AÇIK GÜNAHIN GİZLİ TEVBESİ / Cem TÜRKBİNER

AÇIK GÜNAHIN GİZLİ TEVBESİ / Cem TÜRKBİNER

Açık günahın gizli tevbesi…

Rezil sahtekarların ve sefih safsatacıların en çok başvurduğu usullerden biri de budur… Mekanizma şöyle işler: Birinin yardakçılığını yapıyorlardır… Lâkin kader bunları, yardakçılığını yaptıkları adamın düşman olduğu birinin de yardakçılığını yapmaya mecbur bırakır… Böyle durumlar sık olur ve hep aynı muhteşem taktik devreye girer: “Aslında o ona düşmandı ama sonra o iş değişti”…

Genelde düşmanlığı açık yapanlar dostluğu gizli yapmışlardır. Pisliğine milyonların şahit olduğu herifin faziletine genelde bir kişi şahit olur. Ve buna inanmanız beklenir…

Ancak yanlış anlaşılmasın, inanması beklenenler yardakçı köleler değildir, senin benim inanmam beklenir. Yardakçı kölelerin neye inanıp neye inanmadıkları, başta efendileri olmak üzere kimsenin umurunda değildir… Onlar emirleri yerine getirirler.

Bu masallara gerçekten inanan saflar mesela, İndallah’ta hiçbir teklif ile mükellef değildirler. İlâhın hikmet dolu emir ve yasakları, böyle bir gerizekalılığı muhatab almaz… (Evet, avamı aşağılıyorum)

Sahtekârlara gelince…

Önce bir senaryo oluşturulur… Bu senaryoda birtakım ilkeler olduğu vehmettirilir. Oysa söylediği ilke ile bu ilkeyi bağladığı şartın birbiri ile alakası yoktur… Şöyle bir misal verelim: Adam şarap içecek. Diyor ki, eğer şu kapıdan ilk giren bir erkek olursa içeceğim, yoksa içmem… Kapıdan kadın giriyor, bu da şarabı içiyor ve milleti kapıdan girenin esasında erkek olduğuna inandırmaya çalışıyor. Diyor ki, siz her ne kadar onu kadın olarak görmüş iseniz de ben şahidim ki o erkekti.. (Biz de sorarız: Hayırdır, kapalı kapılar ardında ne gördün de erkek diyorsun?)..

Tahlil… Eğer dedikleri doğru olsaydı, dedikleri şart işledikleri fiile yine meşruiyet kazandırmazdı. Bir de bunların sözleri yalan… Yani erkek olsa idi giren, şarap içmek yine yanlış olacaktı. Üstelik erkek de değil…

Peki bunu niye yapıyorlar?.. Bazı şeylere mecburlar, bu makamlarda bulunmak için vaktinde diz çökmüşler, onun gereğini yapıyorlar… Bir de şöyle bir fayda umuluyor. Faziletli bir iş yaparsın da millet de seni destekler. Lâkin onlar böyle istemezler… Çünkü böyle bir durumda destek kişiye değil, güzel fiîledir.

Onlarsa, ne ederlerse etsinler sadece nefslerine secde edilsin isterler… Doğru, yanlış, güzel, çirkin vs farketmez… İşte bu şekilde kulluğun boyutunu da ölçmüş olurlar.

İşte en çetin sınanmanız köleler:

“– Netanyahu özür diledi!”

Tanrınız sizi sınıyor, aman geçin bu köprüden… Biz de dünya ahiret şahitlik için orada olacağız!

(28 Haziran 2016)

***

Netanyahu: Bu anlaşmanın bizim için muazzam etkileri olacaktır, ki bu sıfatı iyice tarttıktan sonra kullanıyorum.

Hep diyorum ya; mantık, hikmet, felsefe vs… Bir sebebi var… Meselâ keşke aklın ilkeleri ile konuşamayan bir kimse hiç konuşamasa idi… Ağzını açtığında anlamsız sesler çıkarsa veya sussa idi… Gelgelelim Allah’ın takdiri ve biçtiği rol bu, milyarlarca saçmalık arasından hakikati seçmeliyiz, başka yolu yok… Lakin bu çok da zor değil, biraz gayret gerektiriyor hepsi bu.

Şeyler arasında bir irtibat kuracağız dimi… “Su çok soğuk” şeklinde bir tasdikte bulunurken aklınız pek çok şey yapıyor esasında: Su nedir onu biliyor, çokluk diye bir kavramı biliyor ve soğuğu biliyor… Bu da yetmez elbet, bu tasavvurlarını doğru bir şekilde bir araya getiriyor.. Meselâ çokluğun bu cümlede soğuğu tarif etmesi gerektiğini biliyor..

Zihinde misâl, uzunluk diye bir ölçü de var… Neden tabiî hâlde bir akıl, “su çok uzun” diye bir tasdikte bulunmuyor?.. Suya kirli diyebilirsiniz, soğuk diyebilirsiniz, tatlı diyebilirsiniz ama bütün sıfatları kullanamazsınız.

Şeyler arasında irtibatın mümkünlüğü ilk bahistir… Ondan sonra bir irtibat kurulması mümkün olduğunda bu irtibatın ne ve nasıl olması gerektiği meselesi gelir… Misal:

ZENDPRESS: Kemalizm ve Kürt meselesini nasıl izâh edersiniz?

SALİH MİRZABEYOĞLU: Kemalizm ile Kürt meselesinin karşılaştırılması, ikisinin de ne olduğu malûm farzedilerek, yâni iki malûmun karşılaştırılması şeklinde olur ki, bugün için böyle bir anlayış ortalamasından bahsedilemez…” (*)

Mübayenet diye bir ıstılah duydunuz mu?.. İki şey arasındaki “mutlak bir ayrılık ve kesin bir farklılık” şeklinde tarif edebiliriz… Mübayenete bir misal:

– Ortadoğuda İsrail diye bir devlete yer yoktur!..
– İsrail dost ve müttefik bir ülke!..

Mübayenetin iki tarafını birleştirme düşüncesi, eğer bir cehalet var ise ahmaklığa, eğer bir kasıt var ise ihanete çıkar… Lakin dikkat edilmelidir ki, bu birleştirme gayesi hangi sebepten kaynaklanıyorsa kaynaklansın, teknik olarak imkansızdır.

Şunu da karıştırmamak gerekir: İki şey bazen imkân olarak bir araya getirilebilir de, gelmemesi gerekiyordur. Buna misâl olarak da, Nasreddin Hoca’nın bal ile sirke terkibini verebiliriz. Lakin ben böyle bir şeyden bahsetmiyorum… Ben imkansız bir ihanetten bahsediyorum!

Ahlâkı, belirleyici bir umde olarak görmeyenler fizik ve imkânı kabul ederler mi acaba?.. Zira bir şeyin ahlâkî olarak yanlış olması başka, imkan olarak mümkün olmaması başkadır… Misâl küfür, imkanı olan bir ahlâksızlık iken, sizin yapmaya çalıştığınız bu birleştirme çabası hem ahlâken hem de imkân bakımından yanlıştır.

Hamd, bizi “niyette hain – fiilde muhal” bir pisliğe düşmekten koruyan ve bunu da bir tesadüf ile değil, tam bir marifetle yapmamızı nasib eden Allah’a mahsustur!

(27 Haziran 2016)

(*) ADIMLAR -1984’ten 1996’ya- , Salih MİRZABEYOĞLU, İBDA Yayınları, 1996

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: