BUGÜNKÜ DURUM -2- (Eylül 2018)…. KRİZ: NETİCE-BAŞLANGIÇ
Yaygınlaşan kriz ve olgunlaşan bunalım bugün başlamadı; 2003 Irak işgâline kadar giden tarihî bir arka plânı var.
Yaygınlaşan kriz ve olgunlaşan bunalım bugün başlamadı; 2003 Irak işgâline kadar giden tarihî bir arka plânı var.
M. Çavuşoğlu: Başından Beri ABD İle Planladık! ADIMLARIMIZ BAŞINDAN BERİ BU PLÂNIN KARŞISINDA OLDU VE OLACAK! Aydın KALKAN Bu gece sabaha karşı Suriye’nin Cerablus kasabasına yapılan operasyondan haberdar olduktan hemen sonra “operasyonun tarafları” ile ilgili verilen bilgilere baktım… ABD’nin öncülüğünde 91 den beri bölgeye saldıran Haçlı koalisyon güçlerinin hava desteği ile sınırı geçen TSK’ya bağlı bazı unsurlara, CIA tarafından kurulan, “eğit”ilen, “donat”ılan çapulcu sürüsü ÖSO ve 5 yıldır MİT’in organizasyonuyla hareket eden Suriye’deki “Türkmen”ler destek verirken, kamuoyuna deklere edilen hedefse Irak’ın işgaline Irak merkezli Arap Kurtuluş cephesinin bir unsuru olan, IŞİD. ABD’nin desteği ile Menbic’i ele geçiren PKK’nın durumu ise, Barzani-Erdoğan-ABD-Rusya ittifakının dışına süpürülerek, ADIMLAR’ın iki yıldır ifâde ettiği ilk gerçekle yüzyüze gelmiş olmakta kendisini gösteriyor: ” “Washington-Ankara-Erbil-Tel Aviv ittifakının PYD’ye biçtiği rol, Barzani’nin BOP Kürdistanı’nda bir “otonomi” sahibi olmak” Ve böylece “PYD’leştirilen PKK’nın Barzani (Erbil’e) bağlanması”… Dün Ankara’ya geldikten sonra açıklama yapan Barzani’nin sevinçle; “BÖLGEDE BÜYÜK DEĞİŞİMLER KAPIDA” açıklaması yapması ve AKP’li Mevlüt Çavuşoğlu’nın “BAŞINDAN BERİ ABD İLE PLANLADIK” itirafı, bize bu operasyon sahiplerinin -en azından plânlayanların- niyeti açısından net bir çerçeve sunmakta ve ADIMLAR’ı doğrulamaktadır. Bu operasyonun ortaya çıkardığı ikinci gerçekse, -yine plânlayanlar açısından- şu: Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arab’ın arasında, yüzyılları bulacak bir düşmanlık tohumunu ekmek için, TSK’yı Etnik Kürtçülerle birlikte Arap Direnişi’ne karşı savaştırmak. Erdoğan ve Binali Yıldırım’la görüşmesinin çok verimli geçtiğini ifâde eden Barzani’nin “büyük değişimler”e giden yolda “Musul operasyonu konusunda tam bir mutabakata vardık” sözleri, Cerablus operasyonunun “Fırat Kalkanı”yla kalmayacağını göstermekte. Bu çerçevede Erdoğan-AKP Hükümeti, Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arap arasında Barzani kontrolünde kurulacak olan bir Siyonist Duvar / BOP Kürdistanı’na karşı değil. Bugünlere gelen süreçle ilgili Genel Başkanımız Sayın Ali Osman ZOR’un şahsında ADIMLAR’ın ortaya koyduğu hakikatleri tekrar hatırlatmak gerekmekte. Ki, bugünkü durumda apaçık bir şekilde ortaya dökülen AKP-ABD plânlarına, geçmişten bu güne hangi gerekçelerle karşı durduğumuz anlaşılsın… Bu karşı duruşumuz sebebiyle 25 Mart 2015’te uğradığımız kahpe saldırı ve şehid verdiğimiz büyük mücahid Ünsal Zor hatırlansın. Buyurun: SİYONİST DUVAR”LAR KURTULUŞA ENGEL 4 Ekim 2007 Ali Osman ZOR Talabani’yi Irak Cumhurbaşkanı ve diğer kuklaları da Irak hükümeti olarak tanıyanlar, o kuklalarla beraber aynı efendiye hizmet eden pastacılardır. Hâliyle bunların Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerle alakalı dile getirdikleri endişe ve şikâyetler, danışıklı dövüşten başka bir şey değildir. Aksi olsaydı, “Ne mutlu Türk’üm!” diyen bir vatan evladı Irak’ta verilen mücadelenin tek bir savaşın muharebesi olduğunu idrak eder, esas düşmanın hesabının da bu mücadeleyle, Anadolu’yu birleştirmeme üzerine kurulu olduğunu görürdü! Bu hesap meydana çıktıktan sonra, Irak’ın kuzeyinde Türk’ün ve Kürt’ün hainlerinin elele inşa etmeye çalıştığı Siyonist duvarı yıkarak Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, bütün İslâm milletinin işgalciye karşı birleşmesini sağlardı. Fakat Amerikan işgalini destekleyen ve direnişçiye “terörist” diyen sesten başka hiç ses çıkmadı. Bunlar Türk’ün adını kötüye çıkarmış yüce Türk’le hiçbir alakası olmayan cüceler!.. Türk’ün horlandığı, ezildiği ve devleti elinden alınarak yaşadığı coğrafyadan sürülmek istenen bir dönemde, onu onere etmek için söylenmiş olan “Ne mutlu Türk’üm!” sözünü “bağlamından” kopararak bugüne taşıyan cücelerin, Türklük’le ne tür bir ilişkileri olabilir? Türk, komşusunu, kardeşini arkadan vurur mu? Türk, ülkesini işgal-terör üsleriyle kaplanmasına göz yumabilir mi? Türk, başına çuval, ensesine şaplak, kıçına tekme muamelesine rıza gösterebilir mi? Türk, ülkesinin açık hava kerhanesine dönen bir sömürge olmasına izin verebilir mi? Türk, düşman istilasına karşı vatanını savunan mücahid silahlı kuvvetlere terörist diyebilir mi? Türk, ülkesinin işgaline direnirken düşman tarafından yakalanıp alçakça bir suikastle şehid edilen –Saddam Hüseyin!- komşu Müslüman devlet başkanının uğradığı bu muameleye sessiz kalabilir mi? Türklük adına bunlar yapılırken, gerçek Türk mutlu olamaz. (…) Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulabilmesi için kriterlerin işgalcinin kafasına göre bu şekilde yapılması gerekiyor. Arap’la Türk’ün arasına Kürt’ün eliyle inşa edilmeye çalışılan bu Siyonist duvarın yıkılmasında bizce, yukarıda da söylediğimiz gibi belirleyici olacaktır. “Esas düşman” tespiti doğru yapılarak düşmanın İslâm coğrafyasından kovulması için gerekli hamleler cesur bir şekilde yapılacak yada esas düşmanın, iradesi doğrultusunda diğer kuklalarıyla uğraşarak onun bölgedeki stratejilerine hizmet edilecektir. (…) Bütün kesimlerin samimilerinin, esas düşmanın, Amerika’nın temsil ettiği emperyalizm olduğunun şuuruyla antiemperyalist bir cephe esprisi içerisinde, bu esas düşmanın kovulması için güç birliği yapma zaruretleri vardır. Amerika bölgeden kovulduktan sonra bölgedeki sorunlar emperyalizmin ikinci müdahalesine gerek kalmadan bölgenin kendi aktörleri tarafından çözülebilir. Çünkü bölgeyi temsil eden (Türk, Kürt, Arap) iç dinamikler çözüm teklifleriyle beraber çözüm iradesine de sahiptirler. Aksi takdirde bölgenin gerçek sahipleri emperyalizmin dayattığı hiçbir çözümü kabul etmemeli! ***** ALİ OSMAN ZOR, CNN INTERNATİONAL RÖPORTAJI 18 Ekim 2014 CNN International: AKP ne yapmalı bugün sizce? Kobani, Ayn-elArab konusunda? Ali Osman Zor: Şu ân AKP ne yapacağını bilmiyor. Çünkü dünyada, -sadece Türkiye’de değil-, bütün dünyada bir ideoloji ihtiyacı olduğu kesin. Bunu Amerikalı da hissediyor, Avrupalı da hissediyor, Türkiye de hissediyor, Arab da hissediyor. Bugün ideoloji ihtiyacından, o ihtiyacı yerine getiremediğinden dolayı Hükümet birşey yapamıyor. Yoksa biz “Türkiye Tarihî Misyonunu icrâ etmeli” dediğimizden itibaren, Tarihî misyonu bellidir Türkiye’nin. Türkiye, Batı saldırganlığına karşı, bütün İslâm coğrafyasında o saldırganlığın önünde duran bir setti. Ben şunu açıkça söyleyebilirim; Türkiye’de bir devrim olmak üzere. Bir Düzen değişikliği. Bütün gizlenmeye çalışılan, örtülmeye çalışılan, geciktirilmeye çalışılan şey de bu zaten. O mânâda Irak, nasıl ki Amerika için Suriye’den daha öncelikli ise, Türkiye, hepsinden önceliklidir! Dolayısıyle Türkiye’de 2002 yılından beri, AKP hükümetiyle yumuşak bir geçiş öngördüler. Buna da “Ilımlı İslâm” dediler. Ve “Model Ülke Türkiye” diye bütün orta doğuya pazarladılar. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında. Türkiye de bunun Eşbaşkanıydı. Bugün, bu politika iflâs etti. 2003’te Irak’la başlayan BOP Saldırısı, başladığı yere tekrar döndü. Başladığı yere tekrar döndü ama, başlangıç noktasında bulunan aktörlerin konumu değişti, yeri değişti, gücü değişti. Amerika da biliyor ki, havadan bombalamakla bu savaşı kazanamayacak. Yapmak istediği ise, Türk ile Kürt’ü birleştirip NATO bayrağı altında Arab’a karşı savaştırmak. Ama Türk Milleti buna direnecek! Çünkü Türkler, Batı’ya karşı olmanın yolunun Arablarla birleşerek aralarındaki o Kanser Yapı’yı, Siyonist Duvar’ı kaldırmak olduğunu biliyorlar. CNN International: Yani oradaki Kürtler, Siyonist olarak? Ali Osman Zor: Tabiî ki! Ama Kürtler değil, Kürtçülükten bahsediyorum! Dikkat edin!.. Etnik Irkçılıktan, şövenizmden!.. Çünkü Kobani’ye, Ayn-el Arab’a saldıran IŞİD birliklerinin komutanı Kürt! Erbil’e saldıran IŞİD birliklerinin komutanı Kürt! Yani “Kürtçülük”, “Türkçülük” mevzuu değil bu! Bu toprakların tarihsel durumu, tarihî geçmişi var. Bu tarihî geçmiş içerisinde Türklerle Arabların birleşmesi sonucu, ancak bu işgâlin durdurulabileceği, bilinen bir gerçek. İlk önce İngiltere, daha sonra Amerika, 1. Dünya Savaşı’ndan beri bu birleşme sağlanmasın diye uğraşıyor. Ama bugün Arablar ve Türkler “bu plân tutmayacak” diyorlar. Yani Amerikan kontrolündeki ne bir Kürt Koridoru’nu -Irak’ın Kuzeyi’nden başlayıp, Suriye’yi içine alan ve İsrail’in karşılığı olan bu Kürt Koridoru’nu- ne Arablar ve ne de Türkler kabul etmeyecekler. Çünkü, bu topraklarda hiç kimse bir ırka ihânet ederek devlet kuramaz. Kürtçü hareket devlet kurmak istiyorsa Arapları da yenmek zorunda, Türkleri de yenmek zorunda, hattâ ve hattâ Farsları da yenmek zorunda. Bugün Amerika ne 2003’teki Amerika ne 91’daki Amerika; ne İngiltere yüzyılın başındaki İngiltere. CNN International: Yani Kürtlerin devleti olmasın? Ali Osman Zor: Her ırk devlet kurmak zorunda değil. İşte İskoçya da kabul etmedi meselâ. Meselâ biz zorlamıyoruz “onların devleti olsun” diye. Gidip müdahale etmiyoruz oraya. Peki Amerika niye zorluyor “Kürtlerin devleti olsun” diye? Çünkü Kürtler, Arap-Fars-Türk bütünlüğü içerisinde, bu coğrafyada yaşayan bir ırk. O zaman Amerika’da Meksikalıların da devleti olsun, İspanyolların da devleti olsun. Herkesin devleti olsun. (…) Türkiye’de, Amerika ve diğer Batılı güçler, böyle bir hareketin büyümesini, çıkmasını istemiyorlar. Çünkü, Türkiye’yi kaybedecek bir büyük güç, Türkiye’yi kaybettiği zaman, bölgedeki hiçbir politikası geçerli olamaz onun. Hâliyle de Türkiye’de böyle bir savaşı istemiyorlar! Ama işte üniversitelerde, sokaklarda açığa çıktı ki, Türkiye’de birikmiş bir enerji var. Bu enerjiyi de bir şekilde, bir yere kanalize etmeleri lazım. Bugün görünen o ki Suriye, Irak vesilesiyle o tarafa kanalize etmek istiyorlar. Çünkü Türkiye’de bir savaş istemiyorlar. Eğer Türkiye’de bir savaş olursa, IŞİD şeklinde bir savaş olursa; 60 yıldan beri Amerikan emperyalizmi, Amerikan politikaları Türkiye’ye kazık çakmış durumda ve her taraf hedef hâlinde. Elçilikleri, üsleri, yaşam tarzları ve saire ve saire. Dolayısıyla Emperyalizmin Türkiye’de bu savaşı kazanabilme şansı yok! Ve Türkiye birden elden gidecek. Bugün gidin Ayn-el Arab’a, ne Amerikan hedefi var orada? Veya Irak’da açık Amerikan hedefi kalmadı. CNN International: Eklemek istediğiniz, bilmemizi istediğiniz birşey var mı? Ali Osman Zor: Bizim açımızdan bu Türkiye’nin sancısıdır! IŞİD da Türkiye’nin sancısıdır, bölgede gelişen diğer olaylar da. Çünkü bu olaylar Türkiye’yi Tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor! Türkiye’nin Tarihi Misyonu da bu coğrafyanın liderliğidir! Bugüne kadar uluslararası güçlerle işbirliği içerisinde olan Türkiye, bu liderlikten hep kaçtı. Ama artık bugünkü gelişmeler onu kaçamayacak duruma getirdi. Hükümetin bugün yaşadığı kriz ve yaşadığı zorlukların sebebi de bu zaten. ***** FRANSIZ GAZETECİ İLE RÖPORTAJ… ALİ OSMAN ZOR: BİZ FRANSA’YI YÖNETMEK İSTİYORUZ! 