RÖPORTAJ: ALİ OSMAN ZOR, TÜRK SOLU’NA KONUŞTU -1. Bölüm-

RÖPORTAJ: ALİ OSMAN ZOR, TÜRK SOLU’NA KONUŞTU -1. Bölüm-

ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman Zor’un, Türk Solu Dergisi’ne verdiği röportajı alakalarınıza sunuyoruz.

13 Temmuz 2016 Çarşamba günü dergimizin Fatih Bürosunda gerçekleşen röportajı Türk Solu Dergisi Başyazarı ve Ulusal Parti Genel Başkanı Sayın Gökçe Fırat gerçekleştirmiş olup, röportajın ilk bölümü derginin 17 Temmuz 2016 tarihli 521. Sayısında yayınlanmıştır.

Başlık, arabaşlık ve vurgulamaları Türk Solu’na ait olan şekliyle söz konusu röportajın ilk bölümünü aşağıda okuyabilirsiniz.

ADIMLAR Dergisi

 

 “Adımlar Platformu” Genel Başkanı ve Adımlar Dergisi yazarı Ali Osman Zor:
IŞİD, KURTULUŞ SAVAŞI VERİYOR!

IŞİD’i Irak direnişi ortaya çıkardı

Gökçe Fırat: Ali Osman Bey, Türkiye’de biliyorsunuz son dönem bombalı saldırılardan sonra IŞİD çok tartışılıyor. Aslında son iki yıldır Türkiye’nin temel gündem meselelerinden biri. Siz IŞİD’i doğrudan destekleyen açıklamalarınızla daha önce gündeme gelmiştiniz. Şunu sormak istiyorum başlangıç olarak; IŞİD adını ilk ne zaman duydunuz? Ne zaman böyle bir olgudan haberdar oldunuz?

Ali Osman Zor: Aslında “IŞİD” olarak değil de, hareketin öncesi olarak bilinen bir hareketti “Tevhid ve Cihad” Örgütü olarak. İlk Zarkavi ile Irak’ta kendisini gösterdi. Bugün “Nusra” denilen veya diğer Selefi grupların hepsi aslında tek bir örgüttü. Fakat Iraklılar bir tarafta, Suriyeliler bir tarafta filan öyle bir şey vardı.

Suriye meselesi, Suriye iç savaşı çıktıktan sonra, aslında yine bugünkü anlamıyla IŞİD böyle “kötü çocuk” filan değildi. Ne olarak görülüyordu? “Zalim Esad’ı düşürecek, bunun için de desteklenmesi gereken bir enstrüman”dı.

Gökçe Fırat: Peki o zaman da isimleri IŞİD mıydı?

Ali Osman Zor: Tabi “IŞİD”dı. Irak-Şam İslam Devleti’ydi. Daha sonra Suriye’deki grup ayrılınca –ki, onlar El Kaide’ye bağlı- bunlar da bağımsızlıklarını ilan ettiler ve devlet olduklarını açıkladılar. El Kaide’den de bu şekilde ayrıldılar.

Şimdi bunları benim açımdan önemli kılan husus Iraklı olmaları. Yani çekirdek kadrolarının Iraklı olmaları. Ve Irak Direnişi’nin ortaya çıkardığı enerjinin neticesinde bunların örgütlü bir şekilde ortaya çıkmaları…

Dünya ne zaman duydu IŞİD’ı? Dünya, IŞİD’ı Musul’u aldığı zaman duydu ve birden bire “kötü çocuk” oldu. Musul’la beraber. Aslında Musul’la beraber “kötü çocuk” olmadı. Öyle demeyelim. Musul’u aldıktan sonra Irak’ın kuzeyine yönelince “kötü çocuk” oldu.

 

turk-solu-ali-osman-zor-6Erbil’e yönelene kadar IŞİD sorun değildi!

Gökçe Fırat: Erbil’e yönelene kadar bu hareket sorun yoktu.

Ali Osman Zor: Sorun yoktu! Burada da hatırlarsınız “BOP haritasına uygun olarak Sünni bölgeyi…” bilmem ne diye –siz de hatırlarsınız- epey uçuk kaçık tahliller yapılıyordu. Ama biz de kendi açımızdan Erbil’e yönelene kadar ihtiyatla baktık, bir şey söylemedik. Ama mesele, Erbil’e yönelince, orada artık bütünlüğü ön gören ve Amerikan çıkar politikalarına zararlı olan bir hareket olduğu anlaşıldı. Ve bu hareketin geçmişi de göz önüne alındığında -IŞİD’ın bütün liderleri katledilmiştir savaş meydanında- IŞİD olgusunu değerlendirmeye başladık.

Gökçe Fırat: Peki şöyle sorayım; Erbil’e yönelene kadar IŞİD, sanıyorum 2014 ortalarıydı, o zamana kadar takip ediyordunuz. Ama ondan sonra birden güçlenen bir IŞİD var. Aslında Irak ve Suriye’nin önemli bir bölümünü denetliyor. Mesela şu anda baktığınızda “Erbil’e veya Kobani’ye yönelmeseydi IŞİD daha doğru olurdu” gibi bir değerlendirmeniz var mı? Çünkü sonuçta şu anda çok zor durumdalar. Eğer yönelmeseydi Amerikasıyla Rusyasıyla böyle erken bir savaşa girmeyecekti.

Ali Osman Zor: Hayır… “Erken” dediğiniz savaş aslında 91’de tarih koyarsanız, 91 derseniz 25 yıldır devam eden bir savaş; 2003 derseniz 13 yıldan beri devam eden bir savaş. Yok eğer Sykes-Picot Anlaşması’ndan itibaren alırsanız 100 yıllık bir savaş bu. Dolayısıyla “erken” kavramı çok göreceli bir kavram…

Aslında prensip olarak şunu da söylemem gerekir prensip olarak; saha üzerine konuşmayı sevmiyorum ben. Çünkü saha farklı bir yer. Ve biz siyasetimizi yürütürken, başka sahaları merkez alarak siyasetimizi yürütmüyoruz. Biz kendi bulunduğumuz coğrafya üzerinden siyasetimizi yürütüyoruz. Dolayısıyla da sahada mücadele eden insanların dost ve düşman kutupları üzerinden biz değerlendirme yapıyoruz.

Şimdi mevzuya böyle bakıldığında da saha içerisindeki kararlar, doğrudan doğruya savaşan insanlara ait. Yani, biz diyebiliriz de “keşke şöyle olsaydı, şunu yapsaydı” diye filan ama o gerçekliği onlar yaşıyorlar. Bu herkes için geçerli.

Yani bir savaş veya ordular cephede bulundukları konuma bakarak değerlendirilmez. O konumdaki hedefleri nedir? Yani savaşla yürüttükleri siyaset ne? Siyasî hedefleri ne? O açıdan değerlendirmek lazım.

 

IŞİD, bir Kurtuluş Savaşı veriyor!

Gökçe Fırat: IŞİD’in Erbil’e veya Kobani’ye yönelirken hedefi neydi?

Ali Osman Zor: Tabii ki toprak bütünlüğüydü. Yani parçalanmış bir Irak’ın…

Gökçe Fırat: Yani yeniden bir birleşik Irak?

Ali Osman Zor: Haritaya baktığımızda o görülüyor zaten. Şu anki savaşı da o… Yönelmeseydi eğer, IŞİD o zaman “Suriye’yi bölen bir örgüt” olarak karşımıza çıkacaktı.

