TAYLAND’DA ÜÇ ŞEHİD

Tayland’ın güney kesiminde, küfür rejimi ile, rejime karşı bağımsızlık mücadelesi veren mücahidler arasında çatışmalar yaşandı. Ülkenin güneyinde, Malezya’ya komşu olan ve Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu Narathiwat eyaletinde önceki cuma günü, Tayland … Read More

BAĞDAT’TA KANADALI’DAN SONRA ABD VATANDAŞI ÖLDÜRÜLDÜ

Irak’ın başkenti Bağdat’ta 45 yaşındaki Stephen Troell adlı ABD vatandaşı vurularak öldürüldü. Troell’in kendisini kaçırmaya yönelik başarısız bir girişimin ardından vurularak öldürüldüğü belirtilerek, Karrada semtindeki bir hastaneye kaldırıldığı ve hastane … Read More

İSLÂMÎ REJİM, RÜŞVET VE YOLSUZLUĞA SON VERİNCE REFAH VE BÜYÜME ARTMAYA BAŞLADI

Afganistan’a Taliban’ın hâkim olmasından sonra, başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist ülkelerin Afganistan’ı tecrit ederek ekonomik yönden çökertmek ve İslâmî rejime diz çökertmek amacıyla uygulamaya koydukları ambargo ve ticarî ksıtılamalar … Read More

BAĞDAT’TA FÜZELERİN HEDEFİNDE ABD ELÇİLİĞİ VARDI

Irak’ın başkenti Bağdat’ta bulunan ve hükümet konakları ile yabancı misyonların yer aldığı korunaklı Yeşil Bölge’deki ABD Büyükelçiliği’ne roketli eylem düzenlendiği bildirildi. Roketlerin Bağdat’ın güneyindeki el-Dore bölgesinden fırlatıldığının aktarıldığı haberlerde, eylem … Read More

İŞGÂLCİ ABD GÜÇLERİNE LOJİSTİK DESTEK SAĞLAYAN TIRLARA OPERASYON

Irak’ın başkenti Bağdat’ta ABD öncülüğündeki Haçlı işgâlci koalisyon gücüne mensup teröristlerine lojistik destek sağlayan TIR’ları hedef alan operasyonda 4 kişinin yaralandığı bildirildi. İşgâlci teröristlere lojistik destek sağlayan TIR’lara yönelik patlayıcılarla dün 2 … Read More

SADDAM ve İBDA

ADIMLAR Plâtformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman ZOR’un, Osman HALİD müstearıyla Saddam Hüseyin’in katledilmesinin hemen ardından 12 Ocak 2007 tarihinde yayınlanan yazısını istifadelerinize sunuyoruz. ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu SADDAM ve İBDA Osman HALİD (Ali Osman ZOR) Saddam Hüseyin, işbirlikçi pislik Şiîler eliyle bütün dünyanın gözü önünde idam edildi. Muhteşem şehitlik!.. Saddam Hüseyin’in idamı bir anda bütün Batıcılar’ın ciğerlerindeki lekeyi olduğu gibi meydana çıkardı. Kelime-i Şehâdetle ölümü karşılayan ve idam törenini bir düğün törenine çeviren yiğit Saddam’ın yayınlanan görüntüleri, Saddam düşmanlarının dillerinin bağlanmasına sebep oldu. 1990 yılında Birinci Körfez Savaşı’yla başlayan ve Saddam Hüseyin’in şehâdetiyle yeni bir döneme giren süreç, İBDA fikrinin doğruluğunun ispatı niteliğinde gelişmiştir. İBDA diyalektiğinin ispatı ve İBDA’nın uyguladığı politikanın su götürmez doğruluğu, bugün, Saddam’ın idam edilmesiyle avama da zahir olmuştur. 17 Ocak 1991’de başlayan Amerikan saldırısına karşı Türkiye’de sadece İBDA kesin tavır alarak Saddam’a desteğini izhar etmiştir. Emperyalist taarruzun ana hedeflerinden biri olan Irak ve Saddam Hüseyin’e bakış açısı insanların veya kurumların ideolojik, siyasî ve ahlâkî durumunu gösteren en önemli unsur olmuştur. Irak ve Saddam Hüseyin vesilesiyle ne kadar sahte anti-emperyalist, solcu, demokrat, milliyetçi ve İslâmcı varsa hepsi tek tek meydana çıkmıştır. Bugün, artık daha net görülmektedir ki, Saddam Hüseyin Amerika, İsrail ve İran için çok büyük bir tehlikeydi. Hâliyle emperyalist taarruzun devam edebilmesi, Filistin başta olmak üzere, Sünnî İslâm’ın varolduğu bölgelerin ehlîleştirilebilmesi için, bu tehlikenin bir ân önce bertaraf edilmesi gerekiyordu. Iran-Irak Savaşı’ndan moral ve askerî olarak güçlenmiş bir şekilde çıkan Irak, her fırsatta İsrail’e olan düşmanlığını göstermekten hiç çekinmedi. 91’deki Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’in İsrail’e attığı otuz küsur füze bunun en büyük delilidir. Güçlü bir Sünnî Irak’ın, Amerika’nın bölgedeki iki müttefiki için –İsrail ve İran– tehlikeli bir durum arzettiği artık aşikârdı. Otuz küsur devleti arkasına alarak 17 Ocak 1991’de Irak’a çullanan Amerika, birkaç gün içinde bu tehlikeyi bertaraf edebileceğini zannediyordu. İsrail’in de devamlı olarak “kötü örnek oluyor” zorlamasıyla Saddam Hüseyin’i iktidardan indirme faaliyetinin Amerika’ya getirdiği maliyet 17 Ocak’tan sonraki süreçte daha net görülecekti. “Zalim Saddam” edebiyatının Amerika-İsrail-İran propagandası olduğu, geçen bu 15 yıllık zaman zarfı içerisinde daha iyi anlaşılmıştır. 1991 yılında bize “Saddam kimyasal silah atacak” diyerek maskeler taktıranların hepsinin birden Amerikan-İsrail uşağı ve Şiî kırması oldukları görülmüştür. Bu “Zalim Saddam” edebiyatı yapanların hiçbiri, bugüne kadar Saddam’ın Türkiye aleyhine ne yaptığını millete söyleyememeleri ayrıca dikkat edilmesi gereken başka bir husustur. Saddam’ın önerdiği, Türkiye ve Irak lehine olan tekliflerin bugüne kadar milletten hep saklanması, Saddam’ın Amerikan düşmanlığının Türkiye düşmanlığı olarak gösterilmesi bizim kaydettiğimiz ihanet listenin başında gelmektedir. Laiklerin, Şiîlerin, diyalogçuların, sahte solcuların, sahte milliyetçilerin ve hain İslâmcıların oluşturdukları Batıcı İhanet Cephesi’nin bütün propaganda ve yönlendirme faaliyetlerine mukabil, halkı, olması gereken biçimde Irak lehine etkileyen tek hareket İBDA olmuştur. Amerika-İsrail-İran dolmuşuyla, Türkiye’de herkesin Saddam’a laf söyleme yarışına girdiği bir dönemde sadece İBDA ve önderliği O’nu desteklemiştir. 17 Ocak 1991’den, yâni savaştan önce, Sayın Salih Mirzabeyoğlu o zamanki haftalık çıkan Cuma dergisine verdiği mülâkatta hadiseyi ana hatlarıyla değerlendiriyordu: “Bilinen hâdiseleri gevelemek ve bir şey söylemekten çok bir şey söyleme taklidi yapmak ve mihraksız çocuk uçurtması ihtimâller üretmek yerine, hâdiselerin iç yüzünü ve bâtınî motiflerini yakalamak, bunu İslâmî hareketin motive edici, yâni uyarıcı, itici ve yönlendirici yakıtı yapmak…” (*) O günden bugüne yaşanan süreçte mücadelenin geldiği seviye göz önüne alındığında, yukarıdaki ifâdelerin nasıl tezâhür ettiği, takip edenler tarafından mâlum. Körfez Savaşı’yla paralel olarak İBDA hareketinin kat ettiği yol ve geldiği seviye, uygulanan politikanın doğruluğuna ayrıca bir delil… “Körfez krizi, Türkiye’deki sistem krizini de ortaya getirecektir… Açıkça söylemek gerekirse, yetki kargaşası ve boşluğunun huzursuzluğu içerisinde, ihtilâlci hareketler açısından müsait bir zemin doğacaktır!..” (*) Türkiye’yi 28 Şubat’lara ve bugün yaşanılan “yetki kargaşası ve boşluğunun huzursuzluğu”nun sebep olduğu hâdiselere getiren süreç, Körfez krizi ile birlikte başlamıştır. Nisan ayında yapılması düşünülen Cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında dile getirilen sıkıntıların kaynağını o dönemde aramak gerekir. “Her şeyden önce, böyle bir yapı, resmî politika doğrultusundaki davranışlar için insanımızı motive edemez; yâni, ruhî uyarmaları, heyecanı, kışkırtmayı ve yönlendirmeyi yapamaz… Sonra… Hem Amerika ve Avrupa açısından, hem de onların Türkiye’deki kapı kulları bakımından, “beklenmedik mallar pazara geldi” hesabı şahsiyetli fışkırış tezahürleri olabilir!..” (*) Batıcı İhanet Cephesi’nin elindeki tüm imkânlara rağmen istediği doğrultuda insanımızı yönlendirememesi, sokaktaki vatandaşın Saddam’ı desteklemesi, o gün olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Çok istekli oldukları hâlde Kuzey’den Irak’a girememe sebepleri de beklenmedik malların pazara gelmesidir. 25 Ocak Cuma eylemi hatırlanmalı… İBDA Mimarı 25 Ocak 1991 Cuma günü başlayan Amerikan aleyhtârı gösterilerin geleceğini 1990’dan haber veriyordu: “Evet; ben kuyrukçu ve kuyruk sallayıcı politikayı tasvip etmiyorum!.. Türkiye’de İslâmcı kesimin reaksiyonlarını hesaba katmadan girilecek taahhütler şaşırtıcı neticelere varabilir… Mesele Saddam Hüseyin’i sevmek bakımından değil de, Amerikan ve Batı emperyalizminden nefret bakımından görünürse şaşmamak gerekir, çünkü insanımızda bunun kültürel ve ruhî kökleri var. Şunu açıkça söylemek istiyorum: Halkı Müslüman olan ülkelerde hükümetlerinin tutumu ne olursa olsun halkın ayrı bir hissiyatı ve sezgisi vardır…” (*) Yukarıdaki ifâdeler, bize, kendisinin “ikinci Özal” olduğunu iddia eden Tayyip’i hatırlattı. Aynı o da Özal gibi, Müslüman halkın hissiyatını ve sezgisini hiçe sayarak Amerika’ya bir takım taahhütlerde bulunmuştu. Fakat 1 Mart Tezkeresi’yle şapa oturdu. Hâlâ yediği o kazığı çıkarmaya çalışıyor. Saddam konusunda Batı’nın durumunu anlatırken İBDA Mimarı şöyle diyor: “Bugün Batıyı ve Amerika’yı ayağa kaldıran, –dikkat edin, dünyayı ayağa kaldıran demiyorum–, hak duygusu değil, emperyalist düzenlerinin bozulması kaygusudur; diğer devletler de onların maiyeti olarak, onlara çeşitli mahkûmiyetleri olan figüranlar.” (*) İşte, Saddam Hüseyin’e hangi gözle bakmak gerektiğini o zaman bu ifâdelerle işaretleyen İBDA Mimarı’nın Saddam Hüseyin’in şehâdetiyle ne kadar da haklı olduğu meydana çıkmıştır. Saddam, emperyalist düzeni bozan en büyük unsurdur. 1990 yılında Saddam Hüseyin’in hareketini değerlendirirken İBDA Mimarı, “Şayet kaba bir madde iştihası bakımından değil de, ince bir İslâmî siyaset gereği olarak bu işi yapmış olsaydı gerçek bir kahraman olurdu…” (*) demektedir. Başlangıç noktası itibariyle değil de, sebep olduğu hâdiseler ve kendi sonu itibariyle Saddam Hüseyin’in kahraman olduğunu söylemek herhalde İBDA Mimarı’nın yukarıdaki ifâdelerine zıt olmasa gerek… O zaman sadece İBDA Mimarı kesin, net ve açık bir şekilde “Benim, Saddam Hüseyin’in hareketini tasvip edip etmememe gelince, cevabım kocaman bir “evet!” olacaktır!..” (*) diyerek desteğini ifâde etmiştir. Yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi Körfez Savaşı’yla İBDA hareketinin gelişimi paralel bir çizgi izlemiştir. İBDA Mimarı’nın Irak’a ve Saddam Hüseyin’e verdiği bu açık destek, emperyalistlerin ve buradaki işbirlikçilerinin gözünden kaçmamış ve 1 Şubat 1991’de Sayın Mirzabeyoğlu, “halk ayaklanması” tezgâhlamak suçuyla göz altına alınarak tutuklanmıştır. O’nun tutuklanmasıyla neticelenen gelişmeler, diğer taraftan Türkiye’nin Amerika’nın yanında savaşa girmesini engelleyen gelişmelerdir. Özal o zaman; “Savaşa girecektik ama, girmemizi engelleyen bazı unsurlardan dolayı bu işi yapamadık!” diyerek bu gelişmelerin niteliğini ifâde etmiştir. 