KUMANDAN MİRZABEYOĞLU’NDAN SONRA ANEKTOD-İNTİBA-VARİDAT -V-
Siyami Ersek Kalp ve Damar Hastalıkları Hastahanesinde ilk gün.
Sabahın ilk ışıklarıyla Anadolu ve yurtdışından gelen insan seli belirginleşmeye başladı. Bürokratlar, siyasiler, gazeteciler, polisler, gönüldaşlar ve O’nu merak edenler… Uykusuz insanlar, ellerinde tesbih ve Kur’ân… Dualar mırıldanıyor…
Dr. Çayan’ı havaalanından almak ve yanımızda geçireceği süreçte ona eşlik edecek bir ekip oluşturuldu. Herkes telaşla ne olacağını merak ederken nihayet Çayan Hoca geldi. Hızlı bir tanışma faslından sonra, Aydın (Alkan) ile birlikte Çayan Hocayı Kumandan’ın bulunduğu yoğun bakım ünitesine götürdük. Başhekim ve sorumlu doktorlar da yanımızda.
Çayan Hoca raporları inceledikten sonra muayeneye başladı. Verilen ilaçların türünü, dozunu detaylıca kontrol etti. Geçmiş tablosunu münaazara etti.
Biz oraya geldiğimizde Kumandan’ın değerleri çok iyi görünmüyordu; nabız yüksek tansiyon dengesiz seyrediyordu. Vucüt sıcaklığı normaldi. Çayan Hoca beyin ölümünün tamamıyle gerçekleşmesi için vücudu da ısıtamaz hale gelmesinin gerektiğini söyleyerek koyulan teşhisin yanlış olduğunu belirtti. Bu durumdaki hastaların nadiren de olsa yaşamına devam edebileceğini söyledi. Umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini, daha yapılabilecek çok şeyin olduğunu anlattı. İlk olarak Aydın’a ve bana dönerek Kumandan’ın sigara içip içmediğini ve içiyorsa ne kadar içtiğini sordu. Ortalama 2 paket sigara tükettiğini bildiğimizi söyledik. İvedi bir şekilde nikotin bantı tedarik edilmesini söyledi. Doktorlar kadar biz de şaşırdık. Başhekim nikotin bandı uygulamasının ne işe yarayacağını sordu, Çayan Hoca:
–Bu insanın geçmiş tablosunda ağır sigara kullanımı sözkonusu, organlara işlemiş olan nikotin değerlerinin bu süreçte hızlı düşüşü her şeyi etkiler. Vucudunun şu anda nikotine ihtiyacı var, biraz sakinleştirmek için omuzlarından uygulayacağımız nikotin bantları iyi gelecektir.
Başhekim ve beraberindeki doktor ekibi şaşkınlıkla sonucu merak etmeye başladılar, biz de öyle tabiî ki.
Mantıklı…
Omuz başlarına yapıştırılan birer bantın sonrasında 10 dakika geçmişti ki, nabız ve tansiyon değerlerinde müsbet gelişmeler olmaya başladı. Pek inanma taraftarı görünmeyen doktorlarda şaşkınlık daha da arttı. Hayretle durumu müşahade ettiler. Bu ilk müsbet gelişme bizi de sevindirdi elbette.
Kısa süre içerisinde Sülük tedarik etmiş ve hazırlanmıştım. Çayan Hoca ile birlikte tıbbî sülük uygulamasına başladık. Aydın’da bize yardımcı oluyordu.
Bir müddet boyunca Başhekim ve beraberindekiler meraklı bakışlarla izlemeye devam ettiler, biryandan da Çayan hoca ile sohbet ediyorlar ve sorular soruyorlardı. Çayan Hoca bugüne kadar 10 binin üzerinde açık beyin ameliyatına katılmış -amiyane tabirle- beyne dokunmuş, bu konudaki ilmi ve tecrübesi malûm olan bir doktordu. Başhekim ve beraberindekilerin sorularını fevkalade cevaplıyor ve bu durumun karşısında gözle görülür şekilde, saygı ve hürmetleri daha da artıyordu.
Normal şartlarda (doktorlar arasında), bir hastaneye dışarıdan gelen bir doktorun müdahalesi pek sıcak karşılanmaz. Siyami Ersek Doktorlarından bir doktorun ifadesi: Kimse kümesinde başka horozun ötmesini istemez… Fakat Çayan Hoca mütevazı ve bir o kadar da donanımlı kişiliği ile adeta hepsini-hepimizi etkilemişti.
Bu şekilde birkaç gün boyunca Çayan Hoca ile birlikde 1-2 gün aralıklarla birlikte müdahale etmeye devam ettik. Uyguladığımız şeyler: Tıbbî sülük, hacamat, akapunktur ve manuel terapi. Tabiî hepsinin başında dua…
Durum stabil…
Umutluyuz…
Ama üzücü bir tesbit beni yıkıyor.
Çayan Hoca: Salih Ağabey yaşarsa ki duam ve ümidim bu yönde, felçli, konuşamayan, kötü bir durumda hayata döner.
Bu tesbit ve yorumunun sebebi, Kumandanın beyninden bir kısmının alınmış olmasıydı. Arkadaşlarla şimdilik bu bilginin paylaşılmaması gerektiğini söyleyerek…
…
Bir ara Kumandan’ın tüm değerlerinde problem yaşandı, sanırım koma halinin 7 veya 8. günüydü. Çayan Hoca şehir dışındaydı uçakla acilen çağırdık, Hemoglobin (kanda bulunan, demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bileşiminden oluşan, akciğerle gözeler arasında oksijen ve karbon gazı iletimini sağlayan alyuvarların en önemli maddesi) değerleri düşmüştü. Çayan Hoca kan takviyesinin gerekli olabileceğini ve sair ilaçların değerlerinde düşürüm veya arttırım yapılabileceğinden bahsetti. Bu görüşünü yoğun bakım ünitesi sorumlu nöbetçi doktorunun yanındayken ifade etti.
Bunu bir öneri olarak sundu ve ilk karşı çıkan bu konuda ben oldum, zira kan organdır ve koma halindeki bir insana organ nakli yapılmışçasına zor bir sürece sokmak demektir…
Nakşî ile istişare ettim, o da kan verilmesinin iyi olmayacağını, Kumandan’ın ölümüne sebebiyet vereceğini söyledi.
Hemoglobin değeri yavaş yavaş düşüyordu. Bir ara Başhekim bana acilen Kumandan’ın ailesini çağırmam gerektiğini söyledi. Ona nedenini sorduğumda
8 yıldır burada görevliyim, bu durumda bir hastanın 6. günü devirdiğine şahitlik etmedim, Salih Bey bu duruma göre iyi bile dayandı, hazır olmalısınız artık, her an naaşını teslim edebiliriz. Durumu pek içaçıcı değil. Yapılacak bir şey yok. Tüm ilaç referanslarını denedik, artık sanırım bu kadar…
Bu sözlerin ağırlığı karşısında dayanmak mümkün değil… Kendisine birazdan dönüş yapacağımı söyledim.
Çayan Hocanın kaldığı 3 saatlik süre içerisinde durum tekrar stabil oldu.
Kumandan’ın durumu tekrar stabilken olası muhtemel tüm acil durumlar için hazır olunmalıydı. Kan meselesi kafama takıldı. Teknik ve ilmî yönden donanımlı olan Çayan Hoca kan verilmesi gerekebilir demişti, Nakşî ise kan vermenin direkt ölüme yol açabileceğini söylemişti.
Hayran Hanım’ı aradım ve acilen görüşmemiz gerektiğini söyledim. Günlerdir ilk defa evine istirahate gitmişti ki daha evine bile giremeden apar topar hastahane bahçesine geri dönmüş oldu. Durumu kendisine anlattım. Kan verme ve kan vermeme üzerine iki farklı görüşü kendisine ilettim. Mahzun bir şekilde düşündükten sonra bana görüşümü sordu. Ben asla kan verilmesi taraftarı olmadığımı detaylıca anlattım.
