SİYASETTE “KANDIRILMAK” SUÇTUR! / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 2. Bölüm

SİYASETTE “KANDIRILMAK” SUÇTUR!  / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 2. Bölüm

ADIMLAR Fikir – Kültür – Siyaset Platformu Genel Başkanı sayın Ali Osman ZOR ile yaşanan gelişmeler etrafında 3 Mart 2020 tarihinde gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci bölümünün video kaydını ve bu kaydın metin dökümünü ilgi ve alakâlarınıza sunuyoruz.
AdımlarTV

AdımlarTv: Bunu da sormak istiyordum. O zaman şöylesorumu sorayım: 15 Temmuz 2016 sonrası hatırlayacağınız gibi Erdoğan’ın ilkyurtdışı gezisi, hadiseden 25 gün sonra, tam da 9 Ağustos’ta Rusya’ya olmuş veRusya Devlet Başkanı Viladimir Putin tarafından ağırlanmıştı. Hemen sonraBirleşmiş Milletler’de konuşma yapmak için Amerika’ya gitmiş ve uçuş öncesindeyaptığı basın açıklamasında Suriye politikası hakkında Amerika’ya hitâben; “Bizsizinle NATO’da beraberiz, bizim stratejik ortaklığımız var, burada eleleverelim!” ifâdelerini kullanmıştı. Buna karşılık Suriye politikasında geriçekilen dönemin Amerikan Başkanı Obama kendisine randevu vermemişti ve bu dahükümet medyası tarafından dillendirilmişti. Bu süreçte Erdoğan AmerikanBaşkanı Trump ile ancak yaklaşık bir sene sonra, Mayıs 2017’de görüşmüştü… Sorunşu: İktidarın, Rusya-Amerika arasında izlediği politikaların temel motivasyonunedir?

Şimdi bu politikalar söylendiği gibi bir “denge politikası”yla filân bir alâkası yok!.. Denge politikası bu değil… Bugün kendilerine şey yaptığı zaman, hani “Abdülhamid politikası” filân diyorlar ya; bugün Abdülhamid mezarından çıkıp gelse, bunları herhâlde sopayla kovalar, yani böyle diyenleri. Kaldı ki bazen de Mustafa Kemal’e nisbet ediyorlar kendilerini –onu da hiç ihmâl etmiyorlar, işin o tarafını da!- aynı şekilde Mustafa Kemal’in politikası da bu değil! Onu da söylemekte fayda var… Burada yapılan –tabir bize aittir- 2002’den beri gördüğümüz şey de budur, onu da söyleyeyim de; burada biz, bir fırsatçılıkla muhatabız, fırsatçılıkla karşı karşıyayız. Ama bu “fırsatçılık” bir ilkeye, prensibe binâen bir fırsatçılık değil: Burada “işine geliyorsa” bununla beraber oluyorsun, orada “işine geliyorsa” onunla beraber oluyorsun. Bütün hedef, “bir ideâlin hayata geçirilmesi” değil; sadece mevcut iktidarın devamı. Bu da zaten siyasetin amaçlaştığı bir şey. Bütün ideolojilere zıt bir anlayış olan bu durum, en çok da İslâm’a zıttır! Anlatabildim mi? Yani ortada bir ideâlin, bir değerler skalasının, bir hayat tarzının hâkim olması veya bir anlayışın yerleşik toplum düzeni olması için çaba sarfetmekten ziyâde, yerleşik toplum düzeni içerisinde elde edilen iktidarın kaybedilmemesi üzerine kurulu bir denklem bu.

.

