Suça sürüklenen hakim ve savcılar… – Orhan Gazi ERTEKİN
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, hakim ve savcıları hukuka ve yasalara uymaya davet eden bir konuşma yapmış. İçeriğe ve hedeflerine bakıldığında klasik açış konuşmalarından farklı bir vurgusu olduğu açık. Belli ki 16 Temmuz sonrasının artık sona erdiği ve ekonomik politikaların başat olduğu bu dönemde hakim ve savcıların kendi konumlarını gözden geçirmesi gerektiği toplu olarak bildirilmek istenmiş. Hemen arkasından Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) Kavala dosyasını inceleme talebi ise Adalet Bakanlığı ve ‘Saray’ nezdinde yargının yeniden sorun edilmesi kararının alındığını gösteriyor.
Ben şimdi bu hikayenin, yani hakim ve savcıların yasa/anayasalar ve hukuka karşı savaşmalarının çok eski ve köklü olduğunu, ama bugünün bazı önemli farklar taşıdığını anlatmak istiyorum.
Suça sürüklenen hakim ve savcılar tarihi
Türkiye’de hep bir ‘suça sürüklenen hakim ve savcılar‘ sorunu olmuştur. Örneğin Cumhuriyet’in yargısı esas olarak ‘irtikap yargısı’ idi. Rüşvet diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye yargısında pek az işleyen bir sistemdir. Fakat -iyi huylu sanılan- bir irtikap yaygındır. Tıpkı Çin, Rusya ve İran gibi, resmî konumunu daha ekonomik bir ilişki için ileri sürmek olağandır Türkiye’de…
Cumhuriyet yargısı
Cumhuriyet siyasal yargılamalarda genellikle suça açık ve hukuka kapalı olmuştur. 1938 donanma davasında savcı, Hikmet Kıvılcımlı için “Biz doktor Hikmet için delil arayacak kadar safdil değiliz…” demişti. 1983’de Hatay’daki bir yargılamada sanık Hamit Kapan, etinden penseyle çekilen tırnakları sunup incelenmesini istediğinde mahkeme heyeti “İşkence olmasa suçları nasıl açığa çıkaracağız…” diye cevap verebiliyordu. Türbanın üniversitelerde yasaklanması için hiçbir yasal zemin bulunmamasına rağmen Anayasa Mahkemesi karar gerekçesinden bir ‘yasak’ çıkartabiliyorlardı. 367 ve 411 kararlarını da hatırlayalım…
Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyet yargısı, merkezi güçlerin genel çıkarları ile yerel kadroların gündelik çıkarlarını birbirine zarar vermeksizin bir arada tutardı. Hakim ve savcılar da bu ilişkinin küçük ortağı olarak büyük oyunlara karışmadığı ve ‘abartmadığı’ sürece suç işlemekte ‘serbest’ olduğunu bilirdi… Ekonomik, toplumsal ve kültürel tüm meselelerde olduğu gibi gündelik ilişkilerde de hakimlik ve savcılık konumunu bir avantaja dönüştürmek temel bir eğilim olarak oldukça belirgindi…
Reklam
Gülen yargısı
Diğer bir örnek olarak Fethullah Gülen yargısı ise tam bir örgütlü suç makinesiydi. Gündelik çıkarların yerine daha büyük ve organize bir aklın politik çıkarları çerçevesinde iş görmüştür onlar.
Devletin merkezi güçleri içinde hakimiyetini sağladıktan sonra tüm yerel alanlardaki nüfuz merkezlerini birer birer yağmalamaya giriştiler ve önemli ölçüde başarılı bile olmuşken nihai bir anda yenilgiyle karşılaştılar. Suça sürüklenen çok sayıda hakim ve savcı gördük devirlerinde. Adı bir darbe planında yazıyor diye; evet evet sadece adı orada yazılmış olduğu için ve başkaca hiçbir eylemi olmaksızın onlarca ordu mensubunu aylar ve hatta yıllarca mahpuslarda tuttular.
Ve bugün…
Ve gelelim bugüne. Bugün hakim ve savcıların suça sürüklenmesi eğiliminin öncekilerle karşılaştırıldığında çok temel ve hemen görünür farklılıklar taşıdığı anlaşılır.
Birincisi bugün suça sürüklenen hakim ve savcıların kendileri dahil herkesi tehdit eden bir belirsizliğin içinde hareket ettiği görülüyor. Bir hukuk ve yargı alanını mümkün kılan referanslar, kurumsal gelenekler ve atıf sistemleri tamamen çökmüş durumda. Örneğin Anayasa Mahkemesi ve iham kararlarının biçimsel ve kurumsal varlık ve geçerliliği dahi ciddi bir soruna dönüştü.
Dolayısıyla bugün ‘mahkemeler sistemi’ de çökmüştür. Oysa hakimlik ve savcılık mesleğini ayakta tutan şey öncelikle bu bağlayıcılıklar alanının varlığıdır. Oyun alanının ‘doxa’sıdır bunlar.
Cumhuriyet yargısı ve Gülen yargısı içinde hakim ve savcılar bu temel kuralların içinde ‘serbest’ olduğunu bilirdi. Ve suça sürüklenen hakim ve savcılar bu kuralların aralıklarında ve bu kuralları kullanarak suçlarını işlerdi. Bugün bu bağlayıcılıklar alanı ortadan kalktığı gibi, dahası bizzat bu bağlayıcılıklara karşı savaşılmakta, yargının bizzat kendisini koruduğu referanslar da yok olmaktadır. Bugün suça sürüklenen hakim ve savcıları bağlayan hiçbir gelenek, hiçbir protokol, hiçbir yasa kalmamış görünmektedir.
Buna bağlı olarak bir başka önemli fark şudur: Cumhuriyet yargısı ve Gülen yargısının içindeki hakim ve savcı suçluluğunu kanıtlamak hayli zordu. Suçlarını, eylemlerini genellikle yasal biçim ve gelenekler içinde saklayarak işlerlerdi. Bugünkülerin suç fiillerini kanıtlamak ise hiç mi hiç zor değil. Siyasi temelli iddianamelerini ve mahkeme kararlarını biçimsel kurallar ve gelenekler içinde saklama gereği bile duymuyorlar. Trajik olan şudur ki suça sürüklenen hakim ve savcılar bütün o sınırsız güçlerine rağmen her hukuk düzenindeki en korunmasız kişilerdir.
Lanet ve trajedi
Kısa Türkiye yargısı tarihinden görülmektedir ki suç soruşturması için oluşturulmuş konumlar bazı dönemlerde bizzat suçun taşıyıcısı haline gelmekte. Bu da Türkiye yargısının bir laneti ve trajedisi olsa gerek.
Sanırım herkes dersini almıştır artık. Türkiye’de yargı tartışmaları asık bir suratla ‘geyik yapma’ alanı olmaktan çıkmalı. Çıkarılmalı.
*Demokrat Yargı eş başkanı
Orhan Gazi ERTEKİN
Not: Bu iktibastaki fikirler yazara ait olup, Adımlar’ın ideolojik ve siyasi anlayışına zıt görüşler sitemizi bağlamaz.