AYA GİDİŞ…
Türkiye’nin Ay’a gitme projesi, Amerikalılar’ın Mars’a kâşif göndermesi gibi mevzular karşısında İslâmcı bakışın ne olması gerektiği noktasında tartışmaya devam ediyoruz.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Dinsiz bilimin emperyalizmle ilişkisini inkâr edecek değilim. Bunlar karşılıklı birbirini üreten şeylerdir. Bunun yanında, dinsiz bilim ile emperyalizmin büsbütün aynı olduğu fikrini doğru bulmuyorum. Dinsiz bilim ve emperyalizm, yumurta ve tavuk kadar birbirinden farklı şeylerdir; yumurtayı yumurta ve tavuğu tavuk olarak görmek, aralarındaki ilişkiyi görmekten öncedir.
O hâlde dinsiz bilimin gelişmelerini, emperyalizmden bağımsız olarak da düşünebilmeliyiz. Dinsiz bilimin her hizmetkârı, emperyalizmin bir kuklası veya militanı değildir. Bilakis bilim adamlarının politikacılardan farklı bir duyarlılığı vardır; dinsiz bile olsalar, saf bir hakikat arayıcılığı vardır. Bu iştiyakı görmezden gelemeyiz. Mesela Einstein denince aklımıza sadece atom bombası ve Hiroşima gelmemeli. Onun, keşfinin emperyalist amaçlarla kullanımından önce, saf bir hakikat arayıcılığı vardır.
İkinci olarak, dinsiz bilimin gelişmeleri karşısında dine dayalı tepkiler vermek gerektiğinde, Hristiyan softalarının reflekslerini taklid etmek zorunda değiliz. Bu da İslâmcı camiada yaygın bir bakış açısıdır. Halbuki Hristiyan softalarının zihin dünyası dardır. Bizim Selefî dediğimiz basit kurallara dayalı anlayıştır.
Sözgelimi Hristiyan softaları dünyanın düz olduğuna inanmak isterler. Bununla ilgili deliller üretirler. İslâmcı kesimde de aynı dar bakış “bizi kandırıyorlar, her söyledikleri yalan” sloganlarıyla yayılma istidadı belirtir. Yani Batı karşıtlığı duygusuyla yine Batı’nın ürettiği dar bakışa hapsolmaya hazırdırlar.
Bakın arkadaşlar, Amerika’ya hem Avrupa’dan hem Asya’dan ulaşılabiliyorsa dünyanın düz olduğunu söyleyemeyiz. Evet, bu konuda anlaşılır mantık arayışları vardır. Zira dünya, İlâhî hilkat icabı hasselerimize düz olarak hitap eder. Günlük yaşayışımızda düz bir dünya içindeyizdir. Güneşin doğudan doğup batıdan battığını yaşarız. Fakat akıl ve müşahade, his verilerinden farklı neticelere ulaşır.
Dinsiz bilimin bir çok alandaki çalışmaları noktasında da böyledir. Kâh emperyalizm, kâh dinsizlik nefretiyle onları inkâr etme ihtiyacı duyarız. Halbuki bilim, emperyalizmi ve dinsizliği besleme amacı dışında saf bir hakikat arayışı olarak da hesaba katılmalıdır.
Öyleyse feza çalışmalarına ve buna benzer tüm ilmî arayışlara, İslâmcı bir diyalektik içinde yer gösterme davası, öncelikle saf ve bağımsız hakikat arayışlarına İslâma nisbetle yer gösterme davasıdır. İslâm bu arayışı reddetmez. Onun sonuçlarından ve -varsa- yalanlarından da korkmaz. Çünkü nihayet her hakikat arayışı, Hakk’ın o arayışa verdiği imkân kadardır ve her hakikat arayışının neticesi, İlâhî sanattan bir noktayı keşfetmektir. İsterse dinsiz bilim ve emperyalizm, bunu başka türlü söylesin.
Nasıl ki, bir Paygamber “benim mucizem şu duvarın konuşmasıdır” der. Duvar da dile gelir ve “hayır sen Peygamber değilsin” der. Bu durumda duvarın söylediklerinin mahiyetine bakılmaz, Peygamberin mucizesi gerçekleşmiş sayılır. Bu misali dinsiz bilime uygulayabilirsiniz.
İslâmcı diyalektiğin ilk işlevi, hakikati safsatadan ayırmaktır. Ve hakikat arayışını, dinsizliğin ve emperyalizmin tekeline bırakmamaktır.
Ekleme: Kadir Mısıroğlu kafası ile İbdacı kafa farkını burada da görmeliyiz: Einstein’a “bir Yahudi, söyledikleri önemsiz” demekle, “öncelikle bir hakikat arayıcısı, aradığı hakikatin ne olduğunu anlamak zorundayız” demek arasındaki fark!..