Fakat daha sonraki süreçte ve şimdi de baktığımızda IŞİD’in bulunduğu bölge zaten Suriye rejiminin bıraktığı bölge. Zaten oralar hakimiyet alanı değil şu an Esad rejiminin. Hatırlarsanız daha sonra Propaganda Makinesi harekete geçtiğinde IŞİD’la alakalı şunu söylemeye başladılar; Esad çekildiği yerleri IŞİD’a bırakıyor.” Bunda doğruluk payı da olabilir, onu da söyleyeyim.

Yani IŞİD mevzusunu konuşurken onun İslami kimliğini konuşup Arap milliyetçiliğini geriye bırakmak da hata olur. Onu da belirtmekte fayda var. Çünkü Selefiliği biraz kaşıdığınız zaman altından Arap Milliyetçiliği çıkar. Şimdi Arap Milliyetçiliği temelinde Esad’la herhangi bir örgütün işbirliği içerisinde olması kimseyi şaşırtmamalı. Çünkü orada, bütün bölgeyi göz önüne alarak söylüyorum, orada bir Kurtuluş Savaşı veriliyor.

Artık orada düşman evine saldırdığı zaman kimse kimsenin yan komşusunun dinine imanına filan. Siz de biliyorsunuz ki milliyetçilik, direnişlerde en öne çıkan psikolojik unsurdur. Ve insanları birbirlerine kenetleyen, kaynaştıran unsurdur. Zaten Arap direniş tarihinde de bunun verileri var.

Dolayısıyla da IŞİD’ı değerlendirirken, yani orada işte “kafa kesen bir örgüt”, işte “onu bilmem ne yapan bir örgüt” filan, bunlar art niyetliler bir kenera, sadece bu değerlendirmeler çok “saf”ça geliyor bana. Yani bir savaşta insanların nasıl öldüğü…

 

IŞİD milliyetçi ve milli bir örgüt

Gökçe Fırat: Yani IŞİD’i milliyetçi bir kurtuluş örgütü olarak görüyorsunuz?

Ali Osman Zor: Her Müslüman kavimde olduğu kadar “ümmet esası” içerisinde milliyetçi ve milli bir örgüt.

Gökçe Fırat: Peki Irak’ı mı kurtarıyor, Suriye’yi mi? Toprakları ikisinde de var.

Ali Osman Zor: Şöyle diyelim; 91’den beri devam eden Amerikan işgaline karşı oluşan Millî Cephe’nin bir unsurudur. Ama tek unsuru değildir. Bir unsurudur…

Burada siz sorar mısınız bilmiyorum da, ben sorayım; IŞİD neden ön plana çıkarılıyor? Neden IŞİD üzerinden bölge değerlendiriliyor?.. Burada şöyle bir hinlik de var: Ne Amerikan politikasında, ne AKP politikasında, ne Kürt politikasında, ne İran politikasında hiçbirinin ağzından BAAS Direnişi’ni duyamazsınız! Nakşıbendi Ordusu’nu duyamazsınız! Bugünkü Nakşıbendi Ordusu, yani BAAS, bildiğimiz BAAS; Saddam’ın ordusu… Ve halen de devam ediyor bu direniş.

Şimdi onun yerine ne öne çıkarılıyor? IŞİD öne çıkarılıyor… Aslında biraz da… IŞİD reel bir örgüt, bu kesin. “Reel bir örgüt” ama orada asıl perdelenen direniş, bugün bölgede Amerikan karşıtı bütün direnişleri tetikleyen aslında Irak Direnişi’dir. Ve Irak Direnişi’ni veren örgütüdür. Yani Irak’ın resmi Devletidir. Meşru ve resmi direniş odur. Şimdi burada IŞİD’i takip ederken, tabii ki onlarla ilişkilerini de takip ediyoruz.

Gökçe Fırat: Bu anlamda IŞİD’i, Irak BAAS derin devletinin yeni bir hali olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Ali Osman Zor: Yeni bir hali olarak değerlendirmiyorum ama IŞİD’in kurucularının onlar olduğunu biliyorum bütün dünyanın bildiği gibi. Bunu biz sitemizde yazdık da zaten, isim isim de verdik. Kimler bu örgütü devlet haline soktu. Devlet aklı olmadan bunun olamayacağını, olabilmesi mümkün değil filan diye zaten yazdık.

Gökçe Fırat: Peki o zaman şöyle bir şey geliyor hemen gündeme; diyoruz ki Irak BAAS’ı aslında milliyetçi bir örgüt.

Ali Osman Zor: Ama İslam temelli milliyetçi bir örgüt.

 

Orada, milliyetçi-İslamcı ayrımı yoktur

Gökçe Fırat: Ama genelde bizde İslami kesimler hep Irak’a ve Saddam’a karşı çıktılar. Ve IŞİD’in de şöyle bir algısı var; sanki IŞİD enternasyonel bir İslami örgüt. Milliyetçilikle veya Arapçılıkla hiç alakası yok, hata daha çok da Batılılar var. Siz de “IŞİD milliyetçi bir örgüt” diyorsunuz?

Ali Osman Zor: “Milliyetçi” derken onu izah edemedim herhalde: Esad’la olan ilişkilerinde Arap Milliyetçiliği temelinde ittifak yapması kimseyi şaşırtmamalı. Milliyetçiliği ise, evet, milliyetçidir. Yani Arap Direnişi içerisinde milliyetçi olmayan hiç kimse yok. Bütün bölgeye yayılmış durumda zaten bu ideolojisi… Yani “Milliyetçi”-“İslamcı” diye bir ayırım yok orada.

Şimdi Mişel Eflak’ın güzel bir sözü var -Hıristiyan’dı biliyorsunuz-; BAAS ideolojisi der, neticede İslam temelli bir ideolojidir. Kendisiyse Hıristiyan’dır. Bunun aksi düşünülemez. Bugün, Nakşibendi Ordusu’nun milliyetçiliği de “öteleyen, dışlayan bir milliyetçilik” değil. Bilakis, şunu biliyoruz ki Osmanlı’dan sonra sadece Saddam bölgeyi bütün farklılıklara rağmen, dinî, ırkî bütün farklılıklara rağmen sadece o bir arada tutabilmiştir. Zaten bu bütünleştirici tavır bence gözden ırak tutulmamalı. Çünkü Batı’nın Irak düşmanlığında veya bu BOP Projesi’nin muhtevasında bununla karışılacağız.

Mesela “Batı İslam liderlerine karşı” değil, bazı İslam liderlerine karşı! Şimdi o zaman karşı olduğu İslam milletine mensup liderlere baktığımızda hepsinin ortak özelliği kendi ülkelerini, bütün farklılıklara rağmen bir arada tutabilme kabiliyetleri olduğunu görüyoruz. Kaddafi’de de bunu görüyoruz, Saddam’da da bunu görüyoruz, hatta Esad’da da bunu görüyoruz işin doğrusu. Dolayısıyla buradaki milliyetçilik mevcut diğer unsurları dışlayıcı bir milliyetçilik değil; bütünleşmenin esasını kendisinde ortaya koyup bu esas içerisinde bütün diğerlerini de kendi etrafında bütünleyebilen bir milliyetçilik bu.

Aslında bunu tarihte biz de yaşadık. Yani bu manâda bizim milliyetçilik anlayışımız da budur. Şimdi IŞİD’a dönersek, oradaki mesela IŞİD’ın üst kademesi diyelim, altı veya sekiz kişi bilmiyorum, hem Arap olması gerekiyor hem de Iraklı olması gerekiyor. Zaten sadece şu ilkesi bile benim açımdan milliyetçiliği hakkında bir ipucu veriyor.

Ama, yine söylüyorum, oradaki milliyetçilik “faşizm” manasına bir milliyetçilik değil. İslam temelli milliyetçilik de budur zaten aslına bakılırsa. Bundan dolayı, evet, bu manada söylüyorum, en azından zahiren de olsa IŞİD “faşist” manada ırkçılığı çözmüştür. Çünkü içerisinde zenciler de var, Japonlar da var, Endonezyalılar da var.

IŞİD, Irak’ı bölenlerihedef aldı

Gökçe Fırat: IŞİD milliyetçiliği diyelim, o zaman hedef olarak kendisine sadece bu bölgede Kürtleri mi hedef olarak gördü?

Ali Osman Zor: Bölücüleri hedef olarak gördü, Kürtleri değil. Ama bölgede tercihlerini Amerikan işbirlikçiliği tarafından yana koyanlar bölücü olduğundan dolayı tabii ki o hedef oldu.

Gökçe Fırat: Yani aslında Erbil’e yönelmenin arkasında da bir Arap milliyetçiliği veya Arap bütünleştiriciliği vardı?

Ali Osman Zor: Yani o bir Kürt düşmanlığı değil! Onu hep altını çizerek anlatmaya çalışıyorum. Yani “millet” dediğimiz şey nedir? Milliyetçilik nedir? Bu noktada İslâm’a nisbetle millet ve milliyetçilik anlayışımızın anlaşılmasına yardımcı olması açısından Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun şu ifadelerine dikkatinizi çekiyorum: “Meselâ zeytinyağına ihtiyacınız var, bir dükkâna giriyorsunuz ve dükkân sahibine içinde zeytinyağı olan şişeyi işaret edip, “bana şu şişeyi verir misin?” diyorsunuz… Böyle bir durumda, şişeden muradın zeytinyağı olduğu açık; yâni malik olunmak istenen şey, şişenin kendi değil de, içindeki zeytinyağı… İşte Türklük, kavimde tecelli eden İslâmî muhteva mânâsına anlaşılıyorsa -ki bizim için gerçek Türk odur-, bu takdirde Ümmet ile Türklük ayrı şeyler değildir…”

İBDA Mimarının bu ifadeleri bizim Türk’e, Arap’a, Kürt’e, millet meselesine bakışımızda size bir fikir verebilir. Umarım ki bu meseleyi teferruatlı bir şekilde ilerleyen zamanlarda daha geniş bir zamanda müzakere edebiliriz. Millet bir inanış, bir din etrafında birleşen insanlardır.

Ama bunu da birisi yapar. Yani bunu bazen Ahmet yapar, bazen Mehmet yapar, bazen Arap yapar, bazen Türk yapar, o yapar, bu yapar. İslam anlayışındaki milliyetçilik de aslında budur; “ümmet esası içerisinde herkes kardeştir” dedikten sonra, hiç kimsenin de ırkını inkâr etmez.

O “ümmet esası”nı da birileri sağlar. İşte Osmanlı’da Türkler sağladı, orada Araplar sağladı. Yani siyasi bütünlük açısından söylemeye çalıştığım şey. Mesela Irak’tasınız. Siyasi bütünlük kimde sağlanacak Irak’ta? Yani bu bedahet, apaçık hakikat Araplarda sağlanması lazım.

 

Şii-Sünni savaşı yok, IŞİD Şiilerle savaşmıyor

Gökçe Fırat: Peki mesela şöyle söyleyeyim; diyelim ki Erbil’e yöneldi IŞİD ve Kobani’ye yöneldi. Orada zaten Amerika ile işbirliği yapan bir Kürt oluşumu vardı, onlarla da savaştı. Ama Musul’a girdiklerinde de Türkmenlerle sadece Alevî oldukları için savaştı.

Ali Osman Zor: Ama bu kötü bir propaganda! “Sadece Alevî oldukları için”… Mesela Telafer’deki Türkmenlerle niye savaşmadı?

Gökçe Fırat: Telafer’de de bildiğim kadarıyla oldu.

Ali Osman Zor: Olmadı. Telafer’de zaten 2003’ten beri Türkmenler devam ediyor direnişe. Direnişin en güçlü olduğu yerlerden biri. Şimdi “savaştı” denilen Türkmenler, -kısa süreli bir şeydir bu-, başından beri işgali destekleyen Türkmenler. Yani orada adam Türkmen Amerika’yı desteklemiş, bu Türkmen de desteklememiş. Şimdi meseleyi böyle ortaya koymaktansa, “o Alevî olduğu için, bu Şiî olduğu için, bu da Sünnî olduğu için” demek…

Gökçe Fırat: Ama kamuoyuna hep böyle yansıdı.

Ali Osman Zor: Zaten o “yansıtanlar” iyi niyetli değil! O Propaganda Makinesi iyi niyetli değil.

O zaman şu: Kobani’ye, Ayn El-Arap’a giren birliklerin komutanları Kürttü! Değil mi? Bunu bütün dünyaya ilan ettiler, gösterdiler zaten. Demek ki o “Kürt olduğu için” ona saldırmıyor.

Üstelik onlar da Sünni. Erbil’deki Kürtler Sünni değil mi? Sünniler. Demek ki işin içinde “Şiî-Sünnî” hikayesi yok.

Gökçe Fırat: Ama IŞİD’in söyleminde bir Rafızi söylemi var bariz bir şekilde.

Ali Osman Zor: İsterseniz ben “Şiî-Sünnî” diye ben not alayım bu meseleyi de şey yapalım… Şimdi, sanki bir örgüt çıkmış, “ben şöyle bir Alevî, Şiî-miî bulsam da kessem” diye

Gökçe Fırat: Evet, aynen görüntü bu.

Ali Osman Zor: Şimdi Belçika’da eylem koyan da IŞİD. Fransa’da eylem koyan da IŞİD. Avrupa’nın diğer yerlerinde, o da IŞİD!.. Mesela dikkat edin, Propaganda Makinesi niye buralardan değerlendirmiyor da oralardan değerlendiriyor? Şimdi bu bir.

İkincisi, “medeni Şiî-vahşi Sünnî” savaşı değil bu savaş! Bu çok önemli. Yani biz kendi yayın organımızda izah ettik, halen de izah etmeye çalışıyoruz, devam ediyoruz… Burada bir Şiî-Sünnî savaşı da yok. Bakın, böyle bir şey yok…

Bu savaş ne zaman başladı? Bu savaş Amerika’nın ve “koalisyon” dediği Avrupa gücünün, NATO gücünün burayı işgaliyle başladı. Değil mi?

 

turk-solu-ali-osman-zor-5Amerikan karşıtı direniş Sünni temele oturmuştur

Gökçe Fırat: Evet.

Ali Osman Zor: Bir kere bunu hiç gözden kaçırmamak lazım. Ve bizim devamlı sorduğumuz; bu bölgede NATO gücünün, Amerika’nın ne işi var?

Ve buna karşı bir takım insanlar direndiler, direnişe geçtiler. Bir takım insanlar da teslim oldular. Teslim olanlar, düşmanla beraber direnenlere karşı düşmanlık yapmaya başladılar. İşin bir özeti bu.

İkincisi, dikkat edin; Batı, kendi siyaseti açısından bölgede hiçbir tefrika, ayrılık noktasını gözden kaçırmadan her şeyi kaşıyor. Alevi-Sünniyi kaşıyor, Türk-Kürt kaşıyor, Arap-Kürt filan. Hatta böyle minimize edebildiği kadar Yezididir bilmem nedir filan, hepsini kaşıyor bunların. Gayet iyi gidiyor.

Peki, sizin hiç dikkatinizi çekmedi mi; yaklaşık bir buçuk iki aydan beri bizim hükümetimizin(!) resmi söylem haline getirdiği “Şii, Sünni değilim, ben Müslümanım.” Halbuki BOP saldırısının işine Şiî-Sünnî çatışması yarıyordu. Kaldı ki Türkiye’de Şiî-Sünnî çatışması mı vardı sen devamlı bunu tekrar ediyorsun? Türkiye’de böyle bir şey yok ki.

Şimdi burada, -buraya dikkat etmenizi istiyorum- Amerikan karşıtı direniş, Amerikan işgaline karşı direniş bugün Sünnî bir temele oturmuştur! Yani mesela o Şiî bölgesinde insanlar direndi de “direnme” mi dediler. Onların tercihi direnmemek ve İran’la işbirliği yapmak yönünde oldu.

Buradan İran’a geçiyorum: Şimdi Şiî-Sünnî çatışması gibi gösterip direnişi, ondan sonra da Amerikan işgaline karşı Sünnî temelli direnişi Şiî İran’a bitirttirmeye çalışıyorlar Amerikan uçaklarının havadan desteğiyle!.. Ne olacak burada? Biz de Anadolu’dan bakacağız, “yahu bunlar zaten Şiî-Sünnî savaşıyorlar, destek vermeye gerek yok” diye algıyı oluşturdular ve başardılar da.

91’de de aynısını yapmışlardı Saddam Hüseyin zamanında. Saddam neydi, “laikti”, BAAS laik, işte şöyle şöyle yaptı. Destek? Bilmiyorum, bir tek sizin gibi bizim gibi insanlar destek verdiler Saddam Hüseyin’e 91 yılında. Şimdi burada da benzer, fakat mantık aynı. Benzer bir kalıp uygulanıyor. Yani her türlü kalıpta istenilen BOP İşgalinin kabul edilmesi.

 

İran, Büyük Şeytan’ın bölgedeki büyükelçisidir!

Gökçe Fırat: Sonuçta İran burada Amerika ile birlikte hareket ediyor.

Ali Osman Zor: Ediyor tabii ki. Şu an ediyor. 91’de de etti, 2003’te de etti.

Gökçe Fırat: Şu an Amerika’nın da Şiîleri desteklemek gibi bir politikası var.

Ali Osman Zor: Kesinlikle var! Kim ne derse desin. O manada “İran’ın anti emperyalistliği” filan, onlara pek şey bırakmıyorum, onu söyleyeyim de.

Gökçe Fırat: Öyle bir şey kalmadı.

Ali Osman Zor: Önceden de yoktu bende. Kendi adıma defalarca yazdım. Ancak İran’ı Amerika’yla cephede savaşırken görürsem o zaman desteklerim. Ama böyle Acem palavrası içinde, “Mekber Amerika”, “Büyük Şeytan Amerika” filan ama, Büyük Şeytan’ın Büyükelçisi de bütün bölgede İran!

İran’ın ahlaksızlığı şu: Senin, İran’ın menfaatleri Hıristiyan-Yahudi Batı menfaatleriyle çakıştığı an otomatik olarak diğer tarafta kalan milletlere çok rahat düşman olabiliyorsun. Yaptığı bu İran’ın!

Gökçe Fırat: Ama şöyle bir algı yaratılıyor: Sanki Amerika’yla mücadele eden Rusya var, İran var, Esad var. IŞİD de Amerika’yla mücadele edenlerle mücadele eden bir örgütmüş gibi…

Ali Osman Zor: Amerika’yı kurtarmaya mı gelmiş IŞİD? Demin onu diyecektim; bu Şiî-Sünnî savaşı, Amerika da bu Şiî-Sünnî savaşını bitirmek için burada değil mi?!

Gökçe Fırat: İran’ı bir Şiî devlet olarak mı görüyorsunuz, bir Fars devleti olarak mı?

Ali Osman Zor: İran’ı şovenist bir devlet olarak görüyorum. Şiîliği de, Farslılar İslam’ı kabul edince –la teşbih- şöyle bir şey demişler sanki; “bak ben İslamı kabul edeceğim ama öyle bir kabul edeceğim ki içten ne kadar zarar verebilirsem o kadar zarar vereceğim!” der gibi, İslam’ın o versiyonu üzerinden kabul etmişler. Ama yürüyen Fars milliyetçiliği! Başka bir şey yok.

Dolayısıyla da dikkat ederseniz İran’ın Ehl-i Sünnet dünya ile dış politikada beraber olduğu hiçbir konu yoktur. Sadece bir Filistin meselesi var, onda da yine Şiî Hizbullah üzerinden beraber oluyor. Ama oradaki Ehl-i Sünnet Filistin Direnişi’ne bugüne kadar zırnık bir desteği yoktur İran’ın. O da hep algıdır. Yani şu –hemen bu noktada şunu söylemeliyim, siz açarsanız devam ederiz-; bizim Türkiye’de İslamcısı, Marksisti, Ulusalcısı…

 

Şii şovenizmi ve Kürt şovenizmi

Gökçe Fırat: Herkeste bir İran…

Ali Osman Zor: Korkunç bir şekilde Şiî Şovenizmi ve Kürt Şovenizminin zehirlenmesi altındadırlar. Korkunç bir şekilde! Bu zehir nasıl atılır bilmiyorum. Yapılan değerlendirmelere, hayat tarzına, ilişkilere, her şeye yansıyor bu.“Kahhar ekseriyet Sünnî” filan diyoruz ya. Aslında kahhar ekseriyet, takıyyeci Şiî ruhu, psikolojisi taşıyor!

Halbuki Ehl-i Sünnet’te yok öyle şeyler. Ehl-i Sünnet azamet yoludur! Öyle “geri adım” atmaz Ehl-i Sünnet. Yani bugün, zahiren de olsa direniş örgütlerinde bu tavrı gördükleri için zaten düşmanlık yapıyorlar. Geri adım atmıyor. Ehl-i Sünnet’in tavrı odur aslında. Yani siyasî tavır olarak geçmişte Ehl-i Sünnet’in büyüklerine filan bakın

Gökçe Fırat: Şimdi hemen burada… “Ehl-i Sünnet’in tavrıyla geri adım atmıyor” dediniz.

Ali Osman Zor: Atmaz!

 

Zorda olan IŞİD değil Kürtçülük

Gökçe Fırat: Gördüğümüz kadarıyla tüm cephelerde de zor durumda IŞİD. Geri adım atmayacak mı yine de?

Ali Osman Zor: Nereye atacak IŞİD? Kendi toprakları, gidecek bir yeri yok. Ha, “zor durumda” filan derken, o “zor durum” da bence göreceli. Yani orada, hele hele şu an Propaganda Makinesinin kısıtlı haberlerinden yola çıkarak bu tür şeylere varmak bence doğru değil. Yani orada acaba kim zor durumda?!.

Düşünün, bugün Fars’la problemi olan bir Kürtçülük, Arap’la problemi olan bir Kürtçülük, Türk’le problemi olan bir Kürtçülük ve Amerika veya Avrupa’nın şu anki siyasi ve ekonomik durumuna baktığınızda ne kadar arkasında durabilir? Veya İsrail? Daha doğrusu sürdürülebilir bir şey içerisinde değiller şu an.

Bunu Afgan Cihadı’nda söylerlerdi “Afganlar zor durumda” diye. Ben kendim doğdum Afgan Cihadı var, yaşlandım torun sahibi oldum şimdi de Amerikalılara karşı savaşıyor Afganlılar. Ama halen savaşıyorlar!