25 Ocak 1991 25 Ocak Cuma günü İBDA Mimarı’nın yukarıdaki ifâdelerinin sadece siyasî bir değerlendirmeden ibaret değil, bir aksiyon dehâsının plânları çerçevesinde söylenmiş hakikatler olduğu görüldü. Savaşın en sıcak günlerinde, 25 Ocak Cuma günü Müslümanlar İBDA önderliğinde Amerika’yı ve işbirlikçilerini savaşa girmekten alıkoymak için Bayezid Meydanı’nda bir araya geldiler. Bu bir araya geliş, gelişmelerden de anlaşılacağı üzere, yalancıktan bir protesto gösterisi yapmak için değil, savaşa müdahil ve taraf olmak içindi. 25 Ocak Cuma günü, Müslümanların İBDA önderliğinde inisiyatif alarak, Amerika’ya ve işbirlikçilerine karşı ortaya koydukları tepki şiddetle bastırılmak istendiğinde hiç beklenmedik bir şekilde, devrimci şiddetle karşılandı. İşbirlikçilerin, Müslümanları sindirmek ve etkisizleştirmek için kullandığı şiddet, ihtilâl hareketinin kullandığı karşı şiddetle bertaraf edilmiş, işbirlikçilerin hesaplarını yeniden yapmaları sağlanmıştır. O gün, Bayezid Meydanı’nda düşmana karşı kullanılan silâh, ondan önceki ve sonraki bütün protesto eylemlerini mânâlı kılmıştır. 25 Ocak’tan sonra yurt çapında başlayan gösteriler, halkın bir ayaklanma içinde olduğunu gösterir mâhiyete gelmiştir. “Saddam Sen Oradan, Biz Buradan!” 25 Ocak 1991 Cuma günü Bayezid Meydanı’nda açılan bu pankart, bir slogandan ziyâde bir politikanın ve kararı verilmiş bir savaşın ilânı niteliğindeydi. Daha sonraki süreçte, hiçbir zaman bu politikadan ve bu savaştan bir adım dahi geri atılmamıştır. Bu pankartın, içi boş, kuru bir slogan olmadığı daha o gün pankartı hazırlayanlar tarafından bütün dünyaya gösterilmiştir. Bu pankartla, emperyalist taarruza burada karşılık verileceği ve bu taarruzun muhatabının kim olduğu dosta-düşmana ilân edilmiştir. İlk karşılık da, gösteri meydanında silâh kullanılarak verilmiştir. Kullanılan o silâhın bereketiyle, ülke çapında bütün anti-emperyalist unsurlar ayağa kalkmış, şehitler verilerek etkisi bugünlere kadar devam eden militan eylemlilik sürecine gerilmiştir. Başlayan bu eylemlilik sürecinde saflar, bir ânda bıçakla keser gibi netleşmiş dost-düşman herkes niyetini izhâr etmiştir. Bugün küfürleri ve ihânetleri iyice belli olan laik, fettoş ve Şiî kalıntıları, o gün hemen kendilerini İBDA’nın karşısında Batıcı İhânet Cephesi saflarına atmışlardır. Bu slogan etrafında Irak’a saldırı başladıktan sonra bütün cepheler, yurt çapında İMK’nın ortaya koyduğu politikaya nispetle meydan yerine çıkarak kitleyi Amerika ve işbirlikçilerine karşı yönlendirmişlerdir. İBDA Mimarı’nın savaştan önce, yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi “beklenmedik mallar pazara gelebilir” ihtarının ne mânâya geldiği 25 Ocak 1991 Cuma günü açılan, “Saddam sen oradan, biz buradan” pankartıyla anlaşılmıştır. 1 Şubat 1991 Beklenmedik malların pazara gelmesinden sorumlu tutulan İBDA Mimarı 1 Şubat 1991 günü gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Kendisi tarafından bu operasyonun “ateşin üzerine benzinle gitmek” diye değerlendirildiği malûm. 1991’den sonraki gelişmeler tam olarak incelendiğinde, hareketin kazandığı militan muhteva da göz önüne alındığında İBDA Mimarı’nın bu tespitinin ne kadar haklı olduğu görülür. 25 Ocak 1991’le başlayan militan çizgi, 1 Şubat 1991’den sonra örgütlü bir şekilde devam etmiştir. Bugünlere kadar devam eden bu çizginin vesilesi “Körfez Savaşı ve Saddam Hüseyin’dir” desek çok yanılmış olmayız. Kafa Tutan Saddam İBDA Mimarı cezaevinden çıktığında Körfez Savaşı da bitmişti. Yine haftalık Cuma dergisi kendisiyle bir mülâkat gerçekleştirdi. Mülâkatın gerçekleştirildiği bu dönemde bütün Batıcılar, Saddam Hüseyin yenildi diye zil takıp oynuyorlardı. İBDA Mimarı ise şunları söylüyordu: “…Amerika’nın hem siyasî ve hem de askerî sahada cakası bozuldu!..” (*) “Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Amerika’nın dünyada tek süper güç olarak kaldığı ve dünyanın patronu olduğu masalı, bu savaşta çökmüştür; ve savaşın neticesine bakmaksızın söyleyeyim ki, Irak bilerek veya bilmeyerek üçüncü dünya ülkelerine iyi bir örnek ve moral vermiştir… Kafa tutulabileceğini ve Amerika’nın istediği yere elini kolunu sallaya sallaya girip istediğini yaptıramayacağını göstermiştir… Yâni, Irak’ın ödediği bedel ne olursa olsun Amerika mağlubiyetten beter bir zafer kazanmıştır.” (*) Irak’ın ödediği son bedel, meşrû devlet başkanı Saddam Hüseyin’in şehâdeti olmuştur. Fakat bugün, üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere, bütün dünya genelinde Amerika’ya karşı bir dik duruş varsa, bunun müsebbibi Irak ve Saddam Hüseyin’dir. Biz, Filistin direnişinin kazandığı ivmede de, 11 Eylül’de de, Afganistan’da da, Lâtin Amerika’da da, Saddam Hüseyin’in verdiği ilhâmı görmekteyiz. Yine İBDA Mimarı Irak’ın rolü ve Saddam Hüseyin’i anlatırken şunları ifâde ediyor: “Eğer “yeni dünya düzeni”ni bir arabaya benzetecek olursanız, Irak bu arabanın bir tekerini sökmüştür… Ve bu düzen heveslileri için iş, evdeki hesabın çarşıya uymaması gibi bir durum doğurmuştur… Daha önce de belirttiğim gibi Saddam yaptığı işin farkında olsun olmasın, üçüncü dünya milletleri adına bu oyunu bozucu mühim bir görevi yerine getirmiştir.” (*) Saddam’ın idamından sonra, Bush’un; “Kötü örnek oluyordu” ve “Amerika’yı yeneceğini zannetti” sözünü hatırlayın. Buhs’un ağzından dökülen bu ifâdeler aslında Saddam Hüseyin’i kahraman ilân etmek için başka bir delile ihtiyaç bırakmamaktadır. Bugün dünyanın yaşadığı kaos ve Amerika’nın içine düştüğü zor durum, Saddam’ın açtığı yol sayesinde meydana gelmiştir. Artık, dünyanın her tarafında irili ufaklı devlet veya örgütler, Batı emperyalizmine kafa tutmanın zevkini yaşamaktadırlar. Pislik Şiiler Şiilik, İslâm’da bir mezhep değil, sapık bir yoldur. Bir çok İslâm büyüğünün de ifâde ettiği üzere, küfürdür. Kendilerine RAFIZÎ denmesin diye, Şiî ve Caferî olduklarını söyleyen bu pislik soyu, tarihin her döneminde küfürle savaşan, Ehl-i Sünnet’i arkadan vurmuştur. İslâm’ın Yahudisi olan bu sapık kol, tarih boyunca her zaman Batı’nın bir numaralı müttefiki olmuştur. Bugün İran dış politikasına baktığınızda bütün hususlarda İslâm âlemiyle değil de, Batı ile işbirliği içinde olduklarını görürsünüz. Amerika’nın kendilerine sağladığı “iktidarla” kumda oynayan bu pisliklerin yaptıkları en büyük eylem, “büyük şeytan”ın erketeliğidir. Ne ilâhi hikmettir ki, 1991 yılında Şiîler Saddam’a ihânet ederken, aynı anda da burada İBDA’ya pislik yapmaya teşebbüs ettiler. Sayın Mirzabeyoğlu, savaşın içinde “ummadığı” hâdise olarak İran’ın ihânetini anlatmaktadır: “Açıkça ifâde etmem gerekirse, İran, Türkiye’den kırk kat beter bir akbabalığa soyunmasaydı, müttefik kuvvetler bin beter bir duruma düşebilirdi… Kuveyt’te Amerikalılara karşı verilecek direnişi beklerken, bir de baktık ki İran, “Büyük Şeytan” dediği Amerika’nın safında, Irak’ı kalleşçe arkadan vurdu… Hani boyuna “Büyük Şeytan” diye bahsediyorlar ya Amerika’dan; kendi ifâdelerine nispetle kendileri de, “Büyük Şeytan”ın “Büyükelçi”liğine soyundular… Bildiğiniz gibi, Irak’ın Kuzeyinde ve Güneyinde ayaklanma yaptırmaya giriştiler… Şiîler işte budur!..” (*) Şiîlerin, hem Saddam’a, hem de Mirzabeyoğlu’na yaptıkları pislik cezasız kalmadı. Aynı anda hem Irak’ta hem de Türkiye’de tepelendiler. Bugün aynı pisliklerini Saddam’ı şehit ederek ve burada da isim vermeden İBDA’ya saldırarak yapmaktalar. “Tarih tekerrürden ibârettir” sözünde muhakkak ki bir hâkikat payı vardır. Fakat en önemli hâkikat şudur; İslâm âleminde Şiîler başta olmak üzere, “dini içten yıkan kâfir soyu” temizlenmeden, derli toplu bir İslâm coğrafyasına yol kapalıdır. Irak ve Saddam Hüseyin’le İBDA arasındaki bahsetmeye çalıştığımız bu münasebetler, Türkiye ve dünyada İslâm ihtilâlinin hangi fikir etrafında gerçekleştirilebileceğinin görülmesi açısından önemlidir. Bütün şehitler gibi, Saddam’ın intikâmı da bizim üzerimizde bir borçtur. Saddam’a Müslümanlığı “yakıştıramayan” köpek soyu, ilmik boğazlarına geçirildiğinde, Saddam’ın gösterdiği Müslümanlığın ve erkekliğin binde birini gösterebilecek mi acaba? 12 Ocak 2007 (*) Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar

BUGÜNKÜ DURUM -2- (Eylül 2018)…. KRİZ: NETİCE-BAŞLANGIÇ

Yaygınlaşan kriz ve olgunlaşan bunalım bugün başlamadı; 2003 Irak işgâline kadar giden tarihî bir arka plânı var.

BUNDAN SONRA İKTİDAR SALİH MİRZABEYOĞLU’NUNDUR!

İster inanın, ister anlayın, hazır olmanız gereken nokta şudur: Bundan sonra iktidar Salih Mirzabeyoğlu’nundur!

ADIMLARIMIZ BAŞINDAN BERİ BU PLÂNIN KARŞISINDA OLDU VE OLACAK!

M. Çavuşoğlu: Başından Beri ABD İle Planladık! ADIMLARIMIZ BAŞINDAN BERİ BU PLÂNIN KARŞISINDA OLDU VE OLACAK! Aydın KALKAN Bu gece sabaha karşı Suriye’nin Cerablus kasabasına yapılan operasyondan haberdar olduktan hemen sonra “operasyonun tarafları” ile ilgili verilen bilgilere baktım… ABD’nin öncülüğünde 91 den beri bölgeye saldıran Haçlı koalisyon güçlerinin hava desteği ile sınırı geçen TSK’ya bağlı bazı unsurlara, CIA tarafından kurulan, “eğit”ilen, “donat”ılan çapulcu sürüsü ÖSO ve 5 yıldır MİT’in organizasyonuyla hareket eden Suriye’deki “Türkmen”ler destek verirken, kamuoyuna deklere edilen hedefse Irak’ın işgaline Irak merkezli Arap Kurtuluş cephesinin bir unsuru olan, IŞİD. ABD’nin desteği ile Menbic’i ele geçiren PKK’nın durumu ise, Barzani-Erdoğan-ABD-Rusya ittifakının dışına süpürülerek, ADIMLAR’ın iki yıldır ifâde ettiği ilk gerçekle yüzyüze gelmiş olmakta kendisini gösteriyor: ” “Washington-Ankara-Erbil-Tel Aviv ittifakının PYD’ye biçtiği rol, Barzani’nin BOP Kürdistanı’nda bir “otonomi” sahibi olmak” Ve böylece “PYD’leştirilen PKK’nın Barzani (Erbil’e) bağlanması”… Dün Ankara’ya geldikten sonra açıklama yapan Barzani’nin sevinçle; “BÖLGEDE BÜYÜK DEĞİŞİMLER KAPIDA” açıklaması yapması ve AKP’li Mevlüt Çavuşoğlu’nın “BAŞINDAN BERİ ABD İLE PLANLADIK” itirafı, bize bu operasyon sahiplerinin -en azından plânlayanların- niyeti açısından net bir çerçeve sunmakta ve ADIMLAR’ı doğrulamaktadır. Bu operasyonun ortaya çıkardığı ikinci gerçekse, -yine plânlayanlar açısından- şu: Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arab’ın arasında, yüzyılları bulacak bir düşmanlık tohumunu ekmek için, TSK’yı Etnik Kürtçülerle birlikte Arap Direnişi’ne karşı savaştırmak. Erdoğan ve Binali Yıldırım’la görüşmesinin çok verimli geçtiğini ifâde eden Barzani’nin “büyük değişimler”e giden yolda “Musul operasyonu konusunda tam bir mutabakata vardık” sözleri, Cerablus operasyonunun “Fırat Kalkanı”yla kalmayacağını göstermekte. Bu çerçevede Erdoğan-AKP Hükümeti, Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arap arasında Barzani kontrolünde kurulacak olan bir Siyonist Duvar / BOP Kürdistanı’na karşı değil. Bugünlere gelen süreçle ilgili Genel Başkanımız Sayın Ali Osman ZOR’un şahsında ADIMLAR’ın ortaya koyduğu hakikatleri tekrar hatırlatmak gerekmekte. Ki, bugünkü durumda apaçık bir şekilde ortaya dökülen AKP-ABD plânlarına, geçmişten bu güne hangi gerekçelerle karşı durduğumuz anlaşılsın… Bu karşı duruşumuz sebebiyle 25 Mart 2015’te uğradığımız kahpe saldırı ve şehid verdiğimiz büyük mücahid Ünsal Zor hatırlansın. Buyurun: SİYONİST DUVAR”LAR KURTULUŞA ENGEL 4 Ekim 2007 Ali Osman ZOR Talabani’yi Irak Cumhurbaşkanı ve diğer kuklaları da Irak hükümeti olarak tanıyanlar, o kuklalarla beraber aynı efendiye hizmet eden pastacılardır. Hâliyle bunların Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerle alakalı dile getirdikleri endişe ve şikâyetler, danışıklı dövüşten başka bir şey değildir. Aksi olsaydı, “Ne mutlu Türk’üm!” diyen bir vatan evladı Irak’ta verilen mücadelenin tek bir savaşın muharebesi olduğunu idrak eder, esas düşmanın hesabının da bu mücadeleyle, Anadolu’yu birleştirmeme üzerine kurulu olduğunu görürdü! Bu hesap meydana çıktıktan sonra, Irak’ın kuzeyinde Türk’ün ve Kürt’ün hainlerinin elele inşa etmeye çalıştığı Siyonist duvarı yıkarak Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, bütün İslâm milletinin işgalciye karşı birleşmesini sağlardı. Fakat Amerikan işgalini destekleyen ve direnişçiye “terörist” diyen sesten başka hiç ses çıkmadı. Bunlar Türk’ün adını kötüye çıkarmış yüce Türk’le hiçbir alakası olmayan cüceler!.. Türk’ün horlandığı, ezildiği ve devleti elinden alınarak yaşadığı coğrafyadan sürülmek istenen bir dönemde, onu onere etmek için söylenmiş olan “Ne mutlu Türk’üm!” sözünü “bağlamından” kopararak bugüne taşıyan cücelerin, Türklük’le ne tür bir ilişkileri olabilir? Türk, komşusunu, kardeşini arkadan vurur mu? Türk, ülkesini işgal-terör üsleriyle kaplanmasına göz yumabilir mi? Türk, başına çuval, ensesine şaplak, kıçına tekme muamelesine rıza gösterebilir mi? Türk, ülkesinin açık hava kerhanesine dönen bir sömürge olmasına izin verebilir mi? Türk, düşman istilasına karşı vatanını savunan mücahid silahlı kuvvetlere terörist diyebilir mi? Türk, ülkesinin işgaline direnirken düşman tarafından yakalanıp alçakça bir suikastle şehid edilen –Saddam Hüseyin!- komşu Müslüman devlet başkanının uğradığı bu muameleye sessiz kalabilir mi? Türklük adına bunlar yapılırken, gerçek Türk mutlu olamaz. (…) Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulabilmesi için kriterlerin işgalcinin kafasına göre bu şekilde yapılması gerekiyor. Arap’la Türk’ün arasına Kürt’ün eliyle inşa edilmeye çalışılan bu Siyonist duvarın yıkılmasında bizce, yukarıda da söylediğimiz gibi belirleyici olacaktır. “Esas düşman” tespiti doğru yapılarak düşmanın İslâm coğrafyasından kovulması için gerekli hamleler cesur bir şekilde yapılacak yada esas düşmanın, iradesi doğrultusunda diğer kuklalarıyla uğraşarak onun bölgedeki stratejilerine hizmet edilecektir. (…) Bütün kesimlerin samimilerinin, esas düşmanın, Amerika’nın temsil ettiği emperyalizm olduğunun şuuruyla antiemperyalist bir cephe esprisi içerisinde, bu esas düşmanın kovulması için güç birliği yapma zaruretleri vardır. Amerika bölgeden kovulduktan sonra bölgedeki sorunlar emperyalizmin ikinci müdahalesine gerek kalmadan bölgenin kendi aktörleri tarafından çözülebilir. Çünkü bölgeyi temsil eden (Türk, Kürt, Arap) iç dinamikler çözüm teklifleriyle beraber