RUSYA DEVLET BAŞKANI VİLADİMİR PUTİN’İN TARİHİ KONUŞMASI / TÜRKÇE DUBLAJ / 21 ŞUBAT 2023

Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’in “Ukrayna Özel Askeri Harekatı Ve Uluslararası Gelişmeler” başlığı altında yaptığı tarihi konuşmasını alakalarınıza sunuyoruz. Putin’in, Barbar Batı Saldırganlığı karşısında insanlık adına söz aldığı 21 Şubat … Read More

İSRAİL’LE “NORMALLEŞMENİN” ŞARTI HAMAS MI OLACAK?

Ankara, ülke içindeki “düşmanlarla” savaşı tam gaz sürdürürken, dünyada barış rüzgârları estiriyor. Dün iktidarın önde gelen üç gazetesinin birinci sayfasında, “Dış politikada yeni dönem”, “Dış politikada hedef: sorunsuz çember”, “Ermenistan ve İsrail’le ilişkilerde yeni dönem” başlıklarıyla … Read More

OLİGARŞİ PANDEMİ’DE SERVETİNİ İKİYE KATLADI

Oxfam’ın 17 Ocak 2022 tarihli raporuna göre dünyada en zenginlerin serveti “pandemi”nin ilk iki yılında 700 Milyar dolardan 1.5 trilyon dolara yükseldi. Bu saniyede 15.000 dolarlık ve günlük 1.3 milyar dolarlık … Read More

AKP, KABİL HAVALİMANININ İŞGALİNE TALİP OLDU

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 7 Ağustos’ta yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Afganistan’ın başkenti Kabil’deki uluslararası havalimanını işletmeye talip olduğunu ve bu doğrultuda temasların sürdüğünü ifade ederek, “Şartlar oluşursa Afgan kardeşlerimizin güvenliği, huzur ve … Read More

SADDAM ve İBDA

ADIMLAR Plâtformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman ZOR’un, Osman HALİD müstearıyla Saddam Hüseyin’in katledilmesinin hemen ardından 12 Ocak 2007 tarihinde yayınlanan yazısını istifadelerinize sunuyoruz. ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu SADDAM ve İBDA Osman HALİD (Ali Osman ZOR) Saddam Hüseyin, işbirlikçi pislik Şiîler eliyle bütün dünyanın gözü önünde idam edildi. Muhteşem şehitlik!.. Saddam Hüseyin’in idamı bir anda bütün Batıcılar’ın ciğerlerindeki lekeyi olduğu gibi meydana çıkardı. Kelime-i Şehâdetle ölümü karşılayan ve idam törenini bir düğün törenine çeviren yiğit Saddam’ın yayınlanan görüntüleri, Saddam düşmanlarının dillerinin bağlanmasına sebep oldu. 1990 yılında Birinci Körfez Savaşı’yla başlayan ve Saddam Hüseyin’in şehâdetiyle yeni bir döneme giren süreç, İBDA fikrinin doğruluğunun ispatı niteliğinde gelişmiştir. İBDA diyalektiğinin ispatı ve İBDA’nın uyguladığı politikanın su götürmez doğruluğu, bugün, Saddam’ın idam edilmesiyle avama da zahir olmuştur. 17 Ocak 1991’de başlayan Amerikan saldırısına karşı Türkiye’de sadece İBDA kesin tavır alarak Saddam’a desteğini izhar etmiştir. Emperyalist taarruzun ana hedeflerinden biri olan Irak ve Saddam Hüseyin’e bakış açısı insanların veya kurumların ideolojik, siyasî ve ahlâkî durumunu gösteren en önemli unsur olmuştur. Irak ve Saddam Hüseyin vesilesiyle ne kadar sahte anti-emperyalist, solcu, demokrat, milliyetçi ve İslâmcı varsa hepsi tek tek meydana çıkmıştır. Bugün, artık daha net görülmektedir ki, Saddam Hüseyin Amerika, İsrail ve İran için çok büyük bir tehlikeydi. Hâliyle emperyalist taarruzun devam edebilmesi, Filistin başta olmak üzere, Sünnî İslâm’ın varolduğu bölgelerin ehlîleştirilebilmesi için, bu tehlikenin bir ân önce bertaraf edilmesi gerekiyordu. Iran-Irak Savaşı’ndan moral ve askerî olarak güçlenmiş bir şekilde çıkan Irak, her fırsatta İsrail’e olan düşmanlığını göstermekten hiç çekinmedi. 91’deki Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’in İsrail’e attığı otuz küsur füze bunun en büyük delilidir. Güçlü bir Sünnî Irak’ın, Amerika’nın bölgedeki iki müttefiki için –İsrail ve İran– tehlikeli bir durum arzettiği artık aşikârdı. Otuz küsur devleti arkasına alarak 17 Ocak 1991’de Irak’a çullanan Amerika, birkaç gün içinde bu tehlikeyi bertaraf edebileceğini zannediyordu. İsrail’in de devamlı olarak “kötü örnek oluyor” zorlamasıyla Saddam Hüseyin’i iktidardan indirme faaliyetinin Amerika’ya getirdiği maliyet 17 Ocak’tan sonraki süreçte daha net görülecekti. “Zalim Saddam” edebiyatının Amerika-İsrail-İran propagandası olduğu, geçen bu 15 yıllık zaman zarfı içerisinde daha iyi anlaşılmıştır. 1991 yılında bize “Saddam kimyasal silah atacak” diyerek maskeler taktıranların hepsinin birden Amerikan-İsrail uşağı ve Şiî kırması oldukları görülmüştür. Bu “Zalim Saddam” edebiyatı yapanların hiçbiri, bugüne kadar Saddam’ın Türkiye aleyhine ne yaptığını millete söyleyememeleri ayrıca dikkat edilmesi gereken başka bir husustur. Saddam’ın önerdiği, Türkiye ve Irak lehine olan tekliflerin bugüne kadar milletten hep saklanması, Saddam’ın Amerikan düşmanlığının Türkiye düşmanlığı olarak gösterilmesi bizim kaydettiğimiz ihanet listenin başında gelmektedir. Laiklerin, Şiîlerin, diyalogçuların, sahte solcuların, sahte milliyetçilerin ve hain İslâmcıların oluşturdukları Batıcı İhanet Cephesi’nin bütün propaganda ve yönlendirme faaliyetlerine mukabil, halkı, olması gereken biçimde Irak lehine etkileyen tek hareket İBDA olmuştur. Amerika-İsrail-İran dolmuşuyla, Türkiye’de herkesin Saddam’a laf söyleme yarışına girdiği bir dönemde sadece İBDA ve önderliği O’nu desteklemiştir. 17 Ocak 1991’den, yâni savaştan önce, Sayın Salih Mirzabeyoğlu o zamanki haftalık çıkan Cuma dergisine verdiği mülâkatta hadiseyi ana hatlarıyla değerlendiriyordu: “Bilinen hâdiseleri gevelemek ve bir şey söylemekten çok bir şey söyleme taklidi yapmak ve mihraksız çocuk uçurtması ihtimâller üretmek yerine, hâdiselerin iç yüzünü ve bâtınî motiflerini yakalamak, bunu İslâmî hareketin motive edici, yâni uyarıcı, itici ve yönlendirici yakıtı yapmak…” (*) O günden bugüne yaşanan süreçte mücadelenin geldiği seviye göz önüne alındığında, yukarıdaki ifâdelerin nasıl tezâhür ettiği, takip edenler tarafından mâlum. Körfez Savaşı’yla paralel olarak İBDA hareketinin kat ettiği yol ve geldiği seviye, uygulanan politikanın doğruluğuna ayrıca bir delil… “Körfez krizi, Türkiye’deki sistem krizini de ortaya getirecektir… Açıkça söylemek gerekirse, yetki kargaşası ve boşluğunun huzursuzluğu içerisinde, ihtilâlci hareketler açısından müsait bir zemin doğacaktır!..” (*) Türkiye’yi 28 Şubat’lara ve bugün yaşanılan “yetki kargaşası ve boşluğunun huzursuzluğu”nun sebep olduğu hâdiselere getiren süreç, Körfez krizi ile birlikte başlamıştır. Nisan ayında yapılması düşünülen Cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında dile getirilen sıkıntıların kaynağını o dönemde aramak gerekir. “Her şeyden önce, böyle bir yapı, resmî politika doğrultusundaki davranışlar için insanımızı motive edemez; yâni, ruhî uyarmaları, heyecanı, kışkırtmayı ve yönlendirmeyi yapamaz… Sonra… Hem Amerika ve Avrupa açısından, hem de onların Türkiye’deki kapı kulları bakımından, “beklenmedik mallar pazara geldi” hesabı şahsiyetli fışkırış tezahürleri olabilir!..” (*) Batıcı İhanet Cephesi’nin elindeki tüm imkânlara rağmen istediği doğrultuda insanımızı yönlendirememesi, sokaktaki vatandaşın Saddam’ı desteklemesi, o gün olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Çok istekli oldukları hâlde Kuzey’den Irak’a girememe sebepleri de beklenmedik malların pazara gelmesidir. 25 Ocak Cuma eylemi hatırlanmalı… İBDA Mimarı 25 Ocak 1991 Cuma günü başlayan Amerikan aleyhtârı gösterilerin geleceğini 1990’dan haber veriyordu: “Evet; ben kuyrukçu ve kuyruk sallayıcı politikayı tasvip etmiyorum!.. Türkiye’de İslâmcı kesimin reaksiyonlarını hesaba katmadan girilecek taahhütler şaşırtıcı neticelere varabilir… Mesele Saddam Hüseyin’i sevmek bakımından değil de, Amerikan ve Batı emperyalizminden nefret bakımından görünürse şaşmamak gerekir, çünkü insanımızda bunun kültürel ve ruhî kökleri var. Şunu açıkça söylemek istiyorum: Halkı Müslüman olan ülkelerde hükümetlerinin tutumu ne olursa olsun halkın ayrı bir hissiyatı ve sezgisi vardır…” (*) Yukarıdaki ifâdeler, bize, kendisinin “ikinci Özal” olduğunu iddia eden Tayyip’i hatırlattı. Aynı o da Özal gibi, Müslüman halkın hissiyatını ve sezgisini hiçe sayarak Amerika’ya bir takım taahhütlerde bulunmuştu. Fakat 1 Mart Tezkeresi’yle şapa oturdu. Hâlâ yediği o kazığı çıkarmaya çalışıyor. Saddam konusunda Batı’nın durumunu anlatırken İBDA Mimarı şöyle diyor: “Bugün Batıyı ve Amerika’yı ayağa kaldıran, –dikkat edin, dünyayı ayağa kaldıran demiyorum–, hak duygusu değil, emperyalist düzenlerinin bozulması kaygusudur; diğer devletler de onların maiyeti olarak, onlara çeşitli mahkûmiyetleri olan figüranlar.” (*) İşte, Saddam Hüseyin’e hangi gözle bakmak gerektiğini o zaman bu ifâdelerle işaretleyen İBDA Mimarı’nın Saddam Hüseyin’in şehâdetiyle ne kadar da haklı olduğu meydana çıkmıştır. Saddam, emperyalist düzeni bozan en büyük unsurdur. 1990 yılında Saddam Hüseyin’in hareketini değerlendirirken İBDA Mimarı, “Şayet kaba bir madde iştihası bakımından değil de, ince bir İslâmî siyaset gereği olarak bu işi yapmış olsaydı gerçek bir kahraman olurdu…” (*) demektedir. Başlangıç noktası itibariyle değil de, sebep olduğu hâdiseler ve kendi sonu itibariyle Saddam Hüseyin’in kahraman olduğunu söylemek herhalde İBDA Mimarı’nın yukarıdaki ifâdelerine zıt olmasa gerek… O zaman sadece İBDA Mimarı kesin, net ve açık bir şekilde “Benim, Saddam Hüseyin’in hareketini tasvip edip etmememe gelince, cevabım kocaman bir “evet!” olacaktır!..” (*) diyerek desteğini ifâde etmiştir. Yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi Körfez Savaşı’yla İBDA hareketinin gelişimi paralel bir çizgi izlemiştir. İBDA Mimarı’nın Irak’a ve Saddam Hüseyin’e verdiği bu açık destek, emperyalistlerin ve buradaki işbirlikçilerinin gözünden kaçmamış ve 1 Şubat 1991’de Sayın Mirzabeyoğlu, “halk ayaklanması” tezgâhlamak suçuyla göz altına alınarak tutuklanmıştır. O’nun tutuklanmasıyla neticelenen gelişmeler, diğer taraftan Türkiye’nin Amerika’nın yanında savaşa girmesini engelleyen gelişmelerdir. Özal o zaman; “Savaşa girecektik ama, girmemizi engelleyen bazı unsurlardan dolayı bu işi yapamadık!” diyerek bu gelişmelerin niteliğini ifâde etmiştir. 