Ve daha daha öncesine gidersek bir İngiliz İmparatorluğu’nu çökerttiler, bir Sovyet İmparatorluğu’nu çökerttiler, şimdi de Amerikan İmparatorluğu çöküş yolunda. Yani burada “zorda” şeyine katılmıyorum. Hâlâ oraya, cepheye giden gönüllülerle uğraşıyor dünya; “nasıl yakalayacağız, nereden yakalayacağız” filan gibi.

 

Anadolu, Irak’taki bu direnişe destek olmalı

Gökçe Fırat: Siz IŞİD’in direnişinin bitirilemeyeceğine mi inanıyorsunuz? Sonuçta topraklarının son dönemde yüzde 25’ini kaybetti.

Ali Osman Zor: Şimdi IŞİD demeyelim de orada, Batı karşıtı Arap Direnişi diyelim. Bitirilmemesi gerekiyor. Yani bunu diyorum ben aslında.

Peki nasıl bitirilemez, onun üzerinde konuşmak lazım, bunu topyekun bir kurtuluş savaşı olarak kabul ettiğimizde -ki Kurtuluş Savaşları kardeştir- ister Arap Kurtuluş Savaşı olsun, ister Türk Kurtuluş Savaşı olsun. Saldırgan açısından baktığımızda, saldırgan aynı.

Bu savaşın bitirilmemesinin nedeni nedir? Yani şurada kardeşiniz, komşunuz dövüşüyor. Aslanlar gibi dövüşüyor da, lojistik desteği filan bir yere kadar; siz de seyrediyorsunuz. Sizin katılmanız gerekiyor ona.

Gökçe Fırat: Evet.

Ali Osman Zor: Dolayısıyla Anadolu’nun bu mücadeleye katılması gerekiyor. Çünkü asıl plan Anadolu üstünde yapılıyor. Siz şimdi Irak’ı böleceksiniz, Suriye’yi böleceksiniz, ama buradaki hedefinizde Türkiye olmayacak. Böyle bir şey mümkün değil!

Yani bu yüz yıl önce yapılan planın bugün tekrardan planın BOP adıyla, Sevr deyin adına ne derseniz deyin, işte BOP adıyla yeniden yürürlüğe konmuş hali bu.

 

IŞİD, tüm dünyayı kandırdı

Gökçe Fırat: IŞİD’i veya sizin deyiminizle Batı karşıtı direnişi Türk devleti destekledi mi?

Ali Osman Zor: Destekledi.

Gökçe Fırat: Çünkü epey yazıldı “IŞİD’i aslında AKP finase etti, AKP lojistik destek verdi, bunu da sadece ve sadece Suriye’yi bölmek ve PKK’yı bitirmek için yaptı” gibi bir tez vardı.

Ali Osman Zor: Bence IŞİD’e herkes destek verdi, bütün dünya destek verdi. Ben komplo teorilerini sevmem, onu söyleyeyim. Yani gördüğümü ve bildiğimi söylüyorum: Bence herkes destek verdi.

Neden destek verdi? Çünkü IŞİD hepsini kandırdı bunların. Bugün dünya “bu kazığı nasıl yedik?” onun derdinde.

Hatırlayın, Suriye savaşının başlangıcını hatırlayın: Tırlar gidiyor geliyor, IŞİD-mışıd yok, Esad olmuş “Zalim Esed”, devrilecek, “Emevî Camiî’nde üç günde namaz kılacağız” falan. Bir şey yok.

Ta ki mesele Musul olayıyla patladı. Musul olayıyla ve IŞİD’in Nusra ile filan ayrılmasıyla. Çünkü IŞİD’in olduğu bölgeye bakarsanız, aslında Şam merkezi hükümetine en uzak bölge orası. Çok amiyane olacak belki ama, gerçek bu kadar basit benim açımdan.

“Tabi tabi, biz Esad’ı deviriyoruz, sen ver silahları” dedi, aldı, aldı, aldı ve o silahlarla Musul’u fethetti. Dünya kandırıldığını orada anladı.

Soruyu söyle sorun; eğer ki şu an İngiltere’den daha fazla toprağa hükmeden bir örgüt Şam rejiminin, Esad rejiminin ortadan kalkması için bütün güçleriyle devam etseydi, bugün Esad durabilir miydi? Üstelik bakın İran’la savaşıyor, Amerika’yla savaşıyor, AKP uçaklarına direnmeye çalışıyor.

Gökçe Fırat: Mesela şöyle bir karşılaştırma yapıyor musunuz: ABD Irak işgalini başlattığı zaman ilk 15-20 gün büyük bir direniş oldu, fakat ondan sonra direniş bitti. Irak devleti teslim oldu. IŞİD’e bakıyoruz…

Ali Osman Zor: Teslim olmadı! Irak devleti teslim olmadı. Bugün benim mi haberim yok, ABD ile Irak arasında yapılmış bir barış anlaşması mı var?

Gökçe Fırat: Ama şöyle bakın. O dönem Irak ile Amerika arasındaki savaş çok kısa oldu.

Ali Osman Zor: Evet. Hatta “direnmedi” dediler.

 

turk-solu-ali-osman-zor-4Irak’taki direnişi Saddam planladı

Gökçe Fırat: Şimdiki savaş çok uzun süreli, çok yoğun bir savaş. Hemen hemen hiçbir devletin neredeyse dayanamayacağı bir savaş ve buna dayanabilen bir örgüt. Ne oldu bu örgüte?

Ali Osman Zor: Şimdi, ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, Saddam’la cezaevinde görüşüyor biliyorsunuz. “Bu direniş bitsin” filan diyor, rüşvet ve teklifler. Saddam da “çok uzun sürecek bu direniş” diyor. Rumsfeld “kaç yıl?” diyor, “ben diyeyim 20 yıl, sen de 25 yıl”. “Nereden biliyorsun?” diyor Rumsfeld. “Çünkü planı ben yaptım” diyor Saddam.

Şimdi tabii zihinlerimiz öyle şekillendi bizim. Yani “Batı karşısında kimsenin oyun oynayamayacağı”na inanıyoruz biz. Bu algı bitiriyor zaten bizi! Yani bütün savaş reflekslerimizi kırıyor, direniş damarlarımızı tıkıyor.

Yani bu “oyun” oynanabilir, bunlar tezgahlanabilir, bu oyun planlanabilir! Ve bugün gördüğümüz o. Ama biz şunu iyi biliyoruz; “Hayır böyle bir şey yapılamaz!” Ne yapılabilir? “Birileri illa ki bunun bitmemesi için bir destek veriyordur, bunlar da bu destekle hâlâ direniyordur.”

Şimdi, bu aralar Afgan direnişinden hiç bahsedilmiyor da, aslında bu mevzular hep Afganistan için “geçerli”ydi: “Aslında onlar şunu yapamazlar, bunu yapamazlar” filan diyerek kendi yapamayacağı şeyleri onların üzerine koyuyorlar…

Hatırlayın, “Kurtuluş Savaşı” filan diyoruz değil mi? Bizim millet aydınıyla-askeriyle topyekun Kurtuluş Savaşı’na mı katıldı? Katılanlar belli. Katılmayanların argümanı neydi? “Dünya savaşından galip çıkmış devletlerle”, “zaten yenilmişsin”, “nasıl başarcaksın?”…

İster din kılığında olsun, ister milliyetçi, ister mandacı kılığında olsun insanların argümanı buydu. Ama birileri de “yaparız” dedi. Yaptılar da! Başladılar. İşte o başlangıç içerisinde Rusya’da devrim oldu, oradan Lenin’in yardımı oldu, o oldu, bu oldu… Ama “bu savaş o yardımlarla verildi” demek, o savaşı veren insanlara hakarettir. Orada bir irade söz konusudur.

