CEM TÜRKBİNER: İMÂN, HÜRRİYET, ŞEHADET VE HASET

Adımlar Platformu Sözcüsü ve 25 Mart 2015 bombalı saldırısını yaralı olarak atlatan gönüldaşımız Cem Türkbiner’in, 25 Mart saldırısında şehid olan gönüldaşımız

25 MART SALDIRISI VE ŞEHÎD ÜNSAL ZOR VESİLESİYLE: HEDEFE DOĞRU ADIMLAR

25 Mart 2015 Çarşamba günü dergi büromuza karşı gerçekleştirilen saldırı sırasında şehîd olan gönüldaşımız Ünsal ZOR vesilesiyle bugün bir dizi program gerçeklw

ADIMLAR’IN DEVAM ETMESİ ÇOK ÖNEMLİ!

Gönüldaşımız Carlos’un Adımlar Dergisi’ne konan bomba ve bu bombalı saldırı neticesi gönüldaşımız Ünsal Zor’un şehid olması üzerine yaptığı açıklamalar: CARLOS: ŞEHİDİMİZİN RUHU ŞÂD OLSUN! Yayın tarihi: 15 Nisan 2015 Esselâmü aleyküm. Hayat nasıl gidiyor? (Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.) Avukatlarımdan birinden bir bilgi aldım, o da CNN’den ve Sabah gazetesinden almış. ADIMLAR dergisine yapılan saldırıyı öğrenince şok oldum ama meselenin tafsilâtını o ân bilmediğim için yorum yapmak istemedim. Ancak şimdi, ilk olarak, bu cesur aylık derginin kadrosundan Ali Osman Zor ve tüm diğer kardeşlerimizle dayanışmamı tekrar ifâde etmek istiyorum. Aynı şekilde, Ali Osman Zor ile şehidimiz Ünsal Zor’un ailesiyle dayanışmamı ve dualarımı paylaşmak istiyorum. Diğer yandan; polis orada ne yapıyor bilmiyorum ama hükümetin bu işte dahlinin olmadığını tahmin ediyorum. Demokratik yollarla seçilmiş meşrû devlet başkanı Erdoğan ile ona bağlı hükümetin bu hâdiseye dahil olmasında bir çıkar göremiyorum. Failler, Türkiye’nin düşmanları, hükümetin düşmanları, İbda Hareketi’nin düşmanları, devrimin düşmanları olmalı. Muhtemelen yabancı istihbarat servisleri veya mahallî servisler vardır arkasında. Bu vesileyle, sol kanattan mahallî devrimcilerin böyle bir şeye karışacaklarını da düşünmüyorum. Şayet herhangi bir şekilde bu işe karışmışlarsa, kendilerine sızılmış ve artık CIA veya Mossad gibi yabancı istihbarat servisleri için çalışıyorlar demektir. Hâdise hakkında benim görüşüm, benim tahlilim bu şekilde. Bu vesileyle; yakın zamanlarda gönüldaşlarımızdan çoğu cezaevinden çıktı. Malî imkânlarınızın sınırlı olduğunu biliyorum, ancak tehlike altındaki tüm insanlarınızın hükümetten silâh taşıma ruhsatı alması lâzım. Yine, güvenilir gönüldaşlarınızdan oluşan kendi muhafızlarınızın olması da! Bunun çok temel bir mesele olduğunu düşünüyorum. Sadece Kumandan Mirzabeyoğlu değil –ki, çok çok iyi korunması şarttır-, Ali Osman Zor gibi olan diğer herkesin ve dergisindeki tüm gönüldaşların da korunması gerekiyor. Öncelikle, kendi gönüldaşlarınız tarafından korunmaları gerekiyor. “Kanunî” yollarla korunmalarını kastediyorum elbette ve sanıyorum imkânsız da değildir bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümetinin, bu militanların, bu sahici müslümanların, bağımsız Türkiye’den ve Doğu’nun İslâm toprakları bütününden çıkmış bu hakiki militanların kendilerini savunmasına engel olacağını zannetmiyorum. Silâhla kendilerini “savunmasına” diyorum, “saldırmalarına” demiyorum. Bence temel meseledir şu ân bu. Neyse… Şehidimizin ruhu şâdolsun, Allah rahmet eylesin. Allah, yaralı gönüldaşların da yâr ve yardımcısı olsun. ADIMLAR’IN DEVAM ETMESİ ÇOK ÖNEMLİ! Yayın tarihi: 29 Mayıs 2015 Esselâmü aleyküm. Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.) İyiyim, teşekkür ederim. Bugün BARAN’ı aldım. Dergiyi Cumartesi öğleden sonra veriyorlar hep. Bugün de tam bir saat önce geçti elime. Diğer yandan, bir de ADIMLAR dergisi aldım. Fakat içinde üç adet vardı sanıyorum. Bana üç adet gönderiyorlar diye biliyorum. (Carlos, kütübhâneye konulduğunda buradaki Türklerin de okuyabileceği; neticede, üç adet gönderilmesinin daha iyi olduğu meâlinde bir değerlendirme yapıyor.) Şu hâlde, ADIMLAR dergisi devam ediyor; değil mi? (Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor.) Devam etmeleri ve çizgilerini sürdürmeleri önemli; hem de çok önemli. Kasdım şudur: Bu terörist saldırının gerçekleşmesi de isbatlıyor ki, bildik türden bir kitle yayını olmayan bu dergi, insanları haberdar etmede önemli bir rol oynuyor. Diğer dergiler gibi yüz binlerce satmıyor belki ama, Türkiye’de ve dünyanın bu bölgesinde neler olup bittiğiyle ilgilenen kimileri, dergiyi alıp birbirlerine veriyor ve takib ediyor. Bu bakımdan, ADIMLAR yayınına devam etmeli ve derginin iyi yazarları da yayınlarını çıkartmayı sürdürmeli. Bu terörist saldırıda, en azından böyle bir olumlu yön görüyorum. Ancak emin olduğum şey şu ki, bu saldırının arkasında kimler olduğunu asla bulmayacaklar. Sözkonusu terörist saldırının suçluları, ortaya çıkartılmayacak. ABD ve İsrail ajanları tarafından bir suç işlendiğinde, failleri bulmazlar. Failleri bulsalar, onları ele geçirmezler. Failleri ele geçirseler, serbest bırakır ve ABD’ye yahud İsrail’e gitmelerine izin verirler. Her ne olursa olsun, bu berbat terörist saldırının gerçekleşmesi de isbatlıyor ki, yozlaşma ve ihanete karşı durma noktasında, bu derginin toplumda oynayacağı bir rol vardır. Türkiye’deki, belli politik pozisyonlarına katılmadığım hükümeti kasdetmiyorum burada. Genel olarak değerlendirildiğinde, son 50 yıldır Türkiye’nin başına geçmiş en iyi hükümettir çünkü bu. Sonuç olarak; demek ki susturmak istiyorlar bu insanları. Tekrar etmeme gerek yok, çünkü benden daha iyi biliyor ancak, -İbda Hareketi’nden diğer militan gönüldaşlar gibi- Kumandan Mirzabeyoğlu kendisini korumalıdır. Yoksa, protesto ve karşı çıkış için ihtiyaç duyulan bu ses ortadan kaybolacaktır. Şimdi, şehidin hatırası ve yine o saldırıda yaralananlarla dayanışmamızı göstermek için, bir ân düşünelim ve dua edelim. Bizi susturamayacaklar! (Carlos, ADIMLAR saldırısının, büyük plânda olup bitenlere kıyasla küçük bir hâdise olduğunu söyleme ihtiyacı duyuyor; şu ân Suriye ve Irak diye iki ayrı ülke olarak ifâde edilen “Büyük Suriye”de yaşananlara dikkat çekiyor. Düşman işgaline ilk ândan itibaren karşı koyan meşru, Arab, müslüman, sünnî, sufî, nakşibendî direnişi nasıl silip süpürmeye çalıştıklarına işaret ediyor. Sadece birçok kez “öldürülmesine” rağmen hâlâ tam “ölemeyen” (Carlos gülüyor) meşhur gönüldaşı İzzet İbrahim el-Durî’den bahsetmediğini, yine onun gibi savaşmakla beraber adları bilinmeyen ve bölgedeki tüm halklar için savaşan herkesi kasdettiğini ekliyor… Bu vesileyle, İslâmî bir rejim içerisinde herkesin, bu çerçevede kadınların da hakları garanti edilmekle ve Kur’ân vahyinden önce verilmemiş haklar kadınlara tanınmakla beraber, Suudî Arabistan gibi ajan ülkelerdeki güya vahhabî uygulamalarından dolayı bunun tam tersinin sözkonusu olduğunu ifâde ediyor… Daha sonra, Almanya adına 7 Mayıs 1945’de II. Dünya Savaşı’nı bitiren teslim anlaşmasını imzalayan Mareşal Wilhelm Keitel’in imzasının 70. yıldönümü vesilesiyle konuşmaya başlayan Carlos, Almanya hernekadar ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa’ya teslim olmuşsa da, ABD’nin savaşa en son katılan ülke olduğunu hatırlatıyor; müttefiklerin savaşı sürükleyen asıl liderinin Sovyetler Birliği olduğunu söylüyor… Bu vesileyle, II. Dünya Savaşı galibiyeti dolayısıyla Moskova’da yapılan zafer yürüyüşüne temas eden Carlos, insanların unuttuğu bir şey olarak, bu savaşta SSCB ordusunda sadece Rusların değil, diğer SSCB müttefikleri yanında, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan gibi eski Sovyet cumhuriyetlerinden müslümanların da savaştığını, üstelik dünden bugüne kendilerini küçümseyen ve aşağı sınıftan gören Avrupalıları kurtarmak için savaştığını vurguluyor. Yetmiyormuş gibi, şu veya bu sebeble ölen siviller dışında, savaş meydanlarında öyle yüzbinlerce de değil, milyonlarca insanın can verdiğini belirtiyor… Diğer taraftan; savaşta Nazilere hamledilen en kötü suçların, Naziler tarafından değil, Nazilerin müttefikleri tarafından işlendiğini söylüyor Carlos ve hem kendi halkına, kendi ülkesine, hem de başka halk ve ülkelere karşı en feci suçları işleyen Ukraynalıları örnek gösteriyor… Hemen peşinden, “yoldaş Putin” hakkında konuşmaya başlayan Carlos, dünyada adalet için savaşan herkesin “yoldaş”ı olduğu için Putin’i böyle nitelediğini açıklıyor; Putin’in ve çevresindeki insanların, kendi dinleri çerçevesinde de olsa “inançlı” insanlar olduğunu ve İslâm düşmanı olmadıklarını ifâde ediyor… Bu arada kendi atalarından da bahseden Carlos, atalarından bazılarının müslüman olduğunu ve bir kolunun Arab Yarımadası’ndan, Medine’den, diğer bir kolunun da Endülüs’ten geldiğini vurguluyor… Almanya’yı alanların ve Avrupalıları kurtaranların çoğunlukla Sovyet Ordusu’ndaki müslümanlar olduğunu tekrar hatırlatan Carlos, o zamanın SSCB devleti resmî olarak “ateist” olmakla birlikte, tarihin en büyük liderlerinden biri olan SSCB lideri Stalin’in inançlı ve ibadetlerini yerine getiren bir ortodoks olduğunu; ne Mussolini ne de Hitler’in onun kadar dindar olduğunu söylüyor… Bugün bir “dünya savaşı” verildiğini ve bu savaşın da müslümanlara karşı yürütüldüğünü söyleyen Carlos, Batıdaki birkaç marjinal mezheb dışında açıkça İslâma karşı böyle bir savaş verildiğini söyleyemeyen düşmanın gerçek niyetinin farklı olduğunu, aslında İslâma karşı savaş açtıklarını belirtiyor… Birinci Dünya Savaşı’nda Japonlara karşı Pasifik’te savaşan ABD ordusundan bahsedildiğini, oysa bunların küçük muharebeler olduğunu, Japonlara karşı asıl büyük muharebeyi Moğolistan’da milyonlarca askerlik ve modern teçhizatlı Japon ordusunu mağlub eden Rus ordusunun yaptığını, ne var ki bu muharebeden Batıda kimsenin bahsetmediğini söylüyor… Çarpıcı bir bilgi daha veren Carlos, diğer müttefik ordular savaş sonrası Almanya’da kalırken, bazı Rusların aptallığı yüzünden Kızılordu’nun onlar gibi orada kalmayı taleb etmeden Almanya’yı terkettiğini; Almanya gibi stratejik bir ülkenin de böylece NATO güçlerine teslim edildiğini; bugünkü Ukrayna meselesinin doğmasının temelinde bile bunun payı olduğunu vurguluyor… Alkolik ve psikolojik problemleri olan Yeltsin’e de temas eden Carlos, bu adam yüzünden Rusya’nın ve Rus halkının tahrib edildiğini belirtiyor; bu adam yüzünden yiyecek bulamayan ve aralarında savaş gazilerinin de bulunduğu birçok insanın intihar ettiğini ekliyor; Yeltsin gibi hainlerin, Lenin’e, Stalin’e ve II. Dünya Savaşında hayatını kaybeden 30 milyon insana ihanet ettiğini söylüyor; bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Mustafa Kemal kadar, yeni kurulan cumhuriyete saldırmayı reddeden Stalin’in rolünün de unutulmaması gerektiğini hatırlatıyor… Son yüzyıl içindeki en büyük Filistinli lider olarak gördüğü Filistin başmüftüsü Emin el-Hüseynî’den de [d. 1895/1897, Kudüs, Filistin – ö. 4 Temmuz 1974, Beyrut, Lübnan] bahseden Carlos, bu zâtın 20 bin müslümandan oluşan bir birliğin kuruluşuna ve II. Dünya Savaşı’nda Nazilerle müttefik olarak, Batılı sömürgecilere karşı savaşmasına öncülük ettiğini vurguluyor… Dünyada müslümanlara karşı bir savaş verildiğini tekrar ifâde ederek konuşmasını bitiren ve tekbir getiren Carlos, Av. Yılmaz’a “başka bir haber var mı?” diye soruyor. Av. Yılmaz ise, “dün akşam” Kumandan Mirzabeyoğlu’nu ziyaret ettiğini, kendisinin iyi olduğunu ve Carlos’a çok selâm söyleyip dua ettiğini ifâde ediyor. Carlos da, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun ADIMLAR dergisinin kapağında resmini gördüğünü, yanında genç bir erkek ve kadınla beraber bir de küçük çocuk bulunduğunu, onların kim olduğunu soruyor. Av. Yılmaz, genç erkeğin Şehid Ünsal Zor olduğunu, ancak çocuğun bir başka gönüldaşın çocuğu olduğunu söylüyor. Ayrıca, Şehid Ünsal Zor için “bugün” toplanıp Kur’ân okuduklarını söyleyen Av. Yılmaz, Ali Osman Zor başta olmak üzere oradaki gönüldaşların Carlos’a devrimci selâmlarını gönderdiklerini ekliyor. Carlos, Allah yardımcıları olsun diyor ve bir gün Venezüella’da düzenlenecek, hem Venezüellalı katoliklerin hem de müslümanların katılacağı büyük bir devrimci toplantıda buluşmaları ümidini dile getiriyor.) 9 Mayıs 2015

25 MART “ADIMLAR SALDIRISI” – Zeliha ARSLAN

2000 senesinde Metris ve Bandırma Cezaevlerinde gerçekleştirilen linç girişiminin devamı, İbda erlerini yok etme teşebbüsünün bir yenisi 25 Mart 2015’de İstanbu

ZORU ZOR, OYUNU “ZOR” BOZAR

25 Mart saldırısını nasıl değerlendirmek, nasıl okumak gerekir? Bu saldırı sonucu ÜNSAL ZOR gönüldaşımız şehit olmuş, dört gönüldaşımız yaralanmıştır. Adımlar..

CARLOS’SUZ MAHKEME VE ADALET TİYATROSU

Adalet Sarayı’nın önüne geldiğimizde dün Filistin atkısıyla dikkatimizi çeken genç Filistinli yanımıza gelerek bizi gördüğüne sevinmiş bir halde kucaklamaya….

ADIMLAR’IN YENİ YERİNİN AÇILIŞINI ŞEHİDLERİMİZ VE HARUN YÜKSEL AĞABEY’E İTHAFEN YAPTIK

12 Şubat’ta şehit olan Nuray Zor Hanım’ın şehadet yıldönümü ve Harun Yüksel Ağabey’in vefatına istinaden hem istişare ve sohbet,

Şehid, Dost, Gazeteci, Dava Adamı Ünsal Zor

Merhum Harun Yüksel ağabeyimizin kaleme almış olduğu yazıları sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Aşağıdaki yazıyı da Ünsal Zor’un şehadeti ardından kaleme almış ve yazılarını, düşüncelerini paylaştığı blogunda yayınlamıştı: ŞEHİD, DOST, GAZETECİ, DAVA ADAMI ÜNSAL ZOR “Ünsal” Zor dediğimizde… “İyi insanlar iyi atlara binip gitti”kten sonra kötülere kalan bir dünyayı… Kötülüğün ülke ülke, şehir şehir, mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev kuşattığı bir dünyayı… İnsanların bu dünyada yaşamak, nefes almak, karnını doyurmak, barınmak, gibi en temel ihtiyaçları için bile, kötülüğe boyun eğerek, kötülere mahkûm, mecbur, esir ve köle olmak zorunda kaldığı bir dünyayı… Yeniden iyi insanların… İnançlarından, namuslarından, şeref ve haysiyetlerinden taviz vermeden gönül ve vicdan huzuru içinde yaşayabilecekleri bir iyilik mekânı haline dönüştürecek “Büyük zuhur” öncesi ve bu “zuhurun” yolunu açmak üzere geri dönen “İyilik savaşçıları”nın “ilklerinden”, yiğit bir akıncıdan… 45 yıllık ömrünün yaklaşık dörtte birini işkencehanelerde, hücrelerde, cezaevlerinde, direnişlerde, açlık grevlerinde, sokaklarda, meydanlarda protestolarda, basın açıklamalarında geçirmiş… İşkence görmüş, tutuklanmış, yargılanmış, cop yemiş, dipçik yemiş, mermi yemiş, gaz yemiş ama asla boyun eğmemiş, sinmemiş, sindirilememiş, devşirilememiş, teslim olmamış, teslim alınamamış, şerefli bir insandan bahsediyoruz… Kötülüğe “eliyle, diliyle ve kalbiyle” karşı çıkan Bir iyilik erinden… Bir akıncıdan… Bir dava adamından.. Bir gazeteciden… Bir yazardan söz ediyoruz… Bir dosttan… Bir kardeşten… Ve… Şimdilik çok nadir bulunan bir insan türünden bahsediyoruz… Onun davası, kavgası ve mücadeledeki azim ve kararı anlaşıldıkça çığ gibi büyüyecek bir iyilik savaşçıları neslinin öncülerinin birinden bahsediyoruz… -Bütün dertleri para pul, makam, mevki, lüks, israf ve şatafat hırsından ibaret kötüler dünyasının… İnsana sadece sureten benzeyen AVM kemirgenlerinin… Rezidans zararlılarının… Lüks mekân parazitlerinin… Beton aşıklarının… Yeşil rengi sadece ABD dolarının üzerinde seven kazmaların… Ölümcül bir hastalık olan ve bu hastalığı durmadan yayan, sayısız Batıcı hayat tarzı çukurlarından herhangi birinde kan ve irinle, alkol ve uyuşturucuyla beslenen ve hayatı da bundan ibaret sanan, kötülük kurbanlarının asla anlayamayacakları iyi bir insandan, bir iyilik savaşçısından bahsediyoruz… İnsan olmakla, bir şeylere malik olmak arasındaki derin anlam uçurumunu bile farkedemeden… Kapitalizmin model, marka, fiyat tuzağında debelenmeyi yaşamak zannederek… Yiyen, içen, gülen, oynayan, yatan, kalkan, osuran, sıçan, hoplayan, zıplayan, bunlardan daha fazlasını yapanları gördükçe kıskançlık krizleri geçiren, başkasının elindekileri kapmak için kumpaslar kuran, denk getirdiğine kazık atan, kazık yediğinde deliye dönen… Hiç ölmeyecekmiş gibi ölçüsüz endazesiz sefil bir hayat yaşamayı özgürlük kabul eden… Hazlarına esir düşmüş insan suretindeki neoliberal tüketim canavarlarına hiç benzemeyen birinden söz ediyoruz.. “Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi” yaşayan birinden… Ünsal Zor… Bu kötülüğe boğulmuş dünyanın unuttuğu bir insan türünün ilklerinden… Hani merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ömrünün son demlerinde Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıdıktan sonra “Geliyorlar…”: “Gözleri kara, alınları fikir çizgili, kalpleri ceylân, iradeleri çelik, imanları volkan, irfanları tarla, idrakleri bıçak, edaları şiir, diyalektikleri ipekten örgü, geliyorlar .” Diyerek müjdesini verdiği… İyilik savaşçıları neslinin ilk habercilerinin birinden bahsediyoruz… Ben onun avukatıydım… Tanıdıkça onun ne kadar güvenilir ve iyi bir insan, bir dost, bir arkadaş olduğunu anladım… Aramızda bir dostluk oluştu… Zamanla bu, bir ağabey kardeş ilişkisine dönüştü… Sırtınızı döndüğünüzde arkanızdan hançerlemeye, tökezlediğinizde ilk tekmeyi sallamaya, yüzünüze gülüp arkanızdan kuyunuzu kazmaya hazır soysuz çıkarcılar tarafından kuşatılmış bir dünyada bunun, ne büyük bir nimet olduğunu bilenler bilir… 20 yıla yakın tanışıklığımız içinde ne bir kabalık etti, ne saygıda bir kusur… Satmadı… Kazık atmadı… İftira etmedi… Dedikodumu yaptığını hiç işitmedim… Yardıma ihtiyacım olduğunda elini uzattı… Verdiği sözü tuttu… Emanete ihanet etmedi… Yalanına, dolanına hiç şahit olmadım… Yani “münafıklık” alemetininin hiçbiri onda yoktu… Fedakârlık ahlâkının canlı bir numunesi gibiydi… İnsan bir dostundan daha ne bekleyebilir ki? Ve… Bugünün dünyasında böyle bir insanla dost, arkadaş, kardeş olma şansı kaç kişiye nasip oluyor ki… Bu açıdan kendimi çok şanslı hissediyorum… Allah, belki de ona bu iyi vasıfları taşıdığı için şehitliği nasip etti… İnsanoğlu’nun Allah katında kazanabileceği en büyük iki rütbeden biri olan şehitliği… Onu “ölüp de ölmeyen” şanslı insanlar kervanına kattı… Allah’ın sayısız nimetleri şehitlere daha ilk damla kanı toprağa düşmeden verilmeye başlanıyor ya… Belkide ilk sürpriz, eşi şehit Nuray Zor hanımefendiye kavuşmakla başlamıştır… Artık o, kabir suali, kabir azabı, ölüm, acı, yokluk, sıkıntı, keder, hastalık, ayrılık hüznü, rızk endişesi, hesap derdi, Sırat Köprüsü sıkıntısı olmayan bir hayat içinde mahşere kadar yaşayacak… Güneşin bir mızrak boyu aşağı ineceği o çetin mahşer günü, diğer şehitler ve salih insanlarla birlikte o sıkıntılı günü hiçbir sıkıntı çekmeden atlatacak… Bir de… Şehitlerin bazı gazalara iştirak ettiklerine dair keşif ve müşahade rivayetleri var ki… Öyleyse… Onu katleden kahpeler ondan kurtulalım derken başlarına nasıl bir dert sardıklarını asıl o zaman görürler… 45 yaşında şehit düştü… Babadan kalma bir gecekondudan ve ikinci el satın aldığı (Habertürk’ün haberine göre o motosikleti alırken de kazık yemiş, plakası sahte mi neymiş) başka hiçbir malı mülkü olmadı… Şehit düştüğünde cebinde üç beş paket sigara parasından fazla bir parası olduğunu da sanmıyorum… Bankada hesabı, borsada kağıdı, yastık altında dövizi, küpte altını da yoktu.. Harama tenezzül etmedi… Aç gözlü değildi… Çok iftiralar attılar… Çok dedikodusunu yaptılar… Yani bol bol günahını aldılar… Daha ne diyeyim… Kaç tane böyle iyi insan tanıyoruz ki? Allah’ın O’nu bu dünyada şehitlik nimetiyle mükafatlandırması bile onun iyiliğine tek başına yeterli bir delil iken… “Bunca lâfı niye ettin” derseniz… İyi insan olmaya niyet edenlerin somut örneklere, rol modellere ihtiyacı var… Kötülüğün hakim olduğu bir dünya da “elimizle, dilimizle ve kalbimizle” kötülüğe karşı çıkmanın formülünün, Ünsal Zor gibi yiğit bir “iyilik savaşçısı” olmaktan geçtiğini göstermek için… Yani… Böyle bir dünyada “İyi insan” olmak için sadece niyet yetmiyor; o niyetin arkasına canımızı, malımızı, sevdiklerimizi, rahatımızı kaybetme riskini de koymak gerekiyor… Şehitlik nimetine nail olduğu için, O’nun adına çok seviniyor olsam da, böyle bir dosttan ayrılmanın hüznüne de engel olamıyorum… Böyle güzel bir insana hangi kahpeler kıydıysa, onları yakalayıp adalet huzuruna çıkarmak için maaş alan her düzeyde görevlilere sesleniyorum: Bu katilleri hemen bulun… Katillere dair teşhisi saldırıda yaralanan Adımlar dergisi genel Yayın Yönetmeni Ali Osman Zor, o yaralı haliyle yaptı: “Ortalığı bulandırmak için aslı olmayan haberlere lütfen itibar edilmesin! Bizce saldırıyı gerçeklestirenlerin adresi bellidir: Bomba, CIA veya MOSSAD işi!” CIA veya MOSSAD’a gücünüzün yetmeyeceğini biliyoruz… Hiç olmazsa… CIA veya MOSSAD bu saldırı için kimi veya kimleri tetikçi olarak kiraladıysa bari o şerefsizleri bulun… Ünsal Zor`un Cenaze merasimine katılan Ulusal Parti Genel Başkanı ve Türksolu Dergisi Başyazarı Gökçe Fırat Çulhaoğlu’nun bu konudaki görüşleri de önemli: “Basın özgürlüğünü savunacaksak, bu cinayetin biran önce aydınlatılması lazım. Adımlar dergisi. Kürtçülüğe, PKK`ya, Barzani çizgisine, Büyük Ortadoğu Projesine kökten karşı çıkan bir yayın organıydı. Bunun arkasındaki güçlerin aydınlatılması lazım ” Çulhaoğlu’nun bu tespitleri de Paris’te bir karikatür dergisi basıldığında “Hepimiz Carlie Hebdo`yuz” diye sokağa dökülen… Ama… İstanbul’un göbeğinde ve İstanbul Adliyesininin hemen yanında bir dergi havaya uçurulunca… Ortalıkta hiç görünmeyen” Basın özgürlüğü” aşıklarına kapak olsun… “Basın özgürlüğünü savunacaksak, bu cinayetin bir an önce aydınlatılması lazım” diyen Fırat Çulha oğlu’nun onurlu sesinden başka… “Hepimiz Ünsal Zor’uz” diyen ne bir yazı, ne bir slogan, ne bir gösteri, ne ses ne de seda var… Niye ki? Dergisiyse dergi… Saldırıysa saldırı… Cinayetse cinayet… Gazeteciyse gazeteci… “Basın özgürlüğü”, saldırı yalnızca Paris’te olursa mı tehlikeye giriyor? Son olarak… Sırlar kitabı Tilki Günlüğü’nün (*) 2. cildinin ilk sayfası “Son gününe yetişen” başlığı altında “Levha 17 Ekim 1989 Ünsal Zor… ‘Ünsal’ın kelime mânâsı, ‘silahlanmış adam’ demekmiş… ‘Şöhretlenmek’ ile ‘silahlanma’ arasındaki alâkayı enteresan buluyorum!..” diye başlıyor… Artık ne demekse? Bilenler anlatırsa biz de öğreniriz… Harun YÜKSEL * Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, cilt 2, Sayfa: 9, Nisan1992, İbda Yayınevi, İstanbul. (Kaynak:Entellektüel forum-Millibirlik ruhu blog)

REFERANDUMUN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEKLER -1- (ALİ OSMAN ZOR)

ÇATIŞMA VE BÖLÜNME; Bütünleşmenin zemininin kaybolduğunu gösterir şekilde, toplum, karpuz gibi hissî olarak ikiye ayrıldı, bölündü. Hadiseler dünden bugüne bu noktaya gelmedi, tarihi gelişim süreci içinde baktığımızda; 16 Nisan’ı 15 Temmuz’dan, 15 Temmuz’u 17-25 Aralık’tan, 17-25 Aralık’ı Balyoz ve Ergenekon’dan, Ergenekon’u 2003 Irak işgalinden, 2003 Irak işgalini 2002 AKP iktidarından, 2002 AKP iktidarını 99 İBDA devrim sürecinden, 99 İBDA Devrim Sürecini 28 Şubat Operasyonundan, 28 Şubat Operasyonunu İBDA Cephelerinin eylemliliğinden, İBDA Cephelerinin aksiyonunu Birinci Irak saldırısından, Birinci Irak saldırısını Sovyetlerin dağılmasından, Sovyetlerin dağılmasının arkasından Amerika’nın GÜÇ TOPLAMAK İÇİN başlattığı bu saldırıyı, bu saldırıya İBDA’nın 25 Ocak 1991 tarihinde Anadolu çapında meşhur Cuma gösterileri ile meydanlarda verdiği karşılıktan ve sonrasında tarihin kırılma noktası olan 99 Devrim Süreci ve 99 yılına kadar verilen İBDA Cepheleri mücadelesinden,

REFERANDUMUN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEKLER -2- TÜRKİYE BAĞLI OLDUĞU LİMANDAN AYRILDI

“İnandırıcılık” ve “güvenilirliğin” hiç kalmadığı; “Liderlik Otoritesi” açısından en zayıf dönemin yaşandığı; “Millilik” adına çer-çöp meselelerin gevelendiği, ideolojik ve siyasî mânâda derinliğine ve genişliğine bir AHLAK ve FİKİR sisteminin tarafların gündeminde olmadığı; “Kahramanlık” elbisesinin artık çok bol geldiği bir zaman aralığında; Türkiye, 16 Nisan günü yapılan referandumla birlikte bağlı olduğu limandan ayrılmış, nereye demirleyeceğini bilmeden tüm dünyanın gözünde açığa doğru sürüklenen bir gemi görünümü arz etmektedir. Kaptanın doğru rotayı bilip bilmediği tartışmaya açık ama, doğru rotayı bilse dahi bunu ilan edici hamleyi yapabilecek cesaretle birlikte, maddî ve manevî şartlara haiz olmadığı kesin. Bu çekingenliğin farklı sebepleri olabilir ama, çekingenlik içinde geçen her dakika kendisiyle birlikte ülkeye zarar. Çünkü mevcut görüntüsü ve etrafında ortaya çıkan gelişmelere göre Türkiye gemisi rotasız başı boş açıklarda çok fazla yol alabilecek dayanıklılıkta görünmüyor. Geminin göz göre göre batması istenmiyorsa bir an evvel güvenli bir limana bağlanmalı.