25 Ocak 1991 25 Ocak Cuma günü İBDA Mimarı’nın yukarıdaki ifâdelerinin sadece siyasî bir değerlendirmeden ibaret değil, bir aksiyon dehâsının plânları çerçevesinde söylenmiş hakikatler olduğu görüldü. Savaşın en sıcak günlerinde, 25 Ocak Cuma günü Müslümanlar İBDA önderliğinde Amerika’yı ve işbirlikçilerini savaşa girmekten alıkoymak için Bayezid Meydanı’nda bir araya geldiler. Bu bir araya geliş, gelişmelerden de anlaşılacağı üzere, yalancıktan bir protesto gösterisi yapmak için değil, savaşa müdahil ve taraf olmak içindi. 25 Ocak Cuma günü, Müslümanların İBDA önderliğinde inisiyatif alarak, Amerika’ya ve işbirlikçilerine karşı ortaya koydukları tepki şiddetle bastırılmak istendiğinde hiç beklenmedik bir şekilde, devrimci şiddetle karşılandı. İşbirlikçilerin, Müslümanları sindirmek ve etkisizleştirmek için kullandığı şiddet, ihtilâl hareketinin kullandığı karşı şiddetle bertaraf edilmiş, işbirlikçilerin hesaplarını yeniden yapmaları sağlanmıştır. O gün, Bayezid Meydanı’nda düşmana karşı kullanılan silâh, ondan önceki ve sonraki bütün protesto eylemlerini mânâlı kılmıştır. 25 Ocak’tan sonra yurt çapında başlayan gösteriler, halkın bir ayaklanma içinde olduğunu gösterir mâhiyete gelmiştir. “Saddam Sen Oradan, Biz Buradan!” 25 Ocak 1991 Cuma günü Bayezid Meydanı’nda açılan bu pankart, bir slogandan ziyâde bir politikanın ve kararı verilmiş bir savaşın ilânı niteliğindeydi. Daha sonraki süreçte, hiçbir zaman bu politikadan ve bu savaştan bir adım dahi geri atılmamıştır. Bu pankartın, içi boş, kuru bir slogan olmadığı daha o gün pankartı hazırlayanlar tarafından bütün dünyaya gösterilmiştir. Bu pankartla, emperyalist taarruza burada karşılık verileceği ve bu taarruzun muhatabının kim olduğu dosta-düşmana ilân edilmiştir. İlk karşılık da, gösteri meydanında silâh kullanılarak verilmiştir. Kullanılan o silâhın bereketiyle, ülke çapında bütün anti-emperyalist unsurlar ayağa kalkmış, şehitler verilerek etkisi bugünlere kadar devam eden militan eylemlilik sürecine gerilmiştir. Başlayan bu eylemlilik sürecinde saflar, bir ânda bıçakla keser gibi netleşmiş dost-düşman herkes niyetini izhâr etmiştir. Bugün küfürleri ve ihânetleri iyice belli olan laik, fettoş ve Şiî kalıntıları, o gün hemen kendilerini İBDA’nın karşısında Batıcı İhânet Cephesi saflarına atmışlardır. Bu slogan etrafında Irak’a saldırı başladıktan sonra bütün cepheler, yurt çapında İMK’nın ortaya koyduğu politikaya nispetle meydan yerine çıkarak kitleyi Amerika ve işbirlikçilerine karşı yönlendirmişlerdir. İBDA Mimarı’nın savaştan önce, yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi “beklenmedik mallar pazara gelebilir” ihtarının ne mânâya geldiği 25 Ocak 1991 Cuma günü açılan, “Saddam sen oradan, biz buradan” pankartıyla anlaşılmıştır. 1 Şubat 1991 Beklenmedik malların pazara gelmesinden sorumlu tutulan İBDA Mimarı 1 Şubat 1991 günü gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Kendisi tarafından bu operasyonun “ateşin üzerine benzinle gitmek” diye değerlendirildiği malûm. 1991’den sonraki gelişmeler tam olarak incelendiğinde, hareketin kazandığı militan muhteva da göz önüne alındığında İBDA Mimarı’nın bu tespitinin ne kadar haklı olduğu görülür. 25 Ocak 1991’le başlayan militan çizgi, 1 Şubat 1991’den sonra örgütlü bir şekilde devam etmiştir. Bugünlere kadar devam eden bu çizginin vesilesi “Körfez Savaşı ve Saddam Hüseyin’dir” desek çok yanılmış olmayız. Kafa Tutan Saddam İBDA Mimarı cezaevinden çıktığında Körfez Savaşı da bitmişti. Yine haftalık Cuma dergisi kendisiyle bir mülâkat gerçekleştirdi. Mülâkatın gerçekleştirildiği bu dönemde bütün Batıcılar, Saddam Hüseyin yenildi diye zil takıp oynuyorlardı. İBDA Mimarı ise şunları söylüyordu: “…Amerika’nın hem siyasî ve hem de askerî sahada cakası bozuldu!..” (*) “Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Amerika’nın dünyada tek süper güç olarak kaldığı ve dünyanın patronu olduğu masalı, bu savaşta çökmüştür; ve savaşın neticesine bakmaksızın söyleyeyim ki, Irak bilerek veya bilmeyerek üçüncü dünya ülkelerine iyi bir örnek ve moral vermiştir… Kafa tutulabileceğini ve Amerika’nın istediği yere elini kolunu sallaya sallaya girip istediğini yaptıramayacağını göstermiştir… Yâni, Irak’ın ödediği bedel ne olursa olsun Amerika mağlubiyetten beter bir zafer kazanmıştır.” (*) Irak’ın ödediği son bedel, meşrû devlet başkanı Saddam Hüseyin’in şehâdeti olmuştur. Fakat bugün, üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere, bütün dünya genelinde Amerika’ya karşı bir dik duruş varsa, bunun müsebbibi Irak ve Saddam Hüseyin’dir. Biz, Filistin direnişinin kazandığı ivmede de, 11 Eylül’de de, Afganistan’da da, Lâtin Amerika’da da, Saddam Hüseyin’in verdiği ilhâmı görmekteyiz. Yine İBDA Mimarı Irak’ın rolü ve Saddam Hüseyin’i anlatırken şunları ifâde ediyor: “Eğer “yeni dünya düzeni”ni bir arabaya benzetecek olursanız, Irak bu arabanın bir tekerini sökmüştür… Ve bu düzen heveslileri için iş, evdeki hesabın çarşıya uymaması gibi bir durum doğurmuştur… Daha önce de belirttiğim gibi Saddam yaptığı işin farkında olsun olmasın, üçüncü dünya milletleri adına bu oyunu bozucu mühim bir görevi yerine getirmiştir.” (*) Saddam’ın idamından sonra, Bush’un; “Kötü örnek oluyordu” ve “Amerika’yı yeneceğini zannetti” sözünü hatırlayın. Buhs’un ağzından dökülen bu ifâdeler aslında Saddam Hüseyin’i kahraman ilân etmek için başka bir delile ihtiyaç bırakmamaktadır. Bugün dünyanın yaşadığı kaos ve Amerika’nın içine düştüğü zor durum, Saddam’ın açtığı yol sayesinde meydana gelmiştir. Artık, dünyanın her tarafında irili ufaklı devlet veya örgütler, Batı emperyalizmine kafa tutmanın zevkini yaşamaktadırlar. Pislik Şiiler Şiilik, İslâm’da bir mezhep değil, sapık bir yoldur. Bir çok İslâm büyüğünün de ifâde ettiği üzere, küfürdür. Kendilerine RAFIZÎ denmesin diye, Şiî ve Caferî olduklarını söyleyen bu pislik soyu, tarihin her döneminde küfürle savaşan, Ehl-i Sünnet’i arkadan vurmuştur. İslâm’ın Yahudisi olan bu sapık kol, tarih boyunca her zaman Batı’nın bir numaralı müttefiki olmuştur. Bugün İran dış politikasına baktığınızda bütün hususlarda İslâm âlemiyle değil de, Batı ile işbirliği içinde olduklarını görürsünüz. Amerika’nın kendilerine sağladığı “iktidarla” kumda oynayan bu pisliklerin yaptıkları en büyük eylem, “büyük şeytan”ın erketeliğidir. Ne ilâhi hikmettir ki, 1991 yılında Şiîler Saddam’a ihânet ederken, aynı anda da burada İBDA’ya pislik yapmaya teşebbüs ettiler. Sayın Mirzabeyoğlu, savaşın içinde “ummadığı” hâdise olarak İran’ın ihânetini anlatmaktadır: “Açıkça ifâde etmem gerekirse, İran, Türkiye’den kırk kat beter bir akbabalığa soyunmasaydı, müttefik kuvvetler bin beter bir duruma düşebilirdi… Kuveyt’te Amerikalılara karşı verilecek direnişi beklerken, bir de baktık ki İran, “Büyük Şeytan” dediği Amerika’nın safında, Irak’ı kalleşçe arkadan vurdu… Hani boyuna “Büyük Şeytan” diye bahsediyorlar ya Amerika’dan; kendi ifâdelerine nispetle kendileri de, “Büyük Şeytan”ın “Büyükelçi”liğine soyundular… Bildiğiniz gibi, Irak’ın Kuzeyinde ve Güneyinde ayaklanma yaptırmaya giriştiler… Şiîler işte budur!..” (*) Şiîlerin, hem Saddam’a, hem de Mirzabeyoğlu’na yaptıkları pislik cezasız kalmadı. Aynı anda hem Irak’ta hem de Türkiye’de tepelendiler. Bugün aynı pisliklerini Saddam’ı şehit ederek ve burada da isim vermeden İBDA’ya saldırarak yapmaktalar. “Tarih tekerrürden ibârettir” sözünde muhakkak ki bir hâkikat payı vardır. Fakat en önemli hâkikat şudur; İslâm âleminde Şiîler başta olmak üzere, “dini içten yıkan kâfir soyu” temizlenmeden, derli toplu bir İslâm coğrafyasına yol kapalıdır. Irak ve Saddam Hüseyin’le İBDA arasındaki bahsetmeye çalıştığımız bu münasebetler, Türkiye ve dünyada İslâm ihtilâlinin hangi fikir etrafında gerçekleştirilebileceğinin görülmesi açısından önemlidir. Bütün şehitler gibi, Saddam’ın intikâmı da bizim üzerimizde bir borçtur. Saddam’a Müslümanlığı “yakıştıramayan” köpek soyu, ilmik boğazlarına geçirildiğinde, Saddam’ın gösterdiği Müslümanlığın ve erkekliğin binde birini gösterebilecek mi acaba? 12 Ocak 2007 (*) Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar

CARLOS’SUZ MAHKEME VE ADALET TİYATROSU

Adalet Sarayı’nın önüne geldiğimizde dün Filistin atkısıyla dikkatimizi çeken genç Filistinli yanımıza gelerek bizi gördüğüne sevinmiş bir halde kucaklamaya….

SİYONİST DUVARLAR KURTULUŞA ENGEL – Ali Osman ZOR (4 Ekim 2007)

SİYONİST DUVARLAR KURTULUŞA ENGEL Ali Osman ZOR (4 Ekim 2007) Türk siyasi hayatında, hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde “niyetler” açıkça izhar edilmeye ve saflar net olarak belirmeye başlamıştır. Hadiseler “basitlikten” karmaşıklığa evrildikçe, belki de karmaşıklığı aşabilmek adına ve onun sebep olduğu stresten kurtulabilmek için, acele hükümler de verilmiyor değil. Hafızası olmayan veya zayıf olanların “yönlendirme” gayreti içinde olduklarına şahit olduğumuz bu dönemde, özellikle 30-35 senelik tarihi, doğru bir çizgi içine oturtamamaktan kaynaklanan “hakikati gizleme” tavırlarına da şahit olmaktayız. En iyi niyetliler dahi, mevcut durumu tesbit etmeye çalışırken, bu hafıza zayıflığından dolayı meseleleri hakikatin “yarısıyla” ele almaya çalışıyorlar. Bu da, tarihe ve hakikate aykırı “durum tesbiti” riskini beraberinde getiriyor. Haziran başında Musul’un, İslam Mücahitleri tarafından fethiyle başlayan savaşın yeni safhası, “İslam Devleti’nin” Irak’ın kuzeyine yönelmesiyle Amerika ve müttefiklerini tedirgin etmiş; nihayetinde, NATO müdahalesine karar vermişlerdir. Kuzey Atlantik Gücü’nün harekete geçmesi, gizlenemeyen gerçeklerin de açığa çıkmasını sağladı. “Kürdistan” denilen bölgenin, Türk ve Arab’ın arasına örülmek istenen “Siyonist bir Duvar” olduğu, açığa çıkan gerçeklerin başında gelmekte. ADIMLAR kadrosu olarak; özelde bu konuyla alakalı olmak üzere, genelde de gelişen iç ve dış siyasete nasıl baktığımızı gösteren ve Sayın Ali Osman ZOR’un daha önce Osman Halid imzasıyla yayınlanan geçmişteki bir çalışmasını, yaşadığımız günlerin önemine binaen, “Mücadele Tarihi” başlığı altında okunması temennisiyle yayınlıyoruz… ADIMLAR – 20 Eylül 2014 Siyonist Duvarlar Kurtuluşa Engel Osman Halid (4 Ekim 2007) İşgalcinin ülkesinde, kötülüğün merkezinde, suyun öte tarafında Fetullah’ın adamlarının verdiği iftar yemeğinde, sofrada “oruç”unu açmak için ne sesi beklediklerini bilmediğimiz Yahudi-Hristiyan-Evanjelik-Cumhuriyetçi-Neo Con ve kansız-imansız İslâmcılar, aynı hizada bir masa etrafında oturuyorlar… Yer Bağdat… İslâm tarihinin paha biçilemez merkezlerinden biri… Kimler yok ki orada… İmam-ı Azam Hazretleri, Abdulkadir Geylani Hazretleri, İmam-ı Şafii Hazretleri… Peygamberimizin silah arkadaşı sahabîler… Hz. Ali, Peygamber torunu Hz. Hüseyin… Ve daha birçok zahir ve bâtın İslâm büyüğü… Bağdat bunların şehri!.. Ve Bağdat’ta bir sığınak… Gözler çakmak çakmak… Eller tetikte!.. Ortamı aydınlatan insanların nur yüzleri… Dizleri yan yana, temas hâlinde oruçlarını açmak için ezan sesini bekliyorlar… Bombalanan, yağmalanan 17 Ocak 91 yılından bu yana iki milyon evladını “ilahî yolda verilen istiklâl savaşında” şehid veren Bağdat! Cevap verin!.. İşgalcinin ülkesinde işgalciyle iftar yapan pastacı pezevenkler! Bağdat kaç tane ikiz kule eder?! İşgale direnenle işgalcinin parmaklarında kukla olmayı seçenlerin tuttukları oruç, muhakkak ki bir değil! Kukla olmayı seçen pastacıların, yedikleri pastaların boğazlarına düğümlenecekleri günlerin arefesindeyiz. Bunlar Türk’ün, Kürt’ün, Türkmen’in yüzkarası! Ehl-i Sünnet Arap düşmanı… Irak’ın yiğit evlatları istilacıya karşı direnirken, pastacılar iftardan sonra efendileriyle Irak İslâm beldesinden kendilerine bir kırıntı düşüp düşmediğini istişare edecekler. Tarihin hangi devrinde şehidlerin kanı üzerinden hainler ikbal sağlayabildi ki bu devirde sağlayabilsin!? Kendi varlığına şahitlik eden şehidinin hakkını “oruçlu” pastacılara yedirir mi zannediyorsunuz Allah? Kuklalar her yerde, aynı gaflet ve hıyanet içindeler. Sömürgeci bu kuklaları dünyada kendisiyle hiçbir gücün baş edemeyeceğine inandırdığından dolayı bunların kendi insanına ve kendi coğrafyasına takındıkları tekebbür hâli her geçen gün bira daha artmakta ve azgınlaşmakta… Bu hâlleri de helâk olacaklarının habercisidir. Kâbil’deki imaj manyağı, pelerinli palyaçonun, “Molla Ömer neredesin?” feryadı da helâk olacağının habercisi! Bu kuklalar içerisinde baş kukla diyebileceğimiz BOP’un en önemli yürütücüsü konumunda bulunan Talabani’nin durumu ise hepsinden beter! “Ortadoğu’nun dansözü” nitelemesini fazlasıyla hak ediyor!.. Düşmana kapıyı içerden açan bu kukla, diğerleriyle beraber kendisini ne kadar evin sahibi zannetse de Süleymaniye’den dışarıya adım atamamakta! Çünkü o da biliyor ki evin sahibi kendisi değil… Başından beri istilaya kim direniyorsa evin sahibi o! Demokratik sömürgeleştirme savaşının hedefi, bu kuklalardan müteşekkil bölgeye hakim olacak ve emperyalist politikaları güvenilir ve kararlı bir şekilde uygulayabilecek bir yapı oluşturmak… Bu yapının oluşabilmesi için ayrıca bu kuklaların “bağımsız” imajını da kazanmış olmaları gerekir. Evin sahibi olmadığı hâlde evin sahibiymiş gibi davranması bu imajın bir gereği. Kapıyı içeriden düşmana açan Talabani’yle içişlerine karışılmasını şikâyet edermiş gibi yapan Talabani aynı. Bizden beklenen ise, bir ülkenin içişlerine ve bağımsızlığına saldırı, bu ülkenin vatansever Müslüman yönetimini devirip ortalığa kuklalarını sürünce, işgal olmaktan çıkıp, o ülke halkının tasarrufu olduğunu kabul etmemizdir. Bu kabul edildiği zaman ikinci aşama olarak da işgale karşı direnene “terörist”, istiklâl savaşına da “terör faaliyeti” dememiz gerekecek. Gerçek vatanseverler kimin işgalci, kimin işgale direnen mücahid silahlı kuvvetler olduğunu gayet iyi biliyor. Fakat bir taraftan Çanakkale, Sakarya edebiyatı yapıp, diğer taraftan da işgale “Amerikan müdahalesi”, işgale karşı verilen istiklâl savaşına “terör faaliyeti” ve ülkesinin kurtuluşu için savaşan “mücahid”e de “terörist” diyenlere ne denilir? İnsan bu kadar rahat kendi geçmişini nasıl inkâr edebilir? İngiliz “müdahale”si ve Anadolu’da bu müdahaleyi kabul etmeyen, aynı şekilde İngilizlerin idaresine uymayan bozguncu teröristler… Anladınız… Irak’taki direnişe terör, direnene terörist dedikten sonra, hangi yüzle “kurtuluş savaşı”ndan bahsedebilirsin? Türk Mutlu Olamaz Talabani’yi Irak Cumhurbaşkanı ve diğer kuklaları da Irak hükümeti olarak tanıyanlar, o kuklalarla beraber aynı efendiye hizmet eden pastacılardır. Hâliyle bunların Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerle alakalı dile getirdikleri endişe ve şikâyetler, danışıklı dövüşten başka bir şey değildir. Aksi olsaydı, “Ne mutlu Türk’üm!” diyen bir vatan evladı Irak’ta verilen mücadelenin tek bir savaşın muharebesi olduğunu idrak eder, esas düşmanın hesabının da bu mücadeleyle, Anadolu’yu birleştirmeme üzerine kurulu olduğunu görürdü! Bu hesap meydana çıktıktan sonra, Irak’ın kuzeyinde Türk’ün ve Kürt’ün hainlerinin elele inşa etmeye çalıştığı Siyonist duvarı yıkarak Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, bütün İslâm milletinin işgalciye karşı birleşmesini sağlardı. Fakat Amerikan işgalini destekleyen ve direnişçiye “terörist” diyen sesten başka hiç ses çıkmadı. Bunlar Türk’ün adını kötüye çıkarmış yüce Türk’le hiçbir alakası olmayan cüceler!.. Türk’ün horlandığı, ezildiği ve devleti elinden alınarak yaşadığı coğrafyadan sürülmek istenen bir dönemde, onu onure etmek için söylenmiş olan “Ne mutlu Türk’üm!” sözünü “bağlamından” kopararak bugüne taşıyan cücelerin, Türklük’le ne tür bir ilişkileri olabilir? Türk, komşusunu, kardeşini arkadan vurur mu? Türk, ülkesini işgal-terör üsleriyle kaplanmasına göz yumabilir mi? Türk, başına çuval, ensesine şaplak, kıçına tekme muamelesine rıza gösterebilir mi? Türk, ülkesinin açık hava kerhanesine dönen bir sömürge olmasına izin verebilir mi? Türk, düşman istilasına karşı vatanını savunan mücahid silahlı kuvvetlere terörist diyebilir mi? Türk, ülkesinin işgaline direnirken düşman tarafından yakalanıp alçakça bir suikastle şehid edilen –Saddam Hüseyin!