VİDEO: CNN INTERNATIONAL, ALİ OSMAN ZOR RÖPORTAJI

Amerikan CNN International televizyonunun 18 Ekim 2014 tarihli, Adımlar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ali Osman Zor ile gerçekleştirdiği röportajın video kaydı. Söz konusu görüntülü röportajın metni en kısa sürede yayınlanacaktır.

Genel Yayın Yönetmenimz Sn. Ali Osman Zor CNN İnternational’da

Adımlar Platformu Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ali Osman Zor, CNN İnternational Televizyonunun talebi doğrultusunda, bölgemizde yaşanan gelişmeleri gazeteci Ivan Watson’a değerlendirmişti. Yapılan bu görüşmenin bir kısmının da kullanıldığı ilgili program bu gün CNN İnternational’da yayınlandı. Programın metni ve Sayın Ali Osman Zor’un açıklamalarından programda kullanılan bölüm şöyle: İstanbul Üniversitsi’nde laiklerle çatışmadan evvel, İslâmcı öğrenciler tekbir getiriyordu… Kürtler, İslâmcılar ve polisle çatıştı… Solcu Suphi Necati, Kürtlerin yanında çarpışırken öldü… Bu hadiseyle birlikte Türkiye bölündü… Türkiye NATO üyesi olabilir ama, Suriye ve Irak üzerinde ihtirasları olan bir ülke… Yüzlerce Türk IŞİD’e katılıyor. Bazı Türkler de IŞİD’e sempati duyuyor; Ali Osman Zor gibi… Devrimci İslâmcı bir gruba mensub olan ve bu yüzden, terörizm suçlamalarından cezaevinde yatan Ali Osman Zor, “IŞİD’in metodlarını destekliyorum” diye konuştu… Zor, IŞİD’in, Kürt ve Şiîlerin işkencelerine maruz kalan Irak’taki Sünnilerin, Amerikan Emperyalizmine karşı oluşturduğu doğal bir yanıt olduğunu ifâde etti. Bu mağduriyet ve şiddet çemberi yaygınlaşıyor. İşte Ortadoğu, Körfez ve saire sorunları bir ülkeyi daha etkisi altına alıyor. CNN İnternational’ın yayınlandığı bu haber, dünyanın önde gelen bütün yayın kanallarında alıntılandı. ADIMLAR Dergisi olarak, söz konusu röportajın video kaydını ve röportaj metnini yayınlayacağız. Haberin orijinal linki: Diğer linkler:

ALİ OSMAN ZOR’UN MAKALESİ TAKVA HABER’DE

Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Ali Osman ZOR’un, ADIMLAR Dergisi’nin ilk sayısında yayınlanan “IŞİD Sen Oradan, Biz Buradan!” başlıklı makâlesi, IŞİD lehine tarafsız haberleriyle dikkat çeken TakvaHaber.net internet sitesinde yayınlandı. Sayın Zor’un geçtiğimiz hafta “IŞİD Terörü Yok! DECCAL KOMİTESİ’nin TERÖR’ü Var!” başlıklı makâlesini de yayınlayan Takva Haber, engellemeye dönük yoğun saldırılar dolayısıyla yayınını ara sıra durdurmak zorunda kalıyor. Sayın Ali Osman ZOR’un Takva Haber’de yayınlanan yazılarına aşağıdaki linklerden erişebilirsiniz:

IŞİD Terörü Yok! DECCAL KOMİTESİ’nin TERÖR’ü Var!

“IŞİD” baskısı, “Paralel” baskısı, “terör” baskısı… Hepsi yalan! İlk önce Ergenekon, şimdilerde ise, “paralel” baş düşmanlığı üzerinde yalana, dolana, hırsızlığa, itibarsızlaşırmaya, arkadan vuruculuğa, soyguna, haramiliğe dayanan bir iktidar ve bu iktidarın paylaşım “baskısı” var… 2002’den beri devam eden “sahte kutuplaşma”, rengini ve şeklini değiştirmiş olarak varlığını bugün de sürdürmektedir. Bir dönem “mahalle baskısı” etrafında “Laik-antilaik” sahte kutuplaşması üzerinden “iç politika” şekillendirilirken, dış politika ise BOP Eşbaşkanlığı üzerinden yürütülmüştü. Irak’la başlayan BOP saldırısı, bu “laik-antilaik” sahte kutuplaşmasıyla perdelenmişti. Bugüne geldiğimizde Irak direnişi, içinde yaşadığımız tüm coğrafyayı içine almış olarak bir “bölge savaşı” niteliğine bürünmüştür; ve bu şavaş, üç yılı aşkın bir süredir sınırlarımız içinden vatan topraklarına girmiştir. 91-2003 saldırılarının ardından tekrar 2003 benzeri bir saldırıyla bölgemiz karşı karşıya. Ve ne hikmetse, iç politikada yine bir sahte kutuplaşma yaşanıyor ve kitlelerin dikkati bu yapay-sahte kutuplaşma üzerine çevrilmek isteniyor. Ekran başı seyircisinin “başdüşman” algısı, hükümetin ilk döneminde Ergenekon operasyonlarıyla şekillendirilirken, şimdi ise “paralel” kavramı etrafında şekillendiriliyor. Ergenekon operasyonlarında hedef, toplumdaki Amerikan düşmanlığını azaltmaya yönelikken, “paralel” söylemi üzerinden yapılan düşmanlaştırmada ise, Amerikan karşıtlığı oyunu oynanmak isteniyor. Her iki hâlde de yürüyen Batı politikalarıdır ve siyaset son tahlilde işgalci düşmanın menfaatlerine göre şekillenmekte. Hükümetin “Batı Karşıtı” bir çizgide durduğu manipülasyonunu daha sonra etraflıca tahlil etmek üzere, burada şu kadarını söyleyelim ki; politika laf kalabalığı içinde yürüyen bir sanat-ilim değil; bilâkis, ahlâkla da ilgili olarak fiîli tutum ve tavır içinde kendini gösteren “manivelâ”dır.

HER PARLAYAN ŞEY PIRLANTA DEĞİLDİR

Dünya siyasetinde oyun kuran merkezî güçlerin zayıflaması, yerel ve uluslar arası ölçekte yeni aktörlerin ve örgütlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sistem dışında gelişen bu yapıların, sistemi dışarıdan zorlaması, bugün için “güçler dengesini” önemli ölçüde değiştirmiştir. “Güçler dengesi”nde bir nevî eşitlik sağlandığından dolayı, uluslar arası veya yerel herhangi bir meselenin, eski mantık kurguları ve alışkanlıklarla değerlendirilmemesi gerekmektedir. Amerika’nın tartışmasız en büyük güç kabul edilip, onun omuzbaşından yapılacak uluslar arası veya yerel meselelere ait değerlendirmelerle, ne dünya siyasetini, ne de ait olduğumuz coğrafyada güvenlik-güç ilişkileri başta olmak üzere, diğer gelişmeleri anlamamız pek mümkün olmaz. Çünkü yaşadığımız dönem, “tek kutuplu dünya” yalanını çoktan yutmuş ve geride bırakmış; iki, üç, hatta dört kutbun aynı anda etkili olduğu bir dönemdir. Şartlar; eski alışkanlıklarla, yani Amerika’nın omuzbaşından hadiseleri değerlendirenlerin, bulunduğumuz coğrafyada daha fazla yaşayamayacağını, bir müddet sonra yok olup gideceğini ihtar etmekte. İktidarı boyunca AKP, kendine ve kendisinin ait olduğu Büyük Doğu Coğrafyası’na dinî, tarihî, kültürel ve milli birliktelik gereği olarak değil; Batı yararına “yakın” durdu. Haliyle, hükümetin kullandığı politik dil şeklî olarak bu coğrafyaya aitmiş gibi gözükse ve kitlelere örülen medya ağıyla öyle algılatılsa da, muhteva ve hedefler açısından Batı düşünce yapısının içindedir. Bu politik dilin öngördüğü hedefler ise, Batı düşüncesine nisbetle yapılmış stratejik planların içine yerleştirilmiştir. BOP, bu “stratejik plan” dan süzülme bir “tatbik edilmesi gereken” iken, hükümetin özellikle dış politika hedefleri de bu projeyle birlikte belirlenmişti; yani, BOP’un içindeydi. İç politikada oluşturulan bağımsız imajı ise, hükümetin dış hedeflerine ulaşmasını kolaylaştırmak gayesine matuftu. Sistem dışında gelişip, sistemi zorlayan yeni unsurların özellikle bölgemizde ortaya çıkışları, iktidara yapılan bazı makyajların da akmasını sağlamıştır. Bu makyajların en önemlisi, AKP’nin özellikle ikinci dönemi ve üçüncü döneminin başlarında sıkça propagandası yapılan, “oyun bozan – oyun kuran” meselesi… Peki, bu hususun hiç mi gerçekliği yok; bu propaganda tamamen yalan üzerine mi kurulu? 2003 Irak istilasıyla pratiğe geçirilen BOP’u hiç aklınıza getirmezseniz, tabiî ki o zaman bu propagandanın gerçek olduğundan söz edebilirsiniz. Fakat; Kuzey Atlantik Gücü tarafından “yüzyılın projesi” olarak tanımlanan BOP temelli baktığınızda ise, “oyun bozma” ile kimin oyununu bozmanın kastedildiğini; “oyun kurmadan” ise, “kurma”nın kimin adına gerçekleştirildiğini anlayabilirsiniz. Bölgemize Irak’la başlayan Kuzey Atlantik Gücü öncülüğündeki Batı istilasına karşı gösterilen, ister halk, isterse devlet çapındaki direnişler, BOP’un hedeflerini daha bir görünür hale getirirken, hükümetin “oyun bozan” makyajını da bozmuştur. Bozulan ve kurulan “oyunların” tamamı BOP kapsamında değerlendirilmeli; Haziran başında hızlanan İslam temelli ve tüm bölgemizi içine alan Devrimci Kurtuluş savaşına hükümetin “destek” algısı oluşturmak için sessiz kalmasını da; 1- Başlatmadığı ve hatta bilgisi dışında gerçekleşen bir hamleye, neticesinden emin olmadığı için “bekle gör” politikasıyla yanaşması, 2- Sessizlik içinde “destek” algısı oluşturarak, milletin hafızasında hala tazeliğini koruyan 2003 ihanetini “yumuşatma” gayreti olarak görülmelidir. 12 yıl boyunca bozulan “oyunların” BOP karşıtı güçlerin etkisizleştirilmesi ve akabinde yok edilmesi, kurulan oyunların ise, uluslar arası politikaların vahşice uygulanmasına aracılık edilmesi olarak anlaşılmazsa, kendisine yönelen tehlikenin önünü kesmek için Batı tarafından yıldızı parlatılan ve “tercih” edilen bu hükümet pırlanta zannedilebilir. Maalesef insanımızın büyük bir kısmı da öyle zannetmiştir. Meşhur Fransız atasözünde der ki; “Her parlayan şey pırlanta değildir.” Peki, gerçek pırlanta karartılarak, adi tenekeden başka bir keyfiyeti olmayan bu hükümetin, işlediği onca suça rağmen parlatılmasında rol oynayan sadece Batı dünyası mı? Kesinlikle hayır! Hükümetin kullandığı politik dil ile uygulamaları farklı olduğu halde, Erdoğan’ın hitabetinde kendini gösteren ülkeye ve coğrafyaya “yakınlık” bütün kesimleri etkilemiştir. Bugün bu etki azalmış gibi gözükse de, birinci ve ikinci dönemdeki gücü tartışılmaz. Etkisi itibariyle “bölücü” olan bu “hitabet” ülkenin muhafazakâr çoğunluğunun desteğini alırken, özellikle İslamcıların tamamına yakınını da kendisine râm etmiştir. Diğer taraftan ise, Erdoğan’ın “bölücü” etkisi olan bu hitabeti, tek parçalı hiçbir kesim bırakmamış; bütün kesimleri iki hatta üç parçalı bir konuma getirmiştir. Ordu, parti, örgüt, dernek, aile hatta AKP… Evet, şu an bizce AKP’de tek parçalı değildir. 2003 Mart tezkeresine hayır diyenler partiden ihraç edilmiştir ama, etkileri tam olarak kırılamamıştır. Şartlar oluştuğunda, AKP’nin bu parçalı yapısı ortaya çıkarak kendini gösterecektir. B. Arınç’ın şahsında çeşitli vesilelerle zaman zaman kendini gösteren sivri çıkışlar, bizce AKP’nin tek parçalı olmadığının önemli göstergelerindendir. İşte bu parçalanmışlık, AKP’nin parlatılmasını sağlayan Batı dünyası haricindeki ikinci önemli unsurdur. Hükümet, Erdoğan’ın “hitabetinin” sebep olduğu bu parçalanmışlık içinde her kesimden güçlü müttefikler bulmakta hiç zorlanmadı. Bu müttefikler, iktidara karşı kendi kesimlerinden geliştirilmeye çalışılan her türlü muhalif tavra karşı koyarak, hükümetin işini, başka hiçbir hükümete nasip olamayacak şekilde kolaylaştırdılar. Parlatma faaliyetini ise, hükümetin yanlış iç ve dış politik uygulamalarını kendisinin yapmadığı hatta yapamayacağı şekilde tevil ederek mükemmelen yerine getirdiler. Dost ve düşman tesbitini iktidara göre belirleyen ve kendi kesimi içindeki muhalif unsuru düşman kutbuna yerleştirilen bu “parlatıcılar”, Atatürkçülerden tutun da, İslamcılara kadar geniş bir yelpaze içinde her kesimde mevcut. Bu parçalanmışlık içinde ilk dikkati çeken, hükümete politik gerekçelerle verilen desteğin daha sonra “inat” üzerinden yürüdüğüdür. Bu inatlaşma neticesinde örselenen ise din, ideoloji ve siyasetin bizatihi kendisi olmuştur. Hakikat kaygısının alt sıralara düştüğü bu inatlaşma süreci, doğrudan doğruya liderlik üzerinden yürümüştür. Bizce hükümeti bugüne kadar ayakta tutan, işte bu liderlik üzerinden yürütülen inatlaşma süreci olmuştur. Aslına bakılırsa siyasetin lider üzerinden yürümesi AKP’den önceye denk gelir; bunun tarihi de 1999 yılıdır. İnatlaşma söz konusu olduğunda, “psikolojiyle” karşı karşıya olduğumuz çıkar meydana. Kastımız şimdi daha iyi anlaşılmıştır herhalde; 99’dan beri siyaset, ne tarih, ne sosyoloji, ne de herhangi başka bir unsur üzerinden değil, sadece liderlik kurumunda kendini gösteren ve adına “inatlaşma süreci” dediğimiz “psikoloji” üzerinden yürümektedir. AKP’nin sırrı bizce budur. İdeolojinin geride kalıp, liderliğin öne çıktığı bu son dönemlerde sempati ve nefret duygularının aynı şahıs üzerinde yoğunlaşması, o şahsın, toplumun bölünmesinde ne derece etkin olduğunu da göstermektedir. “Çalsa da Tayyip” diyenlerle, “doğru da yapsa desteklemiyorum” diyenler, aslında aynı “psikolojiyle” hareket ediyorlar. Liderin karizması azalıp, kitlelerin nazarında yok olmaya başladığında, bu inatlaşmanın seviyesi de düşebilir. Bu dönem gücüne güç katmaktan ziyade, mevcudu koruma derdinde olan T. Erdoğan’ın karizmasının yok denecek kadar azaldığını müşahade edebiliyoruz. Lider karizmasındaki bu düşüş, inatlaşma içinde bulunan kesimlerde bir “travma” meydana getirebilir. Bu travmanın etkisiyle de yeni arayışların gündeme gelmesi elzemdir. Bu arayış içinde kitleler bir ideolojiye veya yeni bir liderliğe bağlanana kadar muhtemeldir ki, bir nevî geçiş süreci olarak bizi bekleyen şey, “kaos” tur. Bu kaos sürecine kim ideolojik hazırlıkla girerse, merkeze de o oturacaktır. Gelişen hadiseler, başta da bahsettiğimiz gibi, sistem dışından sistemi zorlayan unsurların güçlü bir şekilde ortaya çıkacağının habercisi niteliğinde. Özellikle bölgemizde yükselişe geçen İslam temelli Devrimci Kurtuluş Savaşı, Türkiye’ye etkisiyle Tayyip Erdoğan’ın tahtını salladığı gibi, O’nu yeni tavırlar almaya zorlamakta. Şu aşamada Batı çizgisi dışına çıkarak Batı karşıtı bir tavır ortaya koyması artık pek mümkün görünmese de, Erdoğan’ın artık eski politik tavrıyla işleri idare edemeyeceği kesin. 2003 yılından bugüne, işgal altında bulunan Irak’ta direnişin bölgesel Kurtuluş savaşı şekline bürünmesi, AKP Hükümeti başta olmak üzere, bütün kesimleri etkileyecektir. Sömürgeye karşı ortaya çıkabilecek bir savaş önderliği, sadece ülkeyi işgalden kurtarmanın adımlarını atmayacak, bölgemizde taşları da yerli yerine oturtacaktır. Liderlik üzerinden bugüne kadar yürüyen siyasetin hâlihazırdaki tıkanan önünün açılmasının, yine güçlü bir liderliğin kendini göstermesiyle mümkün olacağı aşikâr. 99 yılından bugüne, gelişmeleri bu zaviyeden değerlendirdiğimizde, hem Kumandan Mirzabeyoğlu’nun niçin esir edildiği ve hala niçin içeride tutulduğunu daha iyi anlayabileceğimiz gibi, İBDA Hareketi ile bölgemize yapılan BOP saldırısı arasındaki diyalektik ilişkiyi de anlayabiliriz. Ali Osman ZOR NOT: Bu yazı 25 Haziran 2014 tarihinde sitemizde yayınlanmıştır. Önemine binaen tekrar yayınlıyoruz.

TÜRKBİNER’İN TV5’DEKİ AÇIKLAMALARININ METNİ

ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu Sözcüsü, Gönüldaşımız Cem TÜRKBİNER’in, 9 Eylül 2014 Salı günü konuk olduğu TV5 Televizyonu’nda “Günden Yansıyanlar” programının sunucusu Kadir Öztürk’e yaptığı açıklamalar: Kadir Öztürk: Günden Yansıyanlar’da gündemi konuşuyoruz. Elbette ki Türkiye’nin birçok gündemi var. Hem uluslararası gündem, hem de Türkiye’nin farklı gündemleri. Yalnız bizim biraz daha özel olarak tutup çektiğimiz gündemlerden bir tanesi düşünceyle ilgili. Özellikle 28 Şubat sürecinde yaşanan mağduriyetlerle ilgili hassasiyetimiz TV5 ekranlarını takip edenler tarafından biliniyor. Bu anlamda Salih İzzet Erdiş, kamuoyunun bildiği, sizin bildiğiniz adla Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili geçtiğimiz günlerde, yaklaşık iki ay önce -49 gün önce- bir tahliye kararı çıkmıştı: “Yeniden yargılanma”… 16 yıl aradan sonra “yeniden yargılama kararı” çıkmış Salih Mirzabeyoğlu’nun kendisi de tahliye edilmişti Bolu’dan. Biz de bunlarla ilgili gelişmeleri sizlere aktarmıştık sürekli olarak. Yalnız dün kendisiyle ilgili, kendisinin de dâhil olduğu başka bir dava ile ilgili bir infaz, daha doğrusu tutuklama kararı çıktı. “İnfazın devamı” ile ilgili bir karar çıktı. Bu konuyu bu bölümde konuşacağız… Değerli bir konuğumuzla birlikte… Adımlar Fikir-Kültür-Siyaset Platformu Sözcüsü Cem Türkbiner şu ânda konuğumuz… Hoş geldiniz. Cem Türkbiner: Hoş bulduk. Kadir Öztürk: Teşekkür ediyoruz. Kolaylıklar diliyoruz. Cem Türkbiner: Biz teşekkür ederiz. Kadir Öztürk: Salih İzzet Erdiş… Salih Mirzabeyoğlu dediğimiz zaman biraz daha net bir şekilde kamuoyu, izleyicilerimiz hatırlayacaktır… Dünkü kararla ilgili -hemen başlayalım- düzeltilmesi gereken bir nokta var. Kamuoyuna yansıdığı şekliyle. Bununla birlikte başlayalım… Evet buyurun. Cem Türkbiner: Evet, bugün özellikle gazetelerdeki haberde bir düzeltme yapmamız gerekiyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun iki tane davası var. Bu “yeniden yargılama”, yani tahliye edildiği, serbest bırakıldığı… Kadir Öztürk: 49 gün önce. Cem Türkbiner: 49 gün önce serbest bırakıldığı davası ana davası… Metris’te 1999 yılının sonlarındaki isyan davasının karşılığı olarak tutuklama kararı çıktı. Bu iki dava birbirinden farklı… Yani yeniden yargılama kararı verilen ana davasının bir karşılığı olarak çıkmadı bu tutuklama kararı. Onu düzeltmek istiyorum. Kadir Öztürk: Yani iki farklı dava var. Cem Türkbiner: İki farklı dava var. Kadir Öztürk: Kamuoyunda böyle bir yanlış bilgi var. Mesela hemen önümde birkaç haber var. Mesela deniyor ki, “daha önce infazın durdurulması kararı alan mahkeme, tekrar infazın devamına karar verdi.” Bu doğru değil diyorsunuz. Cem Türkbiner: Aslında şöyle; o metin doğru ama Salih Mirzabeyoğlu’nun serbest bırakıldığı davanın değil. Yani Salih Mirzabeyoğlu iki davasından da “yeniden yargılama” aldı… Şimdi aslında mevzuu gelmişken, o garabeti belirtmek istiyorum… Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi, bu “İsyan Davası”na bakıyor. Metris Cezaevi’ndeki “İsyan Davası”na bakıyor; 1999’daki. Bu mahkeme, Salih Mirzabeyoğlu ve yaklaşık 60 küsur insanın –İbdacının– oradaki isyan davasına “yeniden yargılama kararı” verdi. Yeniden yargılama kararını bir üst mahkeme olan 4. Ağır Ceza kabul etti ama onun uhdesinde olmamasına rağmen tutuklu olarak devam etmesini istedi… Şimdi, “yeniden yargılama” şu demek: Daha önce verilmiş kararda bir hata olabilir, bu dosya yeniden gözden geçirilsin… Bu da bir sürece yayılıyor tabii; üç ay, beş ay, bir sene, artık neyse… “Ama siz o sürede tutuklu kalın. Karar sizin lehinize gelişirse de, artık tazminat filan, bir şekilde…” Böyle komik, garabet bir durum söz konusu şu ân. Kadir Öztürk: Hukuken kabul edilemeyen bir şey. Avukatların yaptığı açıklamalar ortada. Cem Türkbiner: Tabiî ki! Kabul edilemeyecek bir şey. Yani, tekrar edeyim; “yeniden yargılama” demek daha evvelki yargının ötesinde yeni bulguların çıktığını, yani kararın hukukiliğinin tartışmaya açıldığı bir durumu belirtir. Şimdi böyle bir durumda tekrar tutuklama… Bu sadece Salih Mirzabeyoğlu’nu değil, 30 küsur İbdacıyı da etkileyen bir durum… Kadir Öztürk: Şu ânda tutukluluğu devam eden kişiler… Cem Türkbiner: Tutukluluğu devam eden de var, dışarıda olan da var… Şöyle ki, bu verilen ceza yaklaşık 16 aylık bir infaz süresini öngörüyor. Şimdi bu çıkan yeni kanunlarla son 12 ayı zaten “denetimli serbestlik”te geçiriyorsunuz. 4 aylık bir ceza yatarı olmasına rağmen boyundan çok büyük bir şeye sebep oluyor. Şu ân cezaevinde olan, misal olsun diye söylüyorum, Cemil Şahin gönüldaşımız var. Normalde 2 sene sonra tahliyesi gerçekleşecekken, bu ceza onaylandığı takdirde, daha evvelki cezasından infazı yandığı için 2033’e kadar cezası uzuyor. Yani 4 aylık bir ceza, size 10-15 yıl gibi bir süreyle geri dönebiliyor. Çünkü İbdacıların genelde, cezaevi yatmış olanlarının hepsi şartlı tahliye durumunda olduğu için, benzer suçtan geldiği için… 4 aylık bir ceza ama karşılığı 10 sene 15 sene gibi bir şeye gelebiliyor. Kadir Öztürk: Böyle bir durum da olabilir, diyorsunuz? Cem Türkbiner: Böyle bir durum da olabilir… Tabii bu davayı biraz açmak gerekirse; 28 Şubat zihniyetine sahip insanların cezaevindeki Müslümanlara silahlı askerlerle yaptığı bir saldırıydı. Bugün “Metris İsyanı” diye geçiyor davada ama size saldırıyorlar, duvarlara delikler açıyorlar. Oradan namluları sokup ateş ediyorlar içeriye. Meselâ bu stüdyoyu bir cezaevi düşünün; duvarlardan böyle… Siz de kendinizi savunuyorsunuz. Ondan dava açılıyor, “yangın çıkardılar” filan… Tabii bizim orada şehidimiz de var, yaralılarımız da var. Keza Bandırma Cezaevi Davası da aynı şekilde… “28 Şubat’la hesaplaşıldığı” sürekli, bu son 10 yıldır, 12 yıldır hükümetin en esaslı söylemlerinden biridir. Kadir Öztürk: Kamuoyunda böyle bir algı oluşturuluyor. Cem Türkbiner: Oluşturuluyor… Bu aslında işte o hükümetin samimiyet sınavı oluyor. Çünkü o 28 Şubat dönemine denk gelen, o havanın estiği bir dönemde oldu bu hadiseler… Kadir Öztürk: Bütün bu hukuksuzluklar o dönemde yaşandı. Ve hep de 28 Şubat dönemindeki zihniyet. Cem Türkbiner: Tabii. Kadir Öztürk: O zihniyetin kendi düşüncelerine aykırı kişileri, böylece baskı altında tutması. Bunun sonuçlarından bir tanesi Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarının davası diyelim. Cem Türkbiner: Evet… Yani Salih Mirzabeyoğlu’nun demin bahsettiğim ana davası da aynı. O dava çok konuşuldu. Burada kısaca tekrar edersek; dava dosyası, hangi hukukçu bakarsa baksın gülümseyerek karşıladığı bir mevzu… Bu davanın hukuk tekniği açısından bu kadar söyleyebiliyoruz. Lakin bu ülkede yaşadığınız zaman, hukukun işleyişine dair, bu ülke insanlarının kahir ekseriyeti hukukî işleyişe dair bir fikir ve bilgi sahibi olmak zorunda oluyor zaten. Özellikle sizin birtakım toplumsal davalarınız, buna dair ne varsa. Bunun için ülke vatandaşlarının çoğu hukukçu oluyor. Aslında “hukukçu” da değil de, adli işleyişin nasıl garabetlerle, nasıl komedilerle döndüğünü gören bir uzman olarak yetişebiliyorsunuz. Bilmiyorum, ben size bir soru sorsam: “Siz artık bir şeye hayret edebiliyor musunuz bu ülkede?” Biz artık etmiyoruz. Kadir Öztürk: Normal mi geliyor artık bu tür kararlar? Cem Türkbiner: Yani hayret mekanizmamız alınmış, yerine hukuk yerleştirilmiş insanların ülkesi burası. Bir şeye hayret edemiyoruz yani. Öyle bir durum… Kadir Öztürk: “28 Şubat’la yüzleşemiyoruz!” diyorsunuz. Bu kararlar bunu gösteriyor. Cem Türkbiner: 28 Şubat’ı nasıl anlamlandırdığınızla alâkalı bir şey bu. Bunu ülkedeki İslâmî hayat tarzına karşı bir hareket olarak görürseniz, Salih Mirzabeyoğlu ve İbdacıların davası en üst sıralarda yer alır, en üst sırada yer alır -sıralarda değil!- Çünkü bizatihi Salih Mirzabeyoğlu ve İbdacılara yapılan şey, hani onların İslâmî söylemlerinden farklı bir şey değil. Tamamen ona karşılık yapılmış bir şey. Bunun yanında bir sürü mağduriyetten bahsedilebilir; “başörtüsü” mağduriyetinden bahsedilebilir. Bir şekilde onlar ortadan kaldırılıyor… Tabii siyasette şu da var; birtakım “pişmanlıklar”ın, –birtakım “kandırılmalar”ın diyelim parantez içinde–, karşılığı amelle, işle gösterilmeli. Meselâ –bunu bir misal olarak vereyim– hükümet Ergenekon davalarında gösterdiği tutumu daha sonra değiştirdiği zaman, Ergenekon’daki tutukluları salıvererek oradaki fikir değişikliğini… Kadir Öztürk: Fiilen gösterdi. Cem Türkbiner: Fiilen göstermiş oldu. Şimdi bu da onun samimiyet sınavı; eğer gerçekten 28 Şubat’la ilgili bir sıkıntısı varsa, onunla bir hesaplaşması varsa, Salih Mirzabeyoğlu ve İbdacıların davası da fiil şeklinde gösterilmesi gereken bir durum. Yani, hukukun siyasallaşması noktasında konuşulabilecek bir mevzu değil bu. Çünkü bu zaten hayret edilecek bir şey olmadığı için… Belki dünyanın başka ülkelerinde çok büyük tartışmalara sebeb olabilir. Hani Başbakan’ın buradan bir şeye müdahil olması, oradan başkasının başka bir şeye müdahil olması… İşte komutanların gidip mahkeme ziyaret etmeleri filan, bizde tabiî şeyler kabul edildiği için onun üzerine konuşuyoruz… Bir de, bu siyasi irade, kendi aleyhine dönebilecek şekildeki hukuki hamleleri bertaraf etmiştir. İyisini kötüsünü söylemiyorum; tesbit için söylüyorum. Hakan Fidan Olayı misal olabilir. Kadir Öztürk: Kişiye özel düzenleme yapıldı. Cem Türkbiner: E benim de buradan hadiseye bakarken, siyasi iradeyi sorumlu tutmam kadar tabiî bir şey yok. Şimdi bazı yerlerde hâkim için “paralel yapının son golü” tarzında haberler yapılmıştı. Kadir Öztürk: Onunla ilgili ne söylersiniz? Cem Türkbiner: Şunu söylemek isterim, hâkimlik bir makam meselesi. Hâkim, bir adam, yani isim söylememize gerek yok. Şimdi bu adam bir görev ifa ediyor. Türk Milleti adına; zaten öyle yazar kararlarında. Bir görev ifa ediyor. Şimdi bu hâkim özel hayatında Risale-i Nur mu okuyordur, poker mi oynuyordur? Oradakini buraya yansıtması da siyasi iradenin problemidir, yürütmenin bir problemidir. Eğer öyle bir durum varsa. Hâkimin dünya görüşü, önüne gelen dosyada kararını etkiliyorsa, hayat tarzı etkiliyorsa, o da yürütmenin bir problemidir. Ben böyle bir durumda tek tek hâkim isimlerini arayıp davamı haykıramayacağıma göre, benim sorumlu tutacağım yapının siyasi irade olması tabiîdir. Ama dediğim gibi, zaten bu hukukun siyasallaşması diye tabir edilen şey o kadar bedahet ifade eder olmuş ki… Bunun karşılığı olarak cezaevinde olan herkesten bahsediyorum. Yani adli suçtan diğerlerine; burada hiçbirini ayırmıyorum, sol davadan da olabilir, başka davalardan da olabilir… Eğer hukukun siyasallaşması, zaten siyasi irade tarafından teslim edilen bir şeyse bunun karşılığı, aslında davaların hepsinin yeniden görülmesidir. Hatta bu sadece cezaevlerinde yatan insanlarla değil, salıverilen insanlarla ilgilidir de. Kadir Öztürk: Bu son tartışmalar, tabiî ki bütün bunları gündeme getiriyor. Yargıtay tarafından onanmış kararlarda bile artık bir geriye dönüş söz konusu. Balyoz Davası bunların en önemli örneği. Yargıtay tarafından onaylandığı hâlde tekrar bir iade-i itibar süreci yaşıyoruz şu ânda. Cem Türkbiner: Orada zaten hadiseler halledile halledile gitti. Çünkü ilk Ergenekon tutuklularının çıkmasını sağlayan düzenleme Balyozcuları etkilemiyordu. Çünkü Yargıtay onayı vardı. Sonra Yargıtay onayı engeli de kaldırıldı. Tarihini tam hatırlayamıyorum ama Yargıtay onayının hemen öncesi bir tarihle sınırlandırıldı. Çünkü geriye doğru götürdüğünüz zaman 80 Eylül olayları bile işin içine girecekti. Ama bu garabet, bizzat şimdiki Cumhurbaşkanı tarafından bile teslim edilen bir şeyken, konuşuluyorken, bunun karşılığı büyük bir hukuk reformudur o zaman. Dediğim gibi; onlar kendi yakınlarını teslim etmedikleri sisteme Müslümanları teslim etmekte bir beis görmemektedirler. Kadir Öztürk: Bu çok önemli; en son söylediğiniz şey çok önemli. Son zamanlardaki tartışmaları nasıl karşılıyorsunuz? Hukuk tartışmalarını? Tabiî ki bu hukuk tartışmaları içerisinde bu tür… Garabet de diyebiliriz artık dünkü çıkan karara. Nasıl karşılıyorsun bir aydın olarak, bir entelektüel olarak? Bu tür olaylar ve hukuktaki bu tartışmalar? Cem Türkbiner: Başta dediklerim üzerinden devam edeyim. Bir kere hayret edemiyoruz artık. Sürekli ülkede bu tür şeylerle karşılaşmaya bir alışkanlık geliştirdik artık. Kadir Öztürk: Bağışıklık kazandık. Cem Türkbiner: Bağışıklık kazandık. Fakat bizim bağışıklık kazanmamız, bu masada konuşmamız; birtakım fikirler beyan edebiliriz, birtakım görüşler beyan edebiliriz. Ama insanların hayatları söz konusu. İşte Salih Mirzabeyoğlu; 16 yılı aşkın bir süre cezaevinde yattı. Şöyle söyleyeyim; birtakım hadiseler oluyor yurtiçinde veya dünyada. Siyasi irade bazen bu hadiselere İslâmî söylemle karşılık veriyor, İslâmî hassasiyetleri ön plâna çıkartmış kitlelerin desteğini kazanmak için bunu yapıyor. Ben şimdi “Müslüman” demeyeceğim, çünkü halkın zaten hemen hemen tamamı Müslüman. Ama özellikle kendi oy verenleri ve potansiyeli noktasında… Şimdi sizin, karşılaştığınız eşya ve hadiseye hangi dünya görüşüyle baktığınızla alâkalı bir şey bu. Eğer İslâmî bir görüşle bakıyorsanız bu hadiselere, bazı hadiselere, işte örnek verebilirim; Gezi gibi meselâ. Hemen İslâmî söylemler ön plâna çıkıyor. Dediğim gibi, İslâmî hassasiyete sahip insanların desteğini çekebilmek için. Ama böyle bir durumda Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ve İbdacıların İslâmi duruşları tartışılabilir bir şey değil. Hattâ, nisbet edilen şeyler noktasında bütün bir Türkiye Cumhuriyeti’nde İslâm davasında çok büyük bir yer kaplayan; en büyük yeri kaplayan, Üstad Necip Fazıl’la başlayan bir dava. “İbdacılara da o zaman İslâmî hassasiyetle yaklaşılsın!” diyebilirim… Kadir Öztürk: Çifte standart uygulanmasın diyorsunuz. Cem Türkbiner: Buralar, işte dediğim gibi bu tip yerler samimiyet testi. 28 Şubat için samimiyet testi. 28 Şubat’ı nasıl mânâlandırıyorsanız. İslâm’a karşı saldırı olarak mânâlandırdıklarına da misal verdim. Bazen konuşurken de öyle mânâlandırabiliyorlar. Zaten bugün halkın desteği de, aslında 28 Şubat döneminde İslâm’a yapılan baskının bir neticesi değil mi? Bunu herkes biliyor. Kadir Öztürk: Ama bunun fiilen gösterilmesi lâzım diyorsunuz. Bu çok önemli, simge bir isim, simge bir dava. Dolayısıyla “samimiyetinizi burada görelim,” diyorsunuz. Cem Türkbiner: Tabiî ki… İBDA yerli bir dava. Hani “Anadolu’nun Ruhu” deriz, “Anadoluculuk” diye ifâde ederiz. Hattâ Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında da aynı şekilde ifâde edebiliriz… Meselâ ben bir şeye de dikkat ettim; 1991 yılında 1. Körfez Savaşı’nda, bizim literatürde “1. Panik Operasyonu” diye anılan bir operasyon olmuştu: Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve yakını birkaç İbdacıyı, bir panikle işkenceye ve oradan da cezaevine aldıkları. Çünkü bu Amerika ve Batılı ülkeler ittifakının Irak Savaşı’nı başlattığı ve özellikle İbdacıların önderliğinde halkın çok güçlü bir tepki gösterdiği bir dönemdi. Şimdi geçen gün, bu NATO’daki görüşmeler, bu 3. küçük Irak Seferi gibi –bir de 2003’teki var çünkü– yahut bu onun bir devamı süreç olarak… Kadir Öztürk: IŞİD ile ilgili alınan kararı söylüyorsunuz. Cem Türkbiner: Evet. Şimdi tam da yine onun üstüne İbdacıların birçoğunu etkileyen böyle bir kararın gelmesini de manidar bulduğumuzu söyleyelim. Çünkü bu duruma en güçlü tepkiyi verecek olan da İbdacılardı. Çünkü IŞİD meselesi değil o; Irak’ta halledilmemiş bir mesele var. Zaten IŞİD de o yüzden orada. IŞİD başka bir şeyin konusu da, IŞİD de dense, oradaki Sünni Arapların yok edilememesine cevaben tekrar toparlanıp saldırmaları şeklinde görüyorum ben bu NATO Toplantısı’nı. Aslında “öyle görüyorum” derken zaten ifâdeleri de o yönde. Gizli bir şey söylemiyorum. Tam da o sırada bu kararların denk gelmesini manidar gördüğümüzü belirtmek istiyorum. Kadir Öztürk: Yani “bu tür kararlar bunlarla bağlantılıdır,” diyorsunuz bir anlamda. Çünkü birbiriyle örtüşüyor. Cem Türkbiner: Tabii… Bir de tarihten misal getirdim; fikrim güçlendi herhâlde. 91’den de örnek getirdim. Kadir Öztürk: Öyle oldu… Peki, bu süreçte neler öngörüyorsunuz Mirzabeyoğlu davasıyla ilgili? Tekrar tutuklanması ve “tekrar cezaevi yolu göründü” şeklinde manşetler atıldı. Bununla ilgili neler söylersiniz? Cem Türkbiner: Şöyle bir şey diyebilirim: Salih Mirzabeyoğlu’nun daha evvel uzun yatmış olmasından dolayı… Hukukta “mahsup” diye bir tabir var. Bu yeni gelen ceza da yatarı fazla olan bir ceza olmadığı için Salih Mirzabeyoğlu’nun özelinde bu dava mahsup edilerek, uzun yatmışlığı göz önünde tutularak Salih Mirzabeyoğlu cezaevine alınmaya da bilir. “Alınmaya da bilir” diyorum, alına da bilir anlamı çıkıyor bundan. Fakat bizim platformumuzun Genel Yayın Yönetmeni Ali Osman Zor ve diğer birçok gönüldaşın, dediğim gibi bazısının cezalarına 10-15 sene ekleyecek derecede yük getirecek bu. Buna da sessiz kalmayacağımızı belirtmek isterim buradan. Zaten Salih Mirzabeyoğlu’nun tahliye edilmesi İbdacıların, birçok aydının, gazetecilerin, sizlerin, herkesin dâhil olduğu bir mevzu. Yani artık cezevinde tutulması imkânsız hâle gelmişti. Ki, hukukun zaten kamu vicdanına bakan bir yönü de var. Şimdi tekrar bunun üzerine bu tip kararların çıkması, infiallere de sebeb olabilir. Özellikle kendi açımızdan söyleyelim, biz buna sessiz kalmayacağız! Bunu da belirtmek isterim. Kadir Öztürk: Sessiz de kalınmaması lâzım. Cem Türkbiner: Tabiî! Kadir Öztürk: Çünkü sonuçta bizim konuştuğumuz bütün şey, Mirzabeyoğlu denince akla “düşünce” geliyor. Yani “düşünce”den bahsediyoruz biz. Nasıl diyelim? Fiilden bahsetmiyoruz, “düşünce”den bahsediyoruz. “Düşünce”nin yargılanması ve hapse atılmasından bahsediyoruz, öyle değil mi? O aslında en fazla acı veren durum. Cem Türkbiner: Aslında biz hadiseyi böyle konuşuyoruz ama fiil plânında da konuşabiliriz. Şöyle: Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun o hukuk, adalet dağıttığını iddia edenlere söylediği bir şey vardır geçmişte: “Siz kendi hukukunuza uyun!” Şimdi siz bir hukuk belirtiyorsunuz, ben de buna muhatap olan bir vatandaş olarak bakıyorum. Benim de belli bir dünya görüşüm var, kendime bir hareket alanı belirliyorum. Şimdi hukukun “içinde” kalma niyeti olan bir insan üzerinden konuşuyorum bunu, illâ isimler üzerinden değil. Şimdi ben böyle yapıyorum, bu sefer benim karşımdaki adam niyet okuyuculuğa giriyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun dosyasında “olsa olsa budur” diye bir şey var. Diyor ki, “eşyanın tabiatı gereği, lidersiz olamayacağına göre.” Şimdi, aşina olanlar bilirler, bir hukuk metninde böyle bir şey söz konusu olamaz. Kadir Öztürk: Evhamlar üzerinden hazırlanmış olan davalar. Cem Türkbiner: Yani fiiller üzerinden dahi hadiseye bakılsa. İdam cezası aldı Salih Mirzabeyoğlu. Daha sonra ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi cezası. O dönem Meclis onaylasa, idam edilme durumu vardı yani. Kadir Öztürk: Peki, benzer şekilde içeride olanlardan bahsettiniz. Onlarla ilgili durum nedir? Onların da yakınları var, eşleri dostları var. Bu anlamda onlarla ilgili hukuki durum nedir? Cem Türkbiner: Salih Mirzabeyoğlu’nun cezaevinden çıkarıldığı ana davasının sonucu bunda çok etkili bir şey. Meselâ, siz bir fiilde bulunduğunuz zaman bunu katlayan şey, bunun bir örgüt adına yapılmış olması. Şimdi eğer, örgüt üyeliği üzerinden aldığı ceza iptal edilirse Salih Mirzabeyoğlu’nun, birçok gönüldaşın; içerideki veya dışarıdaki birçok İbdacının aldığı cezalar da aslında çok aşağılara çekilecek. Çünkü ben buradan şu bardağı alıp gitsem, –misal olarak söylüyorum– bunun cezası bir yılsa, ben bunu alıp gittikten sonra mahkemede benim bunu “şunun adına” alıp gittiğim söylendiği zaman onun cezası on yıl oluyor. Aynı fiilin… Gerçi bu yeni bir “paket”ten bahsediliyor: “terör üyeliği”, “örgüt üyeliği” ifadelerinin kaldırılacağından… Açıkçası bunlarla çok ilgili cezaevlerindeki arkadaşların durumu… Tabii bizim, cezaevlerinde 20 seneyi aşkındır yatan kardeşlerimiz de var. Başka davalardan yatan insanlar da var. İllâ ben İBDA özelinde bu hadiseyi konuşmak istemiyorum. Birçok açıdan, sağdan soldan cezaevlerinde yatan birçok insan var. Birçok hukuksuzluk var ülkede! Kadir Öztürk: Bakalım onlar nasıl bir seyir takip edecek. Son olarak ne söylemek istersiniz bir dakika içerisinde toparlamak gerekirse? Cem Türkbiner: Yani söylediklerim etrafında… Siyasi iradeyi biz sorumlu görüyoruz. “28 Şubat’la hesaplaşma” gibi konularda olsun, “yeni Türkiye”, “inşa” gibi kelimeler etrafında olsun. Gerçekten bu tip söylemlerinde samimilerse, bunu iş ve eserle göstermelerini bekliyoruz. Kadir Öztürk: “Yeni Türkiye” bu olmamalı, diyorsunuz? Cem Türkbiner: Tabiî ki!.. Bizim, en azından kendi bakış açımızdan, hadise budur! Kadir Öztürk: “Hadise budur” diyorsunuz. Çok teşekkür ediyoruz. Cem Türkbiner: Ben teşekkür ediyorum. Kadir Öztürk: Dediğimiz gibi önemli bir dava ve simge bir isim. Ve “28 Şubat’la yüzleşildiği”ni söylediğimiz bir ortamda bu tür kararların konuşulması bile aslında hangi noktada olduğumuzu gösteriyor… Kolaylıklar diliyoruz efendim, vermiş olduğunuz bilgilerden dolayı teşekkürler… Cem Türkbiner, Adımlar Fikir, Kültür,Siyaset Platformu Sözcüsü. Kendisinin Mirzabeyoğlu Davası’yla ilgili, Salih İzzet Erdiş ile ilgili düşüncelerini aldık… Son olarak buyurun. Cem Türkbiner: Yarın saat 14.00’da Çağlayan Adliyesi önünde bu mevzu ile ilgili basın açıklaması olacak bizim Platformumuzun. Kadir Öztürk: Yarın 14.00’da. Cem Türkbiner: Yarın saat 14.00’da. İstanbul’da Çağlayan Adliyesi’nin önünde. Onu da buradan duyurmak isterim. Kadir Öztürk: Çok teşekkür ediyoruz, kolaylıklar diliyoruz. Cem Türkbiner’di konuğumuz. Bugünkü “Günden Yansıyanlar”ın da bu şekilde sonuna geldik. Yayında ve yapımda emeği geçen tüm ekip arkadaşlarım adına hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

EYLEM: TESLİM ETMİYORUZ! TESLİM OLMUYORUZ!

İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşları hakkında Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “Hükümlü ve Tutukluların Ayaklanması, Kasten Yangın Çıkartma Suçu”yla ilgili görülmekte olan davada infazın tekrar devamı kararı alınmasının ardından konuyla ilgili bugün bir protesto gerçekleştirildi. Adımlar Fikir-Kültür-Siyaset Platformu, Adımlar Dergisi, Büyük Anadolu Gençliği İnisiyatifi (BAGİ) ve Güldenizde Elifler Platformu’nun ortaklaşa düzenlediği eylem, İstanbul Adliyesi – Çağlayan binası önünde yapıldı. “TESLİM ETMİYORUZ! TESLİM OLMUYORUZ!” başlıklı bir Basın Bildirisi’nin okunduğu eylemde, aynı başlıklı bir de pankart açıldı. Salih Mirzabeyoğlu ve onun bağlılarından Ali Osman Zor ile birlikte 30 İbdacı hakkında çıkarılan bu kararın tanınmadığını vurgulayan gönüldaşlar adına Basın Açıklamasını ADIMLAR Platformu Sözcüsü Cem Türkbiner okudu. Yoğun Güvenlik önlemlerinin alındığı protesto gösterisi sırasında atılan sloganlardan bazıları şunlardı: “Yaşasın Kumandan Mirzabeyoğlu!”, “Bu Yürek Vurulmaz Zincire, Bu Yürek Ölüme Hazır!”, “Ne Zindan Korkusu, Ne Ölüm Duygusu!”, “Allahsız Hukuk Hesap Verecek!”, “Biz Biz Biz, Necip Fazıl Nesliyiz!”, “Hiçbir İbdacı Kolay Lokma Değildir!” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hakan Fidan olayında ve sonraki 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarında başta aile fertleri olmak üzere yakınlarını mevcut hukuka teslim etmemesine atıfta bulunan gönüldaşlarımız “bizler de kendi imkân ve kabiliyetlerimizle; kendi hukuk anlayışımızı işleterek Kumandanımızı ve Gönüldaşlarımızı teslim etmeyeceğiz!” ifadelerini kullandı… Aşağıda, protesto sırasında okunan Basın Bildirisi’ni sunuyoruz: TESLİM ETMİYORUZ! TESLİM OLMUYORUZ! KAMUOYUNUN DİKKATİNE; Kendilerine, Batı Medeniyeti’nin hayali bir yılbaşı figürü olan NOEL BABA ismini yakıştırarak, bundan tam 14 yıl önce, Metris Cezaevi’ndeki İBDA bağlısı Müslümanların tutsak kaldığı koğuşa, tam teçhizatlı binlerce askeri “VUR” emri vererek saldırtan 28 ŞUBAT darbecilerinin, henüz 2 gün önce uygulamaya koydukları bir derin tezgahını daha sizlerle paylaşmak istiyoruz. Saygıdeğer misafirler! Değerli basın mensupları! Değerli halkımız! Mevcut yasalar nezdinde hiçbir suç işlemediği halde, tam 16 yıl boyunca cezaevi hücrelerinde yok edilmek istenen ve henüz Temmuz ayında tahliye edilen Sayın Salih MİRZABEYOĞLU ve İBDA bağlıları derin bir oyunla yeniden cezaevine gönderilmek istenmektedir. Bundan 14 yıl önce, yaklaşık 1500 kişilik silahlı bir güçle, Metris cezaevindeki 60 kişilik İBDA koğuşuna katliam yapmak için saldıran darbeciler, bu saldırı sonrasında 1 İBDA bağlısını piyade tüfeği ile vahşice vurarak şehit etmiş, onlarca İBDA bağlısını ise yine aynı silahlarla öldürmek kastıyla ateş açarak ağır yaralamışlardı. Darbeciler bu vahşetle yetinmeyip, canlarına kastettikleri insanlar hakkında, cezaevinde isyan çıkartmak suçlamasıyla, darbe mahkemelerinde davalar açmış; açılan ateşe karşı canlarını savunma refleksi göstermekten başka bir suç(!) işlemeyen onlarca insan hakkında, hiç utanmadan ve yüzleri zerre kadar kızarmadan, yüzlerce yıllık hapis cezaları istemişlerdi. İşte darbecilerin, hiçbir savunması olmayan insanları öldürmek için düzenledikleri bu vahşi saldırının adı NOEL BABA OPERASYONU, bu vahşi saldırının ardından açılan ceza davasının adı da NOEL BABA Davasıdır. Bu Hıristiyan kültürüne ait ismi kendilerine biz vermedik. İlahi takdire bakın ki, bu ismi kendi kendilerine vermekten hiç utanmadılar. Saygıdeğer basın mensupları, değerli misafirler! Bir süre önce; 14 yıllık NOEL BABA saldırısının bizzat içerisinde olan bir JİTEM görevlisinin geçtiğimiz aylardaki “saldırıyı darbeciler tezgahladı, beni de bu iş için kullandılar”şeklindeki ifadeleri sonucunda, davayı görmekte olan BAKIRKÖY 3. AĞIR CEZA MAHKEMESİ, davanın yeniden ve sanıklar lehinde görülmesine karar vermiş, dava ile ilgili infazların da durdurulmasına karar vermişti. Ancak aynı mahkeme, aradan geçen 1 yıl sonunda, kendi kabul ettiği delilleri inceleme gereği duymamış, herhangi bir soruşturmaya gerek olmadığı gerekçesiyle, davayı sanıklar aleyhinde tekrar kapatarak, infazların devamına karar vermiştir. Daha sonra yapılan itiraz neticesinde, davanın yeniden görülmesini tekrar kabul etmiş, ancak bu kez infazların devamına karar vermek gibi; akılla, mantıkla, kamu vicdanıyla taban tabana zıt bir tavırla, bir hukuk suçu işlemiştir. Mahkemenin verdiği kararın anlamı şudur: Evet masumsunuz ama yine de sizi cezaevine gömeceğiz! Zira, hem yargılamayı lehte olarak yeniden görmeye karar vermenin ve hem de insanları cezaevine hapsetmenin, başka bir anlamı olamaz. Saygıdeğer misafirler ve basın mensupları… BAKIRKÖY 3. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NİN verdiği bu komik ve anlamlı(!) karar, tarihin utanç sayfalarına şimdiden geçmiştir. Normal şartlarda, saldırgan tarafın dava edilmesi ve cezalandırılması gerekirken, cezaevi koğuşunda hiçbir savunması olmayan ve ağır askeri silahlarla vurulan insanlar suçlanmakta ve cezalandırılmak istenmektedir. Biz eminiz ki, baştan sona bir DARBECİ tezgahı olan NOEL BABA SALDIRISI ve MAHKEMESİNİN sorumlularının, gelecekte yaşayacak olan en uzak torunları bile bu utançla yaşamak zorunda kalacaklar. Bütün bunlar bir yana! ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset, Büyük Anadolu Gençliği İnisiyatifi -BAGİ- ve Güldenizde Elifler Platformları olarak, yıllardır verdiğimiz mücadele sonunda, DARBECİLERİN VE DARBECİ UŞAKLARININ dehlizlerinden söke söke aldığımız başta Kumandanımız Sayın Salih MİRZABEYOĞLU’nu, ayrıca Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Ali Osman ZOR ve tüm gönüldaşlarımızı, yeniden zulmün pençelerine teslim etmeyeceğiz! Teslim etmeyeceğimiz gibi; şu anda cezaevlerinde 25 yıldır suçsuz olarak işkence göre diğer kardeşlerimizi de 28 ŞUBAT DARBECİLERİ ve UŞAKLARININ işkence hücrelerinden alacağız! İBDA bağlılarının mücadele tarihine sadece 5 dakika göz atan herkes, bunun bir tehdit değil, bira vaka, gerçekçi bir durum tespiti olduğunu hemen anlayacaklardır. Evet, dediğimiz gibi! Ne Sayın Salih MİRZABEYOĞLU’NU, ne Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Ali Osman ZOR’u ve ne de başka bir İBDA bağlısını işkence hücrelerine teslim etmeyeceğiz. Hele ki, Kumandan Mirzabeyoğlu’na Cezaevi hücrelerinde uygulanmaya başlanan ve tahliye olmasına rağmen hâlâ tüm şiddetiyle TELEGRAM İşkencesi sürmekteyken! Bu İşkencenin içerisinde olan mahfiller tek tek ortaya koyulmadan, kimse bizden bu ve benzeri gayrımeşru kararlara uymamızı beklenmesin! Dünün “darbeciler”ine ve bugünün “biat isteyenler”ine boyun eğmedik ve eğmeyeceğiz! “Kumandan ve gönüldaşlarımız hakkındaki davaya konu olan “Noel Baba Operasyonu”ndan bir yıl sonra gerçekleştirilen, “Hayata Dönüş” adlı sol siyasi mahkûmlara yapılan saldırılarla ilgili davalar, 2010 yılında zamanaşımı gerekçesiyle bütün sonuçlarıyla düşürülmüşken, Kumandan ve arkadaşları için neden hala işletilmiyor” sorusu ortadayken… Dünün Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı Erdoğan mevcut hukuka yakınlarını teslim etmemişken; Bizler de kendi imkân ve kabiliyetlerimizle; kendi hukuk anlayışımızı işleterek Kumandanımızı ve Gönüldaşlarımızı teslim etmeyeceğiz! Allah’ın yardımı ve İBDA fikriyatının ruhumuza işlediği direniş ahlâkı sayesinde, bütün zalimleri dün olduğu gibi, bir kere daha yeneceğiz ve perişan edeceğiz. Bizleri, dün yaptıkları gibi Filistin askılarında sakat bırakabilirler. Elektrikli tezgahlarda, ciğerlerimizi kavurabilirler. El ve ayaklarımızı işkence dehlizlerinde sakat bırakabilirler. NOEL BABA saldırılılarındaki gibi ağır silahlarla vurup, canlarımızı alabilirler. Ama bizi kokuşmuş köle düzenlerine köle yapamazlar! Zira biz, Allah’tan başka güç ve kudret tanımıyoruz! Tanımadık, tanımayacağız! Saygılarımızla… ADIMLAR Dergisi (www.adimlardergisi.com) Büyük Anadolu Gençliği İnisiyatifi -BAGİ- Güldenizde Elifler Platformu SLOGANLAR: (Yaşasın Kumandan Mirzabeyoğlu!) (Bu Yürek Vurulmaz Zincire, Bu Yürek Ölüme Hazır!) (Ne Zindan Korkusu, Ne Ölüm Duygusu!) (Biz Biz Biz! Necip Fazıl Nesliyiz!) (Biz Biz Biz! Büyük Doğu Nesliyiz!) (Hiçbir İbdacı Kolay Lokma Değildir) (Tek Yol İslam, Allah Peygamber. Allahsız Köpekler; Vatan Sizden Ne Bekler!) (Her Şey Allah İçin) (Allahsız Hukuk Hesap Verecek!) (Yâ Cabbar, Yâ Kahhar, Yâ Muntakîm Allah; Bizi İntikamına Memur Et!)

ADIMLAR MARAŞ MEYDANLARDA

KUMANDAN MİRZABEYOĞLU VE GÖNÜLDAŞLARIMIZIN TUTUKLANMAK İSTENMESİNE KARŞI MARAŞ ADIMLAR MEYDANDAYDI Kumandan Mirzabeyoğlu ve gönüldaşlarımızın yeniden tutuklanmak istenmesine karşı, Adımlar Maraş olarak meydanlardaydık. Saat 14.00’da diğer illerdeki gönüldaşlarla eş zamanlı olarak, bizler de Maraş’ta yaptığımız basın açıklaması ile bu yapılan haksızlık ve zulme karşı sesimizi yükselttik. Maraş Özel İdare İş Merkezi önünde yaptığımız basın açıklamasına İHD, İHH ve Mazlum-Der de destek oldular. Verdikleri destekten dolayı kendilerine teşekkür ederiz. Basın açıklamamızın metni şöyleydi: MİRZABEYOĞLU’NA YENİDEN TUTUKLAMA KARARI – GÖNÜLDAŞLARIMIZI TESLİM ETMEYECEĞİZ! Salih Mirzabeyoğlu, 28 Aralık 1998 tarihinde gözaltına alındıktan sonra tutuklanarak Metris Cezaevi’ne konuldu. Hakkında idam talebiyle dava açıldı. Hukuksuzluklarla dolu tutuklanması ve açılan davayı protesto ederek mahkemeye çıkmadığı gerekçesiyle, 25 Ocak 2000 tarihinde Metris Cezaevi’ne adına Noel Baba denilen bir saldırı yapıldı. Bu saldırı neticesi Mirzabeyoğlu’na ölümüne işkence yapıldı ve ertesi gün bu haldeyken mahkemeye çıkartıldı. Neticesinde hakkında istenen idam cezası verildi. İdam cezalarının kaldırılması ile bu ceza ağırlaştırılmış müebbet cezasına çevrildi ki Mirzabeyoğlu’nun ölünceye kadar cezaevinde kalması gerekiyordu. Diğer yandan 25 Ocak tarihinde yapılan saldırı ile ilgili olarak, devlete isyan ettiği ve kasten yangın çıkardığı gerekçesiyle hakkında ayrı bir dava daha açılmıştı. Bu dava 2012 senesinde neticelendi ve bu davadan da ayrıca cezaya çarptırıldı. Bu davayla ilgili birçok gönüldaşımız o zaman tutuklanarak cezaevine kondu. 2013 senesi Eylül ayında bu davada yeniden yargılama kararı verilerek, tutukluk halinin ertelenmesi kararı verildi. Böylece Mirzabeyoğlu da esas davasında verilen yeniden yargılama kararına ve isyan davasındaki tutukluluğunun da daha önce -2013 Eylül’ünde- kaldırılmış olmasına istinaden 22 Temmuz 2014 tarihinde cezaevinden tahliye edildi. Şimdi ise isyan davasında yeniden yargılama devam ederken, suçlananların tutukluluk hallerinin devam etmesini isteyen yeni bir karar alındı. Buna göre, insanlar yeniden yargılama neticesi suçsuz bulunsa bile, zaten cezalarını yatmış olacak ki, yukarıda da ifade ettiğim üzere, bu isyan davası 2012 senesi Şubat ayında neticelendikten sonra bazı gönüldaşlarımız yakalanarak cezaevine konmuş ve yeniden yargılama kararı çıkana kadar zaten 1,5 sene cezaevinde yatmışlardı. Bu çerçevede, başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere, dergimizin Gene Yayın Yönetmeni Ali Osman Zor ve daha onlarca gönüldaşımızın tutuklanıp cezaevine konmaları an meselesi. Ortada müthiş bir hukuk komedisi var. Bu adaletsizlik bir an önce giderilmeli ve yeni mağduriyetlere sebebiyet verilmemeli. Burada bütün vazife iktidara düşmektedir. Gerekli adımı zamanında atmamaktan doğacak bütün mesuliyet iktidara ait olacaktır. Erdoğan kendi yakınlarını nasıl teslim etmediyse, bizim de gönüldaşlarımızı teslim etmeye niyetimiz yok. Kamuoyuna saygıyla duyururuz. Son olarak şunu söyleyelim: Gelişmeleri dikkatle takip ediyoruz ve hadiselerin seyrine göre tepkilerimizin de rengi değişecektir. ADIMLAR MARAŞ

KUMANDAN İÇİN YAPILAN BASIN AÇIKLAMASI VİDEO

İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşları hakkında Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “Hükümlü ve Tutukluların Ayaklanması, Kasten Yangın Çıkartma Suçu”yla ilgili görülmekte olan davada infazın tekrar devamı kararı alınmasının ardından konuyla ilgili bugün bir protesto gerçekleştirildi. Protesto gösterisinin videosunu buradan izleyebilirsiniz VİDEO

Basın Açıklamasına Davet

Mirzabeyoğlu Ve Arkadaşlarını Teslim Etmeyeceğiz! Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve onlarca gönüldaşın “Noel Baba Saldırısı” olarak bilinen cezaevi isyanından dolayı tekrar tutuklanıp cezaevine girmeleri kararının alınışını yarın protesto edeceğiz. Bu çerçevede yarın İstanbul Çağlayan Adliyesi önünde yapılacak basın açıklamasına Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun sevenleri ve tüm gönüldaşları bekliyoruz. Tarih: 10 Eylül Çarşamba Saat: 14:00 Yer: İstanbul Çağlayan Adliyesi, C Kapısı önü ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu ADIMLAR Dergisi