EKONOMİ RAPORU / Bugünkü Problemin Temelleri – II

EKONOMİ RAPORU / Bugünkü Problemin Temelleri – II

Selam size!..

AdımlarTv Ekonomi Raporu programının ikinci bölümüyle karşınızdayız!

20. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde, Vietnam halkının yumruğunu yiyen Amerikan emperyalizmi, sanayi üstünlüğünü de yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı. Yeni bir üretim anlayışı ile kurulan yeni Japon sanayisi muazzam bir hızla gelişirken, ABD’nin hantal üretim sistemi fordizm çöküyordu. Bütün bunlar neticesinde, doların altın ile olan bağı kopartıldı ve yeni bir düzene geçildi. Keynesyen düşünce rafa kaldırılacak, faiz ve spekülasyonun önü açılacak, dünya liberal kapitalizm ile idare edilecekti.[1] 1970’lerde, kendine hayrı olmayan Amerikan modeli Türkiye’de tıkanmaya başladı. Daha doğrusu, Amerika’nın Türkiye ve emsal ülkeler için uygun bulduğu müstemleke tipi modelin sonuna gelinmişti. Bu model, Türkiye’yi ara malları ithaline bağımlı kılmıştı. Arada önemli yatırımlar da yok değildi. Ancak bir bütün olarak bakıldığında, dış kaynaklara bağımlı, yanlış bir sanayi modeli uygulanıyordu.

Arap-İsrail savaşları sonrası OPEC’in petrol fiyatlarını yükseltmesi derinlerde sinsice ilerleyen krizi gün yüzüne çıkardı. Batı ülkeleri için durgunluk ve pek çok yarı-çevre ve çevre ülkeler için kaos demek olan bu durumu ağırlaştıran şey, OPEC ülkelerinin elde ettikleri dolarları Batı bankalarına yatırmış olmalarıydı. Bunun da etkisiyle, Batı bankaları, çevre ve yarı-çevre ülkeleri kredilere boğdular. Böylece acil alınması gereken tedbirler ertelendi ve felaketlerin boyutu genişledi. İş işten geçtikten sonra da,  devalüasyon ve ihracata yönelme gibi neoliberalizme götüren sahte reçeteler tavsiye edildi.[2]

Korkut Boratav, Türkiye özelinde 1978’e giden süreci şöyle anlatmaktadır:

1974 sonrasında petrol fiyatlarındaki sıçramaya paralel olarak, dünya ekonomisinin sürüklendiği durgunluk haline Türkiye sürekli bir seçim konjonktürü içinde, kısa dönemli borçlanma kanallarını sonuna kadar zorlayarak ve ithalat ve milli gelirdeki büyüme hızlarını sürdürmeye çalışarak tepki gösterdi. Böylece 1974-1975 yıllarında planlı ve rasyonel anti-kriz önlemleriyle hafifçe atlatılabilecek ekonomik bunalım, üç yıl gecikmeyle, fakat çok daha şiddetli geldi.[3]

Türkiye’nin dış borçları hızla yükseldi: 1975’te 4.7 Milyar Dolar, 1976’da 7.2 Milyar Dolar,  1977’de 11.4 Milyar dolar, 1978’de 13.7 Milyar dolar ve 1979’da 13.6 Milyar dolar… Bu dış borçların yanında verilen dış ticaret açıkları da iç açıcı değildi. 1973’te 769 milyon dolar olan dış ticaret açığı 1974’te yaklaşık üç katına çıkmıştı. 1977 yılında 4 Milyar dolara ulaştı, 1978 ve 1979’da bu rakımın gerisinde kalsa da, nisbi yüksek düzeyini sürdürdü. 1977 yılında borçlarını ödeyemez hale gelen Türkiye,  1978-79-80 yıllarında IMF ile üç stand-by anlaşması imzalayacaktı.  