19 Ekim 2014 Anne ANDLAUER: Nasıl bir savaş olur Türkiye’de? Ali Osman ZOR: “Asıl soru” bu mu?.. “Türkiye’de nasıl bir savaş olur?” Bunu bence Amerikalılar ve Amerikan istihbarat örgütleri gayet iyi biliyorlar ve bundan korkuyorlar zaten. Türkiye’deki savaş, bizim toplumumuzun hafızasında ve köklerinde de mevcut olan “Amerikan düşmanlığı”, “İngiliz düşmanlığı”… Buradaki savaş, şu ân Batı emperyalizmini temsil eden Amerika ve onun işbirlikçileriyle, karşı duranları arasında olur. Karşı duranlar arasında Kürtler de var, Türkler de var, Araplar da var, Solcular da var İslâmcılar da var; Amerika ile işbirliği yapanlar içerisinde de Kürtler de var, Türkler de var, İslâmcılar da var, Marksistler de var. Bu böyle bir ayrışma! Anne ANDLAUER: İç savaş… Ali Osman ZOR: Ben bunu o mânâda bir iç savaş olarak görmüyorum. Çünkü Amerika böyle bir savaşı göze alırsa bu savaştan kesinlikle galip çıkamayacak. Hiç bir faydası da olmayacak onun için. Çünkü, Türkiye’de 60 yıldan beri bir Amerikan hegamonyası var. Her tarafta üsler dolu, elçilikleri var. Hayat Tarzı var Türkiye’de! Amerika’ya karşı böyle bir savaşta, takdir edersiniz ki, her taraf hedef dolu. Ve Amerika’nın bunu istememesi lâzım. Bizim açımızdansa, Amerika bu savaşı Türkiye’de istemediğinden dolayı, bu Suriye operasyonu ve çıkartılan Tezkere ile Türkiye’de birikmiş olan enerjiyi Suriye’ye kanalize etmek istiyor. Yani bizim Türk ordusunu oraya sokup, Araplarla aramıza, belki nesiller boyunca devam edecek bir kan davası da sokarak bizi belki 100-150 yıl bu sorunla uğraştırmak istiyor. Bizim dediğimiz o; biz böyle bir savaş istemiyoruz. ***** ORTAK-ESAS DÜŞMAN AMERİKA VE ONUN BOPÇU, YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİ Ali Osman ZOR 3 Kasım 2014 Amerika’ya karşı olduğunu iddia eden bütün kesimler için şu tespiti yapmak yanlış olmaz; Ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, bir türlü Barzaniciliği aşamıyorlar. Bunun en büyük sebebi, özellikle 2003’ten sonra Irak’ın Kuzeyi’nde gerçekleştirilen, belkide tarihin en büyük Yağmasıdır. İlnur Çevik, Cengiz Çandar gibi “gazeteci” kılığına bürünmüş Amerikan ajanlarının, “işadamı” kimliği ile başlattıkları bu yağmada her kesimden insanların kurduğu menfaat ilişkileri söz konusu. Irak’ın Kuzeyi’nde kurulan bu menfaat ilişkileri üzerinden bir sürü insan ilk önce BOP Eşbaşkanlığı’na ve onun rejimine, oradan da Amerika’ya bağlandı. 91’lerde başlayan bu ilişkiler, 2003’ten sonra, artarak bugünlere geldi. Kesimlerin, kendi içlerinde çıkan çatışmaların kaynağında ise bu ilişkilerin etkisi oldukça fazladır. “Türk-Kürt İttifakıyla Arap’ı yenme” siyasetinin kaynağı da bu menfaat ilişkilerine dayanır. Irak Direnişi’ne karşı sessizliğin bir çok sebebi olabilecekken, bizce en büyük sebeb, Irak’ın Kuzeyi merkezli, işte bu menfaat ilişkileridir. Bu ilişkilerin etkisi altında olan kesimleri, ulusalcılardan İslâmcılara kadar geniş bir yelpaze içerisinde değerlendirebilirsiniz. Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu işbirlikçi yapıyı, Peşmerge kendisinin kurduğunu iddia etse de, bu, bugüne kadar söylenmiş yalanların en büyüklerindendir. Ayn-el Arap, perdeyi yırtarak bu yalanla gizlenen gerçeği ortaya çıkarmıştır: Orayı işadamıyla, medyasıyla, siyasetçisi ve akademisyeniyle Devlet’i işgâl etmiş BOP’çu, “Baş Paralel” Çeteler kurmuştur. Amerika adına bu yapılanmayı oluştururken de milletin parası ve imkânları kullanılmıştır. 90’lı yıllarda “aşiret” seviyesinde gördükleri bölgede, eğer Türkiye Cumhuriyeti izin vermeseydi, öyle bir yapılanma orada kurulabilir miydi? Bu Yağmacı Çete olmasaydı Türk Milleti’ne rağmen Irak anavatanından orası kopartılamazdı.İşte, şu ân bütün çevrelerin -hükümet de dahil- gizlemeye çalıştıkları gerçek, Irak’ın Kuzeyi’ndeki bu Çapulcu Siyonist Duvar’ın İnşâ Hikâyesidir. Ne var ki, Ayn-el Arap bu hikâyeyi ortaya çıkardı. Çünkü, Irak’ın Kuzeyi’ndeki Etnik Bölücülüğün, Amerikan bombardımanının oluşturduğu fırsattan istifâde, Irak’tan koparılan parçalarla oluşturulduğu gündeme geldiğinde tüm BOP’çuların Irak’ta, Suriye’de ve Filistin’de, işgâle direnenlerin kanlarına ekmek bandıkları ortaya çıkacak. İşte bazı ulusalcıların ve İslâmcıların “Barzanicilik” ve “PKK’ya karşı mesafe ayarları”nı belirleyen unsur, Irak’ın Kuzeyi’nde oluşturulan bu Çapulcu Yapı’nın İnşâ Hikâyesidir! Gazetelere ve televizyonlara dikkatli bakın! Geçen altyazıları daha bir dikkatli okuyun: Barzanicilik, Peşmergecilik, tabiî bir müttefik gibi. Daha doğrusu “düşman” ama, “mesafeli bir düşman”. Sanki aileden biri!.. Algılarda oluşturulmaya çalışılan hava bu. Aynı kesimler, iş meselenin özüne, yani Batı İşgâli’ne ve bu işgâle karşılık veren İslâm Temelli Arap Direnişi’ne geldiği zaman, İslâmcısı-Atatürkçüsü, ruhlarına sinmiş Amerikancılığın bir gereği ve Irak’ın Kuzeyi’nde işledikleri suçların şuurunda olarak hemen birleşiyorlar. Amerika’nın “Ortak Düşman IŞİD” hedefinde buluşmak için, kendi aralarındaki dalaşmaları bir kenara bırakarak cephede mevzîlerini alıyorlar. Meclis’ten çıkan son tezkereye verilen destekler, bunun en müşahhas örneğidir. CHPsi, MHPsi, AKPsi, HDPsi… Ulusalcısı, Milliyetçisi, İslâmcısı, Marksisti… Hepsi, Türk Ordusu’nu Amerikan Piyadesi yapmak için, çıkarılan Tezkereye destek vemek için yarış hâlindeler. Fakat, sokaklardan Irak Direnişi’ne gelen destek ve sokakların Ortak ve Esas Düşman Amerika ve İbirlikçilerine karşı Türk ve Arap İttifakı diye sesini yükseltmesi bu kesimlerin hepsinin psikolojisini bozdu. Çünkü bunlar, sahte Türk ve sahte Kürt ve hattâ sahte Arap, hep beraber, gerçek Türk, gerçek Kürt ve gerçek Arab’ın artık öldüğüne kanî olup, onları Baş Düşman ilân ederek Büyük Ortadoğu Projesini en ince noktalarına kadar uygulayabileceklerini düşünüyorlardı. Fakat bugün artık bu kurgu değişti, oyun bozuldu! Batı adına Etnik Kürtçülüğün bölgemizde üstlendiği rol, Ayn-el Arap’la aşikâr oldu. (…) Bu kavim ister Türk, ister Kürt, isterse Arap olsun, sorular açık; Amerikan işgâline karşı mısın, değil misin? Kürt’e de, Türk’e de, Arap’a da sorulacak soru şu: İşbirlikçi misin, değil misin? Kürtçü hareketin işbirlikçiliğini gündeme getirince nedense sanki karşımızda dinler, ideolojiler, mezhepler ve ihanetler üstü bir ırk varmış gibi tepkiler veriliyor. İhanet ve işbirlikçilik gündeme getirildiğinde, “Kürtlerin Müslümanlığı”na yapılan vurguyu biz, açıkça söylemek gerekirse eğer; herkesi Kürtçülüğe tâbi olmak ve biat ettirmek olarak anlıyoruz.Bütün bu mantık kurguları Irak’ın Kuzeyi’ndeki fesat yuvasının dağılmaması için ortaya sürülüyor. Çünkü, bu Siyonist Duvar yıkıldığında Ortak -Esas Düşman Amerika’nın ve onun Büyük Ortadoğu Projesi içinde görev alan Yerli İşbirlikçileri’nin ihânetleri belgeleriyle ortaya çıkacak, İslâm Milleti’ne yaptıkları ve yapmak istedikleri bütün kötülükler bir bir suratlarına vurulacak! İşte asıl o zaman düşmanın kaçışı başlayacak! **** BARZANİCİLİĞİ AŞAMAYAN SAHTEKÂRLAR Ali Osman ZOR 1 Mart 2015 Gerçek bir “Birleşik İslâm Devleti” projesinin ilk hedefi bu fitne merkezi’ni dağıtarak asliyetine kavuşturup ayrılmak istediği bütüne, yani olması gerektiği yere, İslâm Milleti’ne dahil etmek olacaktır. Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arab’ın arasına çekilmek istenen bu Siyonist Duvar’ın malzemesi yapılan Ehl-i Sünnet Kürt, gerekirse bir “Osmanlı tokadı”yla kendisine getirilip, bu ihânete bir son verilecek! ***** YENİ TÜRKİYE: PARÇALANARAK BÜYÜME(!) Ali Osman ZOR 7 Mart 2015 Tarihin çok hızlı akmaya başladığı bu dönem içersinde, artık hiç kimse içindeki gerçek niyetini gizleyemiyor. Bu açıdan bakıldığında ideolojik ve siyasî açıklamalar ve çıkışları, söylenenin ve yapılanın arkasında fazla bir sebeb aramadan kabul etmekte mahzur yok. Kaldı ki, siyasete yön veren güçler fiîlî olarak da hem yaptıkları açıklamaların arkasında duruyorlar ve hem de fiilî olarak arkasında durdukları bu politik tutumlarının haklılığını izah etmeye çalışıyorlar. Türkiye açısından da bakıldığında siyasetin bu seviyeye yaklaştığı söylenebilir. Sözle fiil arasındaki uçurum kapanmakta ve yalancılık devrinin bittiğinin işaretleri zuhur etmekte. Ortaya çıkan bu durumdan dolayı, siyasî saflaşmanın ne üzerinden yapıldığını söylemek ve bunu anlamak çok da dikkat ve zekâ gerektirmemekte. Gayet açıktır ki söz konusu saflaşma, Irak’ın Kuzeyi’ni merkez edinmiş Yasadışı Yapılanma üzerinden gerçekleşmektedir. Batı’nın bugüne kadar yaptığı bütün operasyonlarda ulaşmak istediği siyasî hedef Irak’ın Kuzeyi’nden İsrail’in sınırına kadar dayanan ve Ehl-i Sünnet Arab’la Ehl-i Sünnet Türk’ün arasına, onların bir daha birleşmemesini sağlayacak bir Siyonist Duvar çekmek. İç ve dış bütün siyasi hamleler de Erbil merkezli bu ihanet şebekesinin inşâsı temeli üzerine yapıldı. Batı, Anadolu’yu ve İslâm coğrafyasını bölme hedefine bu işbirlikçi yapı üzerinden ulaşmaya çalışırken, İslâm muhtevâlı olduğu imajını veren iktidarlar ise bizzat bu yapının koruyucusu ve besleyicisi oldular. (…) Biz, Batı karşısında hiçbir zaman onun önümüze koyduğu politikaların bir neticesi olan parçalanmayı kabul etmeyeceğiz! Her şeyin açık açık söylendiği bu dönemde, işin “güç”e gelip dayandığının, yani oyunu “zor”un bozacağının şuurundayız. Bu ölüm-kalım şartlarında hükümetin halkı hazırlamak için bir adım atmaktan ziyâde, bilâkis yaptıklarıyla Hak ve halk düşmanlarını cesaretlendirdiği ve güçlendirdiği gayet açık. ***** DÜŞÜRÜLEN TÜRKİYE, RUS UÇAĞI DEĞİL! Ali Osman ZOR 30 Kasım 2015 Amerikan plânlarının BOP kapsamında uygulanmaya devam edeceğinin göstergesi olarak Rus uçağının düşürülmesiyle “Esas düşman” nitelemesinin Amerika’dan Rusya’ya kaydırılma gayreti, ayrıca 7 Haziran’dan sonra “etnik bölücülük” üzerinden Amerika’ya karşı sokaklarda ortaya çıkan “MİLLİ ÖFKE”nin de Rusya’ya yönlendirilerek Amerika’yı temize çıkarma ve işgali görünmezleştirme hedefine yönelik olarak değerlendirilmeli. Böylece, Irak’ın Kuzeyi’nin “Kuzey Irak”laştırılmasından sonra, Suriye’nin Kuzeyi’nin de “Kuzey Suriye”leştirilmesinin önü açılmış olacak. Uyanık olunmazsa, yeni bir operasyonla algılar yeniden şekillendirilerek, “DÜŞMAN” tanımlanması üzerinde oynanacak. Daha açıkçası Millete “bölücülüğe ve onun İNCİRLİK”teki baş destekçisine karşıyım” dedirterek, ülkenin BOP kapsamında bölünmesini kabul ettirecekler. Rusya gündeme oturtulurken Fransız uçaklarına da Anadolu açıldı, Amerika’yla birlikte artık onlar da “İNCİRLİK”ten “sorti” yapacaklar. Amerika, Fransa ve AKP uçaklarının SİYONİST DUVAR Kürdistan için Arap Vatansever İslam Mücahidleri’nin üzerine bomba yağdırdığını görmüyor musun? ***** HATIRLADIKLARINIZ, ŞEYTANIN UNUTTURDUKLARIDIR ADIMLAR 16 Aralık 2015 Başından beri ADIMLAR’ı takip eden her dikkatli okuyucunun fark ettiği politikamızın doğruluğu, yaşanan son gelişmeler ışığında ortaya çıkmış bir gerçek. 2003 yılında başlayan BOP Saldırısı’nın siyasî hedefi Ehl-i Sünnet Türk’le Ehl-i Sünnet Arap’ın arasına Siyonist Bir Duvar çekerek (BOP Kürdistanı) genişletilmiş İsrail’i yani Arz-ı Mevud’u gerçekleştirmek. Bu proje İsrail’den başlayıp, Türkiye’nin Güneydoğusu’na uzanmaktadır.Başından beri BOP Eş Başkanlığı’nın ve Etnik Kürtçülüğün oynadığı rol, Genişletilmiş İsrail stratejisi kapsamındadır. Kuruluşunun ilk 50 yılında Batı tarafından güvenliği sağlanan İsrail’in, ikinci 50. Yılında ise, üst stratejisi olan Arz-ı Mevud’un gerçekleştirilmesi öngörülmüştü. Büyük Ortadoğu Projesi bu kapsamda değerlendirilmezse eğer, “İslâm’ı ve Müslümanları savunuyorum” zannı içerisinde bir daha kalkmamak üzere Amerika’nın ve NATO’nun kucağına oturursunuz. NATOCULAR tarafından Rus uçağının düşülmesinin hemen ardından İsrail’le ilişkilerin normalleştirildiği, alıştıra alıştıra kamuoyuna deklere edildi. Aynı ânda da Barzani, fiilî olarak Devlet Başkanı statüsünde Ankara’da kırmızı halılarla karşılandı… Barzani’nin Ankara’ya geldiği gün, İsrail Cumhurbaşkanı da Washington’daydı. Rus uçağını düşüren yapının NATO’yu bölgemize davet etmesiyle, Erbil-Ankara-Tel Aviv-Washington hattında yaşanan gelişmeler birbirinden ayrı düşünülemez. ***** VİDEO: ALİ OSMAN ZOR İLE SOHBET (2. Bölüm): CİDDİ DEVLETLERDE “KANDIRILDIM” DİYEN POLİTİKACIYI KURŞUNA DİZERLER! Ali Osman ZOR 19 Aralık 2015 – Ehl-i Sünnet Türk ile Ehl-i Sünnet Arap’ın arasına çekilen Siyonist Duvar olarak İsrailci-NATO’cu “Kürdistan”ı; – Bölgede 2005 yılından beri fiîli olarak yürütülen operasyonun asıl hedefinin Mehmetçik olduğu; – “Mehmetçik” görünümü altında Ordu’da yuvalanmış Amerikan Askerlerini; – Sıkışan AKP’nin “politikasızlık” politikasını; ***** Röportaj – ADIMLAR YAZARI ALİ OSMAN ZOR: BİZLER VATANSEVER İSLAM ANLAYIŞINDAYIZ! Gökçe FIRAT 13 Temmuz 2016 Gökçe FIRAT: Türk’ü çıkarsak, “İslam dünyası” diye bir şey muhtemelen kalmayacaktı dünyada. Ali Osman ZOR: Yani şimdi “ümmet, ümmet” filan diyorsunuz ya. “Ümmet”i bu kavimler oluşturuyor. Ümmet’in ana direkleri Türklerle Araplar. Birinden birini çıkarın, nerede kaldı ümmet? Başta kısaca “millet” ve “ümmet” kavramına bakışımızı Sayın Mirzabeyoğlu’ndan işaretlediğimden söylemek istediğimin anlaşıldığını düşünüyorum. Yani bu şekilde baktığımızda, demin BAAS ve Nakşibendî Ordusu bahsinde söylemiştim onu; emperyalizmin düşman olduğu ve diğer düşmanlıklarını etrafında düzenlediği yegane şey, düşman olarak gördüğü toplumların bütünleştirici liderleri, fikirleri, ideolojileri, siyasetleridir. Hiç tahammül edemediği şey budur! İBDA’ya ve onun mimarı Mirzabeyoğlu’na yapılan çok boyutlu ve çok aktörlü düşmanlığın sebeplerini buralarda da arayabilirsiniz. Bugün desteklediklerine veya karşı olduklarına dikkat edin. Destekledikleri tam bölücülerdir. “Bölücü”lüğü sadece “toprak bölmek” manasına kullanmıyorum. Zihinleri bölerler, insanları bölerler, ruhları bölerler, aileleri bölerler, toprakları bölerler. Dini, ideolojisi, kılığı-kıyafeti ne olursa olsun. Düşman olduklarına bakın. Dili döndüğünce kimi “insan onuru” der, kimi “insan haysiyeti” der, kimi siyaseten “bütün olalım” der ama hep bir samimiyet vardır. Ve hep de “yapabilme iradesi” vardır. Bu çok önemli!.. Dolayısıyla bize yapılan saldırı, zaten “yeni bir ırk inşâ etme” aşamasında olan emperyalizmin “biz bu oyunumuzun engellenmesine izin vermeyeceğiz” mesajıydı zaten. Çünkü orada sen böyle devlet-mevlet kuracaksın. Öyle havadan “devlet” kurulmaz. Buna bir “kahramanlık destanı” yazman lazım. Değil mi? “Kahramanlık olmadan bir ırk olmaz” filan. “Ne olacak?” “Bir ırk inşâ edeceğiz biz o zaman” “İşte Erbil’den kahraman Peşmerge’yi getiriyoruz, vatan kurtaran”, işte orada “Ayn-el Arap’ta destanlık direniş verenler” filan propagandası. Bir taraf ta buradan “Ne alakası var?! Sen Amerika’nın kara ordususun” filan diye, yani “orada iki gün karşısında tutunamadığın Araplar” değil mi? “Eğer yukarıdan atılan bombalar olmasa, nefes alamıyordun sen”… (…) Ali Osman ZOR: Sınırlı bir savaş içerisinde “bütünlüğü koruyorum” iddiasıyla bölücülüğünü gizleyen siyasete, bütünleştirici milli siyasetin dikkat etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi, çok basit şeylerden gidelim. Durum buysa eğer, durum buysa gerçekten, o zaman etnik ırkçılık veya Kürt şovenizmi senin baş düşmanın olması gerekir. Değil mi? NATO’daki müttefikin Amerika, senin baş düşmanının müttefiki. Hem siyaseten, hem uluslararası hukuk açısından, hem de insani olarak senin de baş düşmanının düşmanını, müttefik olarak kabul etmende bir mahzur yok o zaman. NATO’daki “stratejik ortağı”nın on bin kilometre öteden gelip ortaya koyduğu senin zararına olan bu tavrın karşısında sen bu coğrafyanın mensubu ve sahibi olarak bu serbestlikte davranabilirsin, kimsenin de sana söz söyleyecek hiçbir hakkı olmaz… Savaş filan demiyoruz… “Müttefiklik ilişkisi” adı üstünde, dostluk değil. Peki neden NATO’daki “staratejik ortağının” senin baş düşmanını “stratejik müttefik” kabul ederek bölgede herkesi de uymaya zorladığı “esas düşman” politikasında belirlediği IŞİD veya Arap İstiklal Savaşı, neden senin baş düşmanın oluyor o zaman? Birinci soru bu. İkinci soru, buradaki hedef dikkat ettiyseniz bu “sınırlı bir savaştır” dedim. Çünkü devlet felsefesi açısından “bir isyan nasıl bastırılır, bir isyanda nasıl hareket edilir?” Bunu 5 yaşındaki çocuk bile bilir. Üstelik bizim tarihimiz oldukça bol “isyan bastırma tarihi”dir. Tüm bunları herkesin “nefsi müdafaa” hakkını teslim ederek söylüyorum… Gökçe FIRAT: Evet. Ali Osman ZOR: Değil mi? Mevcut bizim tarihimizde. Şimdi, burada “isyanı bastırıyorum” havasıyla bir isyan mı büyütülüyor, güçlendiriliyor, yoksa “isyanı bastırıyorum” havasıyla da isyanı bastıran, bastırdığını iddia eden taraf, temsilcisi olduğu kitlede bir yılgınlık mı meydana getirmeye çalışıyor? Bu noktada “analar ağlamasın”, “bıçak kemiğe dayandı” gibi söylemleri çok zehirli, çok tehlikeli bulduğumu söylemeliyim. Peki devlet olarak, bu bölücü etnikçilikle savaşılmasın mı? Zaten bence kafa karışıklıkları burada çıkıyor. Demin izah etmeye çalıştım ama, tekrar söylüyorum; tabii ki savaşılacak! Ama nasıl ki koalisyon güçlerinin,”Amerika liderliğinde koalisyon güçleri vıdı vıdı vıdı…” diye bir şey geliyorsa. Değil mi, ne kadar “bütün” geliyor. “Amerika liderliğinde koalisyon güçleri” bir Irak’ta, bir Afganistan’da, bir Suriye’de, her yerdeler. Dolasıyla sizin bir ağacın dalını koparıp kökünü sulamanız, zaten ihanet içinde olduğunuzu gösterir, ağacı büyütüyorsunuz. Buradaki mesele benim açımdan şudur. Zaten BOP içinde olan İsrail’in arzuladığı ve kendi ifadeleriyle kurulması için her şeyi yapacakları Kürdistan’ın merkezi Diyarbakır değildir. Burada Erbil merkezli bir Kürdistan’dan bahsediliyor. Dolayısıyla da Erbil’in Diyarbakır’a bağlandığı değil, Diyarbakır’ın Erbil’e bağlandığı bir Kürdistan. Tam bu noktada 2003’ten beri Irak’ın kuzeyini Irak bütünlüğünden kopararak “Kuzey Irak” haline getiren siyasi ve askeri devletlilerin kimler olduğunu ve İstilacı Amerika’yla neye hizmet ettiklerini siz düşünün. Irak’ın kuzeyi dosyası açıldığında 91’den bugüne kadar kimlerin oralarda din-vatan-millet aleyhine ne haltlar yediği açığa çıkacak inşallah… Tabii ki orada Suriye tarafında -Kürdistan’ın bir parçası olarak Suriye tarafı da var-, Amerika’nın YPG diye bölerek PKK ile Suriye’deki işbirliğinin kitlelere kabul ettirilebilmesinin yolu, buradaki sınırlı bir savaştır. E2%80%A8ve-adimlar-dergisi-yazari-ali-osman-zor-bizler-vatansever-islam-anlayisindayiz/
ADIMLAR fikir-Kültür-Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman Zor’un 8 ARALIK 2015 tarihinde yayınlanan “KUZEY ATLANTİK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN “KUZEY SURİYE”LEŞTİRME SALDIRISI” başlıklı makâlesini, yaşanan yeni gelişmeler vesilesiyle tekrar alâkalarınıza sunuyoruz. AKP Hükümetinin ve çevresinin Rus uçağının düşürülmesinin ardından sahte bağımsızlık nutuklarını “Türkiye NATO toprağıdır” şeklinde bir ihanet çizgisine taşımalarının ardından geçen süreçte, söylenenler ve yazılanlar ortada. Bu noktada bağlısı olduğu İBDA’ya nisbetle ilkeli ve tutarlı mücadelesiyle söyledikleri ve yazdıklarıyla meydanda olan ADIMLAR’a nisbetle, iktidar çevresinde yayın yapan sözde İslâmcı medyanın temyiz kabiliyetleri de apaçık ortada durmaktadır. Amerika Terör Örgütü’nün 25 yıldır bölgemizde “İsrail’in Güvenliği’ni sağlamak” esaslı yürüttüğü BOP Saldırısı’nın Suriye cephesinde yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği makâle, ADIMLAR açısından bölgede geçmişten bugüne, bugünden geleceğe sarkan SALDIRI’nın karakterini va’z etttiği gibi, bölgemizdeki aktörlerin hâlihazırda devam eden pozisyonlarını da ele almaktadır. ADIMLAR Dergisi Yüzde elli oyla iktidar olan hükümetin, seçim kampanyası boyunca söylediklerinin hiçbirisinin doğru olmadığı artık aşikâr. Şartların dayatmasının, plânlanan oyunları bozabileceği, tarihte birçok defalar görülmüştür. Bu cümleye bağlı olarak da, oy veren seçmenin, oy verdiği parti tarafından iradesi dikkate alınmadığında hükümet olan söz konusu partinin oy veren aynı seçmen tarafından eninde sonunda paramparça edileceğini herkesin bilmesi gerekir. Tekrar etmekte fayda var; 1 Kasım’da AKP’ye oy veren seçmenin iradesi şuydu: “Ülkenin bölünmesini ve parçalanmasını reddederek BOP dairesindeki Etnikçi ayaklanmayı bastır! Nato’dan çık ve bağımsızlığını ilân et! “Dünya 5’ten büyüktür” sözünün gereğini yerine getir ve tüm İslâm Coğrafyası ve ezilen üçüncü dünya ülkeleri adına “6. Türkiye’dir!” de.” Seçmenin bu iradesine, daha 2 Kasım günü “çözüm süreci devam edecek!” diyen hükümet yetkililerinin şahsında nasıl ihanet edildiğine şahid olduk. Arkasından gelen uluslar arası güçlerin plânlamasıyla gerçekleştirildiği besbelli olan Rus uçağının düşürülmesiyle de bırakın NATO’dan çıkıp bağımsızlığını ilân etmeyi, Kuzey Atlantik Terör Örgütü’ne ait tüm silahlı unsurları bizzat hükümetin kendisi bölgemize davet etti! Özellikle 23 Eylül’de Rusya Yönetimiyle yapılan açık anlaşmalar ve gizli ikili görüşmelerde varılan mutabakatlar yok sayılarak, Amerikan plânlarının uygulayıcısı konumunda Rus uçağı vurulmuş ve böylece NATO’cu zihniyetin ihanet listesine Rusya da eklenerek, Anadolu’nun bölünme süreci için en önemli adım atılmış oldu. Bu hadisedeki en büyük vebal, tabiî ki sadece siyasî İktidar’ın değil, NATO tornasından geçmiş, halâ hasarlı beyinleriyle ne yapacağını bilmez konumda bulunan Ordu da bu vebale ortaktır. Bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere, bütün kesimlerin bildiği gerçek, bizim “Ordu” kavramıyla ideolojik mânâda bir derdimizin olmadığıdır. Hattâ umumî olarak bu Ordu, bizim ordumuzdur! Fakat, kafalardaki NATO hasarını düzeltmeden, Din, Vatan, Millet temelli bu topraklar faydasına bir işlev icrâ edebilecekleri şüphelidir. Rus uçağının vurulmasında 7 Haziran’dan sonra Amerika ve NATO’ya karşı açığa çıkan Millî Öfke’yi alıp Rusya üzerinden başka yerlere sevk etme gayreti, Ordu’nun millet menfaatleri için hizmet etmediği iddialarını doğrular niteliktedir. Irak’ın Kuzeyi’nin “Kuzey Irak”laştırılması sürecinde BOP kapsamında yapılan “yardımlar” gizli saklı ve perde arkasından gidiyordu. Kameralar önünde ise, hem generaller ve hem de siviller Barzani ve Talabani’den “iki aşiret lideri” diye bahsediyorlar ve her fırsatta da Türkiye’nin kırmızı çizgilerine vurgu yapıyorlardı. Yani, Millet’in göreceği ve anlayacağı şekilde açık bir destek yoktu. Suriye’nin Kuzeyi’nin “Kuzey Suriye”leştirilmesi sürecinde ise, tüm dünyanın gözü önünde binlerce tırdan oluşan konvoylarla yardımlar yapılıyor ve Millet’in gözünün içine baka baka, “NATO’daki müttefikimiz ve Stratejik Ortağımız Amerika” havadan attığı tonlarca silah yardımıyla Etnik Kürtçülüğe nefes aldırıyor ve hiç kimseden de aksi bir ses çıkmıyordu. Bu da yetmiyormuş gibi, yapılan bu açık yardımlardan sonra Etnikçilik, şımarıklığı öyle boyutlara taşıdı ki, Ordusuna savaş açtığı devletten, Suriye’nin Kuzeyi’nde kendisine bir devlet kurmasını dahi isteyebildi. Rusya uçağının vurulmasını Suriye’nin Kuzeyi’ni “Kuzey Suriye”leştirilmesi plânı dairesinde ele aldığımızda gayet açık bir şekilde göreceğiz ki, bu, sadece Etnik Kürtçülüğün işine yaramıştır. Suriye’nin bölünme sürecini hızlandıracak bu hamlenin aynı zamanda da Kuzey Atlantik Terör Örgütü (NATO) tarafından Türkiye’nin de bölünmesini hedeflediğini anlamak için çok da zeki olmaya gerek yok. Propaganda makinesinin düşürülen Rus uçağı üzerinden gizlediği gerçek de böylece açığa çıkmış oldu. Bu hadisede beyni hasarlı NATO tezgahından geçmiş ve geçmeye de devam eden unsurların halâ Silahlı Kuvvetler içerisinde aktif oldukları görülürken, karşı unsurların ise, önceden yapılan operasyonların hasarını onarıp, halâ bir varlık iddia edemedikleri görülmekte. Dikkat ediyoruz ki, Irak’ın Kuzeyi söz konusu olduğunda en azından lâfzen dile getirilen “kırmızı çizgiler”, “Kuzey Suriye”leştirme operasyonunda kimsenin gündeminde değil. Irak’ın Kuzeyi’nde 91 Saldırısıyla başlayan “Kuzey Irak”laştırma operasyonunda Çekiç Güç rolünü Silopi’deki Amerikan Kuvvetleri oynuyordu. Biz, bu hususu ve Amerikan Kuvvetleri’nin Silopi’deki varlığına “Bölgeye yapılan saldırı, Türkiye’ye yapılmıştır” demesine rağmen bu sözün gereğini yapamayıp Amerikan Kuvvetlerini uzaktan seyreden iradeyi de unutmuş değiliz. Daha sonra bu irade sözünün gereğini yapmamasının faturasını Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında tavsiye edilmesiyle ödedi. 7 Haziran’a kadar Suriye’nin Kuzeyi’nde “Kuzey Suriye”leştirme operasyonu kapsamında bir genişleme sağlandı. Aslında Ayn-el Arab’ta tehdit kökten kaldırılmak üzereyken, buradan Ayn-el Arab’a atılan can simidi, 30 yıldır devam eden Bölücülük tehdidini daha da büyüterek bugünlere getirdi. Ekranbaşı seyircisinin duyduğu tek şey, “önleriz!”, “şunu yaparız!”, “bunu yaparız!” falan filân… Bugün bu sözlerin hepsinin hikâye olduğu Suriye’nin Kuzeyi’ndeki yapıyı kabullenmiş olmalarından belli. Amerikan stratejisi içinde “taktik çırpınışlar” olarak değerlendirilebilecek hamlelerin tamamı “Kuzey Suriye” plânına hizmet etmekten başka bir işe yaramadı. Türkiye sınırından Peşmerge’yi içeri alıp, “Biji Obama!” sloganları altında sana korutarak Suriye’nin Kuzeyi’ne soktular! İşte bütün bu “oldu-bitti”ler içerisinde ve “tamam, artık plân uygulandı” sevincinin yaşandığı bir dönemde Suriye’de Rusya faktörü kendisini gösterdi. Rusya, Suriye devletinden taraf olarak NATO’nun Suriye’yi bölmek için başlattığı bu savaşa katıldığını açıkladığı bu dönemde, unutulmaması gereken husus ise, aynı ânda Türkiye’de Amerika ve NATO’ya duyulan Millî Öfkenin hiç olmadığı kadar tavan yapmış ve sokaklara taşmış olmasıydı. Rusya faktörü, bir nevî İslâm Devleti gibi Suriye’de ara unsur, yani ara hedef olarak Amerikan stratejisinin karşısına çıktı. Rus uçağının düşürülmesi hadisesinin sebeplerini daha iyi anlayabilmek için 91’den beri devam eden Amerikan İşgâline Rus siyasetinin bakış açısını ana hatlarıyla bilmek gerekir. Bugün, “Türk” kılığına bürünmüş Amerikan medyasının anlattıklarıyla gerçeğin birbirinden çok farklı olduğu, ancak bu şekilde anlaşılabilir: Rusya 2003 Irak İşgâlinde Saddam Hüseyin’le yaptığı anlaşmalara uymayarak, Irak’ın parçalanmasına göz yummuş ve Irak’a ihanet etmişti. Hattâ, hatırladığımız kadarıyla bundan dolayı “biz Irak’a ihanet ettik” diye intihar eden Rus generalleri oldu. Kuzey Atlantik Terör Örgütü’nün 2011 Libya İşgâlinde ise bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin, “Bu bir Haçlı Saldırısıdır!” demesine rağmen, Devlet olarak Kaddafi ile yapılan “savunma işbirliği anlaşmaları”nın gereğini yerine getirip, NATO işgâline karşı duramadı. Suriye, bir nevî Rus siyaseti açısından Amerikan politikalarına karşı “son kale” özelliğini taşımaktaydı. Bundan dolayı da Rusya, Irak’ta Saddam’a, Libya’da Kaddafi’ye yaptığı ihaneti Suriye’de tekrarlamadı ve Esad Yönetimi ile yaptığı anlaşmaya sadık kalarak, Esad’ın yanında savaşa katıldı. Rusya’nın beklenmedik bu müdahalesi, ilk etapta 65 yıldır NATO tezgahından geçmiş kafaları karıştırırken, bir o kadar da bunları tedirgin etti. Amerika’nın belirlediği stratejik plân çerçevesinde işler “tıkır tıkır” yürütülürken Rusya’nın etkili bir aktör olarak ve tarafını net bir şekilde ortaya koyarak devreye girmesi, diplomasi tabiriyle “kartların yeniden karılacağı ve yeniden dağıtılacağı”nın habercisiydi. Rus uçağının düşürülmesinden önce ve sonraki gelişmeler ise, Rusya’nın “kartları karmak”tan ziyade kararlı olarak ne yapmak istediğini de gösterdi. Meydana çıktı ki, Amerika, Irak’ta yaptığının aynısını ikinci defa Suriye’de yapamayacak. BOP kapsamı dahilinde Suriye’yi ve arkasından da Türkiye’yi bölmek için başlattığı bu savaşta Rusya’nın etkili bir aktör olarak Esad’ın yanında savaşa girmesi, Amerikan plânlarını en azından olduğu gibi uygulanamayacağı mânâsına gelir. İsrail’in güvenliğini ve genişlemesini, bunun için de İslâm Milleti’nin iki ana unsuru olan Türk ve Arab’ın arasına Siyonist bir Duvar inşâ etmeyi öngören BOP’un devam edebilmesi için Rusya ve Türkiye’nin müttefik olmasından ziyâde düşmanca ilişkiler içerisinde bulunması ve enerjilerini de birbirlerinin üzerinde tüketmeleri gerekmekteydi. Bu düşüncenin gereği olarak da, Rus uçağı düşürüldü! Uçağın düşürülmesiyle alâkalı Rus yetkililerinin “bu uluslar arası bir provokasyondur” açıklaması, ancak bu mantık içinde yerli yerine oturabilir. Amerika’nın bu plânına aracılık ve nezaret eden unsurların hedefi, açıkça söyleyelim ki; BOP Plânı dairesinde Irak’ı, Suriye’yi parçaladıktan sonra bizzat Türkiye’yi de içten bölüp parçalamaktır! Yani, Türkiye NATO’ya üye olduğundan beri Hükümetlerin Amerikan plânlarının uygulanmasına aracılık etmesi ve NATO’cu Ordunun da bu plânların uygulanıp uygulanmadığına nezaret görevini yerine getirmesi, bugün de aynen devam etmekte. Anlaşılıyor ki, 2002’den sonraki süreçte Amerikan ve NATO karşıtı unsurların Ordu içerisinde tasfiye edilmesiyle, NATO’cu zihniyete oldukça rahat hareket edebileceği bir alan açılmış oldu. Muhakak ki, bu zihniyetin Din, Vatan ve Millet zararına yaptıkları faaliyetleri takib eden karşı unsurlar mevcut. Fakat, bu unsurlar faaliyetlerini bağlayacak siyasî bir mantıktan mahrum olduklarından mıdır nedir bilinmez, halâ Millet İradesi’ne uygun bir hamle yapabilmiş değiller. Kasım seçimlerinde ortaya çıkan Millet İradesi’ni doğru okuyamıyorlarsa eğer, bu da ancak Kurmay zaafıyla izah edilebilir. Ülkenin apaçık işgâl günleri yaşadığı şu şartlarda “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır!” diyebilecek cesareti kim gösterirse, gerçek Müslüman da odur, gerçek vatansever de odur! Tarihin bir döneminde “Türkiye’nin bölgede oyun kuracak gücü yok, ama, kurgulanan oyunları sekteye uğratacak, bozacak gücü, yeteneği, cesareti vardır” diyenlerin, şimdi hamle yapma zamanı. Dostunu ve düşmanını dayatılan politikalara göre değil, bizzat Din’e, coğrafyaya, tarihe ve Millet İradesi’ne göre tayin etmesi gereken bu güçleri, tarih, şu ân siyaset sahnesine davet ediyor. Rusya’nın, Amerika’nın başlattığı savaşa, bu savaşın siyasî hedefi olan Esad’ın yanında girmesinin ne anlama geldiğini tahlil etmeye devam edelim. Ne kadar gizlemeye çalışılırsa çalışsın maksatları tamamen örtüşmemekle birlikte, Amerika mevcut şartlar göz önüne alındığında Suriye’yi Rusya’ya devretmek zorunda. Amerika’nın iç dengeleri ve iç politikası göz önüne alındığında gayet tabiî ki bu gerçeği kabul etmeyen unsurlar mevcut. Aynı şekilde Rusya’nın iç politikası da hesap edildiğinde Yeltsin’le beraber Rusya’da kümelenmiş Kuzey Atlantik Terör Örgütü’ne mensup unsurların da varlığı ve güçleri gizli değil. Putin’in temsil ettiği ve Rus siyasetine yön veren jeopolitik olarak Avrasyacılık anlayışına karşı mücadele eden bu unsurlarla Amerika içindeki, Suriye’nin Rusya’ya bırakılmasına karşı çıkan unsurların maksatları hemen hemen aynıdır. Rusya ve Amerika’daki bu unsurların buradaki müttefikleri ise, sivil ve askerî unsurların BOP Plânı kapsamında hareket eden yapılardır. Rus siyasetçilerin uçağın düşürülmesiyle alakalı kullandıkları “uluslar arası provokasyon” ifadesindeki “uluslar arası” kavramıyla kastettikleri bizce Amerika, Rusya, Türkiye ve İsrail’de faaliyetlerine devam eden bu yapıdır. Uçağa yapılan saldırı bu unsurların yaptıkları plânın bir neticesidir. Amerika’nın 2003 istilâsından beri siyasî, askerî ve ekonomik olarak yıpranması, bu yıpranmaya bağlı olarak da, kendi öz gücüyle karada savaşmama isteği, Rusya’nın plânlarını kolaylaştıran başlıca unsurlar. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda Rusya’nın müdahalesinin ne mânâya geldiğini daha iyi anlayabiliriz. Yani, uçağı düşürülene kadar Rusya, “Suriye’nin Kuzeyi, “Kuzey Suriye” olacaksa, buranın Amerika’sı da ben olacağım!” diyordu. Irak’ta Amerika’nın kurduğu Şiî İşgâl Hükümeti’ne karşı Suriye’de Esad iktidarda kalacak “Suriye bütünlüğü” içinde de “Kuzey Suriye” kabul edilip, hâmisi de Rusya olacak. Ukrayna’da, NATO’nun kendisiyle “komşu” olma hamlesine yaptığı müdahaleden de cesaret olan Rusya’nın, Suriye’de bu dayatmayı yaparken Amerika’ya karşı elinin güçsüz olmadığı dikkatlerden kaçmasın. Ayrıca Suriye’de şartları lehine çevirici bir konumda olduğunu düşünürsek Rusya’nın, Amerika’ya bu anlaşmayı dayatmasının çok da anormal bir durum olmadığı anlaşılır. Bu paylaşım üzerinden değerlendirdiğimizde, Rusya’nın müdahalesini belli bir siyasî mantığa oturtabiliriz. Hem Amerika’nın içerisinde bulunduğu kötü şartlar, hem de Rusya’nın bu kötü şartlara rağmen NATO ve Amerika’yla savaşı göze alamaması bu anlaşmanın siyasî mantığını anlamamıza yardımcı olacaktır. Peki, Rusya’nın müdahil olma niyetiyle, Amerika’nın plânları arasındaki fark nedir? Birinci fark, Esad’ın iktidarda kalması devam ederken Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması. İkincisi ise, Rusya’nın hâmisi olduğu bir Suriye üzerinde İsrail’in plânlarını uygulamayacak olması. Üçüncü fark ise, “sınırlı bir özerklik” içerisinde “Kuzey Suriye”nin ortaya çıkmasının Türkiye’nin bölünmesini de engelleyecek olması. Gayet net bir şekilde görülüyor ki, en azından kısa ve orta vadede Türkiye’nin menfaati açısından “Rusya mı, Amerika mı?” sorusunun cevabı, “Rusya” olmalıydı. Diğer taraftan ise, uçak düşürülene kadar geçen şu kadar zaman içerisinde Amerika’nın Irak’ın Kuzeyi’nde yaptığını Suriye’nin Kuzeyi’nde yapabilmesi artık pek mümkün gözükmüyordu. Yıllarca sürecek bombardımanlar, ambargolar ve en önemlisi de “karada savaşabilmek” Amerika açısından zor. Amerika’nın bu hâlinin iç politikadaki yansımalarıyla birlikte özellikle Avrupa’daki müttefiklerinin dahi tepkisini çektiği bir gerçek. Afganistan, iki tâne Irak, Libya, Somali, Sudan ve şimdi de Suriye… Amerika’nın yaşadığı bütün bu macera kendi iç dengeleriyle birlikte dünya siyasetinin de sınırlarını zorlayıcı bir seviyeye ulaştı. Tüm bu savaşların neticesi olarak Amerikan toplumunun yaşadığı ve her geçen gün artan sefalet Amerika’nın iç dengelerinin bozulmasına ve çatışma ortamının biraz daha olgunlaşmasını beraberinde getirmekte. Bütün bu sebeplerden dolayı Amerika’nın Suriye’de Rusya karşısında tavizkâr bir tutum takınması gayet anlaşılır. Tabiî bu demek değil ki, Amerika ve Rusya’nın bütün plânları birbirleriyle uyumlu. Hayır; çakışan noktalar da var, çatışan noktalar da. İşte bu çakışan noktaların hatırına şu ân yaşadığı iç ve dış sorunlardan dolayı Amerika Suriye’de Rusya’ya bu tavizi vermek zorunda kalmıştır diyoruz. Rus uçağının düşürülmesine tekrar dönecek olursak, yukarıda bahsettiğimiz uluslar arası güçlerin şu ânki Amerikan yönetiminin Rusya’ya verdiği bu tavizi kabul etmediklerini, ayrıca, Arap Gücü’ne karşı Amerika’nın komutasında savaşacak bir kara ordusuna duydukları ihtiyaçtan dolayı, bir taşla iki kuş vurmak düşüncesiyle, bu olayı tezgâhladıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Peşmerge ve YPG Amerika’nın kara ordusu fonksiyonunu yerine getirmekle beraber Arap Direnişi’ne karşı etkili ve yeterli olmadığı gayet açık. Yukarıda bahsettiğimiz bu plân dairesinde düşünülen ise, ortaya çıktı ki, “Türk” Silahlı Kuvvetleriyle Etnik Kürtçülüğü müttefik yaparak Amerikan Kara Ordusu olarak Arap Gücüne karşı savaştırmak. Bu pis plân tutar mı tutmaz mı? Bilinmez… Ama, bu plânın tutmama aşamasında dahi bölgemizin bugüne kadar olduğundan daha fazla zarar göreceğini maalesef tesbit etmek durumundayız. Amerikan ordusuyla beraber NATO kapsamında AKP’nin daveti üzerine gelen diğer Batılı Güçler, bütün ihtişamlarına rağmen Obama yönetimi de biliyor ki, “Ortak Düşman IŞİD”ı ve Irak Direnişi’ni tamamen bitirebilecek kapasiteye, cesaret ve kararlılığa sahip değiller. Amerika’nın “yerel güçlerle” yapmaya çalıştığı bu operasyon, aslına bakılırsa Türkiye’de, İslâm Milleti’ne mensup bir iktidarın gerçekte ne yapması gerektiğini de göstermektedir! Eğer Etnik Bölücülük senin baş düşmanınsa, NATO’daki müttefikin Amerika, senin Baş Düşmanını kendisinin ortaya koyduğu “Esas Düşman”a karşı müttefik olarak kabul edip, ona tonlarca silah yardımı yapabiliyorken, sen niçin Baş Düşmanının düşmanı olan Arap Gücü’nü müttefik olarak kabul ettiğini ilan edip ona yardım etmiyorsun? Bunu yapmadığın gibi, sanki Türkiye’yi 30 yıldan beri bölmeye çalışan örgüt IŞİD’mış gibi, Amerika’nın “ortak düşman IŞİD” politikasının aktif ve gönüllü bir uygulayıcısı gözükerek, işgâle karşı direnen Arap Gücü’ne her fırsatta düşmanlığını izhar ediyor ve her hareketinle bu düşmanlığı derinleştirdikçe derinleştiriyorsun. Bugün, ne 90’lardaki ne de 2003’lerdeki Amerika var! Ama, bölgede Anadolu başta olmak üzere dinamik, savaşmaya hazır, Batılı işgâlcileri düşmanlaştırmış yerel unsurların varlığı ve gücü tartışılmaz. Bu fotoğraf karşısında aklıselim, Din, Vatan, Millet için kiminle, hangi güçlerle ve kime karşı ittifak yapabileceğini söylemekte. Bunun tersi politikalar hesabı sorulacak hainlik sınıfından olarak değerlendirilmesi gerekir. Zaten, Amerika eski gücünde olsaydı, Rus uçakları Suriye’ye gelebilir miydi? Afgan ve Irak Direnişleri’nin yıpratıcı etkisinden dolayı Amerika şu ân 90’lardaki ve 2003’teki gücünün fersah fersah gerisindedir! Rusya başta olmak üzere, siyaset sahnesinde bulunan tüm aktörler bunun farkındalar ve hamlelerini de ona göre yapıyorlar. Mevcut iktidarın ise herkesin farkında olduğu bu gerçeği görmemesi mümkün mü? Bu gerçeği gördüğü kesin olmakla birlikte, şu ânki Batı yararına aldığı tavrı nasıl açıklamak gerekir? Buna mukabil, Rusya’nın da 90’lardaki ve 2003’lerdeki Rusya olmadığının da altını çizmek lazım. 91 ve 2003 Saldırılarını Millî İrade’ye aykırı olarak Türkiye’deki hükümetler, başka hiçbir aktörün rahatsızlık verici rekabet çabalarını hissetmeden Amerikan saldırganlığına erketelik yaparken, şu ân ise Rusya faktörü, Hükümetin dengesini bozuyor. Hâlbuki mevcut şartlar bölgeye, coğrafyaya ve Tarihî Misyon’una uygun bir politik çizgide değerlendirilebilse, hiç olmadığı kadar Türkiye’nin lehinedir! Bu açıdan da Rusya faktörü, şartları lehine çevirici bir pozisyonda Türkiye’nin işini zorlaştıran değil, bilakis, elini kuvvetlendiren bir unsur olarak ortaya çıkacaktır. Ama mevcut konumlanma siyasî ve askerî olarak şu ân için Kuzey Atlantik Terör Örgütü’nün yanı başında olduğundan dolayı ne şartları lehe çevirebilmesi ne de İslâm Milleti’in faydasına uygun bir politika ortaya koyabilmesi mümkün değil. Kaldığımız yerden devam edeceğiz…
99’dan Bugüne… Tufan Ersöz’ün BAGİ Raporu’nun Tam Metni Büyük Anadolu Gençliği BAGİ, bağlısı olduğu Cephe Liderinin direktifiyle kurulmuş bir “inisiyatif”tir. İnisiyatif kavramının bilinen kelime mânâsı yanında, Büyü Anadolu Gençliği, bir şeyi ele alma, bir şeyde harekete geçme tanımlamalarıyla beraber, öne atılma ve bu çerçevede sorumluluk alarak Kendinden Zuhurunu idrak etme gayesine matuf bir davranış biçimi olarak meydana çıkmıştır. İBDA’dan aldığını ve anladığını kararlılıkla ortaya koyma davranışı… “Direktif” verenin, işin başında açıkca bir “örgütlenmeye gidin” demediğini, 2004 yılı yazında cezaevinden tahliyelerin artması ve yıllarca cezaevinde mücadele içinde eğitim gören gönüldaşların çokluğu karşısında sadece “toplanıp sohbet edin!” tavsiyesi verdiğini ifâde etmeliyiz. Bugünden bakan göz olarak, bu “hileli” yönlendirmenin mânâsını BAGİ’nin gerçekleştirdiği eylemlerde görebiliriz. Sayın Ali Osman Zor’un tahminimizce, “İbdacıların toplandığı yerden ancak İbdacı bir kalkış, bir hareket doğar” hüsnü zannı olarak düşünülebilecek bu tavrı, bizi, ilk bir kaç toplantıda “şakalaşmalar”dan, “dışarıdaki hayatın değişmişlikleri”ne, “cezaevi hatıraları”ndan, “hala F Tipi zindanlarda olan gönüldaşların durumu”na ve nihayet “Kumandan’ın cezaevinde tutuluşu” şeklindeki “rahat ve neşeyi kaçıran gerçek”ten “şimdi ne yapmalıyız?” sorusuna getirdi. Bu sohbetler umumiyetle, çeşitli gönüldaşların evlerinde oluyordu. Sayıları da 10-15’ten aşağıya inmiyor ve devamlılık arzediyordu. Maksadın farkında olan gönüldaşların yönlendirmeleriyle 2004 yılı yazında büyük bir piknik düzenlendi. İstanbul Ayazağa-Fatih Ormanı’nda gerçekleştirilen bu piknik aileleriyle birlikte 150 gönüldaşı buluşturdu. Akıncı Beyinin, işi “piknik yapmak”tan çıkarıcı bir toplantı tertibine dönüştürmesi ve konuşması, o zamana kadar düzenli buluşmalar gerçekleştiren bizlere ufuk açıcı olmuş ve yönlendirmiştir. Sorumluluk almaya davet edici söz konusu konuşmanın ardından çalışmalarımıza hız verdik. Bu çerçevede ilk eylemimiz diyebileceğimiz 2005 yılı 20 Mayıs tarihine kadar cezaevinden çıkan gönüldaşlarla, dışarıdaki gönüldaşların hâlleşmesi ve ilişkilerini geliştirmeleri… Bu noktada sözü fazla uzatmadan kronolojik bir tertiple BAGİ tarafından düzenlenen eylemlerden söz etmek etmek istiyorum… İLK EYLEM: “KUR’ÂN’A UZANAN ELLERİ KIRACAĞIZ!” 20 Mayıs 2005… Günlerden Cuma… Büyük Anadolu Gençliği İnisiyatifi adı ile gerçekleştirilen ilk eylem. İlk eylemini 25 Mayıs Çarşamba günü, Üstad’ı kabri başında selâmlayarak gerçekleştirmek isterken, Ali Emireri’nin “Bu eylemi yapıp, öyle gidin Üstad’ın kabri başına!” demesi üzerine gerçekleştirilen eylem. “Camide gösteri” tecrübesinin ilki olan bu eylem, bir hafta sonra tekrarlanacak ve hemen sonraki hafta daha büyük kalabalıklara kavuşacaktır. “ÜSTAD BÖYLE ANILIR!” 25 Mayıs 2005… Başlık, Aylık Dergisi’nin ilgili sayısından… “Üstad’ın 100. Doğum Yıldönümü” başlığı altında Üstad’ı ve Büyük Doğu’yu istismar etme kampanyasına karşı, “Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeoğlu’dur!” hakikatini haykıran eylem… Ve, Üstad’ın vefâtından beri, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun onbinleri galeyana getiren liderlğindeki Defin Günü’nden sonra, ilk olarak toplu bir şekilde Akıncılar Üstad’ın huzurunda… İkindi Namazını Eyüp Sultan Camii’nde kılan gönüldaşlar, Eyüp Sultan Hazretleri’ni selâmladıktan sonra avluda toplanıyor ve pankartlarını açıyorlar: Necip Fazıl Ölmedi, Kavgamızda Yaşıyor! -Büyük Anadolu Gençliği İnisiyatifi- Emniyet Müdürü’nün etrafındaki polisleriyle yaptığı “böyle bir gösteriye izin veremeyiz!” çıkışı, gönüldaşların “engel ol o zaman!” ihtarı karşısına sessizlikle mukabele görüyor… Gönüldaşların sayısı 60’ı buluyor… Ve Eyyüb El-Ensârî Hazretelerinin huzurunda Salavatlar eşliğinde başlayan yürüyüş… Söz konusu pankartın ardından… Üstad’ın Sakayra’sı ve mukabilinde Kumandan’ın Yeşilırmak şiirleri… Üstad’ın “Yâ Muntakim!” başlıklı duâsı okunduktan sonra bir gönüldaşımız BAGİ’nin bildirisini okudu… “KUR’ÂN’A UZANAN ELLERİ KIRACAĞIZ!” -2- 27 Mayıs 2005… İlk Cuma Gözterisi’nin hemen ardındaki Cuma tekrar gösteri… Bu sefer, önceki haftanın tecrübesi etrafında daha iyi düşünülmüş bir hazırlık. Fakat bu sefer katılımcı gönüldaş sayısı yarıya düşmüş, tersi olarak da cemaat eyleme büyük bir destek vermiştir. Okunan bildiriden son cümleler BAGİ’nin bugüne bakan yönüyle, sözünün eri bir duruş sergilediğinin göstergesidir: “Bir kişi de kalsak, yüzbin kişi de dursak, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun idrak ettirdiği hakikate bağlı olarak Meydanda olacağız: “Müslümanlar Dik Durun Karşınızda Leşler Var!” KAİDE DERGİSİ 1 Ağustos 2005 / 17 Şubat 2006… Her sayısı bir eylem biçimi olan Kavga Dergisi Kaide, BAGİ’nin, ardında yürümekle şahsiyetini idrak ettiği Lideri Ali Emireri’nin etrafında olmuş ve Dergi’nin teknik işleri başta, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çalışmıştır… BAGİ için ilk ve asıl sınav, Ali Emireri’nin yönetimindeki Kaide etrafında ideolojik eğitim, pratik faaliyetler ve örgütlenme tecrübesi olmuştur. Kaide’nin her sayısı bir eylemdir, zira, ilk defa bir dergi hem teknik hazırlıklarını, hem baskısını ve hem de tüm dağıtım işlerini tamamıyle kendi öz bünyesiyle icrâ etmiş oluyordu. Ve daha önemlisi gerçekleştirilen tüm engellemelere karşın Ali emireri’nin etrafında mevzi tutulmuş ve Kaide misyonunu yerine getirmiştir. BİRİNCİ BOLU SEFERİ 18 Kasım 2005… Kaide Dergisi bünyesinde BAGİ’nin, günümüze kadar gelen BOLU Seferlerinin ilki olması hasebiyle, mânâsı daha iyi anlaşılan bir mevzii açışı… Hemen önceki haftanın kapağında manşet olan “Salih Mirzabeyoğlu’na sahip Çıkmak, İslâm’a Sahip Çıkmaktır!” hakikati etrafında İstanbul’dan (İslâm’la Mücadele Masası’nın gözetiminde) bir minibüs dolusu gönüldaşın yola çıkışı ve Bolu Valiliği’ne çatması… MEŞHUR TAKSİM EYLEMİ: İBDACILARDAN DİŞ’Lİ ATEŞLİ EYLEM 6 Şubat 2006… Bir avuç gönüldaşın attıkları Adım’ın “misillerince bereketlenmesi”ne misâl güzel bir eylem… Öyle ki, bu eylem El-Cezire, BBC, CCN, AP, AFP, ZDF ve Reuters gibi haber kanalları ve ajanslarının bir numaralı gündemi olmuş, bazı yabancı gazetelerinin 1. sayfalarında boydanboya kapak fotoğrafı olarak kullanılmıştır. “İBDA-C BAGİ” olarak medyada yer alan eylem, Türkiye’de de “Karikatür Eylemleri” başlığı altında ilk misâl olmasıyla, dünya çapında merak edilen ilk karşı duruş olmuştur. Bu eylem tam da Kaide Dergisi’nin son sayısına tevafuk etmiş ve Kaide, bereketli bir eylemle misyonunu tamamlamıştır. BİR MEYDAN OKUMA: BEYAZIT EYLEMİ 10 Şubat 2006… İlk tepkisini BAGİ’nin Taksim’de gerçekleştirdiği eylemle veren Anadolu, “Karikatür Krizi” etrafında büyük bir eyleme hazırlanıyor… Eylem, ilk defa olarak yüze yakın gönüldaşı buluşturmuş olmasıyla birlikte büyük bir meydan okumaya dönüşüyor. Haklarında “Yasadışı İBDA-C örgüt üyeleri” şeklinde anahaber bültenlerine konu olan Kar Maskeli Militanlar… Bu militanlar tam bir cazibe merkezi oluşturmuş ve kitlelere slogan attırıyorlar. Onlarca gözaltı… Eylemin üzerinden bir ay geçtikten sonra, başta Ali Emireri olmak üzere bir çok BAGİ mensubu gönüldaşın evlerine Özel Harekat eşliğinde baskınlar düzenleniyor. Gözaltılar gerçekleştiriliyor… Böylesi korku doğuran, bereketli bir eylem… NECİP FAZIL ADINA KAVGA 25 Mayıs 2007… Üstad’ı Kabri Başında tekbirler ve sloganlar eşliğinde selâmlama tecrübesinin ikincisi… İBDA Gençliği’nin kalabalığı göz kamaştırıcı… Bu sebeble olacak ki polis sayısı önceki seneden farklı olarak üçyüz civarında… Gönüldaşlar namaz sonrası “Doğsun Büyük Doğu Bizden Doğarak!” pankartını açarak yürüyüşe geçiyor. Polisin engelleme teşebbüsleri karşılık görünce akim kalıyor ve Teşvik tekbirleri, Salavâtlar eşliğinde Üstad’ın huzuruna çıkılıyor… Gayet güzel bir programın ardından duâ, sloganlar ve İntikam Yemini edilip, Üstad’ın “Şarkımız” başlıklı şiiri hep bir ağızdan marş şeklinde okunarak Eyüp Meydanı’na iniliyor. Tam da düzlüğe gelindiğinde, iniş noktasında büyük bir polis kalabalığı; kalkanlı, joplu bir şekilde konuşlanan Çevik Kuvvet’in arkasına geçen Eyüp Emniyet Müdürünün sesi geliyor: “Tuzağa düştünüz!” Zaten böyle bir sahneye can atan Akıncılardan birinin Emniyet Müdürü’nün yanına giderek yumruk savurmasıyla kavga başlıyor. Ve aralarında ilk defa “gözaltı” tecrübesi yaşayanlarla birlikte 25 gönüldaş Çevik Kuvvet otobüsünde yerlerini alıyor. Eylem ardından açılan ve 5 yıl süren davadan anlaşıldığı kadarıyla 7 polis yaralanıyor. Gönüldaşlardan biri ciddi, 4 yaralı… Nezarethanelerde gece boyunca Marşlar, Sloganlar… Üstad’ın nezaretinde bir gece , böylece yaşanmış oluyor. İSRAİL KONSOLOSLUĞU ÖNÜNDE İLK EYLEM Ağustos 2006… Terör Yapılanması İsrail’in Lübnan’a saldırmasının hemen ardından, ilk tepki, has eylem… Yahudi’nin Lübnan Hizbullahına saldırısı karşısında, Yahudi’nin karşısında durduğu her ân Hizbullah’ın yanındayız mesajını veren eylem. Filistin Davasına sahip çıkıcı ve bu çerçevede de Düşman Karargahının karşısında mevzi tutan ve “İslâmcı camiâ”yı kendisine getiren eylem… Eylem, aynı zamanda, Yahudi’nin Gazze’ye saldırısıyla başlayan “Konsolosluk Kuşatmaları”nın da ilki olma haysiyetini taşıyor… Ağustos 2006… YENİ BİR DERGİ, YİNE BİR EYLEM: GERÇEK ŞEHİD SADDAM HÜSEYİN 05 Ocak 2007… Yeni bir haftalık derginin hazırlık süreci… İsmi, Baran… BAGİ, tıpkı Kaide Dergisi’nde olduğu gibi, teknik ve amelî işlerin sorumluluğunu yüklenmiş olarak Baran’ın kadrosu. Hazırlıklar henüz tamamlanmadan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in Kurban Bayramı sabahı katledildiği haberi. Birkaç gün sonra asılarak katledilişinin görüntüleri ekranlarda. Fakat hâlâ Türkiye’de bir tepki yok… Ali Emireri’nin yönlendirmesiyle Saddam Hüseyin’in kahramanca duruşu, İran’ın İstanbul Başkonsolosluğu önünde selâmlanıyor… Yine bir Cuma günü ve Cağaloğlu Cezeri Kasımpaşa Camiinde kılınan namazın ardından büyük bir polis kalabalığıyla gönüldaşların etraflarının kuşatılması. Polis kalabalığı eşliğinde giden gönüldaşların medya ordusu önünde protestolarını gerçekleştirmeleri… Şiîlerin tarihi düşmanı Yavuz Hân’ın posteri eşliğinde “Hepimiz Saddamız!” çıkışı… Polisin, artık dayanamayıp BAGİ mensubu gönüldaşlarımızı gözaltına alması… Sloganlar eşliğinde gözaltında direnişlerine devam eden gönüldaşların iki günlük “şube” tecrübesi ardından dördünün tutuklaması… Salıverilen gönüldaşların, savcılığın itirazı üzerine evleri basılarak tutuklanmaları ve saire… Komple bir eylem olan “Saddam Eylemi” sonucunda, gönüldaşlar, dünyada bu gösteriler sonucunda tutuklanan tek örnek olarak, altı ay boyunca cezaevi tecrübesini de yaşamış oldular… Eylem, dünya çapında yankı buldu. ANZAKLARI GELİBOLUYA SOKMUYORUZ 24 Nisan 2008… “Çiğneyemeyecek Yabancı Adam Toprağımızı” düsturuyla, “Anzakları Sokmuyoruz” şeklinde Baran’da başlattığımız fikrin eyleme dönüşmesi… 24 Nisan sabahı, Gelibolu sahillerinde Haçlı ayini yapmak için gelen Anzakları denize dökme teşebbüsü… Bu çerçevede BAGİ mensublarının yola çıkışları. Çanakkale girişinde askeri araçlar eşliğinde yollarının kesilmesi. Jitem karargahına götürülmeleri ve gözaltına alınmaları… Bir çok Ordu Subayı’nın “İlk defa bu sene Anzaklar gelmedi denecek kadar az sayıdalar”. “Sayenizde Anzaklar her sene yaptıkları sarhoş partilerini ve çıplak gezintilerini yapamadılar” itirafları… İBDA GENÇLİĞİ 3. YILINDA ÜSTADIN HUZURUNDA 25 Mayıs 2008… Artık gelenekselleşen bir eylem hâlinde İBDA Gençliği yine Salih Mirzabeyoğlu’nun Üstad’ı, Necip Fazıl Kısakürek’in kabri başında… Önceki senenin gerginliği altında ezilen polis, 3 otobüs Çevik Kuvvet, 15 ekip arabası, 50’ye varan sayılarıyla sivil ve 7 motorize “yunus”la mevzilenmiş âlde… Tedirgin bakışların arasında İBDA Gençliği Tekbir ve Salavâtlar eşliğinde huzura çıkıyor. Okunan Kur’ân ve yapılan duâların ardından kazanılmış bir zafer edasıyla ziyaret son buluyor. CUMAY BEY İÇİN EYLEM 18 Ekim 2010 Kırgızistan’daki İBDA bağlısı TAZA Din Hareketi’nin lideri Cumay Suyunaliyev’den 6 gündür haber alınamaması üzerine Kırgızistan İstanbul Başkonsolosluğu’nun Taksimdeki binası önünde yapılan eylem… Uluslararası bir hareket olan İBDA’ya bağlı Akıncıların, bu ânında müdahalesinin müsbet sonuçlarını sonraki günlerde Kırgızistanda hadiselerin başında bulunan Akıncı Beyimiz vesilesiyle öğreniyoruz. CARLOS’A İŞKENCE, FRANSA’YI PROTESTO 10 Şubat 2011… Gönüldaş Kumandan Carlos’a Fransa’da bulunduğu cezaevinde, bir duruşmaya çıkarılacağı bahanesiyle koğuşundan alınıp, tamamıyla soyulup, Cumhuriyet Muhafızları’nın ellerini arkadan kelepçeleyip işkence etmeleri üzerine İstanbul’da bulunan Fransız Başkonsolosluğu önünde yapılan eylem… Kumandan Carlos’un asla yanlız olmadığını haykırmak için eyleme önayak olan İbdacı Türk Avukatları’nın çağrısına uyan gönüldaşların aileleriyle Taksimde buluşması… Hasan Ölçer ağabeyimizin yaptığı basın açıklaması ve atılan sloganlar – LİBYA’YA NATO-HAÇLI SALDIRISI PROTESTOSU -GÜNDÜZ- 21 Mart 2011… Arap Baharı üzerinden Libya’ya Nato merkezli Haçlı Saldırısı… BM’nin dahi onay vermediği, Fransa’nın Dışişleri’nce resmi bir açıklamayla “Bu bir Haçlı Savaşıdır bizim için!” denmesine rağmen Türkiye, karagün dostu Kaddafi’yi arkadan vurmuş, üstelik saldırıyı düzenleyen Haçlı Ordusu NATO’nun merkezi üssünü İzmir’e taşımıştır… Protesto Türkiye’de Libya’yı, Devlet Başkanını ve ülke bütünlüğünü destekleyen mahiyetiyle ilk ve tek eylem olmuştur!.. Eylem Taksim’de Haçlı ordusunun başını çeken Fransız Konsolosluğu önünde yapılmıştır. LİBYA’YA NATO-HAÇLI SALDIRISI PROTESTOSU -GECE- 27 Mart 2011… Hafta başı gündüz gerçekleştirilen eylemin ardından bu defa Pazar günü akşam saatlerinde, daha büyük bir kalabalık eşliğinde yapılan eylem… Eylem sırasında geniş “güvenlik” önlemleri… Bu defa Taksim Meydanı’ndan pankartlarla yürüyüş şeklinde başlatılan eylem. Her biri 5’er metrelik iki pankart… İstiklal caddesine giriş ve caddeyi tamamen kapatış… Ardından tekrar konsolosluk önünde mevzi tutuş. Gerçekleştirilen basın açıklaması… AKINCI BEYİMİZE ULUSLARARASI OPERASYONUN PROTESTO 13 Mayıs 2011… 02 Mayıs 2011 sabaha karşı düzenlenen bir operasyonla Kırgızistan’da gözaltına alınan Cebhe Liderimiz Sayın Ali Osman Zor’un durumu hakkında bilgi alabilmek maksadıyla Kırgızistan resmi makamlarına verilen ültimatom… ABD-İsrail Operasyonuyla El-Kaide’nin Lideri Usame Bin Ladin’in şehid edildiği saatte Kırgızistan’da gözaltına alının Ali Osman Zor’un “El-Kaide İdeologu” olduğu yönünde Kırgız, Rus ve dünya basınında çıkan haberler, bu operasyonun uluslararası bir mahiyet taşıdığı kuşkusunu bizlerde uyandırmış ve harekete geçirmiştir… Yapılan basın açıklaması ve konsolosluk binasına giriş. Konsolos üzerinden hemen Kırgızistan ile resmi görüşmeler… Başta Emel Zor Hanım, eyleme katılan gönüldaşların verdiği “acil bilgi talebi”ni içeren dilekçeler… KIRGIZİSTAN VE TC. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞINI PROTESTO 14 Temmuz 2011… Önceki eylemde Konsolosluğa verilen dilekçelere bir cevap alınamaması ve TC. Dışişleri’nin Ali Osman Bey’in Türkiye’ye iade edilmesi talebinin ortaya çıkması üzerine yapılan protesto… Bişkek’te yasadışı bir operasyonlar gözaltına alınan Ali Osman Zor’un açlık grevine başladığı bilgisi… Eylem öncesi gerçekleştirilen görüşmeler sonrası İstanbul İHD başta, bir çok sivil toplum örgütünün destek vermesi, temsilci göndermesi… YİNE EYLEMLE YENİ BİR DERGİ: KADDAFİ’NİN ŞEHADETİ VE DERGİMİZ.NET 1 Kasım 2011… Bağlısı olduğu Cephe Liderinin cezaevi şartlarında olması, Kırgızistanda olduğu süre boyunca kaleme aldığı yazıların bir çoğunun ve Türkiye’ye iadesi sonrası yaptığı geniş kapsamlı değerlendirme-muhasebe yazılarının dergilere gönderildiği hâlde yayınlanmaması; BAGİ olarak gerçekleştirdiğimiz eylemlerin ya yer almaması, ya da işgal medyasının verdiği kalıpları aşmayan bir dille “haber”leştirilmesi; İBDA’dan anladığını ortaya koyabilecek bir imkân olarak yayın organının kendisini dayatması üzerine; BAGİ’nin Kaddafi’nin şehâdetini vesile kılarak çıkardığı e-Dergi… DERGİMİZ, çıkışından 2 ay sonra başlatma niyetinde olunan BOLU SERFERLERİ için bir ön hazırlıktır… 1 Kasım’da yayına girmesi öncesinde, 23 Ekim günü, Kaddafi’nin şehadeti vesilesiyle Taksim’de yapılan eylem… “Bütün İstiklal Savaşları Kardeş, Bütün Şehidler Azizdir” başlığı altında okunan bildiri sırasında atılan sloganlar… Yoğun polis ve gazeteci kalabalığı önünde yapılan eylem medyada geniş bir yankı bulmuş ve Dergimiz’in ilk sayısına vesile kılınmıştır. KADDAFİ İÇİN CENAZE NAMAZI 25 Kasım 2011… Bir Fikre mensub olmak ve o Fikrin dayattığı sorumluluk altında Adım atmak, attığı adıma sahip çıkıp, hareketine yakıt kılmak ve yığınlara duyurma… BAGİ’nin mütevazı imkânları zorlayarak çıkardığı yayın organında, İBDA’dan anladığını Eylemleriyle de ortaya koyma çabası… Kaddafi’nin katledilmesi üzerinden neredeyse bir ay geçmiş, Cebhe Lideri’nin; “Ne Türkiye’de, ne dünyada Kaddafi’nin cenaze namazı kılan olmadı. Niçin kılınmıyor? Medyada siyasi olarak bir aşağılama olarak bunu da söylüyorlar. Hemen kılın!” tenkidi üzerine 25 Kasım Cuma günü, Cuma Namazı sonrası Fatih Camiî’nde kılınan cenaze namazı… Usul-erkan araştırması ve eylem günü, tam riayetle namazı kılış. Ardından okunan basın açıklaması ve atılan sloganlar… Yoğun medya alâkası… BOLU SERFERLERİ TEKRAR BAŞLIYOR 28 Aralık 2011… 25 Ocak 2012… 2 Nisan 2012… 9 Mayıs 2012… 25 Haziran 2012… 1 Ağustos 2012… 28 Aralık 2012… 25 Ocak 2013… 2 Nisan 2013… 9 Mayıs 2013… 25 Haziran 2013… 1 Ağustos 2013… 27 Aralık 2013… 5 Aralık 2013 25 Ocak 2014… 2 Nisan 2014… 9 Mayıs 2014… 11 Temmuz 2014! Yeni Devir Hukukçular Derneği’nin çağrısıyla başlatılan hazırlıklar. Yazılan ortak bir bildiriye, kendisini İbdacı olarak ifâde eden istisnasız herkese ulaşılarak imza talebi. Gerek duyulması hâlinde üzerinde ne gibi değişiklikler yapılması gerekiyorsa yapılacağının, düzenlenecek programda ilgililerin diledikleri şekilde yer alabileceklerinin beyanı… Kalkışılan toplu hareketin, “hareketsizlik içinde yaşayan”lara ayna tutması ya da bütün hareketleri fitne ateşine odun taşımak olanları, karnından konuşanları enselemesi… BOLU SEFERLERİ, Kumandan’ın tutuklandığı 28 Aralık, Metris “Noel Baba Operasyonu” ve Kumandan’a işkencenin tarihi olan 25 Ocak, Hakkında “İdam Kararı” verilen tarih olarak 2 Nisan, Doğum Günü 9 Mayıs, Kartal’da gerçekleştirdiği Fedâ Eylemi’nin günü olan 25 Haziran ve İBDA’nın Kuruluş Yıldönümü olarak 1 Ağustos ve son olarak 2013’te bu periyoda eklenen 5 Aralık Zaferi tarihlerini esas almakta ve bu günlerin yıldönümünde de Bolu’ya akın etmek niyetiyle organize edilmiştir… Eylemin ilk çağrısını yapan Yeni Devir Hukukçular Derneği, eylemlerin bütün organizasyonlarını yapan da BAGİ’dir… Böylece bilinen bir gerçeği söylemiş oluyoruz… Hiçbir zaman “eylemi düzenleyen biziz” denmemiş olmasına rağmen, herhâlde düşman kuvvetleri karşısında öne atılışımız, “pikniğe gider gibi” bir yola sapma tehlikesine karşı inisiyatifi ele alma davranışlarımız, cebhe değil de “fitne-düşman grupçuklar” şekline bir imaj verilmesine karşı BİR ve BÜTÜN DURUŞ çabalarımız sebebiyle neler yaşadığımızı, kimleri ne şekilde idare etmek durumunda kaldığımız, gelen gelmeyen herkesin bildiği bir gerçek. Sayısı 200’ü bulan ilk sefer…(28 Aralık 2011) BOLU SEFERLERİ’nin sayısı artmakta ve 25 Haziran 2012 tarihinde 350 kişilik bir gönüldaş kadrosunu oluşturmaktadır… Ardından, ilk yılını tamamlamakta olan seferlere düzenli katılım sağlayanların, düzenli fitne faaliyetlerine yenik düşmeleri veya BAGİ’nin sistemli gerginliğe doğru adım atan çıkışları sonrası sayının azalması… 9 Mayıs 2013 tarihinde kopan kavga!.. Süreci tırmandıran bir girişimde bulunan BAGİ’ye polisin cevabı, 15’i hanım, 23 gözaltı… Bundan sonra ve günümüze kadar gelen süreçte BAGİ, eylemin organizasyonunu İstanbul’dan yapmanın yanında, Anadolu’nun başta Maraş, Adapazarı, Yozgat, Konya, Balıkesir, bir çok yerinden