15 TEMMUZ ÖNCESİ VE SONRASI AKP’NİN RUSYA POLİTİKASI

AdımlarTv: Motivasyonları bu…

Tabi, kesinlikle bu!.. Şimdi, 15 Temmuz’dan önceki Rusya ilişkileri ve 15 Temmuz’dan sonraki Rusya ilişkileri. 15 Temmuz’dan önce uçağı düşürülmüş Rusya’nın ve Rusya, yapılan görüşmeler neticesinde “iktidarın bu işle alâkası olmadığını biliyoruz” açıklaması yapmış, bir kredi açmış. Daha sonra ise, bütün dünyanın gözü önünde büyükelçisi öldürülmüş, buna da sessiz kalmış, ikinci krediyi açmış. Sizin de ifâde ettiğiniz üzere 15 Temmuz darbe girişiminin arkasından ilk yurtdışı gezisi “dünyanın 2. nükleer gücü” olan Rusya’ya yapılmış, bizim komşumuza… Orada algı neydi?.. Darbe girişiminin arkasında Amerika olduğundan dolayı, hattâ ne diyordu AKP medyası? “İncirlik’te plânlandı!” “Amerikan büyükelçisi içinde!” “CIA var!” “Graham Fuller!”ler filân hepsini işin içine sokuyorlardı! Bugün işte Osman Kavala tahliye edildiği hâlde tekrar dava açıldı, 15 Temmuz’dan dolayı. Ona “Soros’un adamı!” “Amerika’nın adamı” şeyi hâlen devam ediyor… Yani ortaya konulan fotoğraf, 15 Temmuz’un doğrudan Amerika ile bağlantılı bir darbe girişimi olduğu. Dolayısıyla da 15 Temmuz’dan sonra Rusya’ya atılan adımla da, aslında Amerika’ya bir karşılık verildiği. Amerika’nın 15 Temmuz darbesiyle iktidara yaptığı hamleye, iktidarın da Rusya hamlesi ile bir karşılık verdiğiydi… Burada da otomatik olarak da tabi ittifaklar değişti: Vatan Partisi girdi işin içine, MHP ile ittifak kemikleşti. Hattâ bir ittihada doğru; şu ân bence MHP ve AKP tek bir parti çatısı altında birleşebilirler. Çünkü şu ânki bulundukları durum çok müsait… Bu durum içerisinde üretilen birçok husus çıktı meydana… Şimdi bugün, Suriye politikası üzerinden, hemen birdenbire bu şey nasıl değişti?… Yani işin uzmanıymış gibi konuşmak istemem. Bizim de televizyondan filân duyduğumuz kadarıyla en son anlaşmalar var, sözleşmeler var Rusya, İran, Türkiye arasında Suriye ile alâkalı. İşte Astana, Soçi mutabakatları var. Orada yapılan anlaşmalar gereği bütün hepsinin kabulü çerisinde ve Türkiye’nin talebi, AKP’nin talebi doğrultusunda oraya –İdlip’e- “kontrol noktaları” kuruldu. Hedef ne? “Oradaki Rejim karşıtı silâhlı unsurları silâhsızlandırmak” ve “oradaki Şam’ın ana damarı olan, bütün ticaretin sağlandığı iki karayolunu da güvenlik altına almak.” Türkiye bunu taahhüt etti, tarih de vererek. Ama verdiği tarihte bu taahhüt gerçekleşmediğinden dolayı taraflar “tamam, sen taahhüdünü yerine getiremedin, şimdi çekil artık bu işi biz yapacağız!” dediler. İşin özeti bu! Bunun etrafında köpürtülen birsürü şeye aldanmadan, özeti bu… Ama AKP İktidarı “hayır ben buradan çıkmıyorum!” dedi… Rusya açısından baktığınız zaman, anlaşmanın büyük tarafı olarak baktığınızda, burada da bir samimiyetsizlik, bir kandırılma durumu var Rusya açısından.

.

AMERİKA’YA KARŞI GÖSTERİLMEYEN TEPKİLER

Şimdi Putin’in Yeltsin’den bugüne uyguladığı politikalara bakarsak eğer, Rus politikasının bu tür şeyleri pek kaldırmadığını çok net görebiliriz. Yani Rus politikasını, Amerikan politikasından ayıran bence en önemli hususlardan biri, daha açık, Amerikan politikasına nisbetle daha güvenilir olması!.. Gerçi Rusya’da şöyle bir söz vardır; “anlaşma metni yere düştüğü ân, anlaşma biter!” derler. Anlaşmayı bozmaya niyetli olan adam da metni elinden düşürürmüş yere. Yani “metin düştü, anlaşma kalmadı” diye. Anlaşmalar da bu kadar çabuk bozulabilir Rus siyasetinde. Ama karşılıklı taahhütlere sadık kalınırsa eğer –işte Suriye’de gördük biz bunu- dostluğa varacak anlaşmalar sağlanabilir. Şimdi, iki gün önce bu aşamada olan bir ülke –biz-, iki gün sonra tekrar “Moskof ayısı!” ,” pis Moskof!” siyasetine(!) başladık. Ve en çok dikkati çeken de; Amerika Irak’ı işgâl etti, Saddam Hüseyin gibi Ehl-i Sünnet bir lideri katletti! Bir darbe ile indirdi! “Darbeye karşı” olan ve Ehl-i Sünnet olduğunu iddia eden hiç kimseden Amerika’ya karşı, Rusya’ya sövdükleri gibi ağız dolusu bir eleştiri hiç duymadık! Libya’da Kaddafi’ye yapılanlar hakezâ! İnsanlığın, insanlık tarihinin en utanılacak işleri yapıldı orada! Ve biz şu cümle ile muhatap olduk: “NATO Libya’ya, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tesbit ve tescil etmek için” oradadır diye, insanlık tarihine geçen çok kara bir cümle… Bununla muhatap olduk… Ama söz konusu %40’a yakını Müslüman olan ve bunun etkisi de Rus siyasetinde oldukça fazla olduğuna şahid olduğumuz bir Rusya söz konusu olduğunda bakıyoruz, hemen bir “eşitleme” söz konusu!

Şimdi, “yerinde doğruyu genelleştirmek yanlıştır”! Sen, tarihte şurada savaşmış olabilirsin… Onun da “niye savaştın?”, “sebebleri ne?”, “kışkırtıcıları kim?” onu hiç konuşmuyoruz! Sen dün savaştın diye, bugün de savaşacaksın diye bir kanun yok. Şartların değiştiği noktada durum tesbitleri de değişir!..

.

BEŞTEPE ETRAFINA ÇÖREKLENMİŞ MEDYA

Şimdi bu, Beştepeetrafına çöreklenmiş medyaya bakıyoruz, medyanın içerisindeki tiplerebakıyoruz; ortaya koydukları söylemin aslında Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünehizmet etmekten ziyâde, birlik vebütünlüğünü parçalayıcı bir söylem olduğunu görüyoruz!.. Savaşa girdiğiniiddia ediyorsun, ama iç politikadaki diline bakıyorum, kullandıkları söylemebakıyorum; hep bir düşmanlaştırma, birgerilim söylemi! Ondan sonra da dönüyorlar, “bugün bu meselelerikonuşmayalım”, “birlik beraberlik günü” filân! E, bunu yapan sensin zaten! Yani niyet şu: “Ben istediğimi söyleyeyim, istediğimi yapayım ama sen ağzını açma!”Çok amiyâne söylemem gerekirse, hükümet etrafından yayılan hava bu!.. “Ben sana istediğimi söyleyebilirim!İstediğim küfrü edebilirim! İstediğim yalanı söylerim! İstediğim yanlışpolitikaları uygularım! Ama sen yalanıma “yalan!” demeyeceksin! Yanlışıma“yanlış!” demeyeceksin! Benim söylediğim her şeyi sineye çekeceksin! Ben “bekâsorunu var!” diyeceğim bekâ sorunu olacak! Hiçbir şey konuşmayacaksın!” Yani“sen yoksun!”