Savaş ittifaklarla yürür. Yani bugün nasıl ki öbürküler “koalisyon güçleri” filan diyor; bak ittifak halinde saldırıyor. E bu adamlar da (Arap Direnişi) dünkü çocuk değil. Bunlar, babaları çocukluklarından itibaren savaş içinde yetişmiş insanlar. Hatta dedeleri de olabilir şöyle bir tarihe baktığımızda. Bunların bizim anladığımız manada “barış”, “güvenlik”, “huzur” gibi bir dünyaları yok, öyle bir hayat tarzları yok. Başka bir hayat tarzları var ve orada mutlu bu insanlar. O tarz içerisinde ruhları, karakterleri şekilleniyor.

 

Irak devleti, İzzet İbrahim komutasında direniyor

Dolayısıyla, yani burada bunu yapan insanların, başta söyledim aslında benim için ana konuyu; bütün bu hikayelerde güdülen gaye, orada İzzet İbrahim komutasında devam eden direnişi örtmek, perdelemek ve bitirmek.

İbrahim, Saddam Hüseyin’in başkan yardımcısıydı ve ondan sonra Devlet Başkanı oldu. Ve o, devletin yenildiğine dair bir anlaşma imzalamadı. Zaten bu da bir problem; BM üyesi bir devlet, başka bir devletle savaşmış ve bu savaşın neticesi belli değil daha. Çünkü Irak Devleti yenilgiyi filan kabul etmedi. Irak Devleti, milli direnişi tercih etti ve Irak’ın meşru yöneticileri yeraltına çekildiler, direnişi örgütlediler.

Ve bugün, ismi hiç önemli değil, -açıkca söyleyeyim- ismi o olmuş, bu olmuş filan; bölgede ortaya çıkan bütün dinamiklerin yegane müsebbibi o direniştir. O direniş üzerinden çıktı. Bu direniş istediği yerden para da alır, istediği ile ittifak da kurar. Yapar yani. Niye yapmasın?! Bu onu kötü kılmaz.

Veya bu direniş hareketinin bir hareketinin şunun işine yaraması, bunu “onun adamı” da yapmaz. Olabilir yani; siz bir şey yaparsınız, benim işime yarar o. Benim işime yaradı diye siz benim adamım mı olacaksınız?

Gökçe Fırat: Siz “mantığı değiştirin” diyorsunuz.

Ali Osman Zor: Mantığı değiştirmek lazım. Neticede siz de daha iyi biliyorsunuz. Düşünün sokaktaki adamı düşünün; ne ile düşünüyor bu adam? Daha doğrusu “düşünce” dediği şey -ortada düşünce yok aslında da-“fikir” dediği şeyi ortaya çıkaran nedir?.. Veriler!.. Bu verilen nereden geliyor, kim veriyor?.. Hasan Cemal işte yazmış; “filanca ölünce çok kötü oldum”. Peki ben de yazsam şimdi, “orada filanca direniş lideri şehit olduğu zaman çok kötü oldum” filan diye. Birileri bunu söyleyebilir mi? Damga hazır hemen, değil mi? Propaganda belli. Daha doğrusu, propagandayla hangi algının oluşturulmaya çalışıldığı belli.

 

Biraz da IŞİD’le empati yapsın insanlar

Gökçe Fırat: Ama mesela IŞİD’in üstlenmemiş bile olsa, Türkiye’de yaptığı mesela son havaalanı saldırısı bu algı için bir güçlendirici etki yaratmıyor mu? Buna nasıl bakıyorsunuz?

Ali Osman Zor: Şimdi havaalanı saldırısını burada kullanan adam, öyle bir algıyı meydana getirmek için uğraşabilir. Ama şimdi bir empati yapıp, orada mücadele eden insanlar açısından bakalım.

1 Kasım seçimlerinden beri Amerikan uçaklarıyla beraber, -diğer uçakları saymıyorum. O “koalisyon” dedikleri o terör örgütünün uçaklarını saymıyorum- AKP uçakları 1 Kasım’dan beri ha bire bombalıyorlar.

Böcek mi bombalıyorsun orada? Kimi bombalıyorsun?!.

Oralar bizim buralar gibi de değil. “Hastane”, mesela küçücük bir bina. Böyle gökdelenfilan yok orada. “Okul” dediğin bir baraka. Dayanıklı binalar filan değil.

O bombalar altında ne kadar adam öldü? Bilen var mı, hesabını tutan var mı? Yok! “Böcek” gibi, “böcek” niyetine. Balkondaki adam çıkmış oraya “böcek” gibi görüyor onları.

Hergün, hemen hemen hergün haberlerde “Fırtına obüsleri bilmem nereyi vurdu!” Nereyi vuruyorsun ya? Sana ne yaptı bu adam?!

“Esas düşman IŞİD” politikası kimin politikası?! Senin politikan mı? Kimin politikası bu? Amerika’nın politikası! Ve buralardan girmemiz lazım. Bu politika etrafında AKP’si PKK’sı bilmem neyi, hepsi toplanmış. Birbirleriyle de savaşıyor gözüküyor bunlar dikkat edin. Şimdi sen bu politikaya hizmet için bunları yapıyorsun.

Adam bir sabrediyor, iki sabrediyor, üç sabrediyor… Kaç aydan beri sabrediyor… Deniz aşırı düşmana zarar verebilen bir örgüt, şuradan şuraya yapamaz mı bu işi? Ve herkes de -çok afedersiniz- domuz gibi biliyor ki, bu örgütlerin Türkiye için ne kadar hassas davrandığını! Ve ne kadar sabrettiğini herkes biliyor. Düşmanlaştırmamak için, özellikle Türk Milletini düşmanlaştırmamak için elinden gelen her şeyi yaptığını biliyor!

Ben şunu görüyorum mesela; bu gelip “dış hatlar”da üstelik, iç hatlar da değil, dış hatlarda bunu yapmaya mecbur kaldıysa, sen, kim bilir Kasım’dan beri neler yapıyorsun bu adama?!.

Gökçe Fırat: Buna mecbur bile kalmış olsa, IŞİD sizce böyle bir saldırıyla bir şey kazanabilir mi?

Ali Osman Zor: Bence şu an bir şey kaybetmedi. İstenilen etki olmadı çünkü… Evet, şu an birinci derecede bir “Arap düşmanlığı” körükleniyor.

 

Türk milliyetçiliği emperyalizme düşmanlıktan doğdu

Gökçe Fırat: Dünyada şöyle bir istatistik var. Tam yüzdelerini hatırlayamıyorum ama, deniliyor ki dünyada IŞİD’in en çok sevildiği yer Türkiye. En fazla destek Türkiye’den çıkıyor diye. İnsanlar şimdi garipsiyorlar. Türk milleti IŞİD orada PKK’yla savaştığı için, Amerika ile savaştığı için bizim milletimiz sempati duyuyor. Ama şimdi bu saldırılardan sonra “acaba biz de artık hedef miyiz?” diye bu sempati azalmaya başladı bariz bir şekilde.

Ali Osman Zor: Ben öyle bir veri sahibi değilim, onu söyleyeyim de. Yani Arap direnişine sempatinin azaldığına dair bir veri sahibi değilim. Çünkü PKK’dan önce de, bizdeki Amerikan düşmanlığı köklü bir düşmanlık. Emperyalizme karşı düşmanlık.