- komşu Müslüman devlet başkanının uğradığı bu muameleye sessiz kalabilir mi? Türklük adına bunlar yapılırken, gerçek Türk mutlu olamaz. Böylelerinin “yüce Türk milleti”yle bir alâkası olmadığı gibi sahte kutuplaşmanın tarafları olarak kendi kitlelerine takiyye yapan, efendilerinin politikalarına amâde pastacılardır! Bunlar olsa olsa işgali ve direnmemeyi peşin olarak kabul etmiş kukla turuncu silahlı kuvvetler… Acaba ülkenin bütün kamusal alanlarını işgal eden terörist Amerikan askerlerini TSK generallerinin kovması için onlara başörtüsü giydirmek bir çözüm olabilir mi? Kamusal alanları işgal etmiş başörtülü Amerikan askerlerini herhalde bir emirle paşalarımız başörtüsü taktıklarından dolayı ülke sınırlarının dışına çıkarıp alayını denize dökerler. Bilindiği üzere Amerikan senatosu, Irak’ın bölünmesine yönelik bir tasarıyı kabul etti. Daha açık bir ifadeyle Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti için yeşil ışık yaktı! Dikkat ediliyorsa Amerikan işgaline karşı verilen direniş, Osmanlı topraklarına ait olup da en son terk edilen coğrafyadır. Orada verilen istiklâl savaşının mânâsı şudur: “O gün kaybedilen toprakların bugün geri alınarak, egemenliğin kayıtsız şartsız Müslümanlara devri iradesidir! Bu iradenin bütün olarak görülebilmesi ve bölgeye hâkim olabilmesi için de Ehl-i Sünnet Arap’la Ehl-i Sünnet Türk’ün birleşmesi gerekir.” Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, özellikle bölgede PKK’nın ortaya koyacağı siyasi tavır, coğrafyanın geleceğinde belirleyici olacaktır. “Oruçlu” pastacılar işgalcinin ülkesinde Müslüman kanı üzerine hesap yaparken aynı ânda diğer cinsleri de burada boş durmuyorlardı. Kürt Konferansı Diyarbakır’da düzenlenen Kürt Konferansı’nda Cengiz Çandar, bakın ne akıllar veriyor Kürtlere: “Kürtler ya devlet kuracak, yada bölgedeki bir devleti kendi devleti olarak kabul ettikleri noktada bu mesele çözülür. Kürtler yeni dönemde iki şeye dikkat etmeli… Atacakları her adımda Kuzey Irak’ta oluşmakta olan Kürt devletine zarar vermeyi düşünmeleri gerekir. Bunun anlamı Türkiye’nin Kuzey Irak askeri müdahalesinin bir seçenek olmasını çıkaracak şekilde hareket etmeleridir. Yani şiddetten uzak duracak siyaset izlemeleridir. İkincisi Türkiye’nin AB sürecine destek vermeleridir.” Irak’ın bölünmesine yönelik tasarının Amerikan senatosunda kabul edilmesiyle aynı ânda Diyarbakır’da düzenlenen Kürt Konferansı’nda, Cengiz Çandar’ın Irak’ın kuzeyinde kurulması plânlanan Kürt devletinden bahsetmesi ve bu devletin Türkiye’nin hışmına uğramaması için PKK’nın şiddetten uzak durmasını tavsiye etmesi oldukça mânidar… Demek ki PKK sömürgeci Batı emperyalizminin oyununu bozabileceği gibi bu oyunun devam etmesini sağlayabilir ve hedefine ulaşmasının da aleti olabilir. Bilindiği üzere bu Çengiz Çandar 17 Ocak 1991’den beri işgalci Amerika’dan aldığı maaş çekleriyle onun medya borazanlığını yapıyordu. Mart 2003 saldırısında Irak’ın üç günde yerle bir olacağını anlatan bu beyni iğdiş olmuş liberal çapulcu, Irak istiklâl savaşı şiddetini arttırdıkça sesini kısmak zorunda kaldı. Kıbrıs’ın Rauf Denktaş’ın cumhurbaşkanlığından tardedilerek Avrupa Birliği’ne altın tepsi içinde sunularak “milli dava” olmaktan çıkarılmasında bu Cengiz Çandar’ın fonksiyonu unutulacak gibi değil! Şimdi sıra Kerkük’e geldi. Kıbrıs’ta oynadığı rolün aynısını şu an Kerkük’te oynuyor. Rol arkadaşı bir numaralı Amerikancı İlnur Çevik, Barzani’den aldığı ihalelerle ajan gazetecilik vasfına işadamlığını da eklerken o da kendisiyle Kerkük için aynı misyonu icra etmektedir. Bunlar Amerikan politikaları doğrultusunda Kıbrıs’ı AB’ye nasıl peşkeş çektilerse, Kerkük’ü de, işgalciye kapıyı içeriden açan kuklalara peşkeş çekmeye çalışıyorlar. Yaşadığımız bu süreçte Çandar’ı daha çok piyasada göreceğiz. Irak’ta özellikle kriterlerin neye göre yapıldığı belli değil. Dikkat ederseniz Irak’tan bahsederken, Sünniler, Şiiler ve Kürtler deniliyor. Sünnilik ve Şiilik, dinî bir kriterken, Kürtlük ise ırkî bir kriterdir. Peki Arap’ların yaşadığı coğrafyadan bahsederken Sünnî ve Şii kullanıldığı hâlde diğer tarafta dinî kriterden bahsetmeyip niçin ırkî kriter kullanılmaktadır. Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtler dinsiz midir? Yoksa dinler üstü seçilmiş bir ırk mıdır? İşin doğrusu, eğer işgalciler Irak’ın kuzeyini de dinî kriterlere göre ayırsalar büyük çoğunluğu Sünnî olan Kürtlere de Sünnî demeleri gerekir ki; o zaman da Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması mevzubahis olamaz. Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulabilmesi için kriterlerin işgalcinin kafasına göre bu şekilde yapılması gerekiyor. Arap’la Türk’ün arasına Kürt’ün eliyle inşa edilmeye çalışılan bu Siyonist duvarın yıkılmasında bizce, yukarıda da söylediğimiz gibi belirleyici olacaktır. “Esas düşman” tespiti doğru yapılarak düşmanın İslâm coğrafyasından kovulması için gerekli hamleler cesur bir şekilde yapılacak, yada esas düşmanın, iradesi doğrultusunda diğer kuklalarıyla uğraşarak onun bölgedeki stratejilerine hizmet edilecektir. Bizce Kürt hareketi zor bir dönemece girmiştir. Herkesin dinî kimliğinden bahsedilirken, şuurlu olarak sadece Kürtlerin dinî kimliğinden bahsedilmiyor. Acaba burada hedeflenen demokratik-laik TC’ye mukabil, coğrafyada Araplarla Türkler arasında tampon bölge oluşturacak demokratik-laik bir KC mi? Yaşadığımız süreç bunun önümüzdeki günlerde belli olacağını söylüyor bize. DTP milletvekillerinin son zamanlarda TC siyasetçileri gibi konuşmaları, meselâ Hasip Kaplan’ın, “laikliği aştırmayız” açıklaması, PKK ve Kürtler açısından pek de içacıcı gelişmelerin habercisi olduğu söylenemez. Tabi bu tür ifadelere devam edilirse… Son tahlilde söyleyeceğimiz şudur: Bütün kesimlerin samimilerinin, esas düşmanın, Amerika’nın temsil ettiği emperyalizm olduğunun şuuruyla antiemperyalist bir cephe esprisi içerisinde, bu esas düşmanın kovulması için güç birliği yapma zaruretleri vardır. Amerika bölgeden kovulduktan sonra bölgedeki sorunlar emperyalizmin ikinci müdahalesine gerek kalmadan bölgenin kendi aktörleri tarafından çözülebilir. Çünkü bölgeyi temsil eden (Türk, Kürt, Arap) iç dinamikler çözüm teklifleriyle beraber çözüm iradesine de sahiptirler. Aksi takdirde bölgenin gerçek sahipleri emperyalizmin dayattığı hiçbir çözümü kabul etmemeli! Batı emperyalizmi hakimiyeti altında özerk olsan no’lur, olmasan no’lur? İnsanımız kesinlikle “özerk” laik TC’nin yanında bir de “özerk” laik KC istemez. Baran Dergisi / Sayı 39 / Sayfa 4,5 / 04 Ekim 2007

ORTAK – ESAS DÜŞMAN AMERİKA VE ONUN BOPÇU, YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİ

TAKDİM: Adımlar’ın matbu dergi olarak çıktığı günlerde yayınlamış olduğumuz bu yazıyı, bu günlere ışık tutmaya devam ediyor oluşuna nisbetle bir kez daha paylaşıyoruz. Ve bugün, Barzanî’nin artık devletleşme yolunda hiçbir gizli saklısı olmadan açıktan adımlar atmaya başladığı günümüzde, o günden yapılan tesbitlere nisbetle, kimin ne yaptığına nazaran da kendi geçmişimizi utanıp saklamadan ortaya koymaya devam ediyoruz. ORTAK-ESAS DÜŞMAN AMERİKA VE ONUN BOPÇU, YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİ Ali Osman ZOR Topraklarımızdan defetmek zorunda olduğumuz bir belâ var; 91 istilâsından bugüne kadar bölgemize karabasan gibi çöken bu belânın ismi; Amerika! 2003 Yasadışı Saldırısı’ndan sonra mecbur kaldığından dolayı, bu belâ, bugün tekrar geri geldi. Görünen ve kamuoyuna deklere ettiği bahanesi ise IŞİD; yani, Gerçek Irak Ordusu… PYD Başkanı S. Müslim, “Bizim Amerika ile menfaatimiz kesişiyor. Bundan dolayı da müttefikiz!” diyor. Ne kadar açık ve sarih… Öyle değil mi?.. Ortak Düşman Amerika diyenlerin tavrının da aynı açıklık ve sarihlikte olması lazım ki, dini, vatanı ve milleti savunma iradeleri olduğunu düşman bilsin. “Sen Amerika ile birlikte “Ortak Düşman” kavramı içerisine giriyorsun. Çünkü, onunla birliktesin” dedikten sonra, ABD karşıtlığına dair bir ayırım yapılacaksa, bu ayırımı yapması gereken biz değil, karşı taraftır. Milletvekili, Ayn-el Arap semâlarında kendisi için gelmiş Amerikan uçaklarını gördüğü zaman, belki de vicdanı depreşerek eski alışkanlıklarıyla “Amerikan bayrağı altında bağımsız bir devlet istemiyoruz” dedi. Dedi ama, dediğiyle de kaldı; devamı gelmedi. Ne olduysa oldu, sonraki günlerde buna benzer açıklamalar da yapılmadı. Biz, Irak’ın Kuzeyi’ndeki Etnikçi Siyonist Yapılanma’nın AKP’nin ve diğer kurum ve kuruluşların içinde uzantıları olduğu gibi, PKK’nın içinde de uzantıları olduğunu bilmez değiliz. Geçmişten beri de PKK içindeki kimi unsurların bunu dile getirdiklerini duyuyoruz. İddia edildiği gibi, böyle bir tavrın siyasette bir anlamı olabilmesi için, Amerikan işgâline direnen örgütler karşısındaki tutumlar belirleyicidir. Peşmerge ve PKK arasında geçmişten beri gelen bir sorun olsa da, Amerikan işgâli karşısında aldıkları tavır ve BOP içindeki konumları pek de farklı değil. Hâl izahını bizim üzerimize yıkarcasına, bunun, işlerine geldiği noktada dile getirilmesini, 6-7 Ekim’den sonra sokaklarda oluşan tepki selini önlemek gayesine matuf olarak değerlendirmek mümkün. Ama, bir kereye mahsus biz bu iddiayı dikkate alarak şu soruya cevap bekliyoruz: 2003’ten beri orada bir Amerikan işgâli var. Ve, Amerika kuyrukçularıyla beraber bombalamaya devam ediyor. Sizin tavrınız nedir? 2003’ten beri işgâle karşı verilen bu savaş ve destansı mücadele hakkında ne diyorsunuz? Madem “Amerikan bayrağı altında bağımsızlık istemiyor”sunuz, o zaman niçin Irak Ordusu(IŞİD)’nun yanında savaşa girip, ilk önce Irak’ın Kuzeyindeki Siyonist Duvarı yıkıp, ardından Amerika’yı defetmek için savaş meydanına atılmıyorsunuz? Ortada somut, fiîli bir durum var; bu savaş bütün bölgeyi sarmış. Madem sen anti-emperyalist bir adamsın, “Amerikan bayrağı altında da bağımsızlık istemiyor”sun, bu durumda senin, derhâl Amerika ile kim savaşıyorsa onun yanında olman gerekmez mi? “Amerikan bayrağı altında bağımsızlık istemiyoruz” sözünü herkes söyleyebilir. Fakat fiîlde bu siyaseti izlenmedikten sonra, sözün hiçbir anlamı yok. Hele hele, Irak’n Kuzeyi’nden Türkiye içine sokulan Amerikan askeri kılıklı “Yabancı Terörist Savaşçı” Peşmergeyi “Biji Serok Obama!” diye karşıladıktan sonra bu söz, “bu ne diyor? Bizimle dalga mı geçiyor?” diye de değerlendirilebilir. Dediğimiz gibi, bir kereye mahsus, bu sözün doğru olabileceği ihtimâlini bir kenara atmadan devam edelim; PKK içinde madem “Barzanici kanat kuvvetli”, o zaman alınması gereken tavır belli; Barzani’ye ve Barzanicilere karşı kim olursa olsun açık bir tavır koyar ve Irak Ordusu IŞİD’in yanında saf tutarsın. Böylece, Kürtlerin içerisinde kendini Arapların ve Türklerin içinde hissetmeyip, fakat, anti-emperyalist olanlar da varmış denir. Biz de dürüstçe bunu böyle tesbit ederiz. Diğer taraftan ise, eğer “Barzanici kanatın etkisine karşı durulması” noktasında samimiysen, milletin parasıyla yapılan okulları yakmaz, marketleri yağmalamaz, 70 yaşındaki insanları katletmezsin. Yakacağın şey sokaklarda Amerikan bayrağı, yöneleceğin hedef ise Amerikan üsleri olur. Ayrıca, İsviçre’den aparma “kanton-manton” hikâyelerine de şu ân girmez, Baş Düşman bölgeden kovulduktan sonra gerçek muhataplarıyla oturup savaşla mı, müzakere ile mi, nasıl ve ne şekilde kuracaksan kurarsın. Baş Düşmanın hava kuvvetlerinin ülkeyi yerle bir etmesini fırsata çevirip “kanton”lar oluşturarak devlet kurulamayacağını sen de biliyorsun. Sen Arapları yendin mi ki “kantonlar” filân oluşturuyorsun? Gayet iyi biliyorsun ki, muhatab olduğun milletler, emperyalizmle gırtlak gırtlağa boğuşmuş milletlerdir. Sen bunları yenmeden bir taraftan “devlet”ten bahsedeceksin, bir taraftan da “Amerikan bayrağı altında bağımsızlığa karşıyım” diyeceksin. Sözünde samimiysen, Amerikan ve İsrail bayrakları sokaklarda yakılmak üzere hepimizi bekliyor. Bizim için bu işin ölçüsü şudur: İlk önce Ortak-Esas Düşman Amerika ve onun Yerli İşbirlikçileri bölgeden temizlenerek defedilecekler, daha sonra da bölge insanı, bölge milletleri, kendi aralarında oturup, gerekirse savaşarak sorunlarını çözecekler. Son gelişmelerden sonra artık iyice görülüyor ki, her zaman olduğu gibi Kürt Şövenizmi kompartımanlı mantık ile meseleleri ele alıyor. İşine geldiği noktada “Sünnî-Şiî” ayırımını öne sürüyor; işine geldiği noktada “ulusalcı bir hareket”; işine geliği noktada “anti-emperyalist”; işine geldiği noktada “laik-anti laik” çatışmasından besleniyor. İşine geldiği noktada da “Amerikan bayrağı altında bağımsızlık” istemiyor(!) AKP ile daha neyin müzakeresini yaptığını izah edememiş Kürtçülük önderinin, “biz olmasaydık Kürdistan’da İBDA-C gelirdi. İslâm Devrimi olurdu!” açıklamasını unutmuş değiliz. Kimse sizin kafanıza silâh dayayıp Amerikan Bayrağı altında Araplara karşı meydanlara sürmüyor. Yine aynı şekilde Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı ile müzakereye zorlamıyor. Amerikan Piyadesi olarak gözükmekten rahatsızsanız, hâl izâhını karşı tarafa yıkmadan kendiniz yapmalısınız. Oslo’da, İmralı’da, Kandil’de, Ankara’da müzakereyi sen yürütüyorsun. Meclis’ten kanunları sen çıkarttırıyorsun. Bütün bunlardan sonra dönüp “bizim içimizde Barzaniciler var, Amerikancılar var” demek, insan zekâsına hakâret demek olmuyor mu? Bugün kitlelere “AKP’nin karşısında” durduğunu iddia edebilirsin. Ama sen de biliyorsun ki, Etnik Kürtçülük destek vermeseydi AKP iktidar olamazdı. Perde önünde çekişir gözükürken, perde arkasında BOP’a verilen desteği, bugün sokaktaki adama kadar herkes biliyor. Biz, İslâm Milleti’ne mensup hiçbir kavmi ve yaşadığı coğrafyanın bölünmesini istemiyoruz. Ve Baş Düşman tarafından parçalanmış bütün merkezlerin yeniden birleştirilmesi için mücadele ediyoruz. Çünkü, bizim için “kavim üstü ‘ümmet’ esası”na göre, parçalanma değil, bütünleşme gerekir! Bunun için de ilk önce Atlantik Emperyalizmi belâsının topraklarımızdan def edilmesi gerektiği gayet açık. Siz, burada kitlerelere “Amerikan bayrağı altında bağımsızlık istemiyoruz” sözünü üflerken, şu ân Batı medyasında “Müttefik” olarak Etnik Kürtçülük lehine muazzam bir propaganda var. Batılı haber spikerleri Kürtçülüğün bayraklarını yakalarına takarak haberlerini sunarken, Batılı şarkıcılar da Araplar ve Türklerden nasıl nefret ettiklerini sahnelerde haykırıyorlar! Diğer taraftan ise, Fix’lerin, Comsky’lerin –bunlar ve benzerleri, esaslı Kürtçü dostlarıdır– tekrar sahne almaları, Amerika’nın bölgeye yeniden saldırırken “Müttefik” olarak Etnik Kürtçülüğe verdiği önemi gösteriyor. Yeryüzünde neredeyse İblisin Temsilcileri diyebileceğimiz bu tür insanlar, kurdukları yüz cümlenin 99’unda doğruyu söylerken, zehirlerini 100. cümleye saklayarak akıtırlar. Bugün, “Batı diplomasi dili”nin ve uluslararası metinlerin, bu türlü insanların fikirleri üzerine kaleme alındığını düşünürseniz, Etnik Kürtçülüğün, Amerikan “Müttefiki” olarak katıldığı bu sürecin ne kadar önemli olduğunu da anlayabilirsiniz. Dolayısıyla, belirleyici olan, herkesin söyleyebileceği sözler değil, o sözlerin fiîli durum hâlinde ortaya konulmasıdır. Bugün Etnik Kürtçülük, Esas Düşman Amerika’nın bölgede operasyonlarını yürütürken sahada hiçbir unsurunun kalmadığı bir noktada devreye girdi. Bu şu demektir: Yasadışı 2003 Saldırısı’na karşı verilen direniş, Batı gücünü bütün unsurlarıyla defetmek üzereyken, Irak’ın Kuzeyi’ndeki Bozguncu Peşmerge, diyet borcunu ödeyerek Amerika’ya can simidi attı. Bu açıdan bakıldığında Ayn-el Arap, bütün örtülerin kalkmasına ve gerçeğin bütün çıplaklığıyla görünmesine sebep oldu. Her türlü ilkesizliğin hâkim olduğu bir yapıya, hiç kimse arkasını dönemez! Arkanızı dönemediğiniz bir insanla da, asla ittifak çerçevesinde bir iş yapamazsınız. Siyasette, “faydacılık”la “ilkesizlik”i biz birbirine karıştırmıyoruz. Fakat, görüyoruz ki, 30 yıldan beri Kürt Şövenizmine hâkim olan İlkesiz Pragmatizm. Eğer, söylediklerinizde samimiyseniz, şu sözümüz de, size bizden hediye olsun: Amerika, “şu düğmesine basarsam şöyle yapar”, “burasından yoklarsam böyle yapar” diyerek işte bu ilkesiz pragmatizm üzerine hesap yapıyor. Senden daha büyük akıl, bölgedeki stratejilerini senin bu ilkesiz pragmatizminin içerisine yerleştiriyor. Bundan dolayı ortaya çıkan manzara da, sen ister öyle ol, ister böyle ol, fiîli durumda Amerikan Piyadesi olmaktan kurtulamıyorsun. Hâliyle de Kürdün sana verdiği “temsil vekâleti” hakkını da kaybetmiş durumdasın. Bu konuya şimdilik ara vererek, gündemimize devam edelim. SİYONİST DUVAR’IN İNŞÂ HİKÂYESİ Amerika’ya karşı olduğunu iddia eden bütün kesimler için şu tespiti yapmak yanlış olmaz; Ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, bir türlü Barzaniciliği aşamıyorlar. Bunun en büyük sebebi, özellikle 2003’ten sonra Irak’ın Kuzeyi’nde gerçekleştirilen, belki de tarihin en büyük yağmasıdır. İlnur Çevik, Cengiz Çandar gibi “gazeteci” kılığına bürünmüş Amerikan ajanlarının, “işadamı” kimliği ile başlattıkları bu yağmada her kesimden insanların kurduğu menfaat ilişkileri söz konusu. Irak’ın Kuzeyi’nde kurulan bu menfaat ilişkileri üzerinden bir sürü insan ilk önce BOP Eşbaşkanlığı’na ve onun rejimine, oradan da Amerika’ya bağlandı. 91’lerde başlayan bu ilişkiler, 2003’ten sonra, artarak bugünlere geldi. Kesimlerin, kendi içlerinde çıkan çatışmaların kaynağında ise bu ilişkilerin etkisi oldukça fazladır. “Türk-Kürt İttifakıyla Arap’ı yenme” siyasetinin kaynağı da bu menfaat ilişkilerine dayanır. Irak Direnişi’ne karşı sessizliğin bir çok sebebi olabilecekken, bizce en büyük sebeb, Irak’ın Kuzeyi merkezli, işte bu menfaat ilişkileridir. Bu ilişkilerin etkisi altında olan kesimleri, ulusalcılardan İslâmcılara kadar geniş bir yelpaze içerisinde değerlendirebilirsiniz. Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu işbirlikçi yapıyı, Peşmerge kendisinin kurduğunu iddia etse de, bu, bugüne kadar söylenmiş yalanların en büyüklerindendir. Ayn-el Arap, perdeyi yırtarak bu yalanla gizlenen gerçeği ortaya çıkarmıştır: Orayı işadamıyla, medyasıyla, siyasetçisi ve akademisyeniyle Devlet’i işgâl etmiş BOP’çu, “Baş Paralel” Çeteler kurmuştur. Amerika adına bu yapılanmayı oluştururken de milletin parası ve imkânları kullanılmıştır. 90’lı yıllarda “aşiret” seviyesinde gördükleri bölgede, eğer Türkiye Cumhuriyeti izin vermeseydi, öyle bir yapılanma orada kurulabilir miydi? Bu Yağmacı Çete olmasaydı Türk Milleti’ne rağmen Irak anavatanından orası kopartılamazdı. İşte, şu ân bütün çevrelerin -hükümet de dâhil- gizlemeye çalıştıkları gerçek, Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu Çapulcu Siyonist Duvar’ın İnşâ Hikâyesidir. Ne var ki, Ayn-el Arap bu hikâyeyi ortaya çıkardı. Çünkü, Irak’ın Kuzeyi’ndeki Etnik Bölücülüğün, Amerikan bombardımanının oluşturduğu fırsattan istifâde, Irak’tan koparılan parçalarla oluşturulduğu gündeme geldiğinde tüm BOP’çuların Irak’ta, Suriye’de ve Filistin’de, işgâle direnenlerin kanlarına ekmek bandıkları ortaya çıkacak. İşte bazı ulusalcıların ve İslâmcıların “Barzanîcilik” ve “PKK’ya karşı mesafe ayarları”nı belirleyen unsur, Irak’ın Kuzeyi’nde oluşturulan bu Çapulcu Yapı’nın İnşâ Hikâyesidir! Gazetelere ve televizyonlara dikkatli bakın! Geçen altyazıları daha bir dikkatli okuyun: Barzanîcilik, Peşmergecilik, tabiî bir müttefik gibi. Daha doğrusu “düşman” ama, “mesafeli bir düşman”. Sanki aileden biri!.. Algılarda oluşturulmaya çalışılan hava bu. Aynı kesimler, iş meselenin özüne, yani Batı İşgâli’ne ve bu işgâle karşılık veren İslâm Temelli Arap Direnişi’ne geldiği zaman, İslâmcısı-Atatürkçüsü, ruhlarına sinmiş Amerikancılığın bir gereği ve Irak’ın Kuzeyi’nde işledikleri suçların şuurunda olarak hemen birleşiyorlar. Amerika’nın “Ortak Düşman IŞİD” hedefinde buluşmak için, kendi aralarındaki dalaşmaları bir kenara bırakarak cephede mevzîlerini alıyorlar. Meclis’ten çıkan son tezkereye verilen destekler, bunun en müşahhas örneğidir. CHPsi, MHPsi, AKPsi, HDPsi… Ulusalcısı, Milliyetçisi, İslâmcısı, Marksisti… Hepsi, Türk Ordusu’nu Amerikan Piyadesi yapmak için, çıkarılan Tezkereye destek vemek için yarış hâlindeler. Fakat, sokaklardan Irak Direnişi’ne gelen destek ve sokakların Ortak ve Esas Düşman Amerika ve İbirlikçilerine karşı Türk ve Arap İttifakı diye sesini yükseltmesi bu kesimlerin hepsinin psikolojisini bozdu. Çünkü bunlar, sahte Türk ve sahte Kürt ve hattâ sahte Arap, hep beraber, gerçek Türk, gerçek Kürt ve gerçek Arab’ın artık öldüğüne kanî olup, onları Baş Düşman ilân ederek Büyük Ortadoğu Projesini en ince noktalarına kadar uygulayabileceklerini düşünüyorlardı. Fakat bugün artık bu kurgu değişti, oyun bozuldu! Batı adına Etnik Kürtçülüğün bölgemizde üstlendiği rol, Ayn-el Arap’la aşikâr oldu. “DİNLER, İDEOLOJİLER, MEZHEPLER, İHANETLER ÜSTÜ BİR IRK” OLARAK; KÜRT Bu saatten sonra, Amerika’nın yaptığı şu hinliğe artık dikkat etmek lâzım: Kürtler, din ve mezhep üstü bir unsur değildir! Eğer bu savaşı “Sünnî-Şiî savaşı” olarak istiyorsanız, Kürtler lâfını unutacaksınız. Çünkü Kürtler de ikiye, hattâ Yezidileri de sayarsanız üçe bölünecek. Madem Arapları “Sünnî-Şiî” diye bölüyorsun, o zaman Kürtleri niye ayrı tutuyorsun?!. Kürtlerin dini-mezhebi yok mu?.. Hinlik tam da burada başlıyor! Ve bu hinliği şu ân Türkiye’de de alttan alta uyguluyorlar. İslâm’ın ana milletlerini “mezhep” vurgusu içinde bölerken, burada güdülen gâye, kendi çıkarlarına uygun misyon biçtikleri Kürtleri, Araplar karşısında eşitlemek. Arapları, “mezhep” üzerinden bölerken, Kürtleri ırk üzerinden yekpâre gösteriyor. Amerika’nın bu mantığı herkes tarafından bilindiği hâlde, kimse sesini çıkartmıyor. Bu da, yukarıda bahsettiğimiz Irak’ın Kuzeyi’nde kurulan menfaat ilişkileriyle alâkalı. Bölmeyi “ırk” üzerinden yapıyorsan eğer, o zaman Arap’ı da yekpâre tutacaksın ve ayırımı Arap-Kürt olarak yapacaksın! Peki, Amerika bunu niçin yapmıyor? Çünkü o zaman Kürtlerin bölgede azınlık olduğu meydana çıkacak. Ve Irak’ın %17’sini oluşturan Kürtlerden, %83’e nasıl Cumhurbaşkanı olduğunu izâh edemeyecek. Hâliyle de nufûsun % 17’sini oluşturan bir unsur, Amerikan politikalarına aracılık etmekten aciz kalacak. Başka bir husus ise Arap ve Kürt olarak ayırım yapıldığında nufûs, tarih, siyaset, kültür kimin lehine ve kimde, hepsi tek tek ortaya çıkacak. Arapları mezhep temelinde bölmeye çalışırken, siyasî olarak Arap bütünlüğünde kendisini hissetmeyen Kürtleri de, Etnik temelde onlara karşı kışkırtıyor. Siyasî bütünlük içinde kendisini hissetmeyeni etnik temelde kışkırtırken, bütünlük hissi olana da mezhep temelinde “gaz” veriyor. Bu çifte standartlara dikkat etmeksizin bölgede siyaset yapılamaz. Kürdün, “ben Kürt olabilirim ama, kavim üstü ümmet esası içinde, siyasî olarak Arap milletine mensubum!” demesine izin vermiyor. Diğer taraftan ise Arap bütünlükten yana olunca, “hayır sen Şiîsin-Sünnîsin! Bu bütünlükte yerin yok!” diyor. Hemen aynı ânda da bu tarafa dönüp; “tamam sen milliyetçilik yapabilirsin!” diyerek önünü açıyor. İzah etmeye çalıştığımız bu nokta, Batı’nın oluşturduğu mantık kurgusunu bozmak açısından çok önemli! Çünkü bu anlaşılmadan, genel etiketleme üzeriden yapılan, bölge insanının aleyhine olan işbirlikçilik ve ihanetler temize çıkarılmaya çalışılır. Hâlbuki, genel etiketleme üzerinden insanlar temize çıkarılamaz. Bir insanın kendisini “müslüman” olarak ifâde ediyor olması, onun hırsızlığını meşrû kılmaz. Aynı bunun gibi, ne zaman Etnik Kürtçülüğün Amerika ile olan işbirliğinden bahsedilse, kimi iyi niyetinden şüphe etmediğimiz bazı kesimler, hemen “Kürtler Müslüman” argümanıyla karşımıza çıkıyor. Kürtler müslüman da Araplar veya Türkler gâvur mu?! Bir kavmin, kendisini “müslüman” olarak ifâde etmesi, ona işbirlikçilik ve ihânet hakkını verir mi? Bu kavim ister Türk, ister Kürt, isterse Arap olsun, sorular açık; Amerikan işgâline karşı mısın, değil misin? Kürt’e de, Türk’e de, Arap’a da sorulacak soru şu: İşbirlikçi misin, değil misin? Kürtçü hareketin işbirlikçiliğini gündeme getirince nedense sanki karşımızda dinler, ideolojiler, mezhepler ve ihanetler üstü bir ırk varmış gibi tepkiler veriliyor. İhanet ve işbirlikçilik gündeme getirildiğinde, “Kürtlerin Müslümanlığı”na yapılan vurguyu biz, açıkça söylemek gerekirse eğer; herkesi Kürtçülüğe tâbi olmak ve biat ettirmek olarak anlıyoruz. Bütün bu mantık kurguları Irak’ın Kuzeyi’ndeki fesat yuvasının dağılmaması için ortaya sürülüyor. Çünkü, bu Siyonist Duvar yıkıldığında Ortak -Esas Düşman Amerika’nın ve onun Büyük Ortadoğu Projesi içinde görev alan Yerli İşbirlikçileri’nin ihânetleri belgeleriyle ortaya çıkacak, İslâm Milleti’ne yaptıkları ve yapmak istedikleri bütün kötülükler bir bir suratlarına vurulacak! İşte asıl o zaman düşmanın kaçışı başlayacak! TÜRK MİLLETİ VE ETNİK KÜRTÇÜLÜK Bir hatırlatma; İBDA Mimarı’nın “Kavim üstü ‘ümmet’ esası” ölçüsünü biz şöyle anlıyoruz: İslâm Milleti esasını kabul eden ve kendini bu esasın içinde gören bir milletin adı ortadan kalkmaz. Çünkü, İslâm Milleti terkibini oluşturan unsura dâhil olur. İslâm, “ümmet” esası içerisinde, bütün kavimlere “kardeşsiniz” dedikten sonra, “Arap milleti ortadan kalkmıştır” demedi. Biz, bu iki hususu birbirine karıştırmamak gerektiğine inanıyoruz. Türk Milleti veya herhangi bir millet, bu esasa dahil olunca, zaten İslâm Milleti olur. İslâm Milleti’ne dahilken “niye Türk milleti veya Arap Milleti diyorsun?” şeklindeki sorunun absürt olacağı aşikâr. İslâm Milleti’ne dahil olduktan sonra, İslâm Milleti’ne bir saldırı karşısında, “saldırıya karşı duran” olarak niye demesin ki?! Adam “Hıristiyan ümmeti”ne dahilken “Fransız Milleti” demiyor mu?! Bizce, bu da Etnik Kürtçülüğün ruhlara akıttığı zehrin tesiriyle ortaya çıkan bir durum. Son yüz, yüz elli yıllık tarihimiz içerisinde Batı’nın bütün çabası, İslâm Milleti esasına karşı, siyasî olarak bir “Kürt Milleti” dikmek. İslâm Milleti’ne mensup bir ana unsurun, siyasî olarak bu saldırıya karşı durmasını engellemek için, elinden gelen bütün gayreti gösteriyor. Batı’nın bu hamlesini İslâm Milleti’ne mensup herhangi bir unsur göğüslediğinde ise, aynı Batı, kendi anlayışı içerisinde çıkmış “faşistlik” kavramı ile onu suçluyor. Hâlbuki, bizim bahsettiğimiz husus, Batılı anlamda kana, ırka bağlı olmayıp, doğrudan doğruya “Ümmet Esası”nı savunmanın siyasî duruşudur. Bir milletin “kavim üstü ‘ümmet’ esası” içinde İslâm Milleti’ne dahil olması, siyaseten “üstünlük takvâdadır!” ölçüsüne nisbetle, kendisini konumlandırması için yeter ve bu, her şeyi karşılar. Türk de, Arap da, Kürt de İslâm Milleti’ne dahildir. Siyasî olarak baktığımızda, sömürgeci düşmana karşı İslâm Temelli Direnişi sekteye uğratmaya çalışan ve İslâm Milleti içinde yer alan Arap ile Türk’ün karşısına, siyasî olarak Batı tarafından dikilmek istenen Etnik Kürtçülük ise, “kavim üstü ‘ümmet’ esası”na zıt konumlanarak, bu bütünlükten uzaklaşmış durumda. Amerika’yla ittifak içerisinde “iş” gören Etnik Kürtçülüğü rahatsız eden ise, işte bu durumun açığa çıkmasıdır. Hiç kimse, kendini İslâm Milleti bütünlüğü içerisinde hissetmek zorunda değil. Ama, bunun karşılığı da, İslâm milletinin bütünlüğünü parçalamak için harekete geçmiş Hıristiyan-Yahudi Ordularının açtığı alanı fırsat bilerek “beylikler, devletçikler oluşturmak” değil. İslâm Bütünlüğünü parçalamaya hizmet etmenin, böyle bir “ödül”ü yok! Adımlar Dergisi, Kasım 2014, 2. Sayı, Shf: 3-7

SİYONİST DUVARLAR KURTULUŞA ENGEL – Ali Osman ZOR (4 Ekim 2007)

Bütün kesimlerin samimilerinin, esas düşmanın, Amerika’nın temsil ettiği emperyalizm olduğunun şuuruyla antiemperyalist bir cephe esprisi içerisinde, …

İSRAİL’LE KİRLİ İLİŞKİLER TAM GAZ!

Hükümetin perde önünde “Mavi Marmara” ve “van minüt”le başlayan İsrail karşıtı atıp-tutma tiyatrosuna son verdiğinin ilânı olan Erdoğan’ın “Yahudiye muhtacım!”