AdımlarTv: Ve“hiçbir sorumluluğu bana atfetmeyeceksin!”

Evet, çok güzel!.. Diğer taraftan da “hiçbir sorumluluğu üstlenmeyeceğim ben!.. Sanki ben muhalefetteymişimgibi, sorumluluk söz konusu olduğunda da, bütün sorumluluğu karşı tarafaatacağım!” Yani bu tavrın sonuna geldik!..

Bir iktidar için –AKP özelinde söylemiyorum bunu, genel söylüyorum- bir iktidar için savaş metodu, savaş yöntemi iktidarda kalmanın son hamlesidir! Ve bugün, hem dünya siyasetine hem Türkiye siyasetine baktığımızda bir “ittifak siyaseti” söz konusuysa eğer, zaten bu “savaş kararı”nı alanlar başladıkları gücü muhafaza edemedikleri bir durumda bu kararı alıyorlar… Bir de bu “son metod”u, “son taktik”i uyguladıkları ânda da, artık bu kendileri açısından varlık mücadelesine döner. Bir bekâ mücadelesine döner. Bu mânâda evet; iktidarda kalmak için savaş kararını veren iktidarlar, o kararı “bekâ sorunu”ndan dolayı verirler. Bu doğrudur. Bunun, bu kararının toplumda bütün olarak karşılığı varsa, bu toplum için bir bekâ sorunu demektir!.. Ama şimdi sen son seçimi kaybetmişsin! Bütün büyük şehirleri kaybetmiş bir iktidar olarak böyle bir şeyi, sana destek vermeyen muhalefete nasıl anlatacaksın?!. Veya başka bir ifâdeyle; senin bu kararının arkasında durmayan, toplumun %50’sinden fazlası var! Dolayısıyla bir yere kadar “bugün bunu konuşmayalım!”, o gün bilmem ne. Yani bunlar, sürdürülebilir yöntemler değil. Şu ân sürdürülebilir bir süreci yaşamıyoruz. Bütün bunlarda biz neyi görüyoruz? Şunu görüyoruz: Hem iktidarın liderliği, hem kadroları, ortaya çıkmasında oldukça büyük sorumlulukları olan iç ve dış problemlerin çözümüne dair bir vizyonları, bir ideolojileri, bir fikirleri bir siyasetleri olmadığı çok açık. Dolayısıyla da “bunu nasıl kapatacaklar?” Yani kendileri açısından olan bu problem nasıl kapanacak? Bu “nasıl kapanacak?” sorusu üzerinde de Suriye’deki Savaşı değerlendirebilirsiniz.

.

“PAYANDA MUHALEFET”OLMAKTAN ÇIKABİLMELİ

AdımlarTv: İktidarındurumu hakkında, izlediği politikalarla ilgili değerlendirmeler yaptınız, benbiraz da muhalefet cephesini sormak istiyorum. Mesela siz özellikle yıllardır“Türkiye’de gerçek bir muhalefet olmadığını” söylüyorsunuz konuşmalarınızda,yazılarınızda. Mevcut muhalefeti de “payanda muhalefet” olarak adlandırıyoruz.Bu tesbitiniz bugün için de geçerli mi?

Daha çok geçerli! Çünkü en son, meselâ İdlip mevzuunda bir bildiri yayınladılar mecliste, bütün partiler imzaattı. Şimdi oraya imza atan muhalefet partilerihem politikanın yanlış olduğunu söylüyorlar, hem de AKP ve MHP’yle imzaatıyorlar. Yahu bu politika yanlışsa, o yanlış politikanın sahiplerininyanlışını o imza ile niye üstleniyorsun?!. Niye ortak oluyorsun?! Niye oiktidarın yörüngesi içerisinde devam ediyorsun?!. Yanlışsa erkek gibi “buyanlıştır!” diyeceksin, bu sözün degereğini yapacaksın! Bugün bütün dünyada, bakın, siyaset yeniden şekilleniyor. Buna dikkat etmemiz lazım. Vesiyaset, bildiğimiz sistem içerisinde, “demokratik sistem” içerisindeşekillenmiyor! Demokratik teamüller içerisinde şekillenmiyor. Yani parlamentodafilân şekillenmiyor. Bugün Afrika’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Amerika’ya,Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar bütüninsanlık sokaklarda! Buna dikkat etmiyor musunuz? Latin Amerika’sından…

AdımlarTv: Sarı yeleklilerine…

Tabi ki!.. Bu şu demektir: Siyaset, sokaklarda -başladığı noktaya daha doğrusu, çünkü “siyaset” sokakta başlamıştı- başladığı noktaya dönüyor. Dönmesi, “yeniden şekillenme” ihtiyacından kaynaklanıyor. Çünkü mevcut siyasî rejimler, insanların ihtiyaçlarına, taleplerine karşılık vermiyor artık! Nedir talepleri insanların? Adalettir, güvenliktir ve en asgarî ekonomik şartların yerine getirilmesidir. Bugün insanlar ekonomik olarak yeterli seviyede değiller. Bütün dünyada! Kendilerini güvende hissetmiyorlar! Adil bir sistemle, “hikmet temelli” bir adalet sistemine muhatap değiller! Dolayısıyla bu talepler insanları tekrar sokaklara doğru çekti. Dolayısıyla da bugün hem muhalefetin hem iktidarın –ki, buna dikkat ediyorlardır zaten- muhalefet, başka kanallardan -tırnak içinde- “demokratik kanallardan hak araması başlayıp, başka mecralara sürüklenmesin” diye zannedersem o tür şeylere girme cesaretini gösteremiyor. İktidar da zaten o tür hak aramalar başlamasın diye elindeki tüm imkânları kullanıyor. Ama dediğim gibi, yani, bu aşamada da yine hem iktidarın hem muhalefetin önünde fırsatlar yok değil. Fırsatlar az da olsa var. Ama bunu kullanacak irade yok! Şimdi meselâ iktidarın şu söylemden vazgeçtiği ân, “iktidar kalır mı”, tabiî onun hesabını yapıyor. Meselâ “kandırıldık!” Suriye politikasında Rusya ile ilişkilere kadar mı kandırıldın,  Rusya’dan sonra NATO’yu buraya davet ederken mi kandırıldın?!. Şimdi herkes bunu bekliyor…

.

“KANDIRILMAK” SUÇTUR!

Mevzu buraya gelmişken söyleyelim –Allah rahmet eylesin- Abdulhamid Hân’ın sözü. Bir görev esnâsında görevini yapamayan bir bağlısının mazeret beyanı olarak “unuttum” demesi üzerine söylüyor: Unutmak mazeret değildir, bizatihî suçun kendisidir! Meâlen… Şimdi bundan mülhem; siyasette kandırılmak mazeret değildir, suçtur! Çünkü siyasette “kandırılmak” diye bir şey olamaz! Siz kandırıldığınız ân, sizin etkilediğiniz bütün insanların hem ahreti hem dünyası etkileniyor ve kandırılıyor. Dolayısıyla da siyasette “yalan”la “doğruluk” arasına; “yalan”la kendisi arasına sınır koyamayan siyasetçiler hem kendi iktidarlarının batırıcısıdır hem de “devlet gemisi”nin batırıcısıdır! Çünkü yalanın olduğu yerde ne adalet olur, ne adil bir paylaşım olur, ne güvenlik olur; hiçbir şey olmaz! Hiç kimseye inanamazsınız, güvenemezsiniz! Dolayısıyla da “kandırıldım” siyasetinin de sonuna gelmiş durumdayız.

.

BOP SALDIRISINA ORTAKOLMAK

AdımlarTv: “Yalan” siyasetinin BOP Saldırısı ilebaşladığını söylemiştiniz…

Tabiî!.. BOP’unkendisi zaten yalan üzerine kurulu bir şey. O Colin Powell’ın Birleşmiş Milletler’deki gösterdiği resimleri filânhatırlıyoruz. “Irak’ta kimyasal silah var;şurda, burda” filân diye… Ondan sonra olmadığı açığa çıktı Irak’ta. En ufakbir kimyasal silah bile bulunamadı.

AdımlarTv: 91’deKuveytli Büyükelçi’nin kızının sanki soykırım yapılıyormuş gibi BM’dekonuşturulması…

Yani bu saldırı, 30 yıl içerisinde değerlendirebileceğimiz busaldırı, zaten yalan üzerine kurulmuş bir saldırıydı! Hâliyle bu saldırıya ortak olanların da “yalanmetodu”nu benimsemelerinden daha normal bir şey olamaz. Dolayısıyla dasiyasetin bu huyundan vazgeçmesi lâzım!.. Burada bu huyundan vazgeçip, olduğugibi meseleleri ortaya koyduğunda zaten bugün yaptıklarının haklılığı kalmaz. “Muhalefet”ise, zaten muhalefet görevini yerinegetirdiğinde, bugün yapılan yanlışlara gereği gibi tepki verdiğinde, zateniktidarın “yanlış yapma” şeyini elinden alır. Anlatabildim mi? Yani o bizim “Türkiye uzlaştırıcı olmalı, uzlaştırıcı birsiyaset tatbik etmeli” dediğimiz hususa da denk gelir bu. Siz iç bünyeyi uzlaştırıcı,barıştırıcı bir tedbir alamazsanız eğer, dış saldırıya zaten tedbiralamazsınız! Buradaki husus şu: Bunubile bile, bu uzlaştırıcı tedbirleri almamak, sizi dış saldırıya ortak yapar!Yani Türkiye’deki siyasi aktörlerin bu politikalardan vazgeçmesi lazım… Artık herkesin sırtı duvarda! Gidecek biryer kalmadı! Siyaseten üretecek bir şey kalmadı!.. Halkın, milletinferasetini küçümsememeleri gerekir. Büyükmilletler geç tepki verir, ama tepkiyi verdiği zamanda da o tepki hedefineulaşana kadar devam eder!.. Bunun sandıkta da gösterir, başka yollarla dagösterir.