gelenlerin de katılımıyla sayıca 50 ilâ 100 kişi arasında değişen kitlenin de ekseriyetini oluşturmaktadır. BOLU SEFERLERİ, “SALİH MİRZABEYOĞLU’NA SAHİP ÇIKMAK, İSLÂM’A SAHİP ÇIKMAKTIR!” dusturuyla 2005 yılındaki ilk seferdeki canlılığını aşan bir hamle iştiyakıyla sürdürülmüş ve Kumandan’ın çıkışından bir kaç gün öncesinde bizzat Cephe Liderinin güdümünde düzenlenen son seferle, 11 Temmuz 2014 tarihinde nihayete ermiştir. NURAY ZOR ABLAMIZIN ŞEHADETİ 12 Şubat 2012… Büyük Anadolu Gençliği İnisiyatifi olarak, kendisiyle beraber bir çok eyleme katılmakla gurur duyduğumuz Nuray Zor Hanımefendinin şehâdeti… Vefâtı öncesinde, içinde bulunduğu ağır hastalık şartlarını hiçe sayarak BOLU Mevziini terketmeyen Nuray ablamız, vefâtı ve sonrasında vesile olduklarıyla şehidlik şuurunu diri tutmanın emsali olmuştur bizim için… BAGİ, gurur duyduğu şehidesini tekbir, duâ ve toplantılarla bir eylem havasında defnetmiştir… YÜZBİNLERİN ÖNÜNE ÇIKIŞ; BEREKETLİ BİR MAYIS 1 Mayıs 2012… Ali Osman ve Ünsal ağabeylerin babası Abdullah amcanın vefatı ve ikisi de cezaevinde olan ağabeylerimize vekâleten cenaze evinde koşuşturmamız… Onlarca gönüldaşın ziyaret ettiği cenaze evinde, 1 Mayıs için eylem yapmamız yolunda karar alışımız. Bu çerçevede herzaman olduğu gibi, gelen gönüldaşları haberdar etmemiz ve internet üzerinden de bu eylemin duyurusunu yapmamız… Eylem öncesi, DHKC kortejiyle hareket etme düşüncemiz ve bu yönde Halk Cebhesiyle yapılan görüşme. Ardından, “Antikapitalist Müslümanlar” isimli grupla görüşme… Nihayet Fatih’te buluşma kararı. Eylem günü gelen gönüldaş sayısı 5 erkek, 5 hanım… Açılan pankartlar ve yürüyüş… Kortejimizi ziyaret eden binler, fotoğraf çeken onbinler ve selâmlayan yüzbinlerce insan arasında son buluş… Bu eylem, plânlama, hazırlık, başlangıç, sunum, aksilik, sürpriz, ısrar, teveccüh ve bereketiyle komple bir eylem olmuştur… MALATYA/KÜRECİK EYLEMİ -TAKSİM- 01 Temmuz 2012… 4 Temmuz’da NATO’nun Malatya / Kürecik’te kurulacak olan İsrail ve Batı’yı koruma kalkanını ve Süleymaniye’de Haçlı askerlerince Türk askerinin başına çuval geçirilmesini protesto etmek için İstanbul’dan Malatya’ya yürüyüş şeklinde gerçekleştirilecek eylem öncesi yapılan basın açıklaması… “Büyük Anadolu, Latin Amerika’dan Türkistan’a Bölünmez Bir Bütündür!” düsturuyla eylem kararı alan BAGİ’nin Taksim Galatasaray Medanı’nda gerçekleştirilen basın açıklamasına farklı kesimlerden de destek verilmesi… 4 Temmuz günü Kürecik’te olmak niyetiyle yola çıkılması. MALATYA/KÜRECİK EYLEMİ 04 Temmuz 2012… Birçok ilden Malatya’ya doğru yola çıkan gönüldaşlarımızın engellenmesi… Bir tek İstanbul’dan yola çıkanlara Yozgat-Sorgun’dan katılan gönüldaşların katılımıyla Kürecik’e varılmış ve eylem gerçekleştirilmiştir… Barbar Batı ve işbirlikçilerine karşı duruşta ısrarlı olan az sayıdaki gönüldaşımızın İsrail ve Batı’yı Koruma Kalkanı ve Çuval protestosu, okunan basın açıklamasının ardından son bulmuştur. EYÜP SULTAN TOPRAKLARINDA İÇKİLİ KONSERE HAYIR 13 Temmuz 2012… Liberal Çapulcu yatağı olan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde içkili konser verileceği haberi üzerine az sayıda gönüldaşla yapılan protesto eylemi… Eylem boyunca konser alanı girişinde mevzi tutulmuz, okunan basın açıklaması ve güdeme oturan hadise dolayısıyla yoğun medya alâkası… ARAKAN MİTİNGİ 05 Ağustos 2012… Arakan’daki müslüman kardeşlerimizin Budistler tarafından katledilmesini protesto… Bir partinin çağrısıyla Kadıköy Rıhtımından toplanan onbinler… BAGİ, dikkat çekici bir şekilde ön plânda… “Arakan’dan Latin Amerika’ya, Kırım’dan Yemen’e, Anadolu Bölünmez Bir Bütündür” hakikatini haykıran topluluğumuzun taşıdığı pankart ve dövizler ve atılan sloganlar öylesine dikkat çekiyor ki, polisler, tertip komitesine giderek “Bunlar İbdacı! Terörist! Alandan çıkarın!” diyerek provakasyon yapıyorlar… Tertip komitesi gelip tarafımıza durumu anlatıyor… Fikirtepe’deki gönüldaşlarımızın ekstra takviyesiyle mevzi daha sıkı tutuluyor… İBDACILAR meydanın ilgi odağı ve takdir toplayan kolu durumunda eylemin sonuna kadar alanı terketmemişlerdir… USLANMAZ KİŞİLİK DAVASI YENİDEN 11 Ekim 2012… Kumandan’ın evlatlarıyla birlikte 25 Ocak 2000’de uğradığı saldırı sonrasında açılan davalardan yanlızca biri olan ve mahkemenin “uslanmaz kişiliği dolayısıyla cezalandırılmasına” şeklindeki kararının olduğu dosyanın tekrar görülmesi… Kumandan’ın avukatlarının basın açıklaması… BAGİ düzenlediği organizasyon sonrası, mahkeme salonu kapısında nizamsızlığa izin vermemek adına mevzi alıyor… Bu inisiyatif alışı doğrulayan çirkinlikler… Gereken tavır ortaya konarak günün hakkı veriliyor… KUMANDAN’A KOMPLO: BAKIRKÖY, METRİS İŞKENCESİ… 02 Kasım 2012… Kaynağı ve maksadı net olarak bilinen bir tertip ile Kumandan Mirzabeyoğlu’na yapılan işkence… Kumandan’ın bir Cuma günü, Bolu F Tipi Cezaevi’nden apar topar İstanbul Bakırköy Ruh-Sinir Hastalıkları Hastahanesi’ne getirilmesi… BAGİ olarak dışarıda inisiyatifi ele alışımız ve Bakırköy’de kaldığı 2 Kasım 2012 gününden 21 Kasım 2012 gününe kadar, her gün 14:00 ilâ 18:00 arası nöbet tutuşumuz. Tam bir düzen içinde mevzi alışımız… Ardından Kumandan’ın Metris’e nakli ve 3 gün sonra Bolu’ya aşağılık bir işkence hâlinde 13 saatlik bir yolculuktan sonra varışı… Bu sürekli eylem sırasında dikkat çeken iki ismi anmalıyız: Bayram Taştan ve İbrahim Yusuf Taştan ağabeyler… İlki eylem sırasında geçirdiği kalp krizinin ardından ameliyat olduktan hemen sonra, diğeri ise, yine aynı günlerde riskli bir ameliyata girdikten sonra, ayaklanır ayaklanmaz tekrar görev yerine koşan örnek davranış sahibi gönüldaşlar… ADLÎ TIB MACERASI 20 Şubat 2013… Yine bir tertiple karşı karşıya kalan Kumandan’ın artık sürekli işkenceye dönen hastahane macerası… Hakkında tahliye edilmesi için güya Adlî Tıb’dan rapor gerektiği tezini ortaya atanların girişimi hâlinde İstanbul Adlî Tıb binasına getirilen Kumandan’a sahip çıkmak için, hemen tesis girişinde mevzi alışımız… Nöbet tutuşumuz! BAGİ TARİHİ DERBİDE 12 MAYIS 2013… Az sayıda gönüldaşımızın attığı adımın, dalga dalga yayılan bir tesirle büyümesi… Lig şampiyonunu belirleyecek olan Fenerbahçe-Galatasaray müsabakasında Kumandan’ın içinde bulunduğu işkence şartlarını afişe eden bir eyleme imza atan gönüldaşlarmızdan üçü gözaltına alınıyor… Devasa bir pankartı tribünde açan gönüldaşlarımızın talim ettikleri slogan ve tekbirler 50 bin kişilik koro tarafından tekrar ediliyor… Ev sahibi Fenerbahçe Kulübü, konuyla ilgili “müsabakası öncesi, belirli bir grup tarafından dini içerikli sloganlar atılmış, yasadışı bir örgütün propagandasına yönelik pankart açılmaya çalışılmış” şeklinde açıklama yapmıştır… Üç gönüldaşımız gözaltına alınmış ve eylem, sosyal medyada atılan tekbirler sebebiyle gündem olmuştur. BAGİ GEZİ PARKI EYLEMLERİNDE HAZİRAN 2013… Gezi protestolarının başladığı ilk günlerde meydanda yerini alan BAGİ, özellikle 06 Haziran Miraç Kandili gününden itibaren, eylemlere katılımını arttırmış ve sürekli hâle getirmiştir… Hemen ardındaki günlerde Taksim Meydanı’nda stratejik bir mevkide kendi alanını işgal eden BAGİ, Gezi Protestocularının samimi ilgi ve alâkalarını toplamış ve sürekli ziyaretçi ağırlamıştır… Farklı kesimlerden onbinlerin sokaklarda olduğu bu hengâmede, talim fırsatını bulan İBDACILAR’ın meydandan ve kavgadan kaçması düşünülemezdi… Kumandanının duruşuna hayran olunan bir hareketin mensubu olmanın sorumluluğu altında, O’nun içinde bulunduğu İşkence ve Tecrit Şartlarını GEZİ Parkının gündemine taşıdık… Her yönüyle tecrübe hanemize kattığımız uzun soluklu Gezi Nöbeti, mücadelemize yakıt yapacağımız yeni ilişkiler kurulmasına da vesile olmasıyla ayrıca kıymetlidir… AKP İL BAŞKANLIĞI ÖNÜNDE 29 HAFTALIK NÖBET 01 Eylül 2013… Başbakan’ın bir televizyon programında Kumandan’ın durumuyla ilgili çalışma başlattıklarını söylemesi üzerine, bu sözünün takipçisi olduğumuzu ihtar edişimiz… İstanbul AKP İl Başkanlı’ğı önünde 29 haftalık bir nöbet hâlini alan bu eylem, haftalık periyotta eylem düzenleme talimidir… Kumandan hakkında avukatlarının Yeniden Yargılama girişimlerinin netice verme aşamasına gelmesiyle son bulan bu eyleme İBDACI aileler, büyük fedakârlıklarla katılmış ve mevziyi asla terketmemişlerdir. TAKSİM MEYDANINDA İMZA KAMPANYASI 01 Mart 2014… Oluşan iklimde bir çok farklı eylem biçimini kullanan BAGİ’nin yeni eylemi… Kumandan’ın Özgürlüğü için Galatasaray Meydanı’nda açılan stant… Polisin engelleme çabalarına karşı duruş… Gelen geçen herkesin ilgi alâkası altında toplanan imzalar… İlgilisine İBDA Külliyatı’ndan örnek eserleri takdim edişimiz. Sohbet edişimiz… Sürekli bir biçimde megafonlar Kumandan’ı ve bükülmez iradesini anlatışımız… FİKİRTEPE BAGİ’NİN İSRAİL PROTESTOSU 27 Temmuz 2014… Büyük Anadolu Gençliği İnisiyatifi Fikirtepe Cebhesi’nin, Anadolu Yakasında düzenlenen İsrail protestolarının en büyüğünde yerini alması… Kumandan’ın poster ve resimleri eşliğinde Mandıra Caddesi boyunca yürüyen grup, tesis ettiği düzenli kortejle de dikkat çekti… Bu eylemler listesinde yoğun çabama rağmen çok önemli bazı eylemler yer alamamıştır… Belki öyle eylemler var ki, biraz sonra “nasıl unuttuk bunu!” diyeceğiz… Kabaca ifâde etmek gerekirse, meselâ 2008, 2009 ve 2011 yıllarındaki Terör Örgütü İsrail’in Hücre Evi olarak kullandığı Konsolosluk kuşatmasında aldığımız merkezi rolü ve bu çerçevede yaptıklarımızı atlamak durumunda kaldım… Ayrıca; yapılan, hedefine ulaşan eylemler kadar, düzen güçlerince engellenen eylem teşebbüslerimiz de oldu… Papa’nın gelişini protesto edemeden sabah vakti evlerimizde gözaltına alınışımızından tutun da, bir şehidi -Bayram Ali Hoca’mızı- tekbirlerle defnetme niyetimiz doğrultusunda gittiğimiz Fatih Camii avlusuna dahi giremeden 15 kişi gözaltına alınışımız… Bir çok ziyaret, kültürel faaliyet ve sosyal etkinlik de kaydedilmemiştir bu raporda… Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim! Tufan ERSÖZ ADIMLAR DERGİSİ