ESSELÂM 5 – Necip Fazıl KISAKÜREK
ÖMER MÜSLÜMAN
-28-
Bir garip zaman oldu.
Ortalık duman oldu.
Bildikleri düşman oldu.
Havuzlar umman oldu.
Ömer müslüman oldu.
*
Sözü sözdü, gerçekti;
O’nu öldürecekti.
Ömer kılıcı çekti.
Göklerden ferman oldu.
Ömer müslüman oldu.
*
Ona yolda bir adam,
Dedi; «Vurmaksa meram,
Senin kardeşin islâm!»
Olanlar yaman oldu.
Ömer müslüman oldu.
*
Kızkardeşi! Hakikat!
«Müslüman mısın?»… Tokat!
Kan içinde bir surat!
Sonunda pişman oldu.
Ömer müslüman oldu.
*
«O ses, sokağa vuran,
Nedir?»… «İste bak, Kur’ân!»
Baktı, çarpıldı bir ân…
İçi süt liman oldu.
Ömer müslüman oldu.
*
Kur’ân, esrar oluğu…
Sonsuzluğun soluğu…
Gösteren ok, kulluğu…
İnkârı iman oldu.
Ömer müslüman oldu.
ÇİLE
-29-
Kapısında pıhtılı sekiller, pençe pençe;
Alevli ısırganlar, yolunda, diken diken.
Mümine, erdirici bir çift kanat, işkence,
Mümin, çile terzisi, ateşten gömlek diken.
*
Kızgın kumda çırçıplak, nice müslüman esir;
Boğazında bir kement, yer yer sürülen Bilâl.
Hepsinin de kan sızın dudağında: «Allah Bir!»
İlk şehid bir kadındır, alnında kanlı hilâl.
*
O’na şefkatli amca Ebu Talib, dedi: «Dön!»
Mal, şeref, nemiz varsa ayağına serilsin!»
«Dönmem, dedi Peygamber; tektir benim için yön;
İsterse ellerime güneşle ay verilsin!»
*
Meydan… Kureyşe hitap: «Su karşı dağda düşman
Pusu kurmuş deseydim; bana kim yalan derdi?»
«Sen eminsin, dediler; imkânsızdır aldatman!»
«Öyleyse inanınız, beni Allah gönderdi!»
*
Halislik mücizesi… İnanan yok, böyleyken;
Dediler: «Bu bir şair, bir sihirbaz, bir mecnun!»
Kâbe’nin avlusunda, namazda, secdedeyken,
Sokuldular, sırtına bir leş koydular O’nun.
*
O’nu soy kolundan çembere alacaklar;
Ne selâm var onlara, ne kız, ne su, ne ekmek!
Ve toprağa düşecek O’na açık kucaklar;
Ne büyük nasip, Allah yolunda çile çekmek.
*
Yıllar gelip geçecek, böyle gidecek bu iş;
İman her gün daha pek, küfürse daha şirret.
Gidiş; meçhul ufuklar ardınca gidiş, gidiş.
Bugün Habeşe, yarın Nurlu Beldeye hicret…
MİRÂÇ
-30-
İsrâ… «Gece giden»… Kur’ânda ismi;
Bir yolcu… İsrâ…
Zamandan, mekândan azattır cismi;
İlâhî ibrâ…
*
Seven, sevilenle buluşmak diler;
En mahrem meclis…
«Geceleyin beni alıp gittiler…»
Ne güzel hadîs!..
*
Çıktı, çıktı… Ahenk ahenk merdiven…
Her katta bir iş…
Döndürüp yıldızlar üstünde düven,
Kat kat yükseliş…
*
Yanında Cebrâil, altında Burak,
O yere vardı.
O yerde, son nokta, son iz, son durak,
Bir ağaç vardı.
*
Melek dedi: «Burda tamam sınırım;
Ve akıl tamam!
Davranmak istersem yanar kalırım!
Kıpırdayamam!»
*
Sordu: «Artık nasıl erişmek kabil?
