“TİLKİ GÜNLÜĞÜ”NÜN İZİNDE – 14 KASIM UYKU ÖRÜMCEK AĞI
Bir büyüğe maddî olarak yakın olup da mânâ olarak uzak olmak… Hele bir de işin içine hased girerse, bu maddî yakınlığı, o büyüğün mânâ ve dava yakınlarına karşı iftira ve saldırılarında haklılık perdesi olarak kullanmaya kalkma alçaklığı.
Efendi Hazretleri’nin vefatından sonra Üstad’ın yaşadıkları; Efendi Hazretleri’ne fiziken yakın olan bir kısım kişilerin Üstad’a yaptıkları saldırılar… Yine Üstad’ın vefatından sonra Kumandan’ın yaşadıkları ki, Üstad’ın sağlığında perdeli olarak sürdürdükleri hased tavrını, Üstad’ın vefatından sonra zincirlerinden boşanmış olarak ortaya açıkça koymaları. En acı tarafı da bu Kumadnan’a yönelen yok sayma, inkâr etme saldırlarında, başı, bizzat Üstad’ın ailesinden bazılarının çekiyor oluşu.
Kime bakacağız?
Üstad’ın en yakını olarak gözüken ailesine, hanımına, çocuklarına mı yoksa Üstad’ın mânâ varisi olan Kumandan’a mı?
“Dava”, aile içi bir müessese midir? Dava üzerinde şahsın ailesinin söz hakkı, dava içindeki yerleri kadar mıdır yoksa kişinin oğludur, kızıdır, hanımıdır diye herkesten fazla ve kati midir?
Bir de bunların etrafında kümelenen, kendi şahsî hesaplarını bunlar üzerinden yürütmeye kalkanlar… Muhtabının karşısına doğrudan ve erkekçe çıkamadığından, kendi nefsani meselesini, hasedini, ailenin arkasına sığınarak halletmeye çalışanlar…
“Vâridât: Tâhâ”dan:
• Tâhâ, Üstadım’ın sevdiği birisinin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin torununun oğlunun ismidir… Tâhâ Üçışık!.. Arvâsîzâde Ahmed Tâhâ!..
• Muhterem Necip Fazıl Bey,
«Aceze Basın» başlıklı yazınızı adetâ bir su içercesine yudum yudum okudum. Hemfikir olmamak elde değil… Henüz yazılarınızın hayali gözümün önünde bütün canlılığı ile dururken, bahsi geçen gazeteden birinde size Don Kişot edasiyle bir hücum, bir hakaret furyası… Hele o karikatür… Bir sanat (!) bir imân (!) harikası ve altında hakaretnâme: Tıpkı kusarcasına… Müraî bir ifade ile yazılmış bir mektup ve arkasından hakaretnâme; bu ne perhiz, bu ne turşu!.. Ama Asıl’dan kopandan başka ne beklenebilirdi ki? Evlâtlarından olmak şerefine nâil olduğum o zat’a yakınlığınız cümlece mâlûm… Aksini ispat gayri-mümkün… Mürşit ve mürit… Akıl üstü bir kenetlenme… Ancak, gazetede sizin bağlılığınızın hileli olduğu yazılmakta… Böyle bir bağlantı ise, iki hilekâr arasında olur. Ben ceddimi ve sizi bu şeni iftiradan tenzih ederim. Gazetede buna benzer misâller çok… Meselâ: «Yanına sokulduğun o zat’la birlikte, kiralık fotoğrafçına gizlice resim çektiren» denilmekte… Bu şekilde bir resim ancak fâhişeler ile çektirilebilir, o zat-ı muhterem ile değil… Bu iki ufak misâl dahi gözlerimizin önüne bir hakikati sermekte: Şahsınıza hakaret altında kıvrak bir ifâde ile bağlı olduğunuz zatı tahkir… Bunu böyle biliniz!.. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, aynı gazetenin bugünkü nüshasında bütün yazdıklarının onun sözlerinden anlaşılanların bir neticesi olduğu yazılıyor. Yalan üzerine yalan, hakaret üzerine hakaret… Bizden teessür ve teessüf…
Netice olarak: Buna cevap vermeyi bir zül addedeceğinize eminim. Bizler onun evlâtları olarak, ona yapılan bu hakaretleri Hakîm olan Cenab-ı Hakka havale ettik. Sizden istirhamımız, siz de bizim gibi yapınız!.. O zatın müdaiiliğini üzerinize almayınız!.. Hakîm olan Cenab-ı Hakka havale ediniz!.. Sillesi yakın ve şiddetlidir. Buna eminiz. Rabbiye emanet olunuz… Hürmetlerimle.
• Bu mektup, 3 Şubat 1971’de, Büyük Doğu’nun 15. devre 5. sayısında yayınlandı… Mektubun sahibi Arvâsîzâde Ahmed Tâhâ… Tâhâ Üçışık’tır!..