Boratav’ın ifadesiyle; İktidar (…)  IMF kökenli telkinlerle kısmi (ve gecikmiş) ödünler veren; öte yandan ithalat tıkanmalarından ve piyasadaki genel kargaşadan kaynaklanan güçlükleri, fiyat kontrolleri ve polisiye önlemlerle karşılamaya çalışan çelişkili iktisat politikaları izledi. Sonuç, yemeklik yağlardan benzine kadar uzanan bir dizi temel malda kuyruklar ve (malın cinsine göre değişen boyut ve biçimlerde) karaborsaların oluşması ve genel fiyat düzeyinin 1978’de %53 ve 1979’da %64 oranında artması oldu. 1977 sonunda Demirel hükümeti tarafından 17.50 TL’den 19.25 TL’ye çıkarılmış olan doların resmi kuru, Ecevit hükümetince 1978 Şubatında 25 TL’ye, 1979 Haziranında 47 TL’ye çıkarılıyordu. Böylece 1946, 1958 ve 1970 yıllarındaki istisnai bir operasyon sayılan devalüasyon, 1977’den itibaren her yıl, gerekirse birkaç kez başvurulabilecek olağan bir ayarlama haline gelmekteydi. [4]

Eylül 1979 yılında, Büyük Doğu-İbda dünya görüşünün yukarıda anlattığımız şartlar içinde teklif ettiği ve bugün de aynı ruhun geçerli olduğuna inandığımız 9 maddelik reçeteyi aynen alıntılıyoruz[5]:

Facia ve Reçete

Bugün, delinin çorba içerken kaşığı ağzına götürmesi yerine kulağına dökmeye çabalaması şeklinde ifade edilebilecek iktisadî faciamız, her biri kitaplık çapta ve sadece kitap başlıkları halinde, teşhis ve tedbir olarak 9 maddeye sığdırılabilir.

Şu 9 maddelik reçete tatbik edilebilsin ve her şey kurtulsun.

1) “Enflasyon vatan hıyaneti ve devletin ferdi uykuda vurma hareketi bilenecek ve her ne pahasına olursa olsun, durdurulacaktır. Bunun için devlet teşkilatında, Danıştay, Yargıtay filan falan gibi müstakil bir murakabe ve yerine göre müsaade ocağı kurulacaktır. Büyük iktisat irfaniyle dolu olması gereken bu kafalar her inceliği takdire memur olacak, piyasaya lâzımgelen para, deveran sür’ati ve ona göre mevcut nakit muadelesi üzerinde, sıkıntı ne kadar büyük olursa olsun tâviz kabul etmeyecektir.

2)  Kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde şube açan, faiz haddini suratını buruşturmadan yüzde 39.5’a kadar yükselten, topladığı mevduat mevcut parayı misillerle geçen, böyleyken kasa mevcutları borçlarının ancak yüzde 10’una yetişebilir veya yetişemez olan ve umumi olarak %12’lik bir talep olsa topu atacağı şüphe götürmeyen ve olanca faaliyetleri patlayasıya zengin zümreleri besleyip halkı kendi eliyle intihara sevkeden bankalar furyasının karşısına çıkılacaktır. Bunların rolleri anlaşılarak, ortalığı bataklığa çeviren (enflasyon) sellerini sarnıçlarında toplayıp belli başlı servet sahiplerine ve sermaye azmanlarına sermaye akıtmaları, sun’î bir deveran sür’ati doğurmaları ve 40 milyonun haklarını belki 40, belki 400, belki 4000 ferde tasarruf ettirmeleri cinayeti önlenecektir.

3)  Eskinin (1) lirası bugünün 100 lirası hesabiyle bir (revalüasyon)a gidilecek, bunun için altın 1000 lirada dondurulacak ve 1939’a kadar kıymetler ve fiatlar nispeti hizaya getirilecektir. Maaş ve ücretler ona göre nizamlanacaktır. Bu muvazeneyi bozan her türlü zümrevî ve ferdî ihtikâr teşebbüsleri vatan ihaneti suçuyla cezalandırılacaktır.

4) Her sahada mutlaka gelire göre gider kanunu yürütülecek ve en başta petrol, memleket (kapasitesine iş ve hareket kifayeti aranacaktır. İsterlerse cumhurreisleri, gidecekleri yere at arabasiyle gidip gelsinler…

5) Bütün sahte üretim ve haddini tefritten ifrata kaçıcı özenti davranışları kesilecek ve her istihsâl işinde, tırnağın bünye içinden uzayışı ve kerpetenle çekilerek uzatılamayışı hikmetine uygun bir iktisadî idrak, getirilecektir. En başta, paraya yalancı bir deveran sür’ati sağlamak için girişilen gülünç ve lüzumsuz inşaat ve imalat, yankesiciler gibi tutuklanacaktır.

6) Toprakla arası açılan köylünün Moğol ordugâhları halinde büyük şehirler etrafında çektikleri muhasara halkası kaldırılacak ve bunlar icap ederse zorla topraklarına iade edilecek veya topraklandırılacaktır. İktisadî temel bitkisinden hayvanına kadar ziraî kabul edilecek, bunun ötesinde sanayileşmeye ancak tedriç kanunu içinde, kâşif kafalar yetiştirecek ve onlara makineleşmenin çilesi öğretilerek kıymet verilecek ve bugünkü çıkartma kâğıdı (montaj sanayinden de beter) hayalden gerçeğe aktarılacaktır.

7) Nihayet işçiyi zalim ve işvereni mazlum hâline getirmeyi bilen 1960 baskını mahsülü bütün sendikalar kapatılacak ve dışından korkutmaya değil, içinden Allah korkusiyle kelepçeli patronlar yetiştirmeye bakılacaktır.

8) Sade maddi tedbirlerin değil, ruhî ve içtimaî nice müessirin (sentez)i içinde sağlanabilecek olan iktisadi kalkınma sırasında göre halka en ağır saha ve katlanışları, (anastezi)siz ameliyat gibi tatbik etme yolundan geçirilecek ve hürriyetin ne olduğu anlaşılmak istiyorsa, bir başbakanın evinde kaç kap yemek yediğini sormak hakkı, onun patlayasıya yemek hakkından üstün tutulacaktır. Ve böylesine bir iktisadî ahlâk ekolüne temel attırmaya bakılacaktır.

9) Mal ve mülk Allah’ındır; kul elinde emanettir ve onun dağıtım ilim ve ahlâkına mâlikiyet esastır. Bu nur ve cevhere mâlik kafalardan Başbakanlığa bağlı bir heyet kurmak ve onu “Planlama”nın yerine oturtmak lâzımdır. 

Ve netice… Bu reçete hayata geçirilmedi. Türk iktisat siyaseti, 40 yıl boyunca aksi bir istikamette, gerekenin gerektiği yerde yapılması prensibine zıt bir şekilde yürütüldü… Bu tarihten sonra sayısız iktisadi kriz gerçekleşti ve yaşanan her iktisadi kriz, emperyalist müdahalelerin dozunu yükseltti.

Programı, Büyük Doğu Mimarı’nın, dönemin iktisadi şartları içinde IMF bahsinde sarf ettiği şu sözlerle noktalayalım:

(…) Şüphesiz ki, Batı bizi yaşatmak niyetinde değildir! Fakat öldürmek kudretinde de değil… Kendi kendimizi öldürmeğe giden biziz! Niçin baş sebebi göremiyoruz?..[6]

 

Kaynakça:

[1] Bkz. Şule Daldal-Necef,“Bütünsel Bir Sanayileşme Modeli: Makro Reform ve Mikro Reform İlişkisi”, Alternatif Sanayileşme Önerileri, Kalkedon Yayınları, 2009.

[2] Bkz. Gülten Kazgan, Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2009), İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, 2013, s 122, 125, 126.

[3] Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009, İmge kitabevi, 2015, Ankara, s 142

[4] Age, s 143.

[5] Rapor’dan alıntılayan, Salih Mirzabeyoğlu, İktisat ve Ahlak, İbda Yayınları, 1. Basım, s 216-219.

[6] Age,s 224

Adımlar TV / Şevket Koray

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et