Dolayısıyla da bu çatışmacı, başka iri devletlerin, emperyalist devletlerin yararına olacak şekilde, onların malzemesi diyebileceğimiz çatışmacı politikalardan vazgeçmek gerekir. Yani şu -daha açıkçası- BOP Stratejisi içerisine yerleştirilmiş ne bir “Neo Osmancılık”ın, ne de başka bir “politika”nın şansı yoktur.   Bağımsız hareket etmek başka bir şey, bu şekilde “fırsatçı” hareket etmek başka bir şey! Bunların ikisini birbirinden ayırmak lazım…

.

SİYASETİN MUHTEVASI,BAĞIMSIZLIK ve ŞANTAJ POLİTİKASI

Bağımsızlık –başta bahsetmiştim- rejimin taşıyıcı unsurlarında kendini gösterir. Yani “taşıyıcı unsur”, o hangi sınıfsa. Meselâ bizim için onun ismi “aydın”dır. Aydın sınıfının “hürriyetini idrak” süreci, zaten otomatikman “bağımsızlık süreci” ile birlikte iktidar mücadelesini de davet eder. Hürriyetini idrak ettikçe, kendi bağımsızlığında idrak eder; her bağımsızlık idrakı –yani esaretten kurtulma süreci, diyelim- yeni bir iktidar sürecini beraberinde getirir. Dolayısıyla da “aydın sınıfının”, bu sınıfın, kendi hürriyetini idrak etmiş taşıyıcı sınıfın -yürüttüğü siyaset ne olursa olsun, adına ne denirse densin!- o, zaten bağımsız siyasettir! Bugün siyaseti “bağımsız” kılan, ona buna “höt, möt!” demek filân değil! Siyaseti bağımsız kılan, doğrudan doğruya “siyasetin muhtevâsı”dır! Bugün muhtevaya baktığımızda biz BOP’tan başka bir şey görmüyoruz! Yüksek sesle söylenmesi bu politikaların bağımsız olmasına yeterli delil değil! Siyaseti bağımsız kılan onun muhtevası, ruhudur. Bu da Rejimin taşıyıcısı ve Sistemin yürütücüsü olan sınıfla anlaşılabilir. Şimdi, bugün bakıyoruz biz; 20 yılda yetişen insan tipine bakıyoruz. Yani bir orada Rusya’dasın, bir Amerika’dasın, AB’desin, buradasın filân…  Yani “bana yâr olmayan, kimseye yâr olmasın!”, “bem gidersem herkes gider!”, “bana bir şey olursa bütün bölgeyi ateşe veririm!”, “öyle olursa böyle olur!”… Buna “şantaj politikası” denir. Bir yere kadar! Karşı taraf da buna bir yere kadar izin verir. Bunun gidebileceği yer yoktur!.. Sadece şu vardır; bu politikayı yürüten insan, şantaj yaptığı “iri güçler”den can güvenliği garantisi aldıysa, hem kendisinin hem ailesinin, Millet de umurunda değilse, oynayabileceği yere kadar oynar! Anlatabildim mi?.. Burada da, bu politikaya da bakıp “Aa! Burada çok derin şeyler var!” filân… Allah’ın hikmeti sonsuz, Allah ne gösterir, biz onu bilmiyoruz. Neyi neye vesile kılar? Biz onu bilmiyoruz… Bunlardan ayrı olarak söylüyorum: Bu şantaj politikası bizim inandığımız ideallere yakınlaşmasından ziyâde, ideallerin örselenmesine sebebiyet verir. Ve İBDA Mücadelesi – İslâm Devrimi, BOP Projesiyle uluslararası güçlerin hizmetine sunulduğu gibi, bugün İBDA Mücadelesi, bu devrimi, uluslararası güçlerin elinden alma mücadelesidir aslında!.. Bu mânâda baktığımızda da “mücadele kimin arasındadır?” diye sorulduğunda; işte bu çatışmacı politikaların, herhangi bir “iri devlet”in, iri emperyalist gücün lehine olarak sürdürenle, iri emperyalist gücü “sen bir zahmet çık, biz ilişkilerimize yine devam ederiz. Ama bölgeyi terk etmen lazım!” diyen ve içerde uzlaşmayı sağlayıp, uzlaşmayı belli ilke ve prensipler ve inanç sistemi etrafında sağlamış olmanın hakkıyla da liderliği ele alan güç arasındadır. Bunlar arasındadır. Bunun içerisinde nasıl ki iktidar bloğunu oluşturan farklı kesimler olduğu gibi, bu tarafta da farklı kesimler olabilir.

.

BOP SALDIRISI İÇİNHARCANAN İMKÂNLAR VE FIRSATLAR

AdımlarTv: Röportaj öncesindeki sohbetimizde bahsetmişsiniz, dikkatimi çekti; “Türkiye’de birçok fırsat kaçırıldı” diye. Bunu biraz izleyicilerimiz açısından açabilir misiniz?