çözüm iradesine de sahiptirler. Aksi takdirde bölgenin gerçek sahipleri emperyalizmin dayattığı hiçbir çözümü kabul etmemeli! ***** ALİ OSMAN ZOR, CNN INTERNATİONAL RÖPORTAJI 18 Ekim 2014 CNN International: AKP ne yapmalı bugün sizce? Kobani, Ayn-elArab konusunda? Ali Osman Zor: Şu ân AKP ne yapacağını bilmiyor. Çünkü dünyada, -sadece Türkiye’de değil-, bütün dünyada bir ideoloji ihtiyacı olduğu kesin. Bunu Amerikalı da hissediyor, Avrupalı da hissediyor, Türkiye de hissediyor, Arab da hissediyor. Bugün ideoloji ihtiyacından, o ihtiyacı yerine getiremediğinden dolayı Hükümet birşey yapamıyor. Yoksa biz “Türkiye Tarihî Misyonunu icrâ etmeli” dediğimizden itibaren, Tarihî misyonu bellidir Türkiye’nin. Türkiye, Batı saldırganlığına karşı, bütün İslâm coğrafyasında o saldırganlığın önünde duran bir setti. Ben şunu açıkça söyleyebilirim; Türkiye’de bir devrim olmak üzere. Bir Düzen değişikliği. Bütün gizlenmeye çalışılan, örtülmeye çalışılan, geciktirilmeye çalışılan şey de bu zaten. O mânâda Irak, nasıl ki Amerika için Suriye’den daha öncelikli ise, Türkiye, hepsinden önceliklidir! Dolayısıyle Türkiye’de 2002 yılından beri, AKP hükümetiyle yumuşak bir geçiş öngördüler. Buna da “Ilımlı İslâm” dediler. Ve “Model Ülke Türkiye” diye bütün orta doğuya pazarladılar. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında. Türkiye de bunun Eşbaşkanıydı. Bugün, bu politika iflâs etti. 2003’te Irak’la başlayan BOP Saldırısı, başladığı yere tekrar döndü. Başladığı yere tekrar döndü ama, başlangıç noktasında bulunan aktörlerin konumu değişti, yeri değişti, gücü değişti. Amerika da biliyor ki, havadan bombalamakla bu savaşı kazanamayacak. Yapmak istediği ise, Türk ile Kürt’ü birleştirip NATO bayrağı altında Arab’a karşı savaştırmak. Ama Türk Milleti buna direnecek! Çünkü Türkler, Batı’ya karşı olmanın yolunun Arablarla birleşerek aralarındaki o Kanser Yapı’yı, Siyonist Duvar’ı kaldırmak olduğunu biliyorlar. CNN International: Yani oradaki Kürtler, Siyonist olarak? Ali Osman Zor: Tabiî ki! Ama Kürtler değil, Kürtçülükten bahsediyorum! Dikkat edin!.. Etnik Irkçılıktan, şövenizmden!.. Çünkü Kobani’ye, Ayn-el Arab’a saldıran IŞİD birliklerinin komutanı Kürt! Erbil’e saldıran IŞİD birliklerinin komutanı Kürt! Yani “Kürtçülük”, “Türkçülük” mevzuu değil bu! Bu toprakların tarihsel durumu, tarihî geçmişi var. Bu tarihî geçmiş içerisinde Türklerle Arabların birleşmesi sonucu, ancak bu işgâlin durdurulabileceği, bilinen bir gerçek. İlk önce İngiltere, daha sonra Amerika, 1. Dünya Savaşı’ndan beri bu birleşme sağlanmasın diye uğraşıyor. Ama bugün Arablar ve Türkler “bu plân tutmayacak” diyorlar. Yani Amerikan kontrolündeki ne bir Kürt Koridoru’nu -Irak’ın Kuzeyi’nden başlayıp, Suriye’yi içine alan ve İsrail’in karşılığı olan bu Kürt Koridoru’nu- ne Arablar ve ne de Türkler kabul etmeyecekler. Çünkü, bu topraklarda hiç kimse bir ırka ihânet ederek devlet kuramaz. Kürtçü hareket devlet kurmak istiyorsa Arapları da yenmek zorunda, Türkleri de yenmek zorunda, hattâ ve hattâ Farsları da yenmek zorunda. Bugün Amerika ne 2003’teki Amerika ne 91’daki Amerika; ne İngiltere yüzyılın başındaki İngiltere. CNN International: Yani Kürtlerin devleti olmasın? Ali Osman Zor: Her ırk devlet kurmak zorunda değil. İşte İskoçya da kabul etmedi meselâ. Meselâ biz zorlamıyoruz “onların devleti olsun” diye. Gidip müdahale etmiyoruz oraya. Peki Amerika niye zorluyor “Kürtlerin devleti olsun” diye? Çünkü Kürtler, Arap-Fars-Türk bütünlüğü içerisinde, bu coğrafyada yaşayan bir ırk. O zaman Amerika’da Meksikalıların da devleti olsun, İspanyolların da devleti olsun. Herkesin devleti olsun. (…) Türkiye’de, Amerika ve diğer Batılı güçler, böyle bir hareketin büyümesini, çıkmasını istemiyorlar. Çünkü, Türkiye’yi kaybedecek bir büyük güç, Türkiye’yi kaybettiği zaman, bölgedeki hiçbir politikası geçerli olamaz onun. Hâliyle de Türkiye’de böyle bir savaşı istemiyorlar! Ama işte üniversitelerde, sokaklarda açığa çıktı ki, Türkiye’de birikmiş bir enerji var. Bu enerjiyi de bir şekilde, bir yere kanalize etmeleri lazım. Bugün görünen o ki Suriye, Irak vesilesiyle o tarafa kanalize etmek istiyorlar. Çünkü Türkiye’de bir savaş istemiyorlar. Eğer Türkiye’de bir savaş olursa, IŞİD şeklinde bir savaş olursa; 60 yıldan beri Amerikan emperyalizmi, Amerikan politikaları Türkiye’ye kazık çakmış durumda ve her taraf hedef hâlinde. Elçilikleri, üsleri, yaşam tarzları ve saire ve saire. Dolayısıyla Emperyalizmin Türkiye’de bu savaşı kazanabilme şansı yok! Ve Türkiye birden elden gidecek. Bugün gidin Ayn-el Arab’a, ne Amerikan hedefi var orada? Veya Irak’da açık Amerikan hedefi kalmadı. CNN International: Eklemek istediğiniz, bilmemizi istediğiniz birşey var mı? Ali Osman Zor: Bizim açımızdan bu Türkiye’nin sancısıdır! IŞİD da Türkiye’nin sancısıdır, bölgede gelişen diğer olaylar da. Çünkü bu olaylar Türkiye’yi Tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor! Türkiye’nin Tarihi Misyonu da bu coğrafyanın liderliğidir! Bugüne kadar uluslararası güçlerle işbirliği içerisinde olan Türkiye, bu liderlikten hep kaçtı. Ama artık bugünkü gelişmeler onu kaçamayacak duruma getirdi. Hükümetin bugün yaşadığı kriz ve yaşadığı zorlukların sebebi de bu zaten. ***** FRANSIZ GAZETECİ İLE RÖPORTAJ… ALİ OSMAN ZOR: BİZ FRANSA’YI YÖNETMEK İSTİYORUZ! 19 Ekim 2014 Anne ANDLAUER: Nasıl bir savaş olur Türkiye’de? Ali Osman ZOR: “Asıl soru” bu mu?.. “Türkiye’de nasıl bir savaş olur?” Bunu bence Amerikalılar ve Amerikan istihbarat örgütleri gayet iyi biliyorlar ve bundan korkuyorlar zaten. Türkiye’deki savaş, bizim toplumumuzun hafızasında ve köklerinde de mevcut olan “Amerikan düşmanlığı”, “İngiliz düşmanlığı”… Buradaki savaş, şu ân Batı emperyalizmini temsil eden Amerika ve onun işbirlikçileriyle, karşı duranları arasında olur. Karşı duranlar arasında Kürtler de var, Türkler de var, Araplar da var, Solcular da var İslâmcılar da var; Amerika ile işbirliği yapanlar içerisinde de Kürtler de var, Türkler de var, İslâmcılar da var, Marksistler de var. Bu böyle bir ayrışma! Anne ANDLAUER: İç savaş… Ali Osman ZOR: Ben bunu o mânâda bir iç savaş olarak görmüyorum. Çünkü Amerika böyle bir savaşı göze alırsa bu savaştan kesinlikle galip çıkamayacak. Hiç bir faydası da olmayacak onun için. Çünkü, Türkiye’de 60 yıldan beri bir Amerikan hegamonyası var. Her tarafta üsler dolu, elçilikleri var. Hayat Tarzı var Türkiye’de! Amerika’ya karşı böyle bir savaşta, takdir edersiniz ki, her taraf hedef dolu. Ve Amerika’nın bunu istememesi lâzım. Bizim açımızdansa, Amerika bu savaşı Türkiye’de istemediğinden dolayı, bu Suriye operasyonu ve çıkartılan Tezkere ile Türkiye’de birikmiş olan enerjiyi Suriye’ye kanalize etmek istiyor. Yani bizim Türk ordusunu oraya sokup, Araplarla aramıza, belki nesiller boyunca devam edecek bir kan davası da sokarak bizi belki 100-150 yıl bu sorunla uğraştırmak istiyor. Bizim dediğimiz o; biz böyle bir savaş istemiyoruz. ***** ORTAK-ESAS DÜŞMAN AMERİKA VE ONUN BOPÇU, YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİ Ali Osman ZOR 3 Kasım 2014 Amerika’ya karşı olduğunu iddia eden bütün kesimler için şu tespiti yapmak yanlış olmaz; Ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, bir türlü Barzaniciliği aşamıyorlar. Bunun en büyük sebebi, özellikle 2003’ten sonra Irak’ın Kuzeyi’nde gerçekleştirilen, belkide tarihin en büyük Yağmasıdır. İlnur Çevik, Cengiz Çandar gibi “gazeteci” kılığına bürünmüş Amerikan ajanlarının, “işadamı” kimliği ile başlattıkları bu yağmada her kesimden insanların kurduğu menfaat ilişkileri söz konusu. Irak’ın Kuzeyi’nde kurulan bu menfaat ilişkileri üzerinden bir sürü insan ilk önce BOP Eşbaşkanlığı’na ve onun rejimine, oradan da Amerika’ya bağlandı. 91’lerde başlayan bu ilişkiler, 2003’ten sonra, artarak bugünlere geldi. Kesimlerin, kendi içlerinde çıkan çatışmaların kaynağında ise bu ilişkilerin etkisi oldukça fazladır. “Türk-Kürt İttifakıyla Arap’ı yenme” siyasetinin kaynağı da bu menfaat ilişkilerine dayanır. Irak Direnişi’ne karşı sessizliğin bir çok sebebi olabilecekken, bizce en büyük sebeb, Irak’ın Kuzeyi merkezli, işte bu menfaat ilişkileridir. Bu ilişkilerin etkisi altında olan kesimleri, ulusalcılardan İslâmcılara kadar geniş bir yelpaze içerisinde değerlendirebilirsiniz. Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu işbirlikçi yapıyı, Peşmerge kendisinin kurduğunu iddia etse de, bu, bugüne kadar söylenmiş yalanların en büyüklerindendir. Ayn-el Arap, perdeyi yırtarak bu yalanla gizlenen gerçeği ortaya çıkarmıştır: Orayı işadamıyla, medyasıyla, siyasetçisi ve akademisyeniyle Devlet’i işgâl etmiş BOP’çu, “Baş Paralel” Çeteler kurmuştur. Amerika adına bu yapılanmayı oluştururken de milletin parası ve imkânları kullanılmıştır. 90’lı yıllarda “aşiret” seviyesinde gördükleri bölgede, eğer Türkiye Cumhuriyeti izin vermeseydi, öyle bir yapılanma orada kurulabilir miydi? Bu Yağmacı Çete olmasaydı Türk Milleti’ne rağmen Irak anavatanından orası kopartılamazdı.İşte, şu ân bütün çevrelerin -hükümet de dahil- gizlemeye çalıştıkları gerçek, Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu Çapulcu Siyonist Duvar’ın İnşâ Hikâyesidir. Ne var ki, Ayn-el Arap bu hikâyeyi ortaya çıkardı. Çünkü, Irak’ın Kuzeyi’ndeki Etnik Bölücülüğün, Amerikan bombardımanının oluşturduğu fırsattan istifâde, Irak’tan koparılan parçalarla oluşturulduğu gündeme geldiğinde tüm BOP’çuların Irak’ta, Suriye’de ve Filistin’de, işgâle direnenlerin kanlarına ekmek bandıkları ortaya çıkacak. İşte bazı ulusalcıların ve İslâmcıların “Barzanicilik” ve “PKK’ya karşı mesafe ayarları”nı belirleyen unsur, Irak’ın Kuzeyi’nde oluşturulan bu Çapulcu Yapı’nın İnşâ Hikâyesidir! Gazetelere ve televizyonlara dikkatli bakın! Geçen altyazıları daha bir dikkatli okuyun: Barzanicilik, Peşmergecilik, tabiî bir müttefik gibi. Daha doğrusu “düşman” ama, “mesafeli bir düşman”. Sanki aileden biri!.. Algılarda oluşturulmaya çalışılan hava bu. Aynı kesimler, iş meselenin özüne, yani Batı İşgâli’ne ve bu işgâle karşılık veren İslâm Temelli Arap Direnişi’ne geldiği zaman, İslâmcısı-Atatürkçüsü, ruhlarına sinmiş Amerikancılığın bir gereği ve Irak’ın Kuzeyi’nde işledikleri suçların şuurunda olarak hemen birleşiyorlar. Amerika’nın “Ortak Düşman IŞİD” hedefinde buluşmak için, kendi aralarındaki dalaşmaları bir kenara bırakarak cephede mevzîlerini alıyorlar. Meclis’ten çıkan son tezkereye verilen destekler, bunun en müşahhas örneğidir. CHPsi, MHPsi, AKPsi, HDPsi… Ulusalcısı, Milliyetçisi, İslâmcısı, Marksisti… Hepsi, Türk Ordusu’nu Amerikan Piyadesi yapmak için, çıkarılan Tezkereye destek vemek için yarış hâlindeler. Fakat, sokaklardan Irak Direnişi’ne gelen destek ve sokakların Ortak ve Esas Düşman Amerika ve İbirlikçilerine karşı Türk ve Arap İttifakı diye sesini yükseltmesi bu kesimlerin hepsinin psikolojisini bozdu. Çünkü bunlar, sahte Türk ve sahte Kürt ve hattâ sahte Arap, hep beraber, gerçek Türk, gerçek Kürt ve gerçek Arab’ın artık öldüğüne kanî olup, onları Baş Düşman ilân ederek Büyük Ortadoğu Projesini en ince noktalarına kadar uygulayabileceklerini düşünüyorlardı. Fakat bugün artık bu kurgu değişti, oyun bozuldu! Batı adına Etnik Kürtçülüğün bölgemizde üstlendiği rol, Ayn-el Arap’la aşikâr oldu. (…) Bu kavim ister Türk, ister Kürt, isterse Arap olsun, sorular açık; Amerikan işgâline karşı mısın, değil misin? Kürt’e de, Türk’e de, Arap’a da sorulacak soru şu: İşbirlikçi misin, değil misin? Kürtçü hareketin işbirlikçiliğini gündeme getirince nedense sanki karşımızda dinler, ideolojiler, mezhepler ve ihanetler üstü bir ırk varmış gibi tepkiler veriliyor. İhanet ve işbirlikçilik gündeme getirildiğinde, “Kürtlerin Müslümanlığı”na yapılan vurguyu biz, açıkça söylemek gerekirse eğer; herkesi Kürtçülüğe tâbi olmak ve biat ettirmek olarak anlıyoruz.Bütün bu mantık kurguları Irak’ın Kuzeyi’ndeki fesat yuvasının dağılmaması için ortaya sürülüyor. Çünkü, bu Siyonist Duvar yıkıldığında Ortak -Esas Düşman Amerika’nın ve onun Büyük Ortadoğu Projesi içinde görev alan Yerli İşbirlikçileri’nin ihânetleri belgeleriyle ortaya çıkacak, İslâm Milleti’ne yaptıkları ve yapmak istedikleri bütün kötülükler bir bir suratlarına vurulacak! İşte asıl o zaman düşmanın kaçışı başlayacak! **** BARZANİCİLİĞİ AŞAMAYAN SAHTEKÂRLAR Ali Osman ZOR 1 Mart 2015 Gerçek bir “Birleşik İslâm Devleti” projesinin ilk hedefi bu fitne merkezi’ni dağıtarak asliyetine kavuşturup ayrılmak istediği bütüne, yani olması gerektiği yere, İslâm Milleti’ne dahil etmek olacaktır. Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arab’ın arasına çekilmek istenen bu Siyonist Duvar’ın malzemesi yapılan Ehl-i Sünnet Kürt, gerekirse bir “Osmanlı tokadı”yla kendisine getirilip, bu ihânete bir son verilecek! ***** YENİ TÜRKİYE: PARÇALANARAK BÜYÜME(!) Ali Osman ZOR 7 Mart 2015 Tarihin çok hızlı akmaya başladığı bu dönem içersinde, artık hiç kimse içindeki gerçek niyetini gizleyemiyor. Bu açıdan bakıldığında ideolojik ve siyasî açıklamalar ve çıkışları, söylenenin ve yapılanın arkasında fazla bir sebeb aramadan kabul etmekte mahzur yok. Kaldı ki, siyasete yön veren güçler fiîlî olarak da hem yaptıkları açıklamaların arkasında duruyorlar ve hem de fiilî olarak arkasında durdukları bu politik tutumlarının haklılığını izah etmeye çalışıyorlar. Türkiye açısından da bakıldığında siyasetin bu seviyeye yaklaştığı söylenebilir. Sözle fiil arasındaki uçurum kapanmakta ve yalancılık devrinin bittiğinin işaretleri zuhur etmekte. Ortaya çıkan bu durumdan dolayı, siyasî saflaşmanın ne üzerinden yapıldığını söylemek ve bunu anlamak çok da dikkat ve zekâ gerektirmemekte. Gayet açıktır ki söz konusu saflaşma, Irak’ın Kuzeyi’ni merkez edinmiş Yasadışı Yapılanma üzerinden gerçekleşmektedir. Batı’nın bugüne kadar yaptığı bütün operasyonlarda ulaşmak istediği siyasî hedef Irak’ın Kuzeyi’nden İsrail’in sınırına kadar dayanan ve Ehl-i Sünnet Arab’la Ehl-i Sünnet Türk’ün arasına, onların bir daha birleşmemesini sağlayacak bir Siyonist Duvar çekmek. İç ve dış bütün siyasi hamleler de Erbil merkezli bu ihanet şebekesinin inşâsı temeli üzerine yapıldı. Batı, Anadolu’yu ve İslâm coğrafyasını bölme hedefine bu işbirlikçi yapı üzerinden ulaşmaya çalışırken, İslâm muhtevâlı olduğu imajını veren iktidarlar ise bizzat bu yapının koruyucusu ve besleyicisi oldular. (…) Biz, Batı karşısında hiçbir zaman onun önümüze koyduğu politikaların bir neticesi olan parçalanmayı kabul etmeyeceğiz! Her şeyin açık açık söylendiği bu dönemde, işin “güç”e gelip dayandığının, yani oyunu “zor”un bozacağının şuurundayız. Bu ölüm-kalım şartlarında hükümetin halkı hazırlamak için bir adım atmaktan ziyâde, bilâkis yaptıklarıyla Hak ve halk düşmanlarını cesaretlendirdiği ve güçlendirdiği gayet açık. ***** DÜŞÜRÜLEN TÜRKİYE, RUS UÇAĞI DEĞİL! Ali Osman ZOR 30 Kasım 2015 Amerikan plânlarının BOP kapsamında uygulanmaya devam edeceğinin göstergesi olarak Rus uçağının düşürülmesiyle “Esas düşman” nitelemesinin Amerika’dan Rusya’ya kaydırılma gayreti, ayrıca 7 Haziran’dan sonra “etnik bölücülük” üzerinden Amerika’ya karşı sokaklarda ortaya çıkan “MİLLİ ÖFKE”nin de Rusya’ya yönlendirilerek Amerika’yı temize çıkarma ve işgali görünmezleştirme hedefine yönelik olarak değerlendirilmeli. Böylece, Irak’ın Kuzeyi’nin “Kuzey Irak”laştırılmasından sonra, Suriye’nin Kuzeyi’nin de “Kuzey Suriye”leştirilmesinin önü açılmış olacak. Uyanık olunmazsa, yeni bir operasyonla algılar yeniden şekillendirilerek, “DÜŞMAN” tanımlanması üzerinde oynanacak. Daha açıkçası Millete “bölücülüğe ve onun İNCİRLİK”teki baş destekçisine karşıyım” dedirterek, ülkenin BOP kapsamında bölünmesini kabul ettirecekler. Rusya gündeme oturtulurken Fransız uçaklarına da Anadolu açıldı, Amerika’yla birlikte artık onlar da “İNCİRLİK”ten “sorti” yapacaklar. Amerika, Fransa ve AKP uçaklarının SİYONİST DUVAR Kürdistan için Arap Vatansever İslam Mücahidleri’nin üzerine bomba yağdırdığını görmüyor musun? ***** HATIRLADIKLARINIZ, ŞEYTANIN UNUTTURDUKLARIDIR ADIMLAR 16 Aralık 2015 Başından beri ADIMLAR’ı takip eden her dikkatli okuyucunun fark ettiği politikamızın doğruluğu, yaşanan son gelişmeler ışığında ortaya çıkmış bir gerçek. 2003 yılında başlayan BOP Saldırısı’nın siyasî hedefi Ehl-i Sünnet Türk’le Ehl-i Sünnet Arap’ın arasına Siyonist Bir Duvar çekerek (BOP Kürdistanı) genişletilmiş İsrail’i yani Arz-ı Mevud’u gerçekleştirmek. Bu proje İsrail’den başlayıp, Türkiye’nin Güneydoğusu’na uzanmaktadır.Başından beri BOP Eş Başkanlığı’nın ve Etnik Kürtçülüğün oynadığı rol, Genişletilmiş İsrail stratejisi kapsamındadır. Kuruluşunun ilk 50 yılında Batı tarafından güvenliği sağlanan İsrail’in, ikinci 50. Yılında ise, üst stratejisi olan Arz-ı Mevud’un gerçekleştirilmesi öngörülmüştü. Büyük Ortadoğu Projesi bu kapsamda değerlendirilmezse eğer, “İslâm’ı ve Müslümanları savunuyorum” zannı içerisinde bir daha kalkmamak üzere Amerika’nın ve NATO’nun kucağına oturursunuz. NATOCULAR tarafından Rus uçağının düşülmesinin hemen ardından İsrail’le ilişkilerin normalleştirildiği, alıştıra alıştıra kamuoyuna deklere edildi. Aynı ânda da Barzani, fiilî olarak Devlet Başkanı statüsünde Ankara’da kırmızı halılarla karşılandı… Barzani’nin Ankara’ya geldiği gün, İsrail Cumhurbaşkanı da Washington’daydı. Rus uçağını düşüren yapının NATO’yu bölgemize davet etmesiyle, Erbil-Ankara-Tel Aviv-Washington hattında yaşanan gelişmeler birbirinden ayrı düşünülemez. ***** VİDEO: ALİ OSMAN ZOR İLE SOHBET (2. Bölüm): CİDDİ DEVLETLERDE “KANDIRILDIM” DİYEN POLİTİKACIYI KURŞUNA DİZERLER! Ali Osman ZOR 19 Aralık 2015 – Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arap’ın arasına çekilen Siyonist Duvar olarak İsrailci-NATO’cu “Kürdistan”ı; – Bölgede 2005 yılından beri fiîli olarak yürütülen operasyonun asıl hedefinin Mehmetçik olduğu; – “Mehmetçik” görünümü altında Ordu’da yuvalanmış Amerikan Askerlerini; – Sıkışan AKP’nin “politikasızlık” politikasını; ***** Röportaj – ADIMLAR YAZARI ALİ OSMAN ZOR: BİZLER VATANSEVER İSLAM ANLAYIŞINDAYIZ! Gökçe FIRAT 13 Temmuz 2016 Gökçe FIRAT: Türk’ü çıkarsak, “İslam dünyası” diye bir şey muhtemelen kalmayacaktı dünyada. Ali Osman ZOR: Yani şimdi “ümmet, ümmet” filan diyorsunuz ya. “Ümmet”i bu kavimler oluşturuyor. Ümmet’in ana direkleri Türklerle Araplar. Birinden birini çıkarın, nerede kaldı ümmet? Başta kısaca “millet” ve “ümmet” kavramına bakışımızı Sayın Mirzabeyoğlu’ndan işaretlediğimden söylemek istediğimin anlaşıldığını düşünüyorum. Yani bu şekilde baktığımızda, demin BAAS ve Nakşibendî Ordusu bahsinde söylemiştim onu; emperyalizmin düşman olduğu ve diğer düşmanlıklarını etrafında düzenlediği yegane şey, düşman olarak gördüğü toplumların bütünleştirici liderleri, fikirleri, ideolojileri, siyasetleridir. Hiç tahammül edemediği şey budur! İBDA’ya ve onun mimarı Mirzabeyoğlu’na yapılan çok boyutlu ve çok aktörlü düşmanlığın sebeplerini buralarda da arayabilirsiniz. Bugün desteklediklerine veya karşı olduklarına dikkat edin. Destekledikleri tam bölücülerdir. “Bölücü”lüğü sadece “toprak bölmek” manasına kullanmıyorum. Zihinleri bölerler, insanları bölerler, ruhları bölerler, aileleri bölerler, toprakları bölerler. Dini, ideolojisi, kılığı-kıyafeti ne olursa olsun. Düşman olduklarına bakın. Dili döndüğünce kimi “insan onuru” der, kimi “insan haysiyeti” der, kimi siyaseten “bütün olalım” der ama hep bir samimiyet vardır. Ve hep de “yapabilme iradesi” vardır. Bu çok önemli!.. Dolayısıyla bize yapılan saldırı, zaten “yeni bir ırk inşâ etme” aşamasında olan emperyalizmin “biz bu oyunumuzun engellenmesine izin vermeyeceğiz” mesajıydı zaten. Çünkü orada sen böyle devlet-mevlet kuracaksın. Öyle havadan “devlet” kurulmaz. Buna bir “kahramanlık destanı” yazman lazım. Değil mi? “Kahramanlık olmadan bir ırk olmaz” filan. “Ne olacak?” “Bir ırk inşâ edeceğiz biz o zaman” “İşte Erbil’den kahraman Peşmerge’yi getiriyoruz, vatan kurtaran”, işte orada “Ayn-el Arap’ta destanlık direniş verenler” filan propagandası. Bir taraf ta buradan “Ne alakası var?! Sen Amerika’nın kara ordususun” filan diye, yani “orada iki gün karşısında tutunamadığın Araplar” değil mi? “Eğer yukarıdan atılan bombalar olmasa, nefes alamıyordun sen”… (…) Ali Osman ZOR: Sınırlı bir savaş içerisinde “bütünlüğü koruyorum” iddiasıyla bölücülüğünü gizleyen siyasete, bütünleştirici milli siyasetin dikkat etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi, çok basit şeylerden gidelim. Durum buysa eğer, durum buysa gerçekten, o zaman etnik ırkçılık veya Kürt şovenizmi senin baş düşmanın olması gerekir. Değil mi? NATO’daki müttefikin Amerika, senin baş düşmanının müttefiki. Hem siyaseten, hem uluslararası hukuk açısından, hem de insani olarak senin de baş düşmanının düşmanını, müttefik olarak kabul etmende bir mahzur yok o zaman. NATO’daki “stratejik ortağı”nın on bin kilometre öteden gelip ortaya koyduğu senin zararına olan bu tavrın karşısında sen bu coğrafyanın mensubu ve sahibi olarak bu serbestlikte davranabilirsin, kimsenin de sana söz söyleyecek hiçbir hakkı olmaz… Savaş filan demiyoruz… “Müttefiklik ilişkisi” adı üstünde, dostluk değil. Peki neden NATO’daki “staratejik ortağının” senin baş düşmanını “stratejik müttefik” kabul ederek bölgede herkesi de uymaya zorladığı “esas düşman” politikasında belirlediği IŞİD veya Arap İstiklal Savaşı, neden senin baş düşmanın oluyor o zaman? Birinci soru bu. İkinci soru, buradaki hedef dikkat ettiyseniz bu “sınırlı bir savaştır” dedim. Çünkü devlet felsefesi açısından “bir isyan nasıl bastırılır, bir isyanda nasıl hareket edilir?” Bunu 5 yaşındaki çocuk bile bilir. Üstelik bizim tarihimiz oldukça bol “isyan bastırma tarihi”dir. Tüm bunları herkesin “nefsi müdafaa” hakkını teslim ederek söylüyorum… Gökçe FIRAT: Evet. Ali Osman ZOR: Değil mi? Mevcut bizim tarihimizde. Şimdi, burada “isyanı bastırıyorum” havasıyla bir isyan mı büyütülüyor, güçlendiriliyor, yoksa “isyanı bastırıyorum” havasıyla da isyanı bastıran, bastırdığını iddia eden taraf, temsilcisi olduğu kitlede bir yılgınlık mı meydana getirmeye çalışıyor? Bu noktada “analar ağlamasın”, “bıçak kemiğe dayandı” gibi söylemleri çok zehirli, çok tehlikeli bulduğumu söylemeliyim. Peki devlet olarak, bu bölücü etnikçilikle savaşılmasın mı? Zaten bence kafa karışıklıkları burada çıkıyor. Demin izah etmeye çalıştım ama, tekrar söylüyorum; tabii ki savaşılacak! Ama nasıl ki koalisyon güçlerinin,”Amerika liderliğinde koalisyon güçleri vıdı vıdı vıdı…” diye bir şey geliyorsa. Değil mi, ne kadar “bütün” geliyor. “Amerika liderliğinde koalisyon güçleri” bir Irak’ta, bir Afganistan’da, bir Suriye’de, her yerdeler. Dolasıyla sizin bir ağacın dalını koparıp kökünü sulamanız, zaten ihanet içinde olduğunuzu gösterir, ağacı büyütüyorsunuz. Buradaki mesele benim açımdan şudur. Zaten BOP içinde olan İsrail’in arzuladığı ve kendi ifadeleriyle kurulması için her şeyi yapacakları Kürdistan’ın merkezi Diyarbakır değildir. Burada Erbil merkezli bir Kürdistan’dan bahsediliyor. Dolayısıyla da Erbil’in Diyarbakır’a bağlandığı değil, Diyarbakır’ın Erbil’e bağlandığı bir Kürdistan. Tam bu noktada 2003’ten beri Irak’ın kuzeyini Irak bütünlüğünden kopararak “Kuzey Irak” haline getiren siyasi ve askeri devletlilerin kimler olduğunu ve İstilacı Amerika’yla neye hizmet ettiklerini siz düşünün. Irak’ın kuzeyi dosyası açıldığında 91’den bugüne kadar kimlerin oralarda din-vatan-millet aleyhine ne haltlar yediği açığa çıkacak inşallah… Tabii ki orada Suriye tarafında -Kürdistan’ın bir parçası olarak Suriye tarafı da var-, Amerika’nın YPG diye bölerek PKK ile Suriye’deki işbirliğinin kitlelere kabul ettirilebilmesinin yolu, buradaki sınırlı bir savaştır. E2%80%A8ve-adimlar-dergisi-yazari-ali-osman-zor-bizler-vatansever-islam-anlayisindayiz/

RÖPORTAJ: ALİ OSMAN ZOR, TÜRK SOLU’NA KONUŞTU -1. Bölüm-

13 Temmuz 2016 Çarşamba günü dergimizin Fatih Bürosunda gerçekleşen röportajı Türk Solu Dergisi Başyazarı ve Ulusal Parti Genel Başkanı Sayın Gökçe Fırat