KABA SOFTA HAM YOBAZ VAİZ TAKIMI

KABA SOFTA HAM YOBAZ VAİZ TAKIMI

Ne diyorduk, vaiz enflasyonu. Elini sallasan vaize değiyor. Herbiri fıkıh üstadı, fetva makamı. Aralarında müçtehitler bile var. Millet de ekranda vaizi gördü mü yardırıyor. O caiz mi bu caiz mi derken sıklıkla şu soruluyor:

“Hayal ürünü roman ve hikaye gibi okumak caiz mi?”

Baktım, hemen bütün vaizlere sorulmuş bu. Ben olsam onların yerine cevap vermezdim. Daha başı manipülatif. “Hayal ürünü roman ve hikaye”… Vaiz de keriz değil, sorunun manipülatif olduğunu seziyor. Ezim ezim eziliyor. Biri, neydi adı, “yemem” dercesine fetvaya şöyle başlıyor:

“Hayal yani yalan”. Brüsss. Hayal yani yalan nedir ya? Hayal yalan mıdır?

Bir kere şimdi hoca, yemeyelim birbirimizi. Sanatın s’sinden haberin yok. Hayalin ne olduğunu rüyanda görmemişsin. Kalkıp sanat üzerine, hayal üzerine fetva veriyorsun.

Vaizler arasında yaygın bu:

Hiç bilmediği bir mevzuda soru sorun, fetvanız 5 dakikada hazırlanır, hemen teslim edilir. Adama evrim teorisini soruyorlar, demiyor ki, “kardeşlerim ben çalışmadım o derse, bilen arkadaşlara sorun.” Yapıştırıyor fetvayı. Muhiddin-i Arabi’yi soruyorlar, belli yani tek sayfa okumamış, yapıştırıyor fetvayı. Ayıp denen bir şey var ya. Günah denen bir şey var. Ahıret var, hesap var, cennet ve cehennem var. Sen orada prestij yapacağım diye bilmediğin mevzularda ahkam kestikçe, İslâmı bir “cahiliye dini” haline getiriyorsun. Nefsini yellemek isterken dini ayaklar altına alıyorsun. Bu nedir bu?

Bunlar, Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin “kaba softa ham yobaz” buyurduğu, “dini içten yıkan kâfir” buyurduğu karakterden hisse sahibidir. Okuyan, anlayan gençler bunları gördükçe dinden soğuyor. Çevrelerine kendileri gibi cahilleri, gafilleri toplayıp memleketin dinsiz ve din düşmanı üretimine katkı sağlıyorlar.

İmân ve İslâm ayağa düşmüş, sen neyin fıkıhçısısın, neyin fetvacısısın aloo? Normal şartlar altında bile fıkıh İslâmdan bir şubedir, İslâmın kendisi değil. Fıkıh Kuran’dan bir şubedir, Kuran’ın kendisi değil.

Bunlar tarihte hep varlardı. Yunus Emre’den başlayarak divan şairlerinin “vaiz”, “nasıh”, “zahid” diye sataşıp durduğu zahir adamlarıydılar. Şairlerin, sanatkârların, dervişlerin düşmanıydılar. Giderek ilmî keyfiyetlerini de kaybedip bugünkü sefillerin sefili derekeye düştüler. Vehhabilikle karıştılar. Zaten çoğu da orada öğrenip geliyor, bize İslam diye Vehhabilik aşılıyor.

“Hayal ürünü” şiir okumak caiz midir vaiz? (Bazıları kesinlikle caiz görmezler, onu da gördü bu gözler.) Halbuki Allah Resûlü şiir severlerdi, okumuşlardır.

Selef-i Salihin, Kur’an’ı idrakta bir vasıta olarak görürdü. Hem de bunu mümin yazmış, müşrik yazmış diye bakmazdı. Şiir, Kur’ân’ın tefsirinde, Sünnetten sonra ve onunla beraber en önemli vasıtaydı. İbda Mimarı “şiir idrakı Kur’+an idrakıdır” der. Şiir, “muhayyelattan terekküb eden kıyas”tır. Şu hâlde şiir, roman, hikaye, bütün sanatlar, kendi başına helal veya haram değil, Kur’an idrakına yol açtığı ölçüde ulvî veya süflîdir.

Bize fıkıhtan farzları ve sünnetleri eda etmenize yarayacak belli bir miktar yeter. İmam-ı Gazali’nin tesbitiyle “çoğu kalbi karartır, imânı perdeler. (İmam-ı Gazali de ömründe bu softa vaizlerden çok çekmiştir.) Hele “çağdaş fetvalar”, “güncel fetvacılar”, Koronadan korunur gibi korunulması gereken tiplerdir.

Yeni İslâm sanatına, İslâm ilmine, İslâm tefekkürüne, İslâm medeniyetine merhaba!

Selim Gürselgil

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: