İŞGÂLCİ ABD GÜÇLERİNE LOJİSTİK DESTEK SAĞLAYAN TIRLARA OPERASYON

Irak’ın başkenti Bağdat’ta ABD öncülüğündeki Haçlı işgâlci koalisyon gücüne mensup teröristlerine lojistik destek sağlayan TIR’ları hedef alan operasyonda 4 kişinin yaralandığı bildirildi. İşgâlci teröristlere lojistik destek sağlayan TIR’lara yönelik patlayıcılarla dün 2 … Read More

SİYONİST DUVARLAR KURTULUŞA ENGEL – Ali Osman ZOR (4 Ekim 2007)

SİYONİST DUVARLAR KURTULUŞA ENGEL Ali Osman ZOR (4 Ekim 2007) Türk siyasi hayatında, hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde “niyetler” açıkça izhar edilmeye ve saflar net olarak belirmeye başlamıştır. Hadiseler “basitlikten” karmaşıklığa evrildikçe, belki de karmaşıklığı aşabilmek adına ve onun sebep olduğu stresten kurtulabilmek için, acele hükümler de verilmiyor değil. Hafızası olmayan veya zayıf olanların “yönlendirme” gayreti içinde olduklarına şahit olduğumuz bu dönemde, özellikle 30-35 senelik tarihi, doğru bir çizgi içine oturtamamaktan kaynaklanan “hakikati gizleme” tavırlarına da şahit olmaktayız. En iyi niyetliler dahi, mevcut durumu tesbit etmeye çalışırken, bu hafıza zayıflığından dolayı meseleleri hakikatin “yarısıyla” ele almaya çalışıyorlar. Bu da, tarihe ve hakikate aykırı “durum tesbiti” riskini beraberinde getiriyor. Haziran başında Musul’un, İslam Mücahitleri tarafından fethiyle başlayan savaşın yeni safhası, “İslam Devleti’nin” Irak’ın kuzeyine yönelmesiyle Amerika ve müttefiklerini tedirgin etmiş; nihayetinde, NATO müdahalesine karar vermişlerdir. Kuzey Atlantik Gücü’nün harekete geçmesi, gizlenemeyen gerçeklerin de açığa çıkmasını sağladı. “Kürdistan” denilen bölgenin, Türk ve Arab’ın arasına örülmek istenen “Siyonist bir Duvar” olduğu, açığa çıkan gerçeklerin başında gelmekte. ADIMLAR kadrosu olarak; özelde bu konuyla alakalı olmak üzere, genelde de gelişen iç ve dış siyasete nasıl baktığımızı gösteren ve Sayın Ali Osman ZOR’un daha önce Osman Halid imzasıyla yayınlanan geçmişteki bir çalışmasını, yaşadığımız günlerin önemine binaen, “Mücadele Tarihi” başlığı altında okunması temennisiyle yayınlıyoruz… ADIMLAR – 20 Eylül 2014 Siyonist Duvarlar Kurtuluşa Engel Osman Halid (4 Ekim 2007) İşgalcinin ülkesinde, kötülüğün merkezinde, suyun öte tarafında Fetullah’ın adamlarının verdiği iftar yemeğinde, sofrada “oruç”unu açmak için ne sesi beklediklerini bilmediğimiz Yahudi-Hristiyan-Evanjelik-Cumhuriyetçi-Neo Con ve kansız-imansız İslâmcılar, aynı hizada bir masa etrafında oturuyorlar… Yer Bağdat… İslâm tarihinin paha biçilemez merkezlerinden biri… Kimler yok ki orada… İmam-ı Azam Hazretleri, Abdulkadir Geylani Hazretleri, İmam-ı Şafii Hazretleri… Peygamberimizin silah arkadaşı sahabîler… Hz. Ali, Peygamber torunu Hz. Hüseyin… Ve daha birçok zahir ve bâtın İslâm büyüğü… Bağdat bunların şehri!.. Ve Bağdat’ta bir sığınak… Gözler çakmak çakmak… Eller tetikte!.. Ortamı aydınlatan insanların nur yüzleri… Dizleri yan yana, temas hâlinde oruçlarını açmak için ezan sesini bekliyorlar… Bombalanan, yağmalanan 17 Ocak 91 yılından bu yana iki milyon evladını “ilahî yolda verilen istiklâl savaşında” şehid veren Bağdat! Cevap verin!.. İşgalcinin ülkesinde işgalciyle iftar yapan pastacı pezevenkler! Bağdat kaç tane ikiz kule eder?! İşgale direnenle işgalcinin parmaklarında kukla olmayı seçenlerin tuttukları oruç, muhakkak ki bir değil! Kukla olmayı seçen pastacıların, yedikleri pastaların boğazlarına düğümlenecekleri günlerin arefesindeyiz. Bunlar Türk’ün, Kürt’ün, Türkmen’in yüzkarası! Ehl-i Sünnet Arap düşmanı… Irak’ın yiğit evlatları istilacıya karşı direnirken, pastacılar iftardan sonra efendileriyle Irak İslâm beldesinden kendilerine bir kırıntı düşüp düşmediğini istişare edecekler. Tarihin hangi devrinde şehidlerin kanı üzerinden hainler ikbal sağlayabildi ki bu devirde sağlayabilsin!? Kendi varlığına şahitlik eden şehidinin hakkını “oruçlu” pastacılara yedirir mi zannediyorsunuz Allah? Kuklalar her yerde, aynı gaflet ve hıyanet içindeler. Sömürgeci bu kuklaları dünyada kendisiyle hiçbir gücün baş edemeyeceğine inandırdığından dolayı bunların kendi insanına ve kendi coğrafyasına takındıkları tekebbür hâli her geçen gün bira daha artmakta ve azgınlaşmakta… Bu hâlleri de helâk olacaklarının habercisidir. Kâbil’deki imaj manyağı, pelerinli palyaçonun, “Molla Ömer neredesin?” feryadı da helâk olacağının habercisi! Bu kuklalar içerisinde baş kukla diyebileceğimiz BOP’un en önemli yürütücüsü konumunda bulunan Talabani’nin durumu ise hepsinden beter! “Ortadoğu’nun dansözü” nitelemesini fazlasıyla hak ediyor!.. Düşmana kapıyı içerden açan bu kukla, diğerleriyle beraber kendisini ne kadar evin sahibi zannetse de Süleymaniye’den dışarıya adım atamamakta! Çünkü o da biliyor ki evin sahibi kendisi değil… Başından beri istilaya kim direniyorsa evin sahibi o! Demokratik sömürgeleştirme savaşının hedefi, bu kuklalardan müteşekkil bölgeye hakim olacak ve emperyalist politikaları güvenilir ve kararlı bir şekilde uygulayabilecek bir yapı oluşturmak… Bu yapının oluşabilmesi için ayrıca bu kuklaların “bağımsız” imajını da kazanmış olmaları gerekir. Evin sahibi olmadığı hâlde evin sahibiymiş gibi davranması bu imajın bir gereği. Kapıyı içeriden düşmana açan Talabani’yle içişlerine karışılmasını şikâyet edermiş gibi yapan Talabani aynı. Bizden beklenen ise, bir ülkenin içişlerine ve bağımsızlığına saldırı, bu ülkenin vatansever Müslüman yönetimini devirip ortalığa kuklalarını sürünce, işgal olmaktan çıkıp, o ülke halkının tasarrufu olduğunu kabul etmemizdir. Bu kabul edildiği zaman ikinci aşama olarak da işgale karşı direnene “terörist”, istiklâl savaşına da “terör faaliyeti” dememiz gerekecek. Gerçek vatanseverler kimin işgalci, kimin işgale direnen mücahid silahlı kuvvetler olduğunu gayet iyi biliyor. Fakat bir taraftan Çanakkale, Sakarya edebiyatı yapıp, diğer taraftan da işgale “Amerikan müdahalesi”, işgale karşı verilen istiklâl savaşına “terör faaliyeti” ve ülkesinin kurtuluşu için savaşan “mücahid”e de “terörist” diyenlere ne denilir? İnsan bu kadar rahat kendi geçmişini nasıl inkâr edebilir? İngiliz “müdahale”si ve Anadolu’da bu müdahaleyi kabul etmeyen, aynı şekilde İngilizlerin idaresine uymayan bozguncu teröristler… Anladınız… Irak’taki direnişe terör, direnene terörist dedikten sonra, hangi yüzle “kurtuluş savaşı”ndan bahsedebilirsin? Türk Mutlu Olamaz Talabani’yi Irak Cumhurbaşkanı ve diğer kuklaları da Irak hükümeti olarak tanıyanlar, o kuklalarla beraber aynı efendiye hizmet eden pastacılardır. Hâliyle bunların Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerle alakalı dile getirdikleri endişe ve şikâyetler, danışıklı dövüşten başka bir şey değildir. Aksi olsaydı, “Ne mutlu Türk’üm!” diyen bir vatan evladı Irak’ta verilen mücadelenin tek bir savaşın muharebesi olduğunu idrak eder, esas düşmanın hesabının da bu mücadeleyle, Anadolu’yu birleştirmeme üzerine kurulu olduğunu görürdü! Bu hesap meydana çıktıktan sonra, Irak’ın kuzeyinde Türk’ün ve Kürt’ün hainlerinin elele inşa etmeye çalıştığı Siyonist duvarı yıkarak Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, bütün İslâm milletinin işgalciye karşı birleşmesini sağlardı. Fakat Amerikan işgalini destekleyen ve direnişçiye “terörist” diyen sesten başka hiç ses çıkmadı. Bunlar Türk’ün adını kötüye çıkarmış yüce Türk’le hiçbir alakası olmayan cüceler!.. Türk’ün horlandığı, ezildiği ve devleti elinden alınarak yaşadığı coğrafyadan sürülmek istenen bir dönemde, onu onure etmek için söylenmiş olan “Ne mutlu Türk’üm!” sözünü “bağlamından” kopararak bugüne taşıyan cücelerin, Türklük’le ne tür bir ilişkileri olabilir? Türk, komşusunu, kardeşini arkadan vurur mu? Türk, ülkesini işgal-terör üsleriyle kaplanmasına göz yumabilir mi? Türk, başına çuval, ensesine şaplak, kıçına tekme muamelesine rıza gösterebilir mi? Türk, ülkesinin açık hava kerhanesine dönen bir sömürge olmasına izin verebilir mi? Türk, düşman istilasına karşı vatanını savunan mücahid silahlı kuvvetlere terörist diyebilir mi? Türk, ülkesinin işgaline direnirken düşman tarafından yakalanıp alçakça bir suikastle şehid edilen –Saddam Hüseyin!- komşu Müslüman devlet başkanının uğradığı bu muameleye sessiz kalabilir mi? Türklük adına bunlar yapılırken, gerçek Türk mutlu olamaz. Böylelerinin “yüce Türk milleti”yle bir alâkası olmadığı gibi sahte kutuplaşmanın tarafları olarak kendi kitlelerine takiyye yapan, efendilerinin politikalarına amâde pastacılardır! Bunlar olsa olsa işgali ve direnmemeyi peşin olarak kabul etmiş kukla turuncu silahlı kuvvetler… Acaba ülkenin bütün kamusal alanlarını işgal eden terörist Amerikan askerlerini TSK generallerinin kovması için onlara başörtüsü giydirmek bir çözüm olabilir mi? Kamusal alanları işgal etmiş başörtülü Amerikan askerlerini herhalde bir emirle paşalarımız başörtüsü taktıklarından dolayı ülke sınırlarının dışına çıkarıp alayını denize dökerler. Bilindiği üzere Amerikan senatosu, Irak’ın bölünmesine yönelik bir tasarıyı kabul etti. Daha açık bir ifadeyle Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti için yeşil ışık yaktı! Dikkat ediliyorsa Amerikan işgaline karşı verilen direniş, Osmanlı topraklarına ait olup da en son terk edilen coğrafyadır. Orada verilen istiklâl savaşının mânâsı şudur: “O gün kaybedilen toprakların bugün geri alınarak, egemenliğin kayıtsız şartsız Müslümanlara devri iradesidir! Bu iradenin bütün olarak görülebilmesi ve bölgeye hâkim olabilmesi için de Ehl-i Sünnet Arap’la Ehl-i Sünnet Türk’ün birleşmesi gerekir.” Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, özellikle bölgede PKK’nın ortaya koyacağı siyasi tavır, coğrafyanın geleceğinde belirleyici olacaktır. “Oruçlu” pastacılar işgalcinin ülkesinde Müslüman kanı üzerine hesap yaparken aynı ânda diğer cinsleri de burada boş durmuyorlardı. Kürt Konferansı Diyarbakır’da düzenlenen Kürt Konferansı’nda Cengiz Çandar, bakın ne akıllar veriyor Kürtlere: “Kürtler ya devlet kuracak, yada bölgedeki bir devleti kendi devleti olarak kabul ettikleri noktada bu mesele çözülür. Kürtler yeni dönemde iki şeye dikkat etmeli… Atacakları her adımda Kuzey Irak’ta oluşmakta olan Kürt devletine zarar vermeyi düşünmeleri gerekir. Bunun anlamı Türkiye’nin Kuzey Irak askeri müdahalesinin bir seçenek olmasını çıkaracak şekilde hareket etmeleridir. Yani şiddetten uzak duracak siyaset izlemeleridir. İkincisi Türkiye’nin AB sürecine destek vermeleridir.” Irak’ın bölünmesine yönelik tasarının Amerikan senatosunda kabul edilmesiyle aynı ânda Diyarbakır’da düzenlenen Kürt Konferansı’nda, Cengiz Çandar’ın Irak’ın kuzeyinde kurulması plânlanan Kürt devletinden bahsetmesi ve bu devletin Türkiye’nin hışmına uğramaması için PKK’nın şiddetten uzak durmasını tavsiye etmesi oldukça mânidar… Demek ki PKK sömürgeci Batı emperyalizminin oyununu bozabileceği gibi bu oyunun devam etmesini sağlayabilir ve hedefine ulaşmasının da aleti olabilir. Bilindiği üzere bu Çengiz Çandar 17 Ocak 1991’den beri işgalci Amerika’dan aldığı maaş çekleriyle onun medya borazanlığını yapıyordu. Mart 2003 saldırısında Irak’ın üç günde yerle bir olacağını anlatan bu beyni iğdiş olmuş liberal çapulcu, Irak istiklâl savaşı şiddetini arttırdıkça sesini kısmak zorunda kaldı. Kıbrıs’ın Rauf Denktaş’ın cumhurbaşkanlığından tardedilerek Avrupa Birliği’ne altın tepsi içinde sunularak “milli dava” olmaktan çıkarılmasında bu Cengiz Çandar’ın fonksiyonu unutulacak gibi değil! Şimdi sıra Kerkük’e geldi. Kıbrıs’ta oynadığı rolün aynısını şu an Kerkük’te oynuyor. Rol arkadaşı bir numaralı Amerikancı İlnur Çevik, Barzani’den aldığı ihalelerle ajan gazetecilik vasfına işadamlığını da eklerken o da kendisiyle Kerkük için aynı misyonu icra etmektedir. Bunlar Amerikan politikaları doğrultusunda Kıbrıs’ı AB’ye nasıl peşkeş çektilerse, Kerkük’ü de, işgalciye kapıyı içeriden açan kuklalara peşkeş çekmeye çalışıyorlar. Yaşadığımız bu süreçte Çandar’ı daha çok piyasada göreceğiz. Irak’ta özellikle kriterlerin neye göre yapıldığı belli değil. Dikkat ederseniz Irak’tan bahsederken, Sünniler, Şiiler ve Kürtler deniliyor. Sünnilik ve Şiilik, dinî bir kriterken, Kürtlük ise ırkî bir kriterdir. Peki Arap’ların yaşadığı coğrafyadan bahsederken Sünnî ve Şii kullanıldığı hâlde diğer tarafta dinî kriterden bahsetmeyip niçin ırkî kriter kullanılmaktadır. Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtler dinsiz midir? Yoksa dinler üstü seçilmiş bir ırk mıdır? İşin doğrusu, eğer işgalciler Irak’ın kuzeyini de dinî kriterlere göre ayırsalar büyük çoğunluğu Sünnî olan Kürtlere de Sünnî demeleri gerekir ki; o zaman da Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması mevzubahis olamaz. Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulabilmesi için kriterlerin işgalcinin kafasına göre bu şekilde yapılması gerekiyor. Arap’la Türk’ün arasına Kürt’ün eliyle inşa edilmeye çalışılan bu Siyonist duvarın yıkılmasında bizce, yukarıda da söylediğimiz gibi belirleyici olacaktır. “Esas düşman” tespiti doğru yapılarak düşmanın İslâm coğrafyasından kovulması için gerekli hamleler cesur bir şekilde yapılacak, yada esas düşmanın, iradesi doğrultusunda diğer kuklalarıyla uğraşarak onun bölgedeki stratejilerine hizmet edilecektir. Bizce Kürt hareketi zor bir dönemece girmiştir. Herkesin dinî kimliğinden bahsedilirken, şuurlu olarak sadece Kürtlerin dinî kimliğinden bahsedilmiyor. Acaba burada hedeflenen demokratik-laik TC’ye mukabil, coğrafyada Araplarla Türkler arasında tampon bölge oluşturacak demokratik-laik bir KC mi? Yaşadığımız süreç bunun önümüzdeki günlerde belli olacağını söylüyor bize. DTP milletvekillerinin son zamanlarda TC siyasetçileri gibi konuşmaları, meselâ Hasip Kaplan’ın, “laikliği aştırmayız” açıklaması, PKK ve Kürtler açısından pek de içacıcı gelişmelerin habercisi olduğu söylenemez. Tabi bu tür ifadelere devam edilirse… Son tahlilde söyleyeceğimiz şudur: Bütün kesimlerin samimilerinin, esas düşmanın, Amerika’nın temsil ettiği emperyalizm olduğunun şuuruyla antiemperyalist bir cephe esprisi içerisinde, bu esas düşmanın kovulması için güç birliği yapma zaruretleri vardır. Amerika bölgeden kovulduktan sonra bölgedeki sorunlar emperyalizmin ikinci müdahalesine gerek kalmadan bölgenin kendi aktörleri tarafından çözülebilir. Çünkü bölgeyi temsil eden (Türk, Kürt, Arap) iç dinamikler çözüm teklifleriyle beraber çözüm iradesine de sahiptirler. Aksi takdirde bölgenin gerçek sahipleri emperyalizmin dayattığı hiçbir çözümü kabul etmemeli! Batı emperyalizmi hakimiyeti altında özerk olsan no’lur, olmasan no’lur? İnsanımız kesinlikle “özerk” laik TC’nin yanında bir de “özerk” laik KC istemez. Baran Dergisi / Sayı 39 / Sayfa 4,5 / 04 Ekim 2007

BARZANİSTAN KURULURKEN

BARZANİSTAN KURULURKEN A. Bâki AYTEMİZ Ortada Türkiye için beka sorunu olduğu söylenen bir gidişat var. Yani bu gidişat bizim için hayatî bir tehlike arzediyor. Kafamıza dayanmış bir tabanca bu. Kolumuzu, bacağımızı gövdemizden ayıracak bir işkence gergisi bu… Nedir bu? Güneyimizde bir Kürdistan devletinin inşaı. İkinci İsrail olacak, bölgeye hançer gibi saplanacak, İsrail’in Arz-ı Mevud politikasını gerçekleştirmense yardım edecek, Müslüman Türk’le Müslüman Arabın arasına sokulmak istenen, böylece Müslüman Türkle Müslüman Arabın fizikî olarak irtibatını koparacak olan bir ihanet yapılanması. Geçmişte nasıl ki Anadolu’nun Orta Asya ile irtibatını Ermenistan ile kestilerse bu defa Arablarla irtibatı Kürdistan ile kesecekler. Böylece 1919 şartlarındaki gibi Anadolu’ya bir Haçlı saldırısı vuku bulduğunda bu defa Anadolu’nun fizikî olarak destek alabileceği bir yer kalmamış olacak, çepeçevre kuşatılmış olacağız. Bundan sonraki adımlar malûm. Büyük İsrail için kurulması elzem olan Büyük Kürdistan gayesine ulaşmak maksadıyla, Türkiye’den toprak isteyecekler. Yani bu gerginin üzerinden kolumuzu, bacağımızı koparmak isteyecekler. Bu gergiden kurtulmak, çıkmak için, kolumuzu bacağımızı koparttırmamak için ne yapmalıyız? Bahçeli, referandumun savaş sebebi sayılmasını istedi ama AKP’den red cevabı alınca sustu. Bu tavır, kolu-bacağı parçalanmak üzere olan adamın tavrı mıdır? İki kol ve iki bacağından dört köşeden bir gergiye bağlanan ve kolu bacağı koparılmak üzere yavaş yavaş döndürülen makaralara ipler sarılırken, gerilen ve biraz sonra kopacağını bildiği vücut azalarının acısını duyan insan bu kadar vurdumduymaz davranabilir mi? İnsan can acısıyla olsun, can kaygısıyla olsun bağırıp çağırmaz, imdat çığlıkları atmaz, elinden ne geliyorsa yapmaz mı? Ne askerî müdahalede bulunabiliyoruz ne de ekonomik olarak ambargo koyabiliyoruz. Oysa Haçlı-Yahudi batı barbarlığı adına Etnik Kürtçülük yaparak “bağımsız” devlet kuracağım diyen Barzanî denilen adam, efendilerinin yardımıyla ve efendileri adına temsil hakkını ele geçirdiği bölgeyi yaşatabilmek için Türkiye’den gidecek yiyecek içeceğe, mallarını da Türkiye üzerinden satmaya muhtaç. Yani biz o Habur kapısını filân bir kapatalım, nasıl ki “FETÖ” ile iltisaklı şirketlere el konulduysa, aynı şekilde Barzanî ile alâkalı şirketlere el koyalım, bu şirketlerle Barzanî’ye yardım ve yataklık eden işbirlikçileri de hesaba çekelim… Olmaz mı? Ben de biliyorum olmaz! Çünkü bu dediklerimiz yapılacak olursa, işin ucu doğrudan doğruya en baş tepedekilere ve etrafındaki şürekâlara kadar dokunur da ondan. O zaman kimler ortaklık adı altında Barzanî tarafından maaşa bağlanmış ortaya çıkar. Yani bundan dolayıdır ki Barzanî’nin Türk milletini gergiye yatırıp işkence ile kolunu bacağını koparmasına tepki veremezler, çünkü hepsi Barzanî tarafından satın alındı çoktan. Hepsinin Barzanî ile akçeli işleri var. Ne diyor iktisat ilmi: Parayı takip et, hakikati bulursun! Barzanî’den gelecek üç kuruş uğruna vatanı Barzanî’ye çoktan peşkeş çektikleri içindir ki, sadece ve sadece kınıyorlar da gerçekten bir şey yapmıyor, yapamıyorlar. Bunun içindir ki Barzanî’yi Devlet Başkanı gibi ağırlayıp, altına kırmızı halılar sererek en baş tepede ağırlamadılar mı? İkinci İsrail olacak sözde bağımsız Kürdistan bayrağını Türk bayrağının yanına asarak taraflarını zaten belli etmişlerdi. Ve Barzanî bundan dolayı bu kadar rahat konuşabiliyor, Türkiye’ye meydan okuyup Türkiye’ye karşı savaş lâfını ağzına alabilecek kadar küstahlaşabiliyor, Kerkük’e bile göz dikiyor da bizimkiler Barzanî’ye karşı savaş lâfını ağızlarına alamıyor. İsrail’e muhtaç olan adamların, İkinci İsrail’e nasıl karşı çıkması beklenebilir ki? Muhtaç olan, acz içinde önünde diz çöktüğü ve ihtiyacını gidermesini beklediği üstün tarafın kendisine dikte ettiklerini yapmak zorunda değil midir? Muhtaç olan, muhtaçlığının gereği olarak, ihtiyacını gidermek üzere gelmesini beklediği şeyin karşılığını da vermek zorundadır elbette. Biz İbda erleri olarak bu oyuna en başından bu yana karşı çıktık ve düşmanlarla işbirlikçilerini apaçık ortaya koymaya çalıştık. Allah’a ve millete karşı, vicdanımız ve dinimize karşı olan borcumuzu ödemek adına kalemimizi bu ihanet şebekesinin emrine verip, bu yapılanları ne hoş göstermeye çalıştık ne de hainlerin hainliklerini perdeleme gayretine girdik… Bundan dolayı da saldırılara uğrayıp ve şehid ve gazilerle mücadelemizi taçlandırma şerefine de nail olmadık mı? Mücadelemiz ve kararlılığımızdan taviz yok. Vatan, Allah, din ve yaratılmışlar, “seviyorum” denilerek sevilmiş olunmaz, sahip çıkılmış olunmaz. “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek”, yaratılan üzerine yaratanın hükmüyle hükmetmekle olur. Allah’a, vatana ve dine ihanet edene hain diyemeyenler, yani Allah’ın hükmünü söylemeye dili varmayanlar, Allah’ın haine bastığı hain damgasını unutturmaya çalışan şeytanın kulları ne kadar vatanseverlik ağıtları yakarsa yaksın, hepsinin maskesi bir bir düşüyor ve düşecek. İyi ve kötünün savaşında kazanan elbette iyiler olacak!

