne olurdu? Çok basit: Bu alandaki problemlerin çözüm adreslerini, İbda Külliyatını ana kaynak alarak, gösterebilirdim. Faraza Homeros’un anlattıklarının İslâm tasavvufundaki karşılıklarını, Platon’un anlattıklarının İslâm’daki yerini, eski Yunan araştırmalarında sürüp giden tartışmalara İbda cephesinden katılabilirdim.
Bu önemli bir şeydir. Sadece benim için de geçerli değildir. Diyelim ben felsefe formasyonuyla buraya girdim; birisi de hukuk formasyonuyla Roma hukuku, Romalı hatipler falan derken, Roma kültürünü sayıp döker, muhasebe eder, bu alandaki problemlere ve tartışmalara el atar, aynı şekilde dünya fikir arenasında yorumuyla bir referans kaynağı olabilirdi. Ama bizde felsefeciler, “dini sorgulamalıyız” diye yola çıkıp dağa bayıra vuruyorlar, hukukçularsa hukuku bir meslek olarak icra ediyor, yahut hiç oralı olmadan sağa sola geziniyorlar.
Bir iktisatçı, bizi iktisat ilminin kökenine, A. Smtih’e, Ricardo’ya, Marx’a, Merkantilizm, Kapitalizm, Sosyalizm bahislerine veya bu bahisler altındaki temel meselelere götürmüyor; bu meseleler üzerinde iktisat ve ahlâk kaynaklı bir başvuru kaynağı olma çabası gütmüyor; işte büyüme rakamlarıdır, ithalat, dış borç, böyle gel genç cinsinden… Tamam bunlar da olacak ama işin ilmine vakıf olmadan, onu kendi dünya görüşüne maletmeden mi?
İbda Diyalektiği’nde bahsi geçen “malediş çetinliği”, hem dışındaki verimi fikriyata maletme, hem de fikriyatı dünya fikir üretimine bir katkı olarak ortaya koyma demektir. Ki bunu bizden başkası yapamaz. Ne İslâmcı ne Kemalist, ne şu, ne bu… Dikkat edin, bunların hiçbirisinin dünya fikir üretimine katkı sunma istidatları yoktur. Ya elalemin kuyruğuna yapışır (ki bugün ilâhiyatın meseleleri bile Amerika’dan geliyor), yahut arkasını döner, yok sayar, oldu da bitti maşallah. Bir tek İbda Külliyatı ile onun verdiği ölçüler ve ilhamla meselelere giren kimseler, Türkiye’nin beklediği fikir inkılâbının, aydınlanmanın öncüleri ve yepyeni bir çağın habercileri olabilir. İbda’nın önemi ve özelliği işte budur.
Onun için, çok uzatmayayım, ben bu davada yol almak isteyen, ilgi duyan, zihninde fikir kıvılcımları çakan gençlere, şunu tavsiye ederim: Külliyatı hiç elden bırakmadan, onunla meselelere sarkma usûlünü kavrayarak, ister tarih, ister matematik, ister fizik, ister müzik, ister sinema, ister sosyoloji, her ne olursa olsun, o mevzunun ilmine vakıf olmaya bakın. Hedefiniz, mesleki yeterlilik değil, davanızın zaferi olsun. Ki bu aynı zamanda inancınızın, doğrudan doğruya İslâm’ın zaferidir.
Başkaları bunu anlamayabilir; onlar sizden kocakarıların Eyüp Sultan tezgâhlarından aldığı dua kitapları tarzı şeyler bekleyebilir. Aldırmayın. İnanın ve çalışın, hem de çok çalışın.
Selim Gürselgil