Aslında biraz şey yaptığımı düşünüyorum. Mesela en başta yine söyledim; 2002 yılında iktidara gelindiğinde, İslamcı camiânın genel bir “olur”u alındı zaten. Bir mücadele vardı… Bununla birlikte farklı kesimlerin de sempatisi vardı. Özellikle mevcut düzenden muzdarip olan, buna liberaller olabilir, sol olabilir, hatta bir kısım Kemalistler olabilir, belli bir sempatisi vardı. Bu geniş konsensüs üzerine yapılması gereken yapılabilirdi. Ama uygulamalar geldikçe -tabiî ki o uygulamalar muhalefeti de üretti- özellikle BOP süreci, BOP Eşbaşkanlığı. Daha sonra işte Fethullah cemaati ile ilişkiler. Sonra o ilişkilerin çatışmaya dönüşmesi filân. Gele gele bugüne “ittifaklar siyaseti”ni getirdi. Dış politikada da aynıydı. Meselâ Suriye ile olan ilişkilerde ortak bakanlar kurulu toplantıları, hattâ hatırlıyorum o zaman Amerika’yla ilişkilerde Suriye’de Elçilik açılsın-açılmasın filân, bu tür şeyler olurken, Suriye hükümeti “dış politikaya dair şeyleri Türkiye ile konuşun!” diye, hiç olmayacak bir kredi açtı buradaki hükümete. Ama maalesef bu kredi, demin söylediğim gibi “iç”i uzlaştırıcı ve bir güç hâline getirici bir politikanın malzemesi yapılmak yerine, bu kredi, Ahmet Davutoğlu tarafından ve Ahmet Davutoğlu şahsında -sanki Amerikan Büyükelçisiymiş gibi!- gidip Esad’a Amerika’nın istekleri dayatıldı o zaman! İslâm Dünyası, AKP iktidara geldiğinde, Türkiye’nin liderliğine hazır bir pozisyondaydı. Sonra BOP kapsamında o “rol model” olma şeylerini hatırlıyorsunuz. O “rol model ülke” sevdasıyla bu krediler, bu sermaye müsrifçe tüketildi! Dolayısıyla da bugün gelinen noktada işte “İslâmcı bir parti” olduğu söylenen bir iktidar, almış CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu‘nu karşısına, 30 tâne asker de şehit olsa muhatap aynı, dünya da yıkılsa muhatap aynı, deprem de olsa muhatap aynı! Hafiflik bunlar, bunlar doğru şeyler değil!.. Tabii ki bu da onun, iktidarın ideolojik-fikrî muhtevasını gösteren şeyler. Bu tavırla da itibar sağlanmaz dünyada. Ancak demin söylediğim gibi herkes kendi menfaatleri açısından bir noktayı gözlüyordur, o noktayı gözlediğinden dolayı da, siz ayakta kalıyorsunuzdur. Aslında gücünüzden dolayı değil… Bu tavır itibarsızlık getirir. İtibar doğrulukla sağlanır! Ahlâkla sağlanır! Güvenilirlikle sağlanır! Bunları ortadan kaldırdığımızda itibarınız filân kalmaz. Bu açıdan bakıldığında hem muhalefet olarak hem iktidar olarak ve genel olarak Türkiye açısından birçok fırsat, evet, kaçmıştır. Kaçtığından dolayı da faturanın şeyi her geçen gün daha da artıyor. Maalesef, en son fırsat da İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’ydu bunlar açısından. Salih Mirzabeyoğlu’nun da katledilmesinden sonra da zaten, Türkiye’deki kara bulutlar hiç eksik olmadı!..

.

BÜYÜK DOĞU’NUN RUHUİBDA VE “YÜCELER KURULTAYI REJİMİ”

AdımlarTv: Peki İBDA Mimarı’nın vefâtından sonra ortayaçıkan suskunluğu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu suskunluk da şunu gösteriyor –daha önceden de söyledim-;yani İBDA Mimarı hayattayken sağdasolda herkes bir şekilde bahsediyordu. Şu ân anlıyoruz ki –ki, o zaman daanlıyorduk, o da ayrı!- O’nun fikrinden ziyâde şahsının bir “olur”u gerekiyorduİktidar’a, meşruiyet açısından. Bütündert şahsından bir “olur” almaktı! İşte “79milyonla Büyük Doğu”lar kuruluyordu(!), “Üstad’ıanma geceleri” oluyordu filân. Bakın dikkat edin, bunların hepsi azaldı!.. ZatenKumandan Mirzabeyoğlu’nun ismi anılmazoldu! Sanki “yok”muş gibi! Bu da şunu gösteriyor; ne demiştik demin “ruh veşekil”, “ideoloji ve siyaset” üzerine söylediklerime bağlı olarak söylüyorum: Busistemin, kurmak istediğin rejiminruhuydu İBDA! Yani “79 milyonla Büyük Doğu’yu kuracağız” diyorsan eğer,Büyük Doğu’nun bâtını İBDA, bu işin ruhu!İBDA olmadan zaten bu iş olmaz, yürüyemezdi!.. Bugün geldiğimiz noktada, İdeolocya Örgüsü’nden kendine uygun birelbise dikme gayretiyle bir takım şeyler yapılıyor, yapılanlarda iflâs etti! Hâlbukiİdeolocya Örgüsü’nü açıp baktığında “YücelerKurultayı Rejimi”ni incelediğinde, oradaki Devlet Başkanlığı denetlememekanizmasının ne kadar sıkı olduğunu görüyorsun. Yani öyle “ben böyle istedim, böyle oldu!” filândiye bir şey yok! Orada bir dava var değil mi; herhangi bir mesele karşısında,kanunun bir şey söylemediği noktada Başyüce’ninsöylediği kanundur!.. Anlatabildim mi?

AdımlarTv: Neredeyse ama “boşluk” da yoktur…

Temel meselelerde bu, zaten neredeyse imkânsız bir şeye geliyor. Ama “arazlar” üzerinde, çünkü “hayat arazlardan yürür”, her ân yeni bir şey çıkabilir. Şimdi burada da zaten genel ahlâk kurallarıyla, hukuk kurallarıyla çerçevesi çizilmemiş bir şey de zaten şeye açık. Ama bu şu demek değil; bir ülke, bir insanın iki dudağı arasında diye bir şey yok! Şimdi bugünkü iktidar hem buradan bir elbise dikerken kendine, onun denetim mekanizmasını da devre dışı bırakma gayreti içerisinde… Yani “denetlenemez” bir konumda; denetlenemez, sorumluluk yüklenmez, sorumluluk üstlenmeyen bir konumda iktidar olmayı düşünen bir anlayışın olduğu Türkiye’de kesin… Ama Türkiye gibi bir ülkede -tarihi ve coğrafyası bağlamında söylüyorum-, böyle bir ülkede bu şekilde hareket etme özgürlüğünü ne Yavuz Sultan Selim bulabilmiştir, ne Cihan Padişâhı Kanunî bılabilmiştir ne de İstanbul’u fetheden Fatih bulabilmiştir! Kimse bulamamıştır! Bu ham hayâldir!.. Çünkü bu topraklarda, şu tarih içerisinde,  şu ân yaşayan, bugün beğenmesek de, istediğimiz tepkileri veremese de, ama potansiyel olarak kendinde barındırdığına inandığımız o tepkileri, o karakteri barındıran bu coğrafyanın insanı buna izin vermez!.. Böyle bir şey olamaz, bunun anlaşılması lazım… Yani 20 yıl, 18 yıl devletler için de, siyaset için de çok uzun bir süre değil… Yarın bir gün belki de insanlar “yahu bu iş nasıl oldu?” filân diye birbirine soracaklar. “Niye böyle oldu?” diye…

.

TÜRK-RUS İLİŞKİLERİETRAFINDA KONUŞULMASI GEREKENLER

AdımlarTv: Türk-Amerikan ilişkilerine dair hemen herkesilkokuldan beri bir takım bilgilere sahiptir. Ancak “Rusya-Türkiye” ilişkileriaçısından durum pek böyle değil. Bu konuda konuşmak ister misiniz?