Zaten bizdeki milliyetçiliğin çıkışı da budur. Biz öyle etrafımızdaki insanlara horozlanarak filan milliyetçi olmadık. Bizdeki milliyetçilik öyle çıkmadı. Bizdeki milliyetçilik gayet savunmacı, savunmaya yönelik ve dışa karşı bir milliyetçilikti. PKK’dan önce bu durum var.

Hatırlarsanız 2002 seçiminden sonra Amerika’nın AKP iktidarından ilk resmi isteği, yüzde doksanlara varan Amerikan düşmanlığının azaltılmasına dair bir takım çalışmalar yapılmasıydı Türkiye’de. Biz gavur-Türk ayırımıyla, gavurun karşısında kim olursa olsun “Türk!” diyen bir milletiz. Muhammed Ali mesela. Haliyle de bizim insanımızın ruhundaki, karakterindeki batı karşıtlığı yok edilmek isteniyor. Bunu yok sayarak bunları değerlendirmek de eksik olur. Orada eksik hükümlere varırız.

Mesela “Saddam’a destek gelmedi” değil mi? Bizzat ben biliyorum; Saddam Hüseyin şehit edildiğinde hüngür hüngür ağlayan insanları. Bildiğiniz bakkal, esnaf, sokaktaki adam hüngür hüngür ağladı insanlar. Ama insanların hissiyatını ifade edeceği zemin olmadığı için bilinmiyor.

 

Yapın referandum bakalım: Türk milleti BOP’u destekliyor mu?

Hadi yapsınlar bir referandum bakalım: “Türk halkı Irak direnişini destekliyor mu desteklemiyor mu?” Aynı propaganda imkânlarını versinler. Veya vermesinler, kimse karışmasın mesela. Herkesin ne imkânı varsa o propagandasını yapsın. Bakalım ne sonuç çıkacak?

Yapsınlar bakalım,“Türk halkı BOP Eş Başkanlığını destekliyor mu, desteklemiyor mu?”

Yani soruyu doğru sorarsanız, doğru cevap da alırsınız.

“Türk halkı İsrail’i seviyor mu sevmiyor mu?” “Muhtaçlık politikası diye bir politikayı kabul ediyor mu, etmiyor mu?”

Batı karşıtı direnişlere bizim insanımızın tavrını değerlendirirken bence bunu göz ardı etmemek lazım. Kaldı ki biz bir bayramda trafik kazalarında 100-150 tane insanı telef eden bir milletiz. İnsanlarda tabii ki bir dehşet hissi oluşuyor, ama, yani ben çevrenizi bilmiyorum, benim çevremde bir sürü şey konuşuluyor ama şu da konuşuluyor: Sen adama bu kadar saldırırsan, bilmem ne yaparsan, bu savaştır, o da sana karşılığını verecek.

 

Siyaset Beştepe’ye sıkıştı

Gökçe Fırat: Peki mesela şöyle bir şeye ne ölçüde katılır veya karşı çıkarsınız? Bu saldırılar, terör dediğimiz bu saldırıların Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemi içerisinde de işlevsel bir pozisyonu var. Ne kadar çok güvenlik açığı olursa, “bu işler başkanlıkla çözülür”, “diktatörlükle çözülür”, “daha sıkı bir devletle çözülür” şeklinde bir uygulamayı da insanlara da kabul ettirmeye yönelik bir şey.

Ali Osman Zor: Biz ilke ve prensip olarak başkanlığa karşı değiliz. Tarihsel olarak da, bugün için de, zaten bugün dünyada Şeklî Demokrasi’yi kuranlar, demokrasiyi bitirdiler zaten. Oligarşiye geçmiş durumdalar. Adam yapacağını başkanlıkla da yapabilir, parlamenter rejimle de yapabilir. Yeter ki yapmak istesin.

Bu mevzuyla alakalı, tabii ki bugün bizim için ideal olanı, kendi ideolojik teklifimiz halinde Başyücelik idealidir. Ve şunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki, bunun şekli de İslam-Türk şeklidir.

Dolayısıyla da şu tür tartışmalar Fransız tipi mi olacak, İngiliz mi olacak, o mu olacak, bu mu olacak?.. Adı üstünde o Fransız, bu İngiliz, seninki de Türk tipi olacak. Ama bu hedef, bu ideal doğrultusunda olmalı…

Burada bunu söyledikten sonra, mevcut iktidarın durumunu bence “başkanlık” üzerinden değil de, 14 yılın sonundaki bir sıkışmışlık üzerinden değerlendirmek lazım. Bugün “siyaset” nerede mesela? Bugün parlamentoda değil siyaset. Sivil toplum gruplarında da değil.

Türkiye açısından söylüyorum; siyaset Beştepe’ye sıkışmış durumda. Beştepe etrafında siyaset yürüyor. Biatlılar Beştepe etrafında, diğerleri de dışta. Dolayısıyla da burada muhalefetin yönelmesi gereken veya muhalefetin eleştirmesi gereken “bu adam bunu yapıyor da onun için de Başkanlık istiyor” filan diyerek “Başkanlık” değil, “bu adam BOP Eş Başkanı olduğu için bunu yapıyor!” gerçeğidir. Başkan da olsa, bilmem ne de olsa.

 

IŞİD İsrail’e neden saldırmıyor?

Meselâ İsrail’i, ezilen halklar genel olarak sömürülen milletler, özel olarak da İslam milletinin nazarında meşrulaştırılmasının başkanlıkla ne alakası var? Sen o anlaşmayla İsrail’i meşrulaştırıyorsun. Onların kendi inanışları ve ideolojileri açısından bakıldığında ise 20 milyon, 30 milyon de -31 milyon olmaz- Yahudi’ye 7 milyar insan hizmet edecek. Müslümanlar haricinde herkes kabul ediyordu zaten bunu. Bir Müslüman açısından bir Yahudi,-yani şahsından bahsetmiyorum, yanlış anlaşılmasın, işlevinden fonksiyonundan bahsediyorum- o işlevi ve fonksiyonundan dolayı tabii düşmandır.

Dolayısıyla da bir Müslüman, sadece Müslüman da değil, gerçek bir milliyetçi, gerçek bir antiemperyalist açısından da böyle olması gerekir: İsrail diye bir devlete yer olamaz bizim bölgemizde. Çünkü burası onun yeri değil. Ve bütün politikalar stratejik esas niteliğindeki bu anlayışa nispetle çizilmeli. Dolayısıyla da dost ve düşman nitelemesinde de bu strateji belirleyicidir.

Gökçe Fırat: Peki hemen araya gireyim. Tam da bu noktada şöyle bir komplo teorisi var: Diyorlar ki “IŞİD’in dünyada saldırmadığı tek hedef İsrail”, “Aslında İsrail’in gizli bir oyunu.” Gerçekten de herhalde İsrail üzerine bir saldırı yok henüz değil mi?

Ali Osman Zor: (Gülerek) İsrail hedeflerine kim diyorsa o saldırsın, çok meraklıysa eğer. Birincisi o. Bunu diyenler de genelde “troller”dir. Git sen saldır! Madem “İsrail saldırılması gereken bir hedef”.

Şimdi bir taraftan diyeceksin ki “adam devlet gibi hareket ediyor. Sınırları var.” Değil mi, bunu kabul ediyor. Kardeşim IŞİD “Süpermen” değil ki o manada; her istediği yerde istediğini yapsın. Güvenliği filan var. 90’lı yıllarda her gün Filistinli örgütlerin feda eylemi yapıyorlardı. Değil mi?

Gökçe Fırat: Evet.