Yok mu bir destek?…»
Kendini aşka sal, dedi Cebrâil;
Aşk erdirir tek…
*
Aşka teslim oldu. Nurdan çağlayan…
Engelsiz geçit…
Her kayıttan uzak, O’nu bağlayan,
Allah’a şahit…
*
O erişti, nasıl erişsin tabir?..
Had ötesi had…
Bir O, tek kul, bir de sayı üstü BİR
Allah ki, ehad…
HİCRET
-31-
Mekke’yle Medine arası yollar;
Çizik çizik, hasret yarası yollar.
Vardığı her nokta yine baslangıç;
Gitgide Allah’a varası yollar.
Mekke’yle Medine arası yollar…
*
Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin
Yalnız iki çift nurdan güvercin.
Bunlar iki dostun ayakları ki,
Yolları göklere bağlayan perçin.
Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin;
*
Hicret, yurt dışında aranan destek;
Dâva sahibine öz yurdu köstek.
Merkezi dışardan sarmaktır murad,
Merkezin çevreden fethidir istek.
Hicret, yurt dışında aranan destek;
*
İnsan koşar, ufuk kaçar beraber;
Ufukta, varılmaz gayeden haber.
O ki, eteğinde, ufuk ve gaye;
O ki, Gaye-İnsan, Ufuk-Peygamber.
İnsan koşar, ufuk kaçar beraber;
*
Ayakta, Medine Müslümanları,
İslâmın «Yardımcı» kahramanları…
Resuller Resulü uğrunda feda,
Malları, canları, hânümanları…
Ayakta, Medine Müslümanları.
MAĞRA
-32-
Burası Sevr mağrası,
Sır menzili, burası…
Işığı karanlıktır;
Ve sessizlik, nârası.
Deliğinde perdedar,
Bir örümcek tuğrası.
*
Mağrada gizlendiler.
Boşuna izlendiler.
*
Burası Sevr mağrası,
Sır menzili burası.
Ebubekir zikirde,
Kalbini yuğurası.
Kalbinde nakış nakış,
Nur yüzün hatırası
*
Zikirde Ebubekir;
O’nun emriyle zikir.
*
Burası Sevr mağrası,
Sır menzili burası,
Yüce Allah isminin,
Kalb içinde mecrası;
Ötesi ötelerin,
Verâların verâsı…
*
Sevr mağrası ilk eşik;
Bâtın ilmine beşik…
*
Burası Sevr mağrası,
Sır menzili burası.
Zikir, zikir, hep zikir;
Büyük visal, sonrası.
Ebubekir’e teslim,
O’nun gönül mirası.
*
İşte ebedî kanun:
İç ve dış, her şey O’nun…
MEDİNE
-33-
Çevresi Medine, O’nun sevenin;
Allah Resulüne çevre, Medine.
İndiler çöktüğü yerde devenin;
Ebâ Eyyub evi… Sonsuz hazine.
*
Devenin çöktüğü arsada Mescid…
O, kerpiç taşıdı, öz elleriyle.
Orada, ebede yol veren geçit;
Ve İslâm, ebedî temelleriyle.
*
Kardeş oldu Ensar ile Muhacir;
Her ân çoğalmakta Nur tâbileri.
Ve alınlarında kararmaz fecir;
Gözleri yaş, Suffa sahabileri…
*
Namazda bir hitap: Artık yön Kâbe!
Kâbe, son noktası maddede sonun,
Yönlerin yönünden bir mânâ, kalbe:
Ne kadar yön varsa âlemde, O’nun…
*
Medine İslâmın toplum meydanı;
Toplum meydanında bir bayrak, ezan…
Orada tac giydi yılın sultanı;
Allah için açlık ayı Ramazan…
*
Açıkta gezerken Mekke’de kâfir,
Medine’de pusu kurdu münafık…
Çünkü güçlenmekte Hak din… Ve emir:
Çekilsin İslâmın kılıcı artık!..
BEDİR
-34-
İsmi Kocaman Bedir, Anlı ve Kanlı Bedir;
Bedir, Allah cenginde eşsiz muharebedir.
Bir yanda bin, bir yanda sadece üçyüz kişi;
Üçyüzün, sonsuzluğu getirmek bütün işi…
Karşılıklı iki saf, ruhta ayrı, soyda eş.
Oğul babaya karşı çıktı, kardeşe kardeş.
Bedirde öğrenildi, gerçek soydaşlık neymiş?..
Ruh olmayınca, madde vücutsuz bir gölgeymiş.
İslâm, bütün renkleri tek renkte birleştiren,
Ve kâinatı aynı hevenkte birleştiren,
Allah’ın seçtiği din… İnkılâp bu inkılâp!
Baba, oba, her şeyi silip götüren seylâp…
Bedir, küçük cenk, ama bu dâvanın gazâsı;
Küçücük de, mânada büyüklüğün fezası.
İlk çekilen kılıç ki, pırıl pırıl merhamet;
Bedrin kılıcındadır acıdaki keramet;
Mağrur safları küfrün, Bedirde tuz-buz oldu.
Bedir, küfrün başına inen ilk topuz oldu.
Hâlâ, geçen yolcular Bedirde cenk yerinden,
Rüzgârda sesler duyar, derinden mi derinden…
At kişner, ok vızıldar, tekbir sedası gürler.
Gözlerini yumanlar o sahneyi görürler.
İsmi Kocaman Bedir, Anlı ve Kanlı Bedir;
Bedre sor, merhameti getiren kılıç nedir?
UHUT
-35-
«Bir dağ ki, bizi sever, biz de onu severiz.»
Uhut, işte bu Uhut!
Kâfirlerde bir umut:
«Bedr’in intikamını almaya seferberiz!»
*
Peygamber, Medine’den çıkılmasın, buyurdu.
Aksini dilediler.
«Açık sahra, dediler:
Dışından korunmalı bizce Peygamber yurdu.»
*
Dağ eteği… «Okçular kalkmasın yerlerinden,
Bizi kuşlar kapsa da…
Koyulsak da hasada,
Geçsek de kâfirlerin kol kol üzerlerinden…»
*
Zafer… Okçular coşmuş… Unuttular buyruğu;
Ön safa atıldılar.
Birden kuşatıldılar.
Mümine geçti bir ân, kâfir boyunduruğu…
*
Taş yağmuru… Peygamber öldü diye, bir nâra…
Tevekkül O’nun işi.
Kırılmış da bir dişi,
Alnında, yanağında, dudağında hep yara…
*
Ebu Süfyan bağırdı: «Anlaşmıstık Hübel’le;
Zafer, büyük Hübel’in!»
Ve Ömer: «Dize gelin!
Büyük, Hübel değildir, Allah Azze ve Celle!..»
*
Yetmiş şehit, Peygamber amcası da beraber…
Çökenler birer cihan.
Uhut, büyük imtihan;
Ne akıl, ne de mantık, Peygamber sözü rehber…
YASAKLAR
-36-
Uhud’un ardından yasaklar geldi.
Üstüste üç kere şarap yasağı…
Üçüncüsü artık mutlak temeldi;
Belirdi işlerin soliyle sağı.
*
Sağda emirler var, solda yasaklar;
Biri «Evet!» emri, öbürü «hayır!»
Onlar çifte kutbu içinde saklar;
Her yasak bir şerdir, her emir hayır.
*
Haktan uzaklaşmak, günah denilen;
Günahsızlık tavrı en büyük günah.
Yaradandan, tek şey var, istenilen:
Affet bizi, Rahman ve Rahîm Allah!..
*
Şarap seli, şehrin sokaklarında…
Kapılar açılmış, döken dökene…
Sonsuz hayat, dinin yasaklarında,
Nefsini günahtan çekip sökene…
*
Sarhoş ayarını bozan, kalbinin;
Kalbinde ilâhî nuru karartan…
Ne vahşet, lütfunu tepmek Rabbinin;
Ve ne korkunç, gönül tahtında şeytan!…
*
Tam üç yasak: Şarap ve fal ve kumar…
Kumar, yüz çevirmek, aziz emekten.
Putlara niyetten insan ne umar?
Korkmaz mı gaibi didiklemekten?..
*
Mukaddes şeriat; mimarî, nakış;
Yasaklar, emirler, ölçüler, yönler…
Uhut’un ardından duraksız akış;
Artık bu akışı hangi sed önler?…