• Bahsi geçen Büyük Doğu’nun bir evvelki sayısına dönelim ve «HAKİKAT isimli hıyanet gazetesi» başlığı altında yazılanlara bakalım:
— «HAKİKAT isimli, hamakat ve sefalet içinde İslâma hıyanet gazetesinin, hiçbir küfür organında görülemez şekilde fazahat ve denaette ne dereceye düştüğünü görmek isteyenler, onun 14 Ocak tarihli 265. sayısına bir göz atsınlar!.. Geçen sayımızda, iyi niyetlerine ve İslâmî rabıtalarına rağmen dâvaya lâyık şekil ve ruha malik olamadıklarından yana yakıla bahsettiğimiz mukaddesatçı gazeteler arasında kendisini bir yana ayırarak ilmî ve riyazî vesikalar ve gayet üzgün ve efendice bir üslûpla, dalâlet ve küfrünü ispat ettiğimiz, bu, olanca satışı üç beşyüzlük biçâre gazete, acı bir vicdan muhasebesine girişeceği ve kuyruğunu iki bacağı arasına sıkıştırıp süklüm püklüm susacağı yerde, birinci sahifesini baştan başa Necip Fazıl’a tahsis ve aynen din düşmanlarının necaset dolu ağızlarına uygun tarzda isnatlarda bulunuyor, Necmeddin Erbakan’la karşılıklı, Necip Fazıl’ı kumar masasına oturtan, viski şişeleri ve fâhişeler arasında gösteren, sonra da ceplerine Yahudiler ve Araplardan paralar aktarıldığını tasvir eden bu murdar varakpareye verilecek ilk ve son cevap, büyük veli Abdülhakîm Efendi Hazretlerine nisbeti bir yalandan ibaret şahıs ve çömezlerini evvelâ Allaha, sonra o büyük veli’ye, daha sonra da mümin vicdanlara havale ettiğimizdir.»
• Gerek mektupta ve gerekse bahsi geçen yazıda hedef alman kişi, Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin damadı, Hüseyin Hilmi Işık’tır… Üstadım’ın, Efendi Hazretlerinin bu kadar yakınında bulunan bir rûhî uzaklıktan çelmelenmesi ne acı… Bu soydan hainlik, benim de yaşadığım şey… Başıma gelenleri vefatından önce bir bir işaretlemiş olan Üstadım, bu mevzuda da teselli hâlinde tecelli eden işaretini vermişti… Yeri geldiğinde, bir «Yevmiye» olarak vereceğim!..
(Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, c:2, s: 223, 224, 225, 226)
Yakın görünürken uzak, uzak dururken yakın olanlar…
“Nisbet” davasında şahsî yakınlıkların bir şey ifade etmeyişi ki bir sultana ibrikçi de lâzımdır, vezir de, asker de… Sultan’a en yakın olan ibrikçisidir, her zaman yanındadır, hizmetindedir; ama devlet işleri ibrikçilerle değil erbabı ile görülür. İbrikçi her zaman sultanın yanındadır da, devlet işlerini görenler ancak zaruret hasıl olunca huzura çıkarlar; belki aylar, belki yıllar boyu fizkî temas olmayabilir…
Neticede, iş yapan neredeyse, İbda oradadır. Birilerinin, “yok öyle değil!” demesi ile öyle olmaktan çıkmaz. Lâfa gerek yok, işte meydan. İş yapan zaten yapıyor.
Ve Adımlar kadrosu dairesinde tecelli eden dünya çapında iki iş…
Biri, Selim Gürselgil’in Eflatun’dan Mirzabeyoğlu’na Diyalektik Düşünce kitabı ki, dünya çapını kucaklayıcı telif bir eser olarak, Kumanan’ın vefatından sonra da davayı devam ettirme azim ve kararlılığının, Kumandan’ın, “en büyük eserim, övünç kaynağım” dediği İbda gençliğinin Kumandan’a lâyık olma, Kumandan’ı yaşatma ve İbdayı yürütme iradesinin de beyanıdır.
İbda gençliği, dünya çapında telif eserler vererek İbda’yı yürütmektedir. Eserin keyfiyeti bir yana, kemmiyeti bile çarpıcı; içindekiler bölümüne bakmak bile yetiyor…
Ve dünya çapında bir başka hadise…
Kırgızistan’dan gelen heyet…
Kırgızistan’da yaşanan son halk hareketinden sonra teşekkül eden yeni hükümeti temsilen Türkiye’ye gelen heyet, resmi görüşmeleri Ankara’da gerçekleştirdikten sonra İstanbul’a geçerek Adımlar’a uğruyorlar ve gönüldaşların buluşması olan gerçekleşen bu ziyarette ülke, dünya ve bölge gündemine dair meseleler ele alınırken, en baş meseleyi de Başyücelik rejimine geçiş teşkil ediyor. Bu ziyaretin, 1933 12 Kasım’ında kurulan Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin yıldönümüne tevafuk edişi mutluluk verici ayrı bir vaka. İnsan ve toplum meselelerinin çözümünde bütün dünya yeni bir sistem arayışına girmiş, Batı medeniyeti kendisine büyük bir reset atarak dünyayı yeni bir köleleştirme saldırısına hedef tutmayı hesaplarken, bütün bu hesapları bozucu hamlenin dünya çapındaki adımlarıdır bunlar.
Fikir ve aksiyondaki iki büyük tecellinin aynı zaman dilimine tevafuk edişleri.
Rabbim utandırmasın, tamamına erdirmeyi nasip etsin.
Bizler de İbdacılar olarak gönüldaşlarımızın vücuda getirdiği dünya çapındaki bu işler ile ne kadar övünsek az. İbda’yı kim yürütüyorsa, dualarımız onunla.
Faik IŞIK