Ali Osman Zor: Şimdi niye yapmıyorlar? Meselenin aslı ve özü bu işte! “Güvenlik” filan dedik. Şimdi niye yapamıyorlar? Çünkü bir; arkalarındaki Irak, Libya, Suriye desteği kesildi. Çırılçıplak bırakıldı Filistinli örgütler. İhanete uğradılar. İkincisi, o destek kesilince İsrail daha da kuvvetlendi, tedbirler aldı bilmem ne filan, İsrail’in kendi topraklarında bu örgütlerin eylem yapması zorlaştı.

Şimdi bu adam geldi buraya sınır oldu da bu işi yapmadı mı? İşte İsrail’in Yahudi ve işbirlikçi ajanlarını yargılıyor, infaz ediyor filan. Şimdi İstiklal Caddesi’ndeki şeyde İsrailliler gitti. Çok istiyorsa. Yani bunu diyen da sanki “illa İsrailli de ölsün” istiyor. Öldü işte.

“İsrail’e Muhtaçlık” politikasını benimseyen Yahudi aşıklarının bunları söylemeye ne kadar hakları var, takdir sizin.

 

turk-solu-ali-osman-zor-7Muhalefet siyasetsiz kaldı

Gökçe Fırat: Peki şunu sorayım; bugüne kadar Filistin’e destek eylemleri olurdu her cuma. Bunlar niye kesildi?

Ali Osman Zor: Bunlar temel sorular. Bir camiayı değerlendirirken. Mesela şöyle de sorabilirim: “Mollalar İran’a” diye eylemler olurdu. Niye kesildi onlar? “Ordu göreve” diye pankartlar asılırdı, niye kesildi onlar? “Türkiye laiktir laik kalacak” diye yer gök inlerdi, niye kesildi onlar? Nereye gitti onlar? Dikkat ediyorsanız bütün her şey üzerinde bir şey var.

Gökçe Fırat: Yani şöyle diyebilir miyiz? İslamcı, Kemalist, milliyetçi veya Marksist, bu sloganları söyleyenler günümüzde farklı bir projeye hizmet ediyorlar veya sessiz kalıyorlar, destekliyorlar.

Ali Osman Zor: Farklı bir projenin içine girdiler.

Gökçe Fırat: Girdiler mi?

Ali Osman Zor: Kesinlikle girdiler!

Gökçe Fırat: Belki eskiden de o projenin içindeydiler.

Ali Osman Zor: Biz şimdi hep böyle iyi niyetli, dürüst insanlar üzerinden konuştuğumuzdan dolayı, önceden projenin içinde olanlar veya şu an projenin içine girenler bir kenara; iyi niyetli ve dürüst insanlar için şunu tespit etmek lazım, -hangi kesime mensup olursa olsun-; bugün siyasi olarak tıkanmış durumdalar. Onun için de muhalefet yapamıyorlar.

Mesela muhalefet yaptıkları iktidar güçlü olduğundan dolayı mı orada duruyor, yoksa bu taraf muhalefet yapamadığından dolayı mı?

Şimdi, “siyaset” bir araçtır. Siyaset bir amaç değildir. Amaç olduğu an işte orada yiyicilik, menfaat filan bunlar başlar. Bir şeyin aracıdır siyaset. Neyin aracıdır? Bir inanışın, bir dünya görüşünün, inandığımız mananın manivelasıdır. Onun taşıyıcısıdır siyaset. Bugün aslında geldiğimiz noktada sadece Türkiye açısından değil Amerika için de, Avrupa için de bu geçerli: Siyasetin taşıyacağı bir ideolojisi, bir manası olmadığı çıktı meydana.

Onun için de herkes, ister ulusal ölçekte görün bunu, ister yerel ölçekte herkes mevcut iktidara bir şekilde ister muhalif görüntüsünde olsun ister destekçi, bir şekilde, ondan razı oluyor, onu kabulleniyor ve duruşuyla ve tavrıyla onun devamını sağlıyor. Devam etmesini sağlıyor.

Bunun bizim açımızdan en büyük sebebi, “siyasetle elde etmek istediğin şey ne?” Bu sorunun cevabı yok! Mesela “Tayyip Erdoğan şöyle”, “Tayyip Erdoğan böyle” filan. Tayyip Erdoğan olmasa ne olacak? Biz ne yapacağız? Onun yerine biz geçtik mesela. Diyelim ki sen, niye iktidara gelmek istersin? Onu tard edip, ya yapmak istediğin bir şey vardır ya da engel olmak istediğin bir şey vardır.

Ne yapmak istiyoruz? Neye engel olmak istiyoruz? Aslında en temel soru bu ve bu sorunun cevaplanması lazım?! Tartışmaların buralarda yapılması lazım. “Başkanlık sistemi” ve onun etrafındaki tartışmalar da hep buralardan çıkıyor. İktidar haricindeki siyasi aktörlerde bu sorunun cevabı olmadığından dolayı iktidar, yaptığı her şeye rağmen koltuğunu muhafaza edebiliyor.

Ve sanki “o olmazsa her şey çok kötü olacak”. İşte kimisi Türkiye Cumhuriyeti ile Tayyip Erdoğan’ı özdeşleştiriyor, “o giderse cumhuriyet yıkılır” diyor. Kimisi işte “o giderse eski Kemalistler tekrar iktidara gelir, bizi keserler” diyor. Kemalistler diyor ki “bu giderse eğer, daha beteri olan radikaller var, bölücüler var, onlar beraber gelirler bizi keserler” diyor. Dikkat edin her hâlükârda iktidar yerinde duruyor.

 

Bu milletin adı ne?

Gökçe Fırat: Aslında kimse kendisinin gelebileceğine inanmıyor…

Ali Osman Zor: İşte bu: Geldiğin zaman ne yapacaksın, neye engel olacaksın?! Bu soruyla alakalı. Zaten bugün bakın CHP, HDP, BOP’un muhalefetteki örgütleri. Bugün Genel Kurmay -kendi iddiası açısından, kendi bağlı olduğunu iddia ettiği değerler açısından söylüyorum- Türk milleti esasını kaldırılmış durumda. Genel Kurmay’ın kendisi. Yani ister Mustafa Kemal’in askeri ol, ister Yavuz Sultan Selim’in askeri ol, kimin askeri olursan ol. Bir esasın olması lazım.

Bakın bugün kimse çıkıp; “bu millet”, “o millet”, “şu millet”. Bu milletin ismi ne kardeşim? Sen hangi milletten bahsediyorsun?! Böyle bir soru yok.

İkincisi, millet problemini hangi değerlere, hangi inanışa, görüşe göre hallettik ve çözdük ve ortaya koyduk? Bu da yok.

Dolayısıyla da bütün bu temel meselelerin çözülmediği noktadaki didişmeler bugün BOP dediğimiz, dün Sevr dediğimiz, emperyalist saldırı dediğimiz, işgal dediğimiz gücün işine yarıyor.

Halbuki bugün bakın; teklif ne olmalı? İşte bakın her taraf Suriye, Irak gitmiş, biz kaldık. Belli yani. Perşembenin gelişi çarşambadan, ne olacağı belli. “Biz şunu yapacağız, şunu istiyoruz!” diyebilecek bir aydınımız, bir askerimiz, bir liderimiz yok mu? Burada yok.

Zaten düşmanın cesaret ettiği nokta da burası. Yani düşman bakıyor: Bütün savunma refleksleri kırılmış, savaş refleksleri kırılmış. O zaman istediğim gibi at oynatabilirim. Her gün on tane yalan, on tane hamle.

(Devam edecek)

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et