SERDAR YAVUZ’UN 20 SENE ÖNCEKİ MEKTUBU

1994 senesinde Metris Cezaevinde kalan bazı İbdacı genç yazarlar kendi aralarında bir “aydınlar platformu” oluşturmak ister ve Genel Yayın Yönetmenliğini Ali Osman Zor Bey’in yaptığı dönemin İbda-C Taraf Dergisi Başyazarı Serdar Yavuz’un da görüşlerine başvurulur. Taraf başyazarının yurtdışından kendilerine gönderdiği “tavsiye” mektubuna Akademya Dergisinin Ocak 1996 tarihli 1. sayısında rastladık. Bugün ADIMLAR Platformunun bağlı olduğu geleneğin hangi prensipler etrafında ve hangi gayeye kilitlenip bugünlere kadar sapasağlam geldiğinin en güzel örneklerinden birisi olarak bu mektubu keyifle yayınlıyoruz. Okuyanlar 20 küsur sene önce yazıldığını bir an bile akıllarından çıkarmasın ve bazı “isimler” değişse de, meselenin özünün daha bugün yazılmış gibi tazeliğini koruduğunu değerlendirsin. Mesela “Özalcı sürtükleşme” kavramıyla kastedilen anlayışlar bugün kimin adı etrafında sergilenmeye devam ediyor? Köktenbatıcı Kürt Milliyetçiliği ile kastedilen hareket, “Marksist çevreler” etrafında yürüttüğü propagandanın ne kadarında başarılı oldu? Bu ve benzeri onlarca soruyu kendimize sorduğumuz zaman, dün’ü bugünümüze şahit kılıcı bir noktada durmanın mutluluğu ile bu yazıyı herkese tavsiye edebiliriz. ADIMLAR

SİYONİST DUVARLAR KURTULUŞA ENGEL – Ali Osman ZOR (4 Ekim 2007)

Bütün kesimlerin samimilerinin, esas düşmanın, Amerika’nın temsil ettiği emperyalizm olduğunun şuuruyla antiemperyalist bir cephe esprisi içerisinde, …

BUNDAN SONRA İKTİDAR SALİH MİRZABEYOĞLU’NUNDUR!

İster inanın, ister anlayın, hazır olmanız gereken nokta şudur: Bundan sonra iktidar Salih Mirzabeyoğlu’nundur!

ADIMLARIMIZ BAŞINDAN BERİ BU PLÂNIN KARŞISINDA OLDU VE OLACAK!

M. Çavuşoğlu: Başından Beri ABD İle Planladık! ADIMLARIMIZ BAŞINDAN BERİ BU PLÂNIN KARŞISINDA OLDU VE OLACAK! Aydın KALKAN Bu gece sabaha karşı Suriye’nin Cerablus kasabasına yapılan operasyondan haberdar olduktan hemen sonra “operasyonun tarafları” ile ilgili verilen bilgilere baktım… ABD’nin öncülüğünde 91 den beri bölgeye saldıran Haçlı koalisyon güçlerinin hava desteği ile sınırı geçen TSK’ya bağlı bazı unsurlara, CIA tarafından kurulan, “eğit”ilen, “donat”ılan çapulcu sürüsü ÖSO ve 5 yıldır MİT’in organizasyonuyla hareket eden Suriye’deki “Türkmen”ler destek verirken, kamuoyuna deklere edilen hedefse Irak’ın işgaline Irak merkezli Arap Kurtuluş cephesinin bir unsuru olan, IŞİD. ABD’nin desteği ile Menbic’i ele geçiren PKK’nın durumu ise, Barzani-Erdoğan-ABD-Rusya ittifakının dışına süpürülerek, ADIMLAR’ın iki yıldır ifâde ettiği ilk gerçekle yüzyüze gelmiş olmakta kendisini gösteriyor: ” “Washington-Ankara-Erbil-Tel Aviv ittifakının PYD’ye biçtiği rol, Barzani’nin BOP Kürdistanı’nda bir “otonomi” sahibi olmak” Ve böylece “PYD’leştirilen PKK’nın Barzani (Erbil’e) bağlanması”… Dün Ankara’ya geldikten sonra açıklama yapan Barzani’nin sevinçle; “BÖLGEDE BÜYÜK DEĞİŞİMLER KAPIDA” açıklaması yapması ve AKP’li Mevlüt Çavuşoğlu’nın “BAŞINDAN BERİ ABD İLE PLANLADIK” itirafı, bize bu operasyon sahiplerinin -en azından plânlayanların- niyeti açısından net bir çerçeve sunmakta ve ADIMLAR’ı doğrulamaktadır. Bu operasyonun ortaya çıkardığı ikinci gerçekse, -yine plânlayanlar açısından- şu: Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arab’ın arasında, yüzyılları bulacak bir düşmanlık tohumunu ekmek için, TSK’yı Etnik Kürtçülerle birlikte Arap Direnişi’ne karşı savaştırmak. Erdoğan ve Binali Yıldırım’la görüşmesinin çok verimli geçtiğini ifâde eden Barzani’nin “büyük değişimler”e giden yolda “Musul operasyonu konusunda tam bir mutabakata vardık” sözleri, Cerablus operasyonunun “Fırat Kalkanı”yla kalmayacağını göstermekte. Bu çerçevede Erdoğan-AKP Hükümeti, Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arap arasında Barzani kontrolünde kurulacak olan bir Siyonist Duvar / BOP Kürdistanı’na karşı değil. Bugünlere gelen süreçle ilgili Genel Başkanımız Sayın Ali Osman ZOR’un şahsında ADIMLAR’ın ortaya koyduğu hakikatleri tekrar hatırlatmak gerekmekte. Ki, bugünkü durumda apaçık bir şekilde ortaya dökülen AKP-ABD plânlarına, geçmişten bu güne hangi gerekçelerle karşı durduğumuz anlaşılsın… Bu karşı duruşumuz sebebiyle 25 Mart 2015’te uğradığımız kahpe saldırı ve şehid verdiğimiz büyük mücahid Ünsal Zor hatırlansın. Buyurun: SİYONİST DUVAR”LAR KURTULUŞA ENGEL 4 Ekim 2007 Ali Osman ZOR Talabani’yi Irak Cumhurbaşkanı ve diğer kuklaları da Irak hükümeti olarak tanıyanlar, o kuklalarla beraber aynı efendiye hizmet eden pastacılardır. Hâliyle bunların Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerle alakalı dile getirdikleri endişe ve şikâyetler, danışıklı dövüşten başka bir şey değildir. Aksi olsaydı, “Ne mutlu Türk’üm!” diyen bir vatan evladı Irak’ta verilen mücadelenin tek bir savaşın muharebesi olduğunu idrak eder, esas düşmanın hesabının da bu mücadeleyle, Anadolu’yu birleştirmeme üzerine kurulu olduğunu görürdü! Bu hesap meydana çıktıktan sonra, Irak’ın kuzeyinde Türk’ün ve Kürt’ün hainlerinin elele inşa etmeye çalıştığı Siyonist duvarı yıkarak Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, bütün İslâm milletinin işgalciye karşı birleşmesini sağlardı. Fakat Amerikan işgalini destekleyen ve direnişçiye “terörist” diyen sesten başka hiç ses çıkmadı. Bunlar Türk’ün adını kötüye çıkarmış yüce Türk’le hiçbir alakası olmayan cüceler!.. Türk’ün horlandığı, ezildiği ve devleti elinden alınarak yaşadığı coğrafyadan sürülmek istenen bir dönemde, onu onere etmek için söylenmiş olan “Ne mutlu Türk’üm!” sözünü “bağlamından” kopararak bugüne taşıyan cücelerin, Türklük’le ne tür bir ilişkileri olabilir? Türk, komşusunu, kardeşini arkadan vurur mu? Türk, ülkesini işgal-terör üsleriyle kaplanmasına göz yumabilir mi? Türk, başına çuval, ensesine şaplak, kıçına tekme muamelesine rıza gösterebilir mi? Türk, ülkesinin açık hava kerhanesine dönen bir sömürge olmasına izin verebilir mi? Türk, düşman istilasına karşı vatanını savunan mücahid silahlı kuvvetlere terörist diyebilir mi? Türk, ülkesinin işgaline direnirken düşman tarafından yakalanıp alçakça bir suikastle şehid edilen –Saddam Hüseyin!- komşu Müslüman devlet başkanının uğradığı bu muameleye sessiz kalabilir mi? Türklük adına bunlar yapılırken, gerçek Türk mutlu olamaz. (…) Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulabilmesi için kriterlerin işgalcinin kafasına göre bu şekilde yapılması gerekiyor. Arap’la Türk’ün arasına Kürt’ün eliyle inşa edilmeye çalışılan bu Siyonist duvarın yıkılmasında bizce, yukarıda da söylediğimiz gibi belirleyici olacaktır. “Esas düşman” tespiti doğru yapılarak düşmanın İslâm coğrafyasından kovulması için gerekli hamleler cesur bir şekilde yapılacak yada esas düşmanın, iradesi doğrultusunda diğer kuklalarıyla uğraşarak onun bölgedeki stratejilerine hizmet edilecektir. (…) Bütün kesimlerin samimilerinin, esas düşmanın, Amerika’nın temsil ettiği emperyalizm olduğunun şuuruyla antiemperyalist bir cephe esprisi içerisinde, bu esas düşmanın kovulması için güç birliği yapma zaruretleri vardır. Amerika bölgeden kovulduktan sonra bölgedeki sorunlar emperyalizmin ikinci müdahalesine gerek kalmadan bölgenin kendi aktörleri tarafından çözülebilir. Çünkü bölgeyi temsil eden (Türk, Kürt, Arap) iç dinamikler çözüm teklifleriyle beraber çözüm iradesine de sahiptirler. Aksi takdirde bölgenin gerçek sahipleri emperyalizmin dayattığı hiçbir çözümü kabul etmemeli! ***** ALİ OSMAN ZOR, CNN INTERNATİONAL RÖPORTAJI 18 Ekim 2014 CNN International: AKP ne yapmalı bugün sizce? Kobani, Ayn-elArab konusunda? Ali Osman Zor: Şu ân AKP ne yapacağını bilmiyor. Çünkü dünyada, -sadece Türkiye’de değil-, bütün dünyada bir ideoloji ihtiyacı olduğu kesin. Bunu Amerikalı da hissediyor, Avrupalı da hissediyor, Türkiye de hissediyor, Arab da hissediyor. Bugün ideoloji ihtiyacından, o ihtiyacı yerine getiremediğinden dolayı Hükümet birşey yapamıyor. Yoksa biz “Türkiye Tarihî Misyonunu icrâ etmeli” dediğimizden itibaren, Tarihî misyonu bellidir Türkiye’nin. Türkiye, Batı saldırganlığına karşı, bütün İslâm coğrafyasında o saldırganlığın önünde duran bir setti. Ben şunu açıkça söyleyebilirim; Türkiye’de bir devrim olmak üzere. Bir Düzen değişikliği. Bütün gizlenmeye çalışılan, örtülmeye çalışılan, geciktirilmeye çalışılan şey de bu zaten. O mânâda Irak, nasıl ki Amerika için Suriye’den daha öncelikli ise, Türkiye, hepsinden önceliklidir! Dolayısıyle Türkiye’de 2002 yılından beri, AKP hükümetiyle yumuşak bir geçiş öngördüler. Buna da “Ilımlı İslâm” dediler. Ve “Model Ülke Türkiye” diye bütün orta doğuya pazarladılar. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında. Türkiye de bunun Eşbaşkanıydı. Bugün, bu politika iflâs etti. 2003’te Irak’la başlayan BOP Saldırısı, başladığı yere tekrar döndü. Başladığı yere tekrar döndü ama, başlangıç noktasında bulunan aktörlerin konumu değişti, yeri değişti, gücü değişti. Amerika da biliyor ki, havadan bombalamakla bu savaşı kazanamayacak. Yapmak istediği ise, Türk ile Kürt’ü birleştirip NATO bayrağı altında Arab’a karşı savaştırmak. Ama Türk Milleti buna direnecek! Çünkü Türkler, Batı’ya karşı olmanın yolunun Arablarla birleşerek aralarındaki o Kanser Yapı’yı, Siyonist Duvar’ı kaldırmak olduğunu biliyorlar. CNN International: Yani oradaki Kürtler, Siyonist olarak? Ali Osman Zor: Tabiî ki! Ama Kürtler değil, Kürtçülükten bahsediyorum! Dikkat edin!.. Etnik Irkçılıktan, şövenizmden!.. Çünkü Kobani’ye, Ayn-el Arab’a saldıran IŞİD birliklerinin komutanı Kürt! Erbil’e saldıran IŞİD birliklerinin komutanı Kürt! Yani “Kürtçülük”, “Türkçülük” mevzuu değil bu! Bu toprakların tarihsel durumu, tarihî geçmişi var. Bu tarihî geçmiş içerisinde Türklerle Arabların birleşmesi sonucu, ancak bu işgâlin durdurulabileceği, bilinen bir gerçek. İlk önce İngiltere, daha sonra Amerika, 1. Dünya Savaşı’ndan beri bu birleşme sağlanmasın diye uğraşıyor. Ama bugün Arablar ve Türkler “bu plân tutmayacak” diyorlar. Yani Amerikan kontrolündeki ne bir Kürt Koridoru’nu -Irak’ın Kuzeyi’nden başlayıp, Suriye’yi içine alan ve İsrail’in karşılığı olan bu Kürt Koridoru’nu- ne Arablar ve ne de Türkler kabul etmeyecekler. Çünkü, bu topraklarda hiç kimse bir ırka ihânet ederek devlet kuramaz. Kürtçü hareket devlet kurmak istiyorsa Arapları da yenmek zorunda, Türkleri de yenmek zorunda, hattâ ve hattâ Farsları da yenmek zorunda. Bugün Amerika ne 2003’teki Amerika ne 91’daki Amerika; ne İngiltere yüzyılın başındaki İngiltere. CNN International: Yani Kürtlerin devleti olmasın? Ali Osman Zor: Her ırk devlet kurmak zorunda değil. İşte İskoçya da kabul etmedi meselâ. Meselâ biz zorlamıyoruz “onların devleti olsun” diye. Gidip müdahale etmiyoruz oraya. Peki Amerika niye zorluyor “Kürtlerin devleti olsun” diye? Çünkü Kürtler, Arap-Fars-Türk bütünlüğü içerisinde, bu coğrafyada yaşayan bir ırk. O zaman Amerika’da Meksikalıların da devleti olsun, İspanyolların da devleti olsun. Herkesin devleti olsun. (…) Türkiye’de, Amerika ve diğer Batılı güçler, böyle bir hareketin büyümesini, çıkmasını istemiyorlar. Çünkü, Türkiye’yi kaybedecek bir büyük güç, Türkiye’yi kaybettiği zaman, bölgedeki hiçbir politikası geçerli olamaz onun. Hâliyle de Türkiye’de böyle bir savaşı istemiyorlar! Ama işte üniversitelerde, sokaklarda açığa çıktı ki, Türkiye’de birikmiş bir enerji var. Bu enerjiyi de bir şekilde, bir yere kanalize etmeleri lazım. Bugün görünen o ki Suriye, Irak vesilesiyle o tarafa kanalize etmek istiyorlar. Çünkü Türkiye’de bir savaş istemiyorlar. Eğer Türkiye’de bir savaş olursa, IŞİD şeklinde bir savaş olursa; 60 yıldan beri Amerikan emperyalizmi, Amerikan politikaları Türkiye’ye kazık çakmış durumda ve her taraf hedef hâlinde. Elçilikleri, üsleri, yaşam tarzları ve saire ve saire. Dolayısıyla Emperyalizmin Türkiye’de bu savaşı kazanabilme şansı yok! Ve Türkiye birden elden gidecek. Bugün gidin Ayn-el Arab’a, ne Amerikan hedefi var orada? Veya Irak’da açık Amerikan hedefi kalmadı. CNN International: Eklemek istediğiniz, bilmemizi istediğiniz birşey var mı? Ali Osman Zor: Bizim açımızdan bu Türkiye’nin sancısıdır! IŞİD da Türkiye’nin sancısıdır, bölgede gelişen diğer olaylar da. Çünkü bu olaylar Türkiye’yi Tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor! Türkiye’nin Tarihi Misyonu da bu coğrafyanın liderliğidir! Bugüne kadar uluslararası güçlerle işbirliği içerisinde olan Türkiye, bu liderlikten hep kaçtı. Ama artık bugünkü gelişmeler onu kaçamayacak duruma getirdi. Hükümetin bugün yaşadığı kriz ve yaşadığı zorlukların sebebi de bu zaten. ***** FRANSIZ GAZETECİ İLE RÖPORTAJ… ALİ OSMAN ZOR: BİZ FRANSA’YI YÖNETMEK İSTİYORUZ! 19 Ekim 2014 Anne ANDLAUER: Nasıl bir savaş olur Türkiye’de? Ali Osman ZOR: “Asıl soru” bu mu?.. “Türkiye’de nasıl bir savaş olur?” Bunu bence Amerikalılar ve Amerikan istihbarat örgütleri gayet iyi biliyorlar ve bundan korkuyorlar zaten. Türkiye’deki savaş, bizim toplumumuzun hafızasında ve köklerinde de mevcut olan “Amerikan düşmanlığı”, “İngiliz düşmanlığı”… Buradaki savaş, şu ân Batı emperyalizmini temsil eden Amerika ve onun işbirlikçileriyle, karşı duranları arasında olur. Karşı duranlar arasında Kürtler de var, Türkler de var, Araplar da var, Solcular da var İslâmcılar da var; Amerika ile işbirliği yapanlar içerisinde de Kürtler de var, Türkler de var, İslâmcılar da var, Marksistler de var. Bu böyle bir ayrışma! Anne ANDLAUER: İç savaş… Ali Osman ZOR: Ben bunu o mânâda bir iç savaş olarak görmüyorum. Çünkü Amerika böyle bir savaşı göze alırsa bu savaştan kesinlikle galip çıkamayacak. Hiç bir faydası da olmayacak onun için. Çünkü, Türkiye’de 60 yıldan beri bir Amerikan hegamonyası var. Her tarafta üsler dolu, elçilikleri var. Hayat Tarzı var Türkiye’de! Amerika’ya karşı böyle bir savaşta, takdir edersiniz ki, her taraf hedef dolu. Ve Amerika’nın bunu istememesi lâzım. Bizim açımızdansa, Amerika bu savaşı Türkiye’de istemediğinden dolayı, bu Suriye operasyonu ve çıkartılan Tezkere ile Türkiye’de birikmiş olan enerjiyi Suriye’ye kanalize etmek istiyor. Yani bizim Türk ordusunu oraya sokup, Araplarla aramıza, belki nesiller boyunca devam edecek bir kan davası da sokarak bizi belki 100-150 yıl bu sorunla uğraştırmak istiyor. Bizim dediğimiz o; biz böyle bir savaş istemiyoruz. ***** ORTAK-ESAS DÜŞMAN AMERİKA VE ONUN BOPÇU, YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİ Ali Osman ZOR 3 Kasım 2014 Amerika’ya karşı olduğunu iddia eden bütün kesimler için şu tespiti yapmak yanlış olmaz; Ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, bir türlü Barzaniciliği aşamıyorlar. Bunun en büyük sebebi, özellikle 2003’ten sonra Irak’ın Kuzeyi’nde gerçekleştirilen, belkide tarihin en büyük Yağmasıdır. İlnur Çevik, Cengiz Çandar gibi “gazeteci” kılığına bürünmüş Amerikan ajanlarının, “işadamı” kimliği ile başlattıkları bu yağmada her kesimden insanların kurduğu menfaat ilişkileri söz konusu. Irak’ın Kuzeyi’nde kurulan bu menfaat ilişkileri üzerinden bir sürü insan ilk önce BOP Eşbaşkanlığı’na ve onun rejimine, oradan da Amerika’ya bağlandı. 91’lerde başlayan bu ilişkiler, 2003’ten sonra, artarak bugünlere geldi. Kesimlerin, kendi içlerinde çıkan çatışmaların kaynağında ise bu ilişkilerin etkisi oldukça fazladır. “Türk-Kürt İttifakıyla Arap’ı yenme” siyasetinin kaynağı da bu menfaat ilişkilerine dayanır. Irak Direnişi’ne karşı sessizliğin bir çok sebebi olabilecekken, bizce en büyük sebeb, Irak’ın Kuzeyi merkezli, işte bu menfaat ilişkileridir. Bu ilişkilerin etkisi altında olan kesimleri, ulusalcılardan İslâmcılara kadar geniş bir yelpaze içerisinde değerlendirebilirsiniz. Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu işbirlikçi yapıyı, Peşmerge kendisinin kurduğunu iddia etse de, bu, bugüne kadar söylenmiş yalanların en büyüklerindendir. Ayn-el Arap, perdeyi yırtarak bu yalanla gizlenen gerçeği ortaya çıkarmıştır: Orayı işadamıyla, medyasıyla, siyasetçisi ve akademisyeniyle Devlet’i işgâl etmiş BOP’çu, “Baş Paralel” Çeteler kurmuştur. Amerika adına bu yapılanmayı oluştururken de milletin parası ve imkânları kullanılmıştır. 90’lı yıllarda “aşiret” seviyesinde gördükleri bölgede, eğer Türkiye Cumhuriyeti izin vermeseydi, öyle bir yapılanma orada kurulabilir miydi? Bu Yağmacı Çete olmasaydı Türk Milleti’ne rağmen Irak anavatanından orası kopartılamazdı.İşte, şu ân bütün çevrelerin -hükümet de dahil- gizlemeye çalıştıkları gerçek, Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu Çapulcu Siyonist Duvar’ın İnşâ Hikâyesidir. Ne var ki, Ayn-el Arap bu hikâyeyi ortaya çıkardı. Çünkü, Irak’ın Kuzeyi’ndeki Etnik Bölücülüğün, Amerikan bombardımanının oluşturduğu fırsattan istifâde, Irak’tan koparılan parçalarla oluşturulduğu gündeme geldiğinde tüm BOP’çuların Irak’ta, Suriye’de ve Filistin’de, işgâle direnenlerin kanlarına ekmek bandıkları ortaya çıkacak. İşte bazı ulusalcıların ve İslâmcıların “Barzanicilik” ve “PKK’ya karşı mesafe ayarları”nı belirleyen unsur, Irak’ın Kuzeyi’nde oluşturulan bu Çapulcu Yapı’nın İnşâ Hikâyesidir! Gazetelere ve televizyonlara dikkatli bakın! Geçen altyazıları daha bir dikkatli okuyun: Barzanicilik, Peşmergecilik, tabiî bir müttefik gibi. Daha doğrusu “düşman” ama, “mesafeli bir düşman”. Sanki aileden biri!.. Algılarda oluşturulmaya çalışılan hava bu. Aynı kesimler, iş meselenin özüne, yani Batı İşgâli’ne ve bu işgâle karşılık veren İslâm Temelli Arap Direnişi’ne geldiği zaman, İslâmcısı-Atatürkçüsü, ruhlarına sinmiş Amerikancılığın bir gereği ve Irak’ın Kuzeyi’nde işledikleri suçların şuurunda olarak hemen birleşiyorlar. Amerika’nın “Ortak Düşman IŞİD” hedefinde buluşmak için, kendi aralarındaki dalaşmaları bir kenara bırakarak cephede mevzîlerini alıyorlar. Meclis’ten çıkan son tezkereye verilen destekler, bunun en müşahhas örneğidir. CHPsi, MHPsi, AKPsi, HDPsi… Ulusalcısı, Milliyetçisi, İslâmcısı, Marksisti… Hepsi, Türk Ordusu’nu Amerikan Piyadesi yapmak için, çıkarılan Tezkereye destek vemek için yarış hâlindeler. Fakat, sokaklardan Irak Direnişi’ne gelen destek ve sokakların Ortak ve Esas Düşman Amerika ve İbirlikçilerine karşı Türk ve Arap İttifakı diye sesini yükseltmesi bu kesimlerin hepsinin psikolojisini bozdu. Çünkü bunlar, sahte Türk ve sahte Kürt ve hattâ sahte Arap, hep beraber, gerçek Türk, gerçek Kürt ve gerçek Arab’ın artık öldüğüne kanî olup, onları Baş Düşman ilân ederek Büyük Ortadoğu Projesini en ince noktalarına kadar uygulayabileceklerini düşünüyorlardı. Fakat bugün artık bu kurgu değişti, oyun bozuldu! Batı adına Etnik Kürtçülüğün bölgemizde üstlendiği rol, Ayn-el Arap’la aşikâr oldu. (…) Bu kavim ister Türk, ister Kürt, isterse Arap olsun, sorular açık; Amerikan işgâline karşı mısın, değil misin? Kürt’e de, Türk’e de, Arap’a da sorulacak soru şu: İşbirlikçi misin, değil misin? Kürtçü hareketin işbirlikçiliğini gündeme getirince nedense sanki karşımızda dinler, ideolojiler, mezhepler ve ihanetler üstü bir ırk varmış gibi tepkiler veriliyor. İhanet ve işbirlikçilik gündeme getirildiğinde, “Kürtlerin Müslümanlığı”na yapılan vurguyu biz, açıkça söylemek gerekirse eğer; herkesi Kürtçülüğe tâbi olmak ve biat ettirmek olarak anlıyoruz.Bütün bu mantık kurguları Irak’ın Kuzeyi’ndeki fesat yuvasının dağılmaması için ortaya sürülüyor. Çünkü, bu Siyonist Duvar yıkıldığında Ortak -Esas Düşman Amerika’nın ve onun Büyük Ortadoğu Projesi içinde görev alan Yerli İşbirlikçileri’nin ihânetleri belgeleriyle ortaya çıkacak, İslâm Milleti’ne yaptıkları ve yapmak istedikleri bütün kötülükler bir bir suratlarına vurulacak! İşte asıl o zaman düşmanın kaçışı başlayacak! **** BARZANİCİLİĞİ AŞAMAYAN SAHTEKÂRLAR Ali Osman ZOR 1 Mart 2015 Gerçek bir “Birleşik İslâm Devleti” projesinin ilk hedefi bu fitne merkezi’ni dağıtarak asliyetine kavuşturup ayrılmak istediği bütüne, yani olması gerektiği yere, İslâm Milleti’ne dahil etmek olacaktır. Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arab’ın arasına çekilmek istenen bu Siyonist Duvar’ın malzemesi yapılan Ehl-i Sünnet Kürt, gerekirse bir “Osmanlı tokadı”yla kendisine getirilip, bu ihânete bir son verilecek! ***** YENİ TÜRKİYE: PARÇALANARAK BÜYÜME(!) Ali Osman ZOR 7 Mart 2015 Tarihin çok hızlı akmaya başladığı bu dönem içersinde, artık hiç kimse içindeki gerçek niyetini gizleyemiyor. Bu açıdan bakıldığında ideolojik ve siyasî açıklamalar ve çıkışları, söylenenin ve yapılanın arkasında fazla bir sebeb aramadan kabul etmekte mahzur yok. Kaldı ki, siyasete yön veren güçler fiîlî olarak da hem yaptıkları açıklamaların arkasında duruyorlar ve hem de fiilî olarak arkasında durdukları bu politik tutumlarının haklılığını izah etmeye çalışıyorlar. Türkiye açısından da bakıldığında siyasetin bu seviyeye yaklaştığı söylenebilir. Sözle fiil arasındaki uçurum kapanmakta ve yalancılık devrinin bittiğinin işaretleri zuhur etmekte. Ortaya çıkan bu durumdan dolayı, siyasî saflaşmanın ne üzerinden yapıldığını söylemek ve bunu anlamak çok da dikkat ve zekâ gerektirmemekte. Gayet açıktır ki söz konusu saflaşma, Irak’ın Kuzeyi’ni merkez edinmiş Yasadışı Yapılanma üzerinden gerçekleşmektedir. Batı’nın bugüne kadar yaptığı bütün operasyonlarda ulaşmak istediği siyasî hedef Irak’ın Kuzeyi’nden İsrail’in sınırına kadar dayanan ve Ehl-i Sünnet Arab’la Ehl-i Sünnet Türk’ün arasına, onların bir daha birleşmemesini sağlayacak bir Siyonist Duvar çekmek. İç ve dış bütün siyasi hamleler de Erbil merkezli bu ihanet şebekesinin inşâsı temeli üzerine yapıldı. Batı, Anadolu’yu ve İslâm coğrafyasını bölme hedefine bu işbirlikçi yapı üzerinden ulaşmaya çalışırken, İslâm muhtevâlı olduğu imajını veren iktidarlar ise bizzat bu yapının koruyucusu ve besleyicisi oldular. (…) Biz, Batı karşısında hiçbir zaman onun önümüze koyduğu politikaların bir neticesi olan parçalanmayı kabul etmeyeceğiz! Her şeyin açık açık söylendiği bu dönemde, işin “güç”e gelip dayandığının, yani oyunu “zor”un bozacağının şuurundayız. Bu ölüm-kalım şartlarında hükümetin halkı hazırlamak için bir adım atmaktan ziyâde, bilâkis yaptıklarıyla Hak ve halk düşmanlarını cesaretlendirdiği ve güçlendirdiği gayet açık. ***** DÜŞÜRÜLEN TÜRKİYE, RUS UÇAĞI DEĞİL! Ali Osman ZOR 30 Kasım 2015 Amerikan plânlarının BOP kapsamında uygulanmaya devam edeceğinin göstergesi olarak Rus uçağının düşürülmesiyle “Esas düşman” nitelemesinin Amerika’dan Rusya’ya kaydırılma gayreti, ayrıca 7 Haziran’dan sonra “etnik bölücülük” üzerinden Amerika’ya karşı sokaklarda ortaya çıkan “MİLLİ ÖFKE”nin de Rusya’ya yönlendirilerek Amerika’yı temize çıkarma ve işgali görünmezleştirme hedefine yönelik olarak değerlendirilmeli. Böylece, Irak’ın Kuzeyi’nin “Kuzey Irak”laştırılmasından sonra, Suriye’nin Kuzeyi’nin de “Kuzey Suriye”leştirilmesinin önü açılmış olacak. Uyanık olunmazsa, yeni bir operasyonla algılar yeniden şekillendirilerek, “DÜŞMAN” tanımlanması üzerinde oynanacak. Daha açıkçası Millete “bölücülüğe ve onun İNCİRLİK”teki baş destekçisine karşıyım” dedirterek, ülkenin BOP kapsamında bölünmesini kabul ettirecekler. Rusya gündeme oturtulurken Fransız uçaklarına da Anadolu açıldı, Amerika’yla birlikte artık onlar da “İNCİRLİK”ten “sorti” yapacaklar. Amerika, Fransa ve AKP uçaklarının SİYONİST DUVAR Kürdistan için Arap Vatansever İslam Mücahidleri’nin üzerine bomba yağdırdığını görmüyor musun? ***** HATIRLADIKLARINIZ, ŞEYTANIN UNUTTURDUKLARIDIR ADIMLAR 16 Aralık 2015 Başından beri ADIMLAR’ı takip eden her dikkatli okuyucunun fark ettiği politikamızın doğruluğu, yaşanan son gelişmeler ışığında ortaya çıkmış bir gerçek. 2003 yılında başlayan BOP Saldırısı’nın siyasî hedefi Ehl-i Sünnet Türk’le Ehl-i Sünnet Arap’ın arasına Siyonist Bir Duvar çekerek (BOP Kürdistanı) genişletilmiş İsrail’i yani Arz-ı Mevud’u gerçekleştirmek. Bu proje İsrail’den başlayıp, Türkiye’nin Güneydoğusu’na uzanmaktadır.Başından beri BOP Eş Başkanlığı’nın ve Etnik Kürtçülüğün oynadığı rol, Genişletilmiş İsrail stratejisi kapsamındadır. Kuruluşunun ilk 50 yılında Batı tarafından güvenliği sağlanan İsrail’in, ikinci 50. Yılında ise, üst stratejisi olan Arz-ı Mevud’un gerçekleştirilmesi öngörülmüştü. Büyük Ortadoğu Projesi bu kapsamda değerlendirilmezse eğer, “İslâm’ı ve Müslümanları savunuyorum” zannı içerisinde bir daha kalkmamak üzere Amerika’nın ve NATO’nun kucağına oturursunuz. NATOCULAR tarafından Rus uçağının düşülmesinin hemen ardından İsrail’le ilişkilerin normalleştirildiği, alıştıra alıştıra kamuoyuna deklere edildi. Aynı ânda da Barzani, fiilî olarak Devlet Başkanı statüsünde Ankara’da kırmızı halılarla karşılandı… Barzani’nin Ankara’ya geldiği gün, İsrail Cumhurbaşkanı da Washington’daydı. Rus uçağını düşüren yapının NATO’yu bölgemize davet etmesiyle, Erbil-Ankara-Tel Aviv-Washington hattında yaşanan gelişmeler birbirinden ayrı düşünülemez. ***** VİDEO: ALİ OSMAN ZOR İLE SOHBET (2. Bölüm): CİDDİ DEVLETLERDE “KANDIRILDIM” DİYEN POLİTİKACIYI KURŞUNA DİZERLER! Ali Osman ZOR 19 Aralık 2015 – Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arap’ın arasına çekilen Siyonist Duvar olarak İsrailci-NATO’cu “Kürdistan”ı; – Bölgede 2005 yılından beri fiîli olarak yürütülen operasyonun asıl hedefinin Mehmetçik olduğu; – “Mehmetçik” görünümü altında Ordu’da yuvalanmış Amerikan Askerlerini; – Sıkışan AKP’nin “politikasızlık” politikasını; ***** Röportaj – ADIMLAR YAZARI ALİ OSMAN ZOR: BİZLER VATANSEVER İSLAM ANLAYIŞINDAYIZ! Gökçe FIRAT 13 Temmuz 2016 Gökçe FIRAT: Türk’ü çıkarsak, “İslam dünyası” diye bir şey muhtemelen kalmayacaktı dünyada. Ali Osman ZOR: Yani şimdi “ümmet, ümmet” filan diyorsunuz ya. “Ümmet”i bu kavimler oluşturuyor. Ümmet’in ana direkleri Türklerle Araplar. Birinden birini çıkarın, nerede kaldı ümmet? Başta kısaca “millet” ve “ümmet” kavramına bakışımızı Sayın Mirzabeyoğlu’ndan işaretlediğimden söylemek istediğimin anlaşıldığını düşünüyorum. Yani bu şekilde baktığımızda, demin BAAS ve Nakşibendî Ordusu bahsinde söylemiştim onu; emperyalizmin düşman olduğu ve diğer düşmanlıklarını etrafında düzenlediği yegane şey, düşman olarak gördüğü toplumların bütünleştirici liderleri, fikirleri, ideolojileri, siyasetleridir. Hiç tahammül edemediği şey budur! İBDA’ya ve onun mimarı Mirzabeyoğlu’na yapılan çok boyutlu ve çok aktörlü düşmanlığın sebeplerini buralarda da arayabilirsiniz. Bugün desteklediklerine veya karşı olduklarına dikkat edin. Destekledikleri tam bölücülerdir. “Bölücü”lüğü sadece “toprak bölmek” manasına kullanmıyorum. Zihinleri bölerler, insanları bölerler, ruhları bölerler, aileleri bölerler, toprakları bölerler. Dini, ideolojisi, kılığı-kıyafeti ne olursa olsun. Düşman olduklarına bakın. Dili döndüğünce kimi “insan onuru” der, kimi “insan haysiyeti” der, kimi siyaseten “bütün olalım” der ama hep bir samimiyet vardır. Ve hep de “yapabilme iradesi” vardır. Bu çok önemli!.. Dolayısıyla bize yapılan saldırı, zaten “yeni bir ırk inşâ etme” aşamasında olan emperyalizmin “biz bu oyunumuzun engellenmesine izin vermeyeceğiz” mesajıydı zaten. Çünkü orada sen böyle devlet-mevlet kuracaksın. Öyle havadan “devlet” kurulmaz. Buna bir “kahramanlık destanı” yazman lazım. Değil mi? “Kahramanlık olmadan bir ırk olmaz” filan. “Ne olacak?” “Bir ırk inşâ edeceğiz biz o zaman” “İşte Erbil’den kahraman Peşmerge’yi getiriyoruz, vatan kurtaran”, işte orada “Ayn-el Arap’ta destanlık direniş verenler” filan propagandası. Bir taraf ta buradan “Ne alakası var?! Sen Amerika’nın kara ordususun” filan diye, yani “orada iki gün karşısında tutunamadığın Araplar” değil mi? “Eğer yukarıdan atılan bombalar olmasa, nefes alamıyordun sen”… (…) Ali Osman ZOR: Sınırlı bir savaş içerisinde “bütünlüğü koruyorum” iddiasıyla bölücülüğünü gizleyen siyasete, bütünleştirici milli siyasetin dikkat etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi, çok basit şeylerden gidelim. Durum buysa eğer, durum buysa gerçekten, o zaman etnik ırkçılık veya Kürt şovenizmi senin baş düşmanın olması gerekir. Değil mi? NATO’daki müttefikin Amerika, senin baş düşmanının müttefiki. Hem siyaseten, hem uluslararası hukuk açısından, hem de insani olarak senin de baş düşmanının düşmanını, müttefik olarak kabul etmende bir mahzur yok o zaman. NATO’daki “stratejik ortağı”nın on bin kilometre öteden gelip ortaya koyduğu senin zararına olan bu tavrın karşısında sen bu coğrafyanın mensubu ve sahibi olarak bu serbestlikte davranabilirsin, kimsenin de sana söz söyleyecek hiçbir hakkı olmaz… Savaş filan demiyoruz… “Müttefiklik ilişkisi” adı üstünde, dostluk değil. Peki neden NATO’daki “staratejik ortağının” senin baş düşmanını “stratejik müttefik” kabul ederek bölgede herkesi de uymaya zorladığı “esas düşman” politikasında belirlediği IŞİD veya Arap İstiklal Savaşı, neden senin baş düşmanın oluyor o zaman? Birinci soru bu. İkinci soru, buradaki hedef dikkat ettiyseniz bu “sınırlı bir savaştır” dedim. Çünkü devlet felsefesi açısından “bir isyan nasıl bastırılır, bir isyanda nasıl hareket edilir?” Bunu 5 yaşındaki çocuk bile bilir. Üstelik bizim tarihimiz oldukça bol “isyan bastırma tarihi”dir. Tüm bunları herkesin “nefsi müdafaa” hakkını teslim ederek söylüyorum… Gökçe FIRAT: Evet. Ali Osman ZOR: Değil mi? Mevcut bizim tarihimizde. Şimdi, burada “isyanı bastırıyorum” havasıyla bir isyan mı büyütülüyor, güçlendiriliyor, yoksa “isyanı bastırıyorum” havasıyla da isyanı bastıran, bastırdığını iddia eden taraf, temsilcisi olduğu kitlede bir yılgınlık mı meydana getirmeye çalışıyor? Bu noktada “analar ağlamasın”, “bıçak kemiğe dayandı” gibi söylemleri çok zehirli, çok tehlikeli bulduğumu söylemeliyim. Peki devlet olarak, bu bölücü etnikçilikle savaşılmasın mı? Zaten bence kafa karışıklıkları burada çıkıyor. Demin izah etmeye çalıştım ama, tekrar söylüyorum; tabii ki savaşılacak! Ama nasıl ki koalisyon güçlerinin,”Amerika liderliğinde koalisyon güçleri vıdı vıdı vıdı…” diye bir şey geliyorsa. Değil mi, ne kadar “bütün” geliyor. “Amerika liderliğinde koalisyon güçleri” bir Irak’ta, bir Afganistan’da, bir Suriye’de, her yerdeler. Dolasıyla sizin bir ağacın dalını koparıp kökünü sulamanız, zaten ihanet içinde olduğunuzu gösterir, ağacı büyütüyorsunuz. Buradaki mesele benim açımdan şudur. Zaten BOP içinde olan İsrail’in arzuladığı ve kendi ifadeleriyle kurulması için her şeyi yapacakları Kürdistan’ın merkezi Diyarbakır değildir. Burada Erbil merkezli bir Kürdistan’dan bahsediliyor. Dolayısıyla da Erbil’in Diyarbakır’a bağlandığı değil, Diyarbakır’ın Erbil’e bağlandığı bir Kürdistan. Tam bu noktada 2003’ten beri Irak’ın kuzeyini Irak bütünlüğünden kopararak “Kuzey Irak” haline getiren siyasi ve askeri devletlilerin kimler olduğunu ve İstilacı Amerika’yla neye hizmet ettiklerini siz düşünün. Irak’ın kuzeyi dosyası açıldığında 91’den bugüne kadar kimlerin oralarda din-vatan-millet aleyhine ne haltlar yediği açığa çıkacak inşallah… Tabii ki orada Suriye tarafında -Kürdistan’ın bir parçası olarak Suriye tarafı da var-, Amerika’nın YPG diye bölerek PKK ile Suriye’deki işbirliğinin kitlelere kabul ettirilebilmesinin yolu, buradaki sınırlı bir savaştır. E2%80%A8ve-adimlar-dergisi-yazari-ali-osman-zor-bizler-vatansever-islam-anlayisindayiz/