Nakşî bir doktor değil, ben de öyle. Çayan Hoca ise uzman doktor. Mantık doktorun dinlenmesini söyler elbette. Hayran Hanım iki görüşün ortasında kaldı. Bunu bir de Başhekime sormak gerektiğini söyledi. Birlikte Başhekim ve doktorların olduğu bir odada buluştuk. Aydın, ben, Hayran Hanım, (malûm şahıslar) ve doktorlar…
Malûm şahıslar biraz geç geldiler toplantıya, ben tam da o arada “doktorun tavsiye ettiği kan verilmesi durumuna tamamen karşıyım” derken, meselenin öncesini duymayan tip:
Sen ve sizler hep doktorların işine karışıyorsunuz, haddinize olmayan şeylere karışıp da doktorlarımızın işine mani oluyorsunuz, sizin ne işiniz var Kumandan’ın yanında, geldiğiniz günden beri zorluk çıkarıyorsunuz, bir sürü doktor getiriyorsunuz dışarıdan ve bu hastanenin düzenini bozuyorsunuz…
gibi saçmalamaya başladı. Sinirden nefesi kesilinceye kadar konuştu, tek derdi orada ben ve Aydın’dı. Ve elbette… ANLADINIZ…
Susmamacasına saçmaladıktan sonra nefesi yetmeyince susan bu tip, Başhekimin: “Biz de kan verilmesini bu aşamada düşünmüyoruz ve karşıyız!” sözünü duyunca beyaz teni kırmızı pancara döndü.
Not: Bu tipin sarfettiği “dışarıdan bir sürü doktor getiriyorsunuz” sözü tamamen asılsızdır. (Oraya sadece Nakşî’yi davet ettim ki o da Hayran Hanım’ın onayı üzerineydi. Bir de benim zamanında ilminden yararlandığım Aidin Salih’in talebelerinden bir geleneksel tıb uzmanı geldi ki bu da Hayran Hanım’ın müsaadesiyle oldu. Bilakis, bu tipin bir çok doktoru oraya getirdiği ve oradaki doktorlara müdahale etmeye çelıştığı bizzat Başhekimlik tarafından teyid edilmiştir. )
Başhekimin bu sözü beni de rahatlatmışt. Kan nakli görüşü kabul görmedi, zaten Çayan Hoca da bir olası ihtimal olarak teklifte bulunmuştu.
Hayran Hanım bizim kadar rahat edemedi, bu durum onun kafasını kurcalıyordu. Bu şekilde o geceyi de atlatmış olduk. Sabahın ilk ışıklarıyla Kumandan’ın kontrolü için yanına gittim. Pansumanını yapıp çıktım. Durumu stabildi hemoglobin biraz düşük olsa da bir önceki güne göre yükselmişti.
Ağabey’den izin isteyerek istirahat etmek için motosikletimle yola çıktım.
Eve ulaşıp motosikleti park etmişken, Aydın aradı; acilen hastaneye gelmemi Kumandan’ın durumunun iyi olmadığını söyledi.
Hastaneye geri döndüğümde Hayran Hanım’ı aşırı endişeli bir vaziyetteyken gördüm. Kumandan’ın yanına koştum, Tablosunu inceledim, Hemoglobin biraz hızlı düşüş gösteriyor ama harici bir sorun görünmüyordu. 20 dakika kadar başucunda Aydın ile bekledik. Tansiyon da biraz anormallikler gözlemledik fakat nöbetçi doktorun seruma bir ilaç enjekte etmesiyle o problem de kalmadı. Tek problem hemoglobin düşüklüğü.
Dışarıda bekleyen Ağabey’i bilgilendirdikten hemen sonra Hayran Hanım ve Elif’in yanına gittim. Hayran Hanım, “Kan verilse iyi olur sanki, bu şekilde durumu daha da kötüye gidebilir” diyerek endişesini dile getirdi. Nihai kararın kendisine ait olduğunu söyleyerek kan verilmesinin iyi olmayacağından bahsettim tekrar. Kan fikri ilk olarak Çayan Hoca’dan çıksa da bunun sadece bir görüş olduğunu, Başhekimin dahi buna gerek duymadığını, çok güven duyduğu Nakşî’nin de kan verilmemesi gerektiği yönündeki görüşünü anlattım tekrar tekrar… Ama bir türlü teskin olamıyordu. Çünkü hemoglobin değerinin düşüyor olduğunu ve etrafından da bunu tehlikeli olduğunu duyuyordu sanırım (etrafında internet doktorculuğu yapan bir yığın işe yaramaz tip dolanıyordu).
İstihare yapmak istediğini söyledi, acil istiharecilerine soracağını ve sonuca göre karar vereceğini söyledi. 20-25 dakika sonra istihare sonucunun kan vermenin iyi olmayacağına dair sonuçlandığını söylediğinde elbette sevindim.
Az sonra bir güzel gelişme daha yaşandı; Kumandan’ın bir yakın akrabası, ailenin sağlık seceresine hakim bir sağlık çalışanı, genel olarak kendi sülalerinin hemoglobin değerlerinin standartlara göre düşük olduğunu söyledi. Bu da şu anlık korkulacak bir şey olmadığını gösteriyordu.
Kumandan’ın şimdi durumu biraz daha iyiydi. Evet hemoglobin düşüktü ama kötü derecede değildi. Vucut sıcaklığı normal. Genel durum stabil.
Bu duruma benzer olay kısa sürede birkaç kez tekrarlamaya devam etti, ben yine eve istirahate gitmişken apar topar geri geldim. Bu süreçte etkili faktörlerden en önemlisi, fısıltı halinde hadisenin yeniymişçesine köpürtülmesi ve alâkasız tiplerin müdahale etmeye çalışmasıyla panik havası oluşmasıydı. Bunun da önüne geçmek ve muhtemel menfi durumlar karşısında hazırlıklı olmak için, yaptığım istişare neticesinde, Kumandan’a olası bir kan naklinde yabancı birinin kanından ziyade, aynı kanı taşıyan-yakınlarından 2-3 kişiden kan alınacak ve bu kanlar özel olarak muhafaza edilecekti. Uygun kişiler tesbit edildi ve kan alımları başlatıldı.
Bir ara hastanede Kumandan’a kan verileceği söylentisi yayıldı. Bunun gerçek olup olmadığını bizzat Başhekimi arayarak sordum, haber asparagastı. Aradan 4-5 saat geçmeden yine aynı haber tekrar yayılıyordu. Dezenformasyon, başlı başına bir problem olmaya başlamıştı.
Not:
Meseleler ciddi mânâda bazen öyle çarpıtılıyordu ki, birileri bunu hasseten yapıyordu. Mesela: Kumandan’ın olduğu yoğun bakım ünitesinde 15 kadar hasta vardı. Gelen gidenin haddi hesabı yoktu, hergün farklı tiplerle karşılaşmak mümkündü. Polis, asker, doktor, hasta bakıcı ve bazen hastalar bile sık sık değişiyordu. Değişik doktorlar görüyordum hergün mesela. Kendisini personel şefi diye tanıtan kişinin aslında komiser olduğunu Kumandan’ın kabrinde gördüm mesela…
Giriş çıkışlar her ne kadar hastane personeli ve güvenliği tarafından yapılıyor olsa da elini kolunu sallayarak gelen ve Kumandan’ı görmek isteyen tiplerle karşılaşıyordum. Bu tarz olayları önlemek ve en başında olası bir suikasti engellemek adına, yoğun bakım ünitesinin kapısında gönüldaşlardan oluşturulacak bir timle önlem alınması gerektiğini Ağabey’e ilettim. Bizzat Aydın Alkan’ın birçok kişiye bunu ilettiğini biliyorum. Birtakım arkadaşlar kendi aralarında nöbet sistemi oluşturarak şuurlu bir şekilde güvenlik tedbirleri uygulamaya başladılar. Fakat bazı tipler bunu bile, “bizi engelliyorsunuz, sadece neden siz nöbet beklediniz” diye aleyhimize kullanmaya kalktılar. Nöbetçi olmak ve Kumandan’ı korumak isteyen kime engel olunmuş ki? Sen de gelip beklersin yoğun bakım ünitesi kapısında, gönüllü nöbet tutarsın. Kimse kimseye niye bekliyorsun diye mi soracak…
-DEVAM EDECEK-
Mehmed Dedeoğlu