BOŞ BAKLAVA

AKP dönemini anlatmak için “boş baklava”dan daha güzel bir keşif olmazdı.

Ne demek boş baklava?

Yufkalar incecik açılır, arasına fıstık veya ceviz döşenir, fırında pişirilir ve sonra da şerbeti verilir. Tabi hazırlanırken yağ da önemli bir unsurdur.

Boş baklava, yufkaların arasında fıstık veya cevizi olmayan, yağı da en ucuz cinsinden olmak kaydıyla şerbeti de glikoz şurubundan yapılan olmalı.

Şekli tam, tadı bir bakıma baklavaya benzemeye benzer ama baklava değil.

İşte AKP de kimi yerde şekli tam olarak yerli ve millî ama ne yağı yağ, ne şekeri şeker ve yufkaların arasında fıstık veya cevizi de yok.

Biz Büyük Doğu – İBDA’dan keyfiyetçiliği öğrendik. Dolayısıyla da kemmiyetler, şekildeki benzerlikler vehimlere kapılmamıza yol açmadı. En başından beri AKP’nin bu yanını anlatmaya çalışıyoruz ve bu boş baklava vakası, bir metafor olarak AKP’yi izâh sadedinde imdadımıza yetişmiş oldu.

AKP, İslâm pastanesinin raflarına sızmış, imalinde kullanılmış malzemeler itibariyle boş baklavadan bile daha zararlıdır. Yani, boş baklavada kullanılan malzeme belli bir kalitenin altında olmazsa, bünyeye zarar vermesi pek düşünülemez ama bu AKP’nin hamurunda kapitalizm var, Emperyalizm var. Ondan dolayıdır ki ağızlarından “yerli ve millî olan biziz” edebiyatını düşürmüyorlar. Hani Üstad Necip Fazıl’ın misalini verdiği, aynanın karşısına geçip “ben erkeğim” diye tekrarlayan adamın hâli gibi. Oysa bu mesele, “yerli ve millî biziz” demekle olmaz, yerli ve millî olmanın fikir ölçüleri ortaya konur ve o ölçülere uygunluk varsa zaten kendiliğinden görünür. Onun için de en başta yerli ve millî bir fikir sisteminin ortaya konulmuş olması gerekir. Ortada böyle bir fikir nisbeti yoksa, ancak aynanın karşısına geçer, “ben erkeğim!” diye takrarlar durursun.

Baklavayı baklava yapan kullanılacak kaliteli malzemesidir. Fıstığıdır, yağıdır, şekeridir, unudur, suyudur ve bütün bunlarla iyi bir ürün imal edebilecek ustanın varlığıdır.

Fikir, yani kaliteli malzeme yok. Fikir deyince ne anlamalıyız? Sistem çapı haysiyetine ermiş fikir… Yoksa hiçbir iş büsbütün fikirsiz olmaz ki. Kumandan’ın vermiş olduğu misâli verirsek, sigarayı yakmak için bile bir fikri gerekli; işte sigarayı ağzına götürecek, çakmağı çıkaracak, yakacak filan… Yani, çerden çöpten fikir değil, ona kalırsa Nasreddin Hoca’nın hindisi bile düşünüyor… Mesele sistemde; “her örgüsü tezatsız bir bütün” olarak tarif edilen sistemde… İşte, sistem çapı haysiyetine ermiş bir fikir var mı yok mu? Önce buna bakacağız, yani malzemenin kalitesine.

Sonra diyalektik, yani iyi bir ürün ortaya çıksa bile bunun sunumunu yapabilecek bir anlayış yok. “Fikrin haysiyeti diyalektiğinde belli olur!” hükmü gereği, zamanın ihtiyacı neyi gerektiriyor, buna göre fikri hep yeniden dizayn etmek gerekir. Yine Kumandan’dan bir misal vereyim. 28 Şubat süreciyle ilgili bugün atıp tutanlara hitaben, “sönmüş yangına tükürmekle iş yapıyor görünmeye çalışıyorlar” diye bir tesbiti var… Yani o gün 28 Şubat’a karşı can pahası, kan pahası bir mücadeleyi ortaya koyarken, bugün ortalığa fırlayıp böyle en celallisinden atıp tutanların tamamı, onun 28 Şubatçılara karşı 28 Şubat devam ederken verdiği mücadelesine karşıydı. “Yapmayın, etmeyin, müslümanları kırdıracaksınız, bizim yolumuz hep kanuni yolda, bu yapılanları tasvip etmiyoruz!” diyorlar, Kumandan’la adlarının yan yana anılmaması için ellerinden geleni yapıyorlar, bucak bucak kaçıyorlardı. Şimdi nasıl olsa o tehlikeyi Kumanda tek başına aşırdı, bedelini de ödedi ya, bunlar çıkmışlar, 28 Şubat’a atıp tutuyorlar. Kumandan’ın, o gün ifade ettiği, “dik durun, karşısında leşler var!” sözünü o gün ağızlarına alamayanlar, bugün çıkmışlar, sanki o sözü edene sırtlarını çevirenler, yalnız bırakanlar, o işkenceleri görür, o hapisleri yatarken yok gibi yapanlar kendileri değilmiş gibi tekrarlayıp duruyorlar. Oysa bugün artık o leş yok, kime karşı dik duruyorsun? Bugünün İslâmcı mücadelesinin hedefi ne olmalı? Bugün İslâm’ın yaşanması önündeki engel 28 Şubatçılar mı yoksa onlardan koltuğu devralan sözde müslümanlar mı? Bu minvalde şunu da belirtelim, risk yoksa mücadele yok demektir. Sonra bir şey daha ki, Kumandan Mirzabeyoğlu mücadelenin yönünü izâh ederken, mesela Osmanlı yıkılmamış olsaydı, bizim mücadelemizin Osmanlı markası altındaki köhnemiş yapıya karşı olacağını ifade etmiştir. Yani öyle havada mücadele olmaz. Bugün rejim deniyor, batıcılık deniyor. Bunlar kendiliğinden olan şeyler değil ki. Bunların taşıyıcıları var, uygulayıcıları var. Bu rejimi yaşatanlar, yürütenler var. Kimdir onlar? Bugün Batıcı rejim yaşıyorsa, bu rejimi İslâm’a cepheden düşman olan 28 Şubatçılar mı yaşatıyor yoksa sözde müslüman görünümlü imânsız İslâmcılar mı? İktidar kimin elinde? Karar alma ve icra kimin elinde?

Fikir ve diyalektik… Sonra? Eline kaliteli malzemeyi versen bile kaliteli ürün çıkarabilecek ustalık yok. “Tecrübe, faydayla birlikte ayrı bir ilimdir!” hikmetine binaen, bunlar İslâm ihtilâl ve inkılâbının tezgâhlanmasına dair, mücadelesine dair bir tecrübe ile gelmediler ki… Bu sebepten dolayıdır ki, Kumandan Mirzabeyoğlu, “Adalet Mutlak’a” konferansında, içeri girseler bile ne yapacaklarını bilmediklerini ve bu işin “bizsiz olamayacağını” açıkça ifade etmişti. “Bizsiz olmaz”, yani doğrudan doğruya İslâm ihtilâl ve inkılâbını gerçekleştirecek kadro olarak “biz”… Adam yıllarca başka yerlerde dolanmış durmuş, sonra İslâmcı mücadelenin getirildiği noktada kendisinin bir katkısı olmadan bir yerlere gelmiş olmayı kendi liyakatine addediyor. Arabanın gölgesinde giderken arabanın gölgesini kendi gölgesi zanneden gariban zihniyeti. Tabi garibana bir mazeret biçilebilir de bunlarınki doğrudan doğruya istismar; ortada iyi niyete addedilecek bir şey yok. Neticesi ortada: Kumandan Mirzabeyoğlu katledildi ve kimse oraya esmiyor. Fikre kastedildi, remz şahsiyete kıyıldı; ötesi var mı?

Öncelikle baklava diyarı Maraş’tan tüm dünyaya selâmlar. Bizim boş baklavalara karnımız tok. Emperyalizmin Anadolu’yu işgâline karşı başlatılan mücadelede kendi şehrini kurtaran ilk olma hüviyetiyle Maraş ki, Maraş’ın kurtuluş tarihi olan 12 Şubat aynı zamanda İBDA’nın en ileri derecede temayüz etmiş kadın erlerinden Nuray Zor’un da şehadet yıldönümü oldu. Bu vesileyle onu da selâmlayalım.

Dünyaya kafa tutulması ile elde edilen zaferin ve Nuray Zor’un da şehadete erdiği bir zaman diliminde, dünyanın beklediği kurtuluş reçetesinin adresini Büyük Doğu-İBDA olarak işaret edelim ve ekleyelim: Bu iş bizsiz olmaz!

O saikle gelen biziz, gidecek olanlar da bu mânâya sırtını dönenler, ters bakanlar ve hazmedemeyenler olacak. Fikrin gerektirdiği seviye icabıyla kimse bizden tevazu kılıklı riya gösterileri beklemesin.

Engeller ve engelciler ezilmeden hedefe ulaşılamaz. Fikirsiz boş baklavalar çöpe…

Görevimizin şuurundayız, şehidlere selâm olsun.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et