Yani tabi, o konuda bir şeyler söylemek gerekir. Çünkü bugünsöyleyen yalanların bir çoğu da Rusyahakkında söyleniyor. Bir kere şunu bilmek lazım; BOP Saldırısı’nın ana hedeflerinden biri de Rusya’nın parçalanması…Bu mânâda Rusya Irak‘ta ve Libya‘da taahhütlerini -içinde buşartlardan dolayı- yerine getirememekle birlikte Suriye‘de yerine getirdi. Ve Suriye’de müdahil oldu. Otomatikolarak da Amerika’ya “Suriye’nin Amerika’sıbenim!” diyerek karşı çıkma siyasetini gösterdi. Bu mânâda nasıl ki Irak’taAmerikan politikalarından bahsediyorsak, Suriye’de de “Suriye’nin Amerikası”Rusya’dır diyebiliriz. En azından şu aşamada… Şimdi tabiî ki Rus politikasının değerlendirirkendillere pelesenk olmuş bir şekilde düşmanlık söz konusu olduğunda hemen bir“Moskof’” şeyi –ki, burada Büyük Doğu Mimarı Üstadımız Necip Fazıl’ınoldukça büyük payı var, çünkü onun şeyi bunlar– hemen bunlar gündemegeliyor ve ne hikmetse 10 milyondanfazla insanımızı katledin, yerle bir edilmedik şehir bırakmayan Amerika’yakarşı duyulmayan öfke veya söylenmeyen şeyler Rusya’ya söylenebiliyor.Şimdi konuşmamın bir yerinde söyledim; “yerinde doğru genelleştirilemez!” diyebir dava var İBDA’da. Dün siz bir ülkeyle savaştınız diye, bugün desavaşacaksınız diye bir kaide yok. Şartlar değişmiştir, Rusya’yla savaştığınızdönemde Amerika diye bir güç yoktu. O zaman İngiltere vardı, -mevzuun hiç teferruatına girmeyeceğim!- İngiltere’nin bir sürü tahriki ile deRusya’yla savaşmışlığımız oldukça fazla. Bunu da bir yere not edelim. Şimdi,bildiğiniz üzere Rusya’nın %40’ına yakınıMüslüman. %35-40 müslüman… Dolayısıyla da Rus topraklarındaki bu İslâm nüfusu, Rus politikasına doğrudanetki ediyor. Ve Rus politikasını geliştiren mihrakların da gözardıetmedikleri bir husus bu. Hatta hepimizin hatırlayacağı üzere, Rus politikasınabelli bir etkisi olan Aleksandr DuginTürkiye’ye geldiği zaman AbdülhakîmArvâsî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmiş, bu ziyaret de Türkiye’deoldukça dikkat çekmiş, ama anlaşılmamıştı… Şimdi size şunu rahatlıklasöyleyebilirim ki, Rusya’nın arşivlerindeki Türk’e ait malzeme ve şu ân Russiyasetinin veya Rus istihbaratının Türkiye üzerinde bildikler, Türkiye’dekiinsanlardan çok daha fazladır. O zamanki röportajda Aleksandr Dugin “niyeziyaret ettiniz?” sorusuna –ki çoğu Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’nitanımadığı gibi, kabrinin yerini bile bilmez- şuna benzer bir cevap vermişti: “Türkiye’de bir Hilâfet kurulursa eğer, -başka,önü, arkası da var bu cümlenin- biz Rusya olarak Bağımsız Hilâfet devletinidestekleriz”, “Ehl-i Sünnet, Sünnî temelli, Nakşî temelli Hilâfet Devletinidestekleriz” Ve “Altun Silsile”ninson halkası, Büyük Doğu – İBDA üzerindeki Mühür olan Abdülhakîm ArvâsîHazretleri’nin kabrini ziyaretinde bunu söyledi… Kumandan bu hadiseyi duyduğunda şunu demişti –esprili olarak da- “canlısıburada, ona gelebilir!” diye kendini işaret etmişti. Şimdi yine buAleksandr Dugin bizim Kırgızistan‘daolduğumuz dönemde meşhur eserini güncellemiş,o eserde Türkiye ve Türkistan’la ilgili can acıtıcı bazı ifâdeleri çıkararak,yeni şeyler eklemişti. Bunlardan en başı, “Rusya’nın Türk topraklarında, artık İslâmlasorun teşkil edecek bir çatışmaya girmemesi ve bilakis öyle kabul etmesi, bunukabul ederken de Ehl-i Sünnet anlayışa özel önem vermesi gerektiği”nedair güncellemelerde bulunmuştu. Şimdi Rusya’nın iç dinamiklerini Türkiye’debilenler konuşmuyorlar, konuşanlar da iftira sadedinden bilmeden konuşuyorlar.Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. İçdinamiklerini bilmeden sadece bir şey üzerinde mahkûm ederek Rusya değerlendirmesibence oldukça yanlış! Bunu “Avrasyacılık”bilmem necilik adına filân söylemiyorum. Aslında bu genel bir şey olarak her devlet için söylenebilir. Fakat şu ânsizin sorunuz Rusya’yla alâkalı olduğu için Rusya’yı söylüyorum. Bu bilinmediğizamanda da, özellikle KGB’den gelme Putin siyasetinin -20 yıl aşkın, 25 yıl,belki daha fazla- kodlarını da okumamız mümkün olmaz. Çünkü Rusya’nın bölge ilebölgemizle ilişkisi, bir tek Amerika’yla alâkalı değil. 89’da Sovyetlerin yıkılmasıyla zaten doğan boşluk üzerine Amerikabölgemize saldırıya geçti. Hâliyle de komşumuz olan ve “dünyanın ikinci nükleer gücü” olan Rusya’yla ilişkiler, bence şuaşamada düşmanlık temelli değil de, en azından bir “ittifak” temeli üzerinde kimseninkimseye kazık atmadığı ve kandırmadığı bir zeminde yürümeli. Eğer kiburadan sapma olursa; çünkü Rusya’dasadakate, doğruluğa, güvenilirliğe önem veren, bunlar üzerinde siyaset yapanmihraklar şu ân politikaya hâkimler. Bunlarla herhangi bir, yani “benburadan bir çalım atarım, buradan onu kandırırım” filân gibi bir esnaf politikası yürütüldüğünde benimkanaatim bunun geri dönüşümü düşündüğümüzden daha sarsıcı olabilir!.. Hâliylede esas saldırıyı “Batıdan geliyor!”olarak işaretleyen bir anlayışın komşusu ve dünyanın ikinci süper gücü olan birdevleti “düşman” olarak belirlemesi bence hatadır!.. Bu şu demek değil; “heryerde aynı politikaları savunalım!” Siyasetköşeli bir şey değil! Bunu söylerken onu kastetmiyorum. Ama “pis Moskof!”edebiyatına da, olmayan şeyleri ortaya koyan söylemlere de tamamen karşı olduğumusöylemek isterim… Yani Rusya’yla o şekilde bir düşmanlık, Rusya’yı bölgede İsrail de dahil olmak üzere yeni partnerler aramaya götürür. Veşunu da söyleyeyim; BOP Eşbaşkanlığıyüzünden Rusya’yla İran ittifakı bir nevî mecburiyet olarak ortaya çıkmıştır.Aslında Rusya’nın hem Müslüman nüfusunun muhtevası, hem siyasetinin derinliğive bugünkü politikaları, jeopolitiği açısından baktığında onun müttefikiTürkiye olmalıydı. Bugün Rusya’da oldukça etkili olan bir kesim var ki –biz onların zaman zaman yazılarını yayınladık-, bunlar Türkiye ile bugünkü ilişkilerin çok çok ötesinde, eşit ortaklığıiçeren ilişkiler kurmak gerektiğini düşünen kesimler bunlar. Bu kesimlerin etkisindendolayı zaten hem uçak olayında, hem elçi olayında, hem de şimdi Türk toplumundan açık bir düşmanlıkgörmemek için, düşmanlığını çekmemek için, uluslararası kamuoyunun gözü önündedüşündüğü tepkileri de vermiyor diye düşünüyorum ben… Aynı şeyi Arap dünyası için de söyleyebilirim.Tabiî şu ân vaktimiz yok. Bunu açamayız.

Röportaj: Aydın Alkan– AdımlarTv

(Devamı: BOP İSLAMCILIĞI, İSLAM’DAN KAÇIŞTIR! / ALİ OSMAN ZOR Röportajı / 3. Bölüm)

İNŞAAT ÇETESİ – YAĞMA DÜZENİ – İNTİHARLAR ve SURİYE GÜNDEMİ / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 1. Bölüm

BOP İSLAMCILIĞI, İSLAM’DAN KAÇIŞTIR! / ALİ OSMAN ZOR İle Röportaj – 3. Bölüm

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et