RÖPORTAJ: ALİ OSMAN ZOR, TÜRK SOLU’NA KONUŞTU -1. Bölüm-

13 Temmuz 2016 Çarşamba günü dergimizin Fatih Bürosunda gerçekleşen röportajı Türk Solu Dergisi Başyazarı ve Ulusal Parti Genel Başkanı Sayın Gökçe Fırat

KUZEY ATLANTİK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN “KUZEY SURİYE”LEŞTİRME SALDIRISI

ADIMLAR fikir-Kültür-Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman Zor’un 8 ARALIK 2015 tarihinde yayınlanan “KUZEY ATLANTİK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN “KUZEY SURİYE”LEŞTİRME SALDIRISI” başlıklı makâlesini, yaşanan yeni gelişmeler vesilesiyle tekrar alâkalarınıza sunuyoruz. AKP Hükümetinin ve çevresinin Rus uçağının düşürülmesinin ardından sahte bağımsızlık nutuklarını “Türkiye NATO toprağıdır” şeklinde bir ihanet çizgisine taşımalarının ardından geçen süreçte, söylenenler ve yazılanlar ortada. Bu noktada bağlısı olduğu İBDA’ya nisbetle ilkeli ve tutarlı mücadelesiyle söyledikleri ve yazdıklarıyla meydanda olan ADIMLAR’a nisbetle, iktidar çevresinde yayın yapan sözde İslâmcı medyanın temyiz kabiliyetleri de apaçık ortada durmaktadır. Amerika Terör Örgütü’nün 25 yıldır bölgemizde “İsrail’in Güvenliği’ni sağlamak” esaslı yürüttüğü BOP Saldırısı’nın Suriye cephesinde yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği makâle, ADIMLAR açısından bölgede geçmişten bugüne, bugünden geleceğe sarkan SALDIRI’nın karakterini va’z etttiği gibi, bölgemizdeki aktörlerin hâlihazırda devam eden pozisyonlarını da ele almaktadır. ADIMLAR Dergisi Yüzde elli oyla iktidar olan hükümetin, seçim kampanyası boyunca söylediklerinin hiçbirisinin doğru olmadığı artık aşikâr. Şartların dayatmasının, plânlanan oyunları bozabileceği, tarihte birçok defalar görülmüştür. Bu cümleye bağlı olarak da, oy veren seçmenin, oy verdiği parti tarafından iradesi dikkate alınmadığında hükümet olan söz konusu partinin oy veren aynı seçmen tarafından eninde sonunda paramparça edileceğini herkesin bilmesi gerekir. Tekrar etmekte fayda var; 1 Kasım’da AKP’ye oy veren seçmenin iradesi şuydu: “Ülkenin bölünmesini ve parçalanmasını reddederek BOP dairesindeki Etnikçi ayaklanmayı bastır! Nato’dan çık ve bağımsızlığını ilân et! “Dünya 5’ten büyüktür” sözünün gereğini yerine getir ve tüm İslâm Coğrafyası ve ezilen üçüncü dünya ülkeleri adına “6. Türkiye’dir!” de.” Seçmenin bu iradesine, daha 2 Kasım günü “çözüm süreci devam edecek!” diyen hükümet yetkililerinin şahsında nasıl ihanet edildiğine şahid olduk. Arkasından gelen uluslar arası güçlerin plânlamasıyla gerçekleştirildiği besbelli olan Rus uçağının düşürülmesiyle de bırakın NATO’dan çıkıp bağımsızlığını ilân etmeyi, Kuzey Atlantik Terör Örgütü’ne ait tüm silahlı unsurları bizzat hükümetin kendisi bölgemize davet etti! Özellikle 23 Eylül’de Rusya Yönetimiyle yapılan açık anlaşmalar ve gizli ikili görüşmelerde varılan mutabakatlar yok sayılarak, Amerikan plânlarının uygulayıcısı konumunda Rus uçağı vurulmuş ve böylece NATO’cu zihniyetin ihanet listesine Rusya da eklenerek, Anadolu’nun bölünme süreci için en önemli adım atılmış oldu. Bu hadisedeki en büyük vebal, tabiî ki sadece siyasî İktidar’ın değil, NATO tornasından geçmiş, halâ hasarlı beyinleriyle ne yapacağını bilmez konumda bulunan Ordu da bu vebale ortaktır. Bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere, bütün kesimlerin bildiği gerçek, bizim “Ordu” kavramıyla ideolojik mânâda bir derdimizin olmadığıdır. Hattâ umumî olarak bu Ordu, bizim ordumuzdur! Fakat, kafalardaki NATO hasarını düzeltmeden, Din, Vatan, Millet temelli bu topraklar faydasına bir işlev icrâ edebilecekleri şüphelidir. Rus uçağının vurulmasında 7 Haziran’dan sonra Amerika ve NATO’ya karşı açığa çıkan Millî Öfke’yi alıp Rusya üzerinden başka yerlere sevk etme gayreti, Ordu’nun millet menfaatleri için hizmet etmediği iddialarını doğrular niteliktedir. Irak’ın Kuzeyi’nin “Kuzey Irak”laştırılması sürecinde BOP kapsamında yapılan “yardımlar” gizli saklı ve perde arkasından gidiyordu. Kameralar önünde ise, hem generaller ve hem de siviller Barzani ve Talabani’den “iki aşiret lideri” diye bahsediyorlar ve her fırsatta da Türkiye’nin kırmızı çizgilerine vurgu yapıyorlardı. Yani, Millet’in göreceği ve anlayacağı şekilde açık bir destek yoktu. Suriye’nin Kuzeyi’nin “Kuzey Suriye”leştirilmesi sürecinde ise, tüm dünyanın gözü önünde binlerce tırdan oluşan konvoylarla yardımlar yapılıyor ve Millet’in gözünün içine baka baka, “NATO’daki müttefikimiz ve Stratejik Ortağımız Amerika” havadan attığı tonlarca silah yardımıyla Etnik Kürtçülüğe nefes aldırıyor ve hiç kimseden de aksi bir ses çıkmıyordu. Bu da yetmiyormuş gibi, yapılan bu açık yardımlardan sonra Etnikçilik, şımarıklığı öyle boyutlara taşıdı ki, Ordusuna savaş açtığı devletten, Suriye’nin Kuzeyi’nde kendisine bir devlet kurmasını dahi isteyebildi. Rusya uçağının vurulmasını Suriye’nin Kuzeyi’ni “Kuzey Suriye”leştirilmesi plânı dairesinde ele aldığımızda gayet açık bir şekilde göreceğiz ki, bu, sadece Etnik Kürtçülüğün işine yaramıştır. Suriye’nin bölünme sürecini hızlandıracak bu hamlenin aynı zamanda da Kuzey Atlantik Terör Örgütü (NATO) tarafından Türkiye’nin de bölünmesini hedeflediğini anlamak için çok da zeki olmaya gerek yok. Propaganda makinesinin düşürülen Rus uçağı üzerinden gizlediği gerçek de böylece açığa çıkmış oldu. Bu hadisede beyni hasarlı NATO tezgahından geçmiş ve geçmeye de devam eden unsurların halâ Silahlı Kuvvetler içerisinde aktif oldukları görülürken, karşı unsurların ise, önceden yapılan operasyonların hasarını onarıp, halâ bir varlık iddia edemedikleri görülmekte. Dikkat ediyoruz ki, Irak’ın Kuzeyi söz konusu olduğunda en azından lâfzen dile getirilen “kırmızı çizgiler”, “Kuzey Suriye”leştirme operasyonunda kimsenin gündeminde değil. Irak’ın Kuzeyi’nde 91 Saldırısıyla başlayan “Kuzey Irak”laştırma operasyonunda Çekiç Güç rolünü Silopi’deki Amerikan Kuvvetleri oynuyordu. Biz, bu hususu ve Amerikan Kuvvetleri’nin Silopi’deki varlığına “Bölgeye yapılan saldırı, Türkiye’ye yapılmıştır” demesine rağmen bu sözün gereğini yapamayıp Amerikan Kuvvetlerini uzaktan seyreden iradeyi de unutmuş değiliz. Daha sonra bu irade sözünün gereğini yapmamasının faturasını Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında tavsiye edilmesiyle ödedi. 7 Haziran’a kadar Suriye’nin Kuzeyi’nde “Kuzey Suriye”leştirme operasyonu kapsamında bir genişleme sağlandı. Aslında Ayn-el Arab’ta tehdit kökten kaldırılmak üzereyken, buradan Ayn-el Arab’a atılan can simidi, 30 yıldır devam eden Bölücülük tehdidini daha da büyüterek bugünlere getirdi. Ekranbaşı seyircisinin duyduğu tek şey, “önleriz!”, “şunu yaparız!”, “bunu yaparız!” falan filân… Bugün bu sözlerin hepsinin hikâye olduğu Suriye’nin Kuzeyi’ndeki yapıyı kabullenmiş olmalarından belli. Amerikan stratejisi içinde “taktik çırpınışlar” olarak değerlendirilebilecek hamlelerin tamamı “Kuzey Suriye” plânına hizmet etmekten başka bir işe yaramadı. Türkiye sınırından Peşmerge’yi içeri alıp, “Biji Obama!” sloganları altında sana korutarak Suriye’nin Kuzeyi’ne soktular! İşte bütün bu “oldu-bitti”ler içerisinde ve “tamam, artık plân uygulandı” sevincinin yaşandığı bir dönemde Suriye’de Rusya faktörü kendisini gösterdi. Rusya, Suriye devletinden taraf olarak NATO’nun Suriye’yi bölmek için başlattığı bu savaşa katıldığını açıkladığı bu dönemde, unutulmaması gereken husus ise, aynı ânda Türkiye’de Amerika ve NATO’ya duyulan Millî Öfkenin hiç olmadığı kadar tavan yapmış ve sokaklara taşmış olmasıydı. Rusya faktörü, bir nevî İslâm Devleti gibi Suriye’de ara unsur, yani ara hedef olarak Amerikan stratejisinin karşısına çıktı. Rus uçağının düşürülmesi hadisesinin sebeplerini daha iyi anlayabilmek için 91’den beri devam eden Amerikan İşgâline Rus siyasetinin bakış açısını ana hatlarıyla bilmek gerekir. Bugün, “Türk” kılığına bürünmüş Amerikan medyasının anlattıklarıyla gerçeğin birbirinden çok farklı olduğu, ancak bu şekilde anlaşılabilir: Rusya 2003 Irak İşgâlinde Saddam Hüseyin’le yaptığı anlaşmalara uymayarak, Irak’ın parçalanmasına göz yummuş ve Irak’a ihanet etmişti. Hattâ, hatırladığımız kadarıyla bundan dolayı “biz Irak’a ihanet ettik” diye intihar eden Rus generalleri oldu. Kuzey Atlantik Terör Örgütü’nün 2011 Libya İşgâlinde ise bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin, “Bu bir Haçlı Saldırısıdır!” demesine rağmen, Devlet olarak Kaddafi ile yapılan “savunma işbirliği anlaşmaları”nın gereğini yerine getirip, NATO işgâline karşı duramadı. Suriye, bir nevî Rus siyaseti açısından Amerikan politikalarına karşı “son kale” özelliğini taşımaktaydı. Bundan dolayı da Rusya, Irak’ta Saddam’a, Libya’da Kaddafi’ye yaptığı ihaneti Suriye’de tekrarlamadı ve Esad Yönetimi ile yaptığı anlaşmaya sadık kalarak, Esad’ın yanında savaşa katıldı. Rusya’nın beklenmedik bu müdahalesi, ilk etapta 65 yıldır NATO tezgahından geçmiş kafaları karıştırırken, bir o kadar da bunları tedirgin etti. Amerika’nın belirlediği stratejik plân çerçevesinde işler “tıkır tıkır” yürütülürken Rusya’nın etkili bir aktör olarak ve tarafını net bir şekilde ortaya koyarak devreye girmesi, diplomasi tabiriyle “kartların yeniden karılacağı ve yeniden dağıtılacağı”nın habercisiydi. Rus uçağının düşürülmesinden önce ve sonraki gelişmeler ise, Rusya’nın “kartları karmak”tan ziyade kararlı olarak ne yapmak istediğini de gösterdi. Meydana çıktı ki, Amerika, Irak’ta yaptığının aynısını ikinci defa Suriye’de yapamayacak. BOP kapsamı dahilinde Suriye’yi ve arkasından da Türkiye’yi bölmek için başlattığı bu savaşta Rusya’nın etkili bir aktör olarak Esad’ın yanında savaşa girmesi, Amerikan plânlarını en azından olduğu gibi uygulanamayacağı mânâsına gelir. İsrail’in güvenliğini ve genişlemesini, bunun için de İslâm Milleti’nin iki ana unsuru olan Türk ve Arab’ın arasına Siyonist bir Duvar inşâ etmeyi öngören BOP’un devam edebilmesi için Rusya ve Türkiye’nin müttefik olmasından ziyâde düşmanca ilişkiler içerisinde bulunması ve enerjilerini de birbirlerinin üzerinde tüketmeleri gerekmekteydi. Bu düşüncenin gereği olarak da, Rus uçağı düşürüldü! Uçağın düşürülmesiyle alâkalı Rus yetkililerinin “bu uluslar arası bir provokasyondur” açıklaması, ancak bu mantık içinde yerli yerine oturabilir. Amerika’nın bu plânına aracılık ve nezaret eden unsurların hedefi, açıkça söyleyelim ki; BOP Plânı dairesinde Irak’ı, Suriye’yi parçaladıktan sonra bizzat Türkiye’yi de içten bölüp parçalamaktır! Yani, Türkiye NATO’ya üye olduğundan beri Hükümetlerin Amerikan plânlarının uygulanmasına aracılık etmesi ve NATO’cu Ordunun da bu plânların uygulanıp uygulanmadığına nezaret görevini yerine getirmesi, bugün de aynen devam etmekte. Anlaşılıyor ki, 2002’den sonraki süreçte Amerikan ve NATO karşıtı unsurların Ordu içerisinde tasfiye edilmesiyle, NATO’cu zihniyete oldukça rahat hareket edebileceği bir alan açılmış oldu. Muhakak ki, bu zihniyetin Din, Vatan ve Millet zararına yaptıkları faaliyetleri takib eden karşı unsurlar mevcut. Fakat, bu unsurlar faaliyetlerini bağlayacak siyasî bir mantıktan mahrum olduklarından mıdır nedir bilinmez, halâ Millet İradesi’ne uygun bir hamle yapabilmiş değiller. Kasım seçimlerinde ortaya çıkan Millet İradesi’ni doğru okuyamıyorlarsa eğer, bu da ancak Kurmay zaafıyla izah edilebilir. Ülkenin apaçık işgâl günleri yaşadığı şu şartlarda “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır!” diyebilecek cesareti kim gösterirse, gerçek Müslüman da odur, gerçek vatansever de odur! Tarihin bir döneminde “Türkiye’nin bölgede oyun kuracak gücü yok, ama, kurgulanan oyunları sekteye uğratacak, bozacak gücü, yeteneği, cesareti vardır” diyenlerin, şimdi hamle yapma zamanı. Dostunu ve düşmanını dayatılan politikalara göre değil, bizzat Din’e, coğrafyaya, tarihe ve Millet İradesi’ne göre tayin etmesi gereken bu güçleri, tarih, şu ân siyaset sahnesine davet ediyor. Rusya’nın, Amerika’nın başlattığı savaşa, bu savaşın siyasî hedefi olan Esad’ın yanında girmesinin ne anlama geldiğini tahlil etmeye devam edelim. Ne kadar gizlemeye çalışılırsa çalışsın maksatları tamamen örtüşmemekle birlikte, Amerika mevcut şartlar göz önüne alındığında Suriye’yi Rusya’ya devretmek zorunda. Amerika’nın iç dengeleri ve iç politikası göz önüne alındığında gayet tabiî ki bu gerçeği kabul etmeyen unsurlar mevcut. Aynı şekilde Rusya’nın iç politikası da hesap edildiğinde Yeltsin’le beraber Rusya’da kümelenmiş Kuzey Atlantik Terör Örgütü’ne mensup unsurların da varlığı ve güçleri gizli değil. Putin’in temsil ettiği ve Rus siyasetine yön veren jeopolitik olarak Avrasyacılık anlayışına karşı mücadele eden bu unsurlarla Amerika içindeki, Suriye’nin Rusya’ya bırakılmasına karşı çıkan unsurların maksatları hemen hemen aynıdır. Rusya ve Amerika’daki bu unsurların buradaki müttefikleri ise, sivil ve askerî unsurların BOP Plânı kapsamında hareket eden yapılardır. Rus siyasetçilerin uçağın düşürülmesiyle alakalı kullandıkları “uluslar arası provokasyon” ifadesindeki “uluslar arası” kavramıyla kastettikleri bizce Amerika, Rusya, Türkiye ve İsrail’de faaliyetlerine devam eden bu yapıdır. Uçağa yapılan saldırı bu unsurların yaptıkları plânın bir neticesidir. Amerika’nın 2003 istilâsından beri siyasî, askerî ve ekonomik olarak yıpranması, bu yıpranmaya bağlı olarak da, kendi öz gücüyle karada savaşmama isteği, Rusya’nın plânlarını kolaylaştıran başlıca unsurlar. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda Rusya’nın müdahalesinin ne mânâya geldiğini daha iyi anlayabiliriz. Yani, uçağı düşürülene kadar Rusya, “Suriye’nin Kuzeyi, “Kuzey Suriye” olacaksa, buranın Amerika’sı da ben olacağım!” diyordu. Irak’ta Amerika’nın kurduğu Şiî İşgâl Hükümeti’ne karşı Suriye’de Esad iktidarda kalacak “Suriye bütünlüğü” içinde de “Kuzey Suriye” kabul edilip, hâmisi de Rusya olacak. Ukrayna’da, NATO’nun kendisiyle “komşu” olma hamlesine yaptığı müdahaleden de cesaret olan Rusya’nın, Suriye’de bu dayatmayı yaparken Amerika’ya karşı elinin güçsüz olmadığı dikkatlerden kaçmasın. Ayrıca Suriye’de şartları lehine çevirici bir konumda olduğunu düşünürsek Rusya’nın, Amerika’ya bu anlaşmayı dayatmasının çok da anormal bir durum olmadığı anlaşılır. Bu paylaşım üzerinden değerlendirdiğimizde, Rusya’nın müdahalesini belli bir siyasî mantığa oturtabiliriz. Hem Amerika’nın içerisinde bulunduğu kötü şartlar, hem de Rusya’nın bu kötü şartlara rağmen NATO ve Amerika’yla savaşı göze alamaması bu anlaşmanın siyasî mantığını anlamamıza yardımcı olacaktır. Peki, Rusya’nın müdahil olma niyetiyle, Amerika’nın plânları arasındaki fark nedir? Birinci fark, Esad’ın iktidarda kalması devam ederken Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması. İkincisi ise, Rusya’nın hâmisi olduğu bir Suriye üzerinde İsrail’in plânlarını uygulamayacak olması. Üçüncü fark ise, “sınırlı bir özerklik” içerisinde “Kuzey Suriye”nin ortaya çıkmasının Türkiye’nin bölünmesini de engelleyecek olması. Gayet net bir şekilde görülüyor ki, en azından kısa ve orta vadede Türkiye’nin menfaati açısından “Rusya mı, Amerika mı?” sorusunun cevabı, “Rusya” olmalıydı. Diğer taraftan ise, uçak düşürülene kadar geçen şu kadar zaman içerisinde Amerika’nın Irak’ın Kuzeyi’nde yaptığını Suriye’nin Kuzeyi’nde yapabilmesi artık pek mümkün gözükmüyordu. Yıllarca sürecek bombardımanlar, ambargolar ve en önemlisi de “karada savaşabilmek” Amerika açısından zor. Amerika’nın bu hâlinin iç politikadaki yansımalarıyla birlikte özellikle Avrupa’daki müttefiklerinin dahi tepkisini çektiği bir gerçek. Afganistan, iki tâne Irak, Libya, Somali, Sudan ve şimdi de Suriye… Amerika’nın yaşadığı bütün bu macera kendi iç dengeleriyle birlikte dünya siyasetinin de sınırlarını zorlayıcı bir seviyeye ulaştı. Tüm bu savaşların neticesi olarak Amerikan toplumunun yaşadığı ve her geçen gün artan sefalet Amerika’nın iç dengelerinin bozulmasına ve çatışma ortamının biraz daha olgunlaşmasını beraberinde getirmekte. Bütün bu sebeplerden dolayı Amerika’nın Suriye’de Rusya karşısında tavizkâr bir tutum takınması gayet anlaşılır. Tabiî bu demek değil ki, Amerika ve Rusya’nın bütün plânları birbirleriyle uyumlu. Hayır; çakışan noktalar da var, çatışan noktalar da. İşte bu çakışan noktaların hatırına şu ân yaşadığı iç ve dış sorunlardan dolayı Amerika Suriye’de Rusya’ya bu tavizi vermek zorunda kalmıştır diyoruz. Rus uçağının düşürülmesine tekrar dönecek olursak, yukarıda bahsettiğimiz uluslar arası güçlerin şu ânki Amerikan yönetiminin Rusya’ya verdiği bu tavizi kabul etmediklerini, ayrıca, Arap Gücü’ne karşı Amerika’nın komutasında savaşacak bir kara ordusuna duydukları ihtiyaçtan dolayı, bir taşla iki kuş vurmak düşüncesiyle, bu olayı tezgâhladıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Peşmerge ve YPG Amerika’nın kara ordusu fonksiyonunu yerine getirmekle beraber Arap Direnişi’ne karşı etkili ve yeterli olmadığı gayet açık. Yukarıda bahsettiğimiz bu plân dairesinde düşünülen ise, ortaya çıktı ki, “Türk” Silahlı Kuvvetleriyle Etnik Kürtçülüğü müttefik yaparak Amerikan Kara Ordusu olarak Arap Gücüne karşı savaştırmak. Bu pis plân tutar mı tutmaz mı? Bilinmez… Ama, bu plânın tutmama aşamasında dahi bölgemizin bugüne kadar olduğundan daha fazla zarar göreceğini maalesef tesbit etmek durumundayız. Amerikan ordusuyla beraber NATO kapsamında AKP’nin daveti üzerine gelen diğer Batılı Güçler, bütün ihtişamlarına rağmen Obama yönetimi de biliyor ki, “Ortak Düşman IŞİD”ı ve Irak Direnişi’ni tamamen bitirebilecek kapasiteye, cesaret ve kararlılığa sahip değiller. Amerika’nın “yerel güçlerle” yapmaya çalıştığı bu operasyon, aslına bakılırsa Türkiye’de, İslâm Milleti’ne mensup bir iktidarın gerçekte ne yapması gerektiğini de göstermektedir! Eğer Etnik Bölücülük senin baş düşmanınsa, NATO’daki müttefikin Amerika, senin Baş Düşmanını kendisinin ortaya koyduğu “Esas Düşman”a karşı müttefik olarak kabul edip, ona tonlarca silah yardımı yapabiliyorken, sen niçin Baş Düşmanının düşmanı olan Arap Gücü’nü müttefik olarak kabul ettiğini ilan edip ona yardım etmiyorsun? Bunu yapmadığın gibi, sanki Türkiye’yi 30 yıldan beri bölmeye çalışan örgüt IŞİD’mış gibi, Amerika’nın “ortak düşman IŞİD” politikasının aktif ve gönüllü bir uygulayıcısı gözükerek, işgâle karşı direnen Arap Gücü’ne her fırsatta düşmanlığını izhar ediyor ve her hareketinle bu düşmanlığı derinleştirdikçe derinleştiriyorsun. Bugün, ne 90’lardaki ne de 2003’lerdeki Amerika var! Ama, bölgede Anadolu başta olmak üzere dinamik, savaşmaya hazır, Batılı işgâlcileri düşmanlaştırmış yerel unsurların varlığı ve gücü tartışılmaz. Bu fotoğraf karşısında aklıselim, Din, Vatan, Millet için kiminle, hangi güçlerle ve kime karşı ittifak yapabileceğini söylemekte. Bunun tersi politikalar hesabı sorulacak hainlik sınıfından olarak değerlendirilmesi gerekir. Zaten, Amerika eski gücünde olsaydı, Rus uçakları Suriye’ye gelebilir miydi? Afgan ve Irak Direnişleri’nin yıpratıcı etkisinden dolayı Amerika şu ân 90’lardaki ve 2003’teki gücünün fersah fersah gerisindedir! Rusya başta olmak üzere, siyaset sahnesinde bulunan tüm aktörler bunun farkındalar ve hamlelerini de ona göre yapıyorlar. Mevcut iktidarın ise herkesin farkında olduğu bu gerçeği görmemesi mümkün mü? Bu gerçeği gördüğü kesin olmakla birlikte, şu ânki Batı yararına aldığı tavrı nasıl açıklamak gerekir? Buna mukabil, Rusya’nın da 90’lardaki ve 2003’lerdeki Rusya olmadığının da altını çizmek lazım. 91 ve 2003 Saldırılarını Millî İrade’ye aykırı olarak Türkiye’deki hükümetler, başka hiçbir aktörün rahatsızlık verici rekabet çabalarını hissetmeden Amerikan saldırganlığına erketelik yaparken, şu ân ise Rusya faktörü, Hükümetin dengesini bozuyor. Hâlbuki mevcut şartlar bölgeye, coğrafyaya ve Tarihî Misyon’una uygun bir politik çizgide değerlendirilebilse, hiç olmadığı kadar Türkiye’nin lehinedir! Bu açıdan da Rusya faktörü, şartları lehine çevirici bir pozisyonda Türkiye’nin işini zorlaştıran değil, bilakis, elini kuvvetlendiren bir unsur olarak ortaya çıkacaktır. Ama mevcut konumlanma siyasî ve askerî olarak şu ân için Kuzey Atlantik Terör Örgütü’nün yanı başında olduğundan dolayı ne şartları lehe çevirebilmesi ne de İslâm Milleti’in faydasına uygun bir politika ortaya koyabilmesi mümkün değil. Kaldığımız yerden devam edeceğiz…

ALİ OSMAN ZOR İLE SOHBET (2. Bölüm): CİDDİ DEVLETLERDE “KANDIRILDIM” DİYEN POLİTİKACIYI KURŞUNA DİZERLER!

ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu Genel Başkanı sayın Ali Osman ZOR ile 19 Aralık 2015 tarihinde bir sohbet gerçekleştirdik… Video-